Besmele-İ Şerife'nin Hikmeti Ve Esrarı

ay düşüm

Münzevi..
Sp Kullanıcı
31 Ağu 2017
1,430
844
Besmeledeki Hikmet:


Gerek dünya gerekse ahiret ile ilgili olsun, hayırlı ve meşru her işe Allah-u Teâlâ'nın adını anarak
"Besmele" ile başlamak, her müslümanın üzerinde titizlikle durması gereken görevlerdendir.

Kur'an-ı kerim'de buna işaret eden emirler vardır. Ezcümle bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anınız." (Bakara: 200)

Bir müslüman meşru bir işe başlarken ihlâs ve samimiyetle Allah-u Teâlâ'nın İsm-i şerif'lerini anarsa, onun her hareketi rızâ-i Bâri'ye uygun yapılmış olur. O, Allah-u Teâlâ'nın yardımları ve nimetleri ile karşılaşır. Şeytanın iğvâlarından, hile ve desiselerinden korunur.

"Bismillâhirrahmânirrahîm."

"Bismillah" öyle bir Zât'ın ismidir ki;

Allah ile, Allah'ın adı ile başlamak.
"Allah" ism-i azamdır. "Celâl" sıfatıyla tecelli eder, "Rahman"dır ve "Rahim" ismi "Cemâl" sıfatıdır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz besmelesiz başlanan her işin feyizsiz ve bereketsiz olacağını Hadis-i şerif'lerinde beyan buyurmuşlardır:

"Meşru işlerin her hangisi olursa olsun, Besmele-i şerife ile başlanmazsa nasipsiz, güdük (hayrı kesik) olur." (Münâvî)

Hadis-i şerif'te geçen
Emr-i zîbâl; hayırlı iş, şerefli, meşru, mübah gibi mânâlara gelmektedir. Yemek-içmek, giyinmek-kuşanmak, konuşmak, yazmak, ilmî meşguliyet hep buna dahildir. Şu halde bütün bunlara zikrullahla başlamak, o meşru işleri ibadete çevirmek demektir. Bu ise uhrevî sevaplara sebep olur, böylece hayrı devam eder.

"Besmele"siz olursa hayrı kesilir, eksik güdük olur.

Hadis-i şerif'te şöyle buyuruluyor:

"Abdesti olmayanın namazı yoktur, Besmele çekmeyenin abdesti yoktur. Bana iman etmeyen Allah'a iman etmiş olmaz. Ensarı sevmeyenin bana imanı yoktur." (Ramuz el-Ehadis)

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Bir tehlikeye düştüğün zaman bu duâya devam etmeli. Allah-u Teâlâ bunların şerefiyle belâ ve musibetlerin her türlüsünü kaldırır."

(Bismillâhirrahmânirrahîmi velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm)

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile. Güç ve kuvvet ancak ve ancak pek yüce, azamet sahibi Allah'ındır." (Nevadir-ül usûl)

Bir defasında Resulullah Aleyhisselâm'ın bineği tökezlemişti. Terkisinde bulunan Üsâme bin Umeyr -radiyallahu anh-
"körolasıca şeytan!" dedi.

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdu ki:

"Körolasıca şeytan deme. Çünkü sen böyle söyleyince o böbürlenir ve 'Gücümle onu yere yıktım!' der. Bunun yerine 'Bismillâh' diyecek olursan, sinek gibi oluncaya kadar küçülür." (Nesâi)

İşte bu, Besmele-i şerife'nin nuru, bereketi iledir.

Hadis-i şerif'te Besmele-i şerife'nin fazileti beyan buyurulmaktadır:

"Cehennemin başlıca memurları bulunan on dokuz zebâniyenin azâb etmesinden kurtulmasını arzu eden kimse Besmele-i şerîfe'ye devam etsin." (Nevâdir'ül-usûl)

•

Allah ile kulları arasındaki derûnî münasebeti ifade eden
"Bismillâhirrahmânirrahîm; Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla." Kelime-i tayyibe'sinin Kur'an-ı kerim'den bir Âyet-i kerime olup olmaması hususu şöyledir:

Neml Sûre-i şerif'inin 30. Âyet-i kerime'sinde geçen
"Besmele"nin Âyet-i kerime olduğu kesindir. Tevbe Sûre-i şerif'inin başında bulunmaması istisnâ edilirse, Sûre-i şerif'lerin başlarındaki 113 Besmele'nin her birinin sûreden mi, yoksa müstakil birer Âyet-i kerime olup olmadığında ihtilâf vardır.

İmâm-ı Şâfi -rahmetullahi aleyh- Hazretleri, her birinin başında bulunduğu Sûre-i şerif'ten bir Âyet-i kerime olduğunu söylemiş, böyle olunca da Fâtiha sûre-i şerif'inin başındaki Besmele'yi birinci Âyet-i kerime olarak kabul etmiştir.

İmâm-ı Âzam -rahmetullahi aleyh- Hazretleri ise, her birinin müstakil bir Âyet-i kerime olduğunu, fakat başında bulunduğu Sûre-i şerif'in bir cüz'ü olmadığını, sadece Sûre-i şerif'lerin arasını ayırmak ve teberrük olunması için nâzil olduğunu söylemiştir.

Vahiy kâtiplerinden olan İbn-i Mesud -radiyallahu anh- Hazretleri;

"Biz iki sûre arasındaki fasılayı, 'Bismillâhirrahmânirrahîm' ininceye kadar bilmiyorduk." buyurmuşlardır.



 

ay düşüm

Münzevi..
Sp Kullanıcı
31 Ağu 2017
1,430
844
Besmelenin İçinde Geçen Esmaü'l Hüsna:


Allah İsm-i şerif'i: Zâtından başka hiçbir ilâh bulunmayan Vâcibü'l-vücud'un zât ismi olup, ulûhiyete mahsus sıfatların hepsini kendisinde toplamıştır. İsimler içinde en büyüğü, en mübarek olanıdır.

Bir Âyet-i kerime'de şöyle buyurulmaktadır:

"Hiç sen Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir misin?" (Meryem: 65)

Allah ism-i şerifi başka dillere çevrilemez. Farsça'da "Hüdâ", Türkçe'de "Tanrı", İngilizce'de "God"; Allah ism-i şerifinin karşılığı değil, "İlâh"ın karşılığıdır.

Allah ism-i şerif'i herhangi bir kelimeden türetilmiş veya başka bir dilden Arapça'ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren has bir isim olarak kullanılmıştır.

"İsm-i Âzam"; Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarından herhangi birine değil, bilâkis o sıfatların melazı ve kaynağı olan Zât-ı İlâhi'ye mahsus bir isimdir ki; bu isim O'nun herhangi bir vasfını değil, bizzat Zât'ını temsil eder. Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri'nin "Hatmü'l-Evliyâ" kitabında:"Bütün ilâhi isimlerin kendisinden çıkartıldığı 'Resü'l-esmâ' yani 'İsimlerin başı' nedir?" sorusunu sorarak dikkati çektiği bu isim, O'nun isimlerinin en büyüğü olan "Allah" ism-i şerif'idir.

Bu ism-i şerif ulûhiyet vasfından değil, ulûhiyet mâbudiyet vasfı ondan alınmıştır.

Allah-u Teâlâ'nın Zât-ı Akdes'i bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi, Allah İsm-i şerif'i de öyledir.

"Allah iman edenlerin dostudur." (Bakara: 257)

Allah-u Teâlâ'nın dostluğu, yardımı, desteği, inayeti; iman edip, Hakk yolda yürüyenler ve Hakk'ı savunanların üzerinedir.

Allah-u Teâlâ hiçbir müminin kendi yolundan başka yollara gitmesine aslâ izin vermez.

"Onları karanlıklardan kurtarıp nura çıkarır." (Bakara: 257)

Onları her türlü şek ve şüpheden, ihtilâf ve tefrikadan kurtarır, esenlik yoluna eriştirerek kurtuluşa kavuşturur.

İmanın nur ile ifade edilmesinden daha derin ve şümullü bir tabir bulunamaz.

Küfrün ise zulümat ile ifade edilişi de aynıdır. Hakk'ın nurundan başka bütün yollar hiç şüphe yok ki zulümatın tâ kendisidir.

"İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur." (Bakara: 257)

Küfrü tercih eden, küfür üzere hayatını devam ettiren, küfrün savunuculuğunu yapanların dostları ise şeytan ve şeytanlaşmış insanlardır.

"Onları nurdan alıp karanlıklara götürür." (Bakara: 257)

Yedeklerine aldıkları bu kişileri nûrdan uzaklaştırıp nâra sürüklerler, hidayetten mahrum edip dalâlete sevkederler. Dünya hayatlarını da, ahiret hayatlarını da mahvederler, böylelikle de ebedî felâketlerle başbaşa bırakmış olurlar.

"İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 257)

Tepetakla cehenneme girecekleri ve hiç çıkmamak üzere orada kalacakları kesinleşmiştir.

Allah-u Teâlâ, ibadet edilen zât olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. O'nun ilâhlığı, tapılmaya ve kulluk edilmeye lâyık olması kendiliğindendir.

Bir insan puta tapar, ateşe, güneşe veya sevdiği bazı şeylere tapar. Taptığı zaman onlar ilâh olurlar.

Bir Âyet-i kerime'de de şöyle buyurulmaktadır:

"Resul'üm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni?" (Furkân: 43)

Bunlardan vazgeçilip cayıldığı zaman onlar ilâhlık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar Allah-u Teâlâ'yı ister Mâbud tanısın, ister tanımasınlar, O bizzat Mâbud'dur. O'na herkes ibadet ve kulluk borçludur.

O öyle bir Allah ki, yalnız kendi kendini bilir ve yalnız kendi kendisini metheder. Öyle bir Allah ki gerek insanı ve gerekse kâinâtı yoktan var etti. Nâmütenâhi nimetlerle donatıyor, merzuk ediyor, terbiye ediyor. Her âzâyı yeri yerine koyuyor. İnsana sıfat veriyor ve o sıfatı ile beraber çıkarıyor. Ona göz vermiş, kulak vermiş, el vermiş, ayak vermiş, gönül vermiş, akıl vermiş, beyin vermiş ve saha-i imtihana koymuş. Emirlerini ve nehiylerini bildirmiş. Yaratıyor, yaşatıyor, öldürüyor ve yine diriltecek, hesaba çekecek.

Bir Hadis-i kudsî'de buyurur ki:

"Benim cinlerle ve insanlarla önemli bir hadisem var! Ben yaratıyorum, benden başkasına ibadet ediliyor. Ben rızıklandırıyorum, benden başkasına şükrediliyor." (Taberânî)

Bu kadar ihsan-ı ilâhî'ye karşı zâlim ve câhil olan insan bunu yapıyor.

Âyet-i kerime'sinde ise şöyle buyuruyor:

"Çünkü insan çok zâlim ve çok câhildir." (Ahzâb: 72)

•

Rahman İsm-i şerif'i: Dünyada kendisine inananı inanmayanı, itaat edeni etmeyeni ayırdetmeden yarattığı bütün mahlûkatına sayısız ve bol nimetler bahşeder, onları korur.

Bu da Allah-u Teâlâ'ya mahsus bir isimdir. Fakat zât ismi değil, sıfat ismidir, "Rahmeti büyük" mânâsınadır.

"Rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır." (A'râf: 156)

İnanmayanlar da bu dünyada rızıklanırlar. Allah-u Teâlâ onlara mühlet verir, geçici bir zaman için bir servete, bir mevkiye nâil olabilirler. Fakat bu sadece geçici bir faydalanmadır. Süresi kısadır, sonu hüsranla biter. Bu durum haklarındaki ilâhî azabın artmasına sebep olur.

"İman edip sâlih ameller işleyenler için, Rahman bir sevgi peyda edecektir." (Meryem: 96)

En güzel isimler Allah-u Teâlâ'nındır, o en güzel isimlerle O'na kulluk yapmak ve duâ etmek gerekiyor.

"Rabb'inize yalvara yakara gizlice duâ edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez." (A'râf: 55)

Duâ esnasında sesi fazla yükseltmemelidir.

"Islah olmuşken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın." (A'râf: 56)

Allah-u Teâlâ dünyayı içindekilerle beraber insanların istifadesine sunmuş, bir vakte kadar insanoğluna karargâh kılmış, yeryüzünün ıslahından sonra üzerinde azgınlığa sapmamalarını emir buyurmuştur.

İnsanlar Allah-u Teâlâ'nın kurduğu düzeni ve dengeyi bozmaya kalkarlarsa, yaptıklarından sorumlu olmuş olurlar.

"Korkarak ve umarak O'na duâ edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti muhsinlere yakındır." (A'râf: 56)

Böyle duâ edenler, duâda ihsan mertebesine ermiş muhsinlerden olurlar. Duânın güzelliği de kalbin bu istikameti iledir.

Korku hâlinde ümidi, ümit hâlinde korkuyu bırakmayarak, daima ikisinin denklik noktasını gözeterek duâ etmelidir.

Duânın kabul olunacağına samimi bir kalp ile inanmalı, Allah-u Teâlâ'dan dilediği şeyi kesin bir lisan ile istemelidir.

Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivâyet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde şöyle buyurmuştur:

"Allah'a duânızın kabul edileceğine kesinlikle inanmış olarak duâ edin. Şunu da bilin ki Allah kendisinden gafil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duâsını kabul etmez." (Tirmizî)

"Rahman"; rahmet kelimesinden türemiş olup son derece merhametli demektir. Allah-u Teâlâ'nın sıfat ismidir, rahmeti ezelden ebede sonsuzdur. O'nun bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları yaratması, canlılara rızık vermesi, her şeyi yerli yerinde nizama koyması, sonsuz rahmetinin bir neticesidir. Hatta bu rahmet o kadar umumî ve şümullüdür ki, hak edip etmemesine, lâyık olup olmamasına bakmaz; mümin-kâfir, mûtî-âsî, âlim-câhil, çalışkan-tembel, haklı-haksız... ayırmadan rahmetini herkese her mahlûka şâmil kılmıştır.

Âyet-i kerime'lerde şöyle buyuruluyor:

"Eğer bütün insanlar (küfre meyledip) tek bir ümmet olma durumuna gelmeyecek olsaydı, Rahman olan Allah'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını, çıkacakları merdivenleri, evlerinin kapılarını, üzerine yaslanacakları koltukları gümüşten yapar ve onları altın ziynetlere boğardık.

Bütün bunların hepsi sadece dünya hayatının geçimliğidir. Ahiret ise Rabb'inin katında, O'nun azabından sakınıp rahmetine sığınanlara mahsustur." (Zuhruf: 33-34-35)

Allah katında dünya malının hiçbir değeri yoktur. Altın ve gümüşün kıymet olarak bilinmesi insanlara göredir.

Sanmayın ki onları seviyor. Hayır! Verdiklerini sevmediğinden dolayı veriyor.

Resulullah Aleyhisselâm Tahrîm sûre-i şerif'inin ilk beş Âyet-i kerime'sinde beyan edilen hadise üzerine hanımlarını terkederek "Meşrebe" diye anılan çardakta bir ay kadar yalnız başına kalmıştı, sabah ve akşam yemeğini yalnız başına yedi.

Bu durumu öğrenen Ashâb-ı kiram telâşa kapıldılar, içlerinden bazıları Mescid'de mahzun mahzun oturuyor, küçük çakıl taşlarıyla oynayarak içlerindeki sıkıntıyı açığa vuruyorlardı, bazıları da ağlıyordu.

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- izin alarak Resulullah Aleyhisselâm'ın huzuruna girdi. Beline bir ihram bağlayıp hurma lifinden yapılmış bir hasır üzerine uzanmış olduğunu gördü, selâm verdi. Vücudundaki hasır izlerini görünce dayanamadı, ağlamaya başladı.

Resulullah Aleyhisselâm: "Niye ağlıyorsun yâ Ömer!" diye sorduğunda: "Yâ Resulellah! Ne diye ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ve sefâsını sürerken, siz Allah katında en seçkin kul olduğunuz halde böyle bir hayat sürüyorsunuz!" dedi.

Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:

"Yâ Ömer! Dünya onların, ahiretin de bizim olmasına râzı değil misin?"

Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-: "Râzıyım!" diye cevap verdi.

İnsan dünyaya imrenir, fakat dünya imrenilecek gibi bir yer değildir.

Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde:

"Andolsun ki ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır." buyuruyor. (Duhâ: 4)

Her şey orada, buraya imrenme!

Rahîm İsm-i şerif'i: Çok merhamet eden, inanıp sâlih ameller işleyenleri, verdiği nimetleri iyiye kullananları ahirette daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran demektir.

Dünyada inananı-inanmayanı, çalışanı-çalışmayanı ayırdetmeden bütün mahlûkatına sayısız dünyevî nimetler bahşedip, onları korurken; âhirette de inananı, çalışanı ayırıp onları cennet ve Cemâlullah ile mükâfatlandırması, işte bu "Rahîm" sıfatının bir neticesidir.

"Ve O'nu sabah-akşam tesbih edin. Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için rahmet eden O'dur.

Melekleri de size duâ ederler. Allah müminlere karşı çok merhametlidir." (Ahzâb: 42-43)

Öyle bir "Rahîm" ki yalnız kendisine itaatkâr olanları sever, seçer ve onları ebedî saâdete nâil ve dâhil eder, tarifi mümkün olmayan bir saâdetin içine koyar, ebedî bir hayat içinde yaşatır.

Allah-u Teâlâ'nın "Rahman" oluşu başlangıcı olmayışı, "Rahîm" oluşu ise ölümsüzlüğe göredir. Bundan dolayıdır ki yaratıklar, Allah-u Teâlâ'nın Rahman olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahîm olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan nimetler içinden büyürler. Hem müminlerin hem kâfirlerin Rahman'ı, fakat yalnız müminlerin Rahim'idir.

Celâl ve ikram sahibi olan Allah'a karşı nasıl bir kulluk lâzım geldiğini düşünmek gerekir. Bunca ihsana karşı bunca isyan yakışır mı?

Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Hazretleri'nden şöyle rivayet edilmiştir:

"Bismillâhirrahmânirrahîm demek çeşitli ağrı ve hastalıklara şifâdır. Bismillah ile alınan ilaçlar şifâdır. Allah'ın rahman adı bütün varlıkları ihata eder, inananları korur. Rahim adıyla ameli sâlih işleyenleri âhiret nimetleriyle mükafatlandırır." (Tefsir-i Kur'an)
 

Son mesajlar