MİRACA DAİR
Bu gece halkımız arasında "Mirac kandili" diye bilinen gece. Aşağıdaki yazıda kısaca şu sorulara cevap bulmaya çalışacağım: İsra ve Mirac nedir? Böyle bir kandil var mı? Miraca dair çağımızdaki itirazlara nasıl cevap veririz?
A. İSRA VE MİRAC NEDİR?
İsrâ, gece yolculuğu anlamına gelmekte olup Allah Resûlünün (s.a.v.) hicret öncesinde bir gece Mescid-i Haramdan, Mescid-i Aksâya götürülüşünü ifade eder. Mirac ise Allah Resûlünün, mâhiyetini bilemeyeceğimiz şekilde gök katlarını aşarak zamandan ve mekândan münezzeh olan Rabbimizin dergâhına ulaşmasını ifade eder. İsrâ konusunda âyetler bulunmakla birlikte miraç hadisesi ile ilgili -o şekilde tevil edilen bir takım âyetler bulunsa da- doğrudan âyetler söz konusu olmayıp bu konu sahih hadislerle sabittir.
İslamî literatürde İsra ve Mirac; zamanı, sayısı, mâhiyeti ve hikmetleri konusunda en çok tartışılan hususlardan biridir. Bu meselelerin her birinde birbirinden farklı görüşler bulunmakta, bu görüş çeşitliliğine bağlı olarak İsrâ ve Mirac konusunda onlarca farklı yorum tarzı bulunmaktadır. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 197; Kurtubî, el-Câmiu li ahkâmil-Kurân, X, 205 vd.)
Hadis ve siyer kaynaklarında İsrâ ve Miraçla ilgili birçok rivayet kaydedilmektedir. En eski siyer kaynağı İbn İshakın es-SiyretunNebeviyyesinde ve onun şerhi mahiyetinde olan İbn Hişamın aynı adı taşıyan eserinde, en önemli ve en sahih hadis mecmuaları olan Buhâride altı sahabiden yirmi ayrı rivayet ve Müslimde de yedi sahabiden on altı ayrı rivayet yer almakta olup bu rivayetler ortak noktalarına göre müellifler tarafından bütünleştirilmiş ve olay bir bütün hadise haline getirilmiştir. Zira olayı başından sonuna kadar anlatan ve bütün safhaları birleştiren tek bir rivayet mevcut değildir. (Ağırakça, Kaynaklar Işığında İsra ve Miraç Olayı, Artuklu Akademi, s. 4)
Âlimlerin çoğunluğuna göre İsra ve miraç peygamberimizin peygamber olmasından sonra hicretten önce, ikisi de aynı gecede olmak üzere, bir defada, Hz. Peygamberin ruh ve bedeni bir arada iken gerçekleşmiştir. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 197) Bununla birlikte bu hususların tümünde farklı düşünen âlimler de vardır. Yani İsra ve miracın farklı gecelerde olduğunu, birden fazla vuku bulduğunu, sadece ruhla veya rüyada vuku bulduğunu kabul eden âlimler de bulunmaktadır. Şu halde aslını inkâr etmemek kaydıyla keyfiyetindeki ihtilaflar insanı kâfir, fâsık, ehl-i dalâlet kılmaz. İsranın aslını inkâr küfür, miracın aslını inkâr ise dalâlet olarak nitelenmiştir.
İsra ve Mirac hadisesinin tam tarihi konusunda ondan fazla görüş vardır. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 207). Receb ayında yer aldığı ile ilgili rivayetler bazı itirazlara konu olmuştur. En sağlam rivayetlere göre bu olay hicretten yaklaşık bir yıl önce gerçekleşmiştir.
B. İSRA VE MİRAC NASIL GERÇEKLEŞTİ?
İsra ve miraç olayının nasıl gerçekleştiğine ilişkin rivayetler kendi içinde birkaç grup olarak değerlendirilebilir. Bu konuda sahih rivayetler bulunduğu gibi zayıf ve hatta uydurma rivayetler de söz konusudur. Konuya ilişkin uydurma rivayetlerin bulunması, sahih rivayetleri reddetmemizi gerektirmediği gibi sahih rivayetlerin bulunması da uydurmaları belirtmemize mâni değildir.
Buhârî ve Müslimin sahihlerinde yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir:
Bir gece Resûlullah, Kâbede Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdise götürdü.
Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâda iki rekat namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine fıtratı seçtin dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti.
Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülmamûrun bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhimle buluştu. Sidretül-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allahın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı.
Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allahtan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamberin huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Hz. Mûsâ ile diyalogu devam etti.
(İslam Ansiklopedisi, XXX, 132)
C. İSRA VE MİRACIN MEKKEDEKİ YANKILARI
Sahih rivayetlerde yer aldığına göre İsrâ hadisesi, hicret öncesinde Mekke gündeminde önemli bir tartışma konusu olmuş, peygamberi gerçekten tasdik eden ile döneklik edenler arasında bir turnusol kağıdı görevi üstlenmiştir. (Fethul-Bârî, VII, 201) Nitekim Medine döneminde de aynı rol kıblenin değiştirilmesi meselesine yüklenmiş, bu dönemde bir kısım kişilerde kafa karışıklığı olurken bu durum bazılarının imanını iyice pekiştirmiştir.
D. İSRA VE MİRACA DAİR ANLATILAN ŞEYLERDE MECAZIN ROLÜ
İsra ve Miraca ilişkin sahih rivayetlerde konu bizatihi Hz. Peygamber (s.a.v.)in ağzından aktarılmakta ve neredeyse baştan sona mecazlarla, teşbihlerle dolu bir dil kullanılmaktadır. Bu durumda söz konusu anlatımları müteşabih olarak kabul etmek gerekmekte ve zâhiri üzere yorumlamaktan kaçınmak gerekmektedir. Mirac hakkında zaman zaman yapılan "astral seyahat" vb. yakıştırmalar, gaybı taşlamaktan öteye gidemez. Zira mirac, tıpkı vahiy gibi mahiyetini kavrayamayacağımız bir olaydır.
Kuranda Allahın sıfatları, cennet, cehennem, meleklerin özellikleri gibi bizim için gayb olan konulardaki tavır ve tutumumuz ne ise miraca ilişkin sahih rivayetlerin yorumlanmasında da aynı tutumu göstermek gerekir.
E. MODERN DÖNEMDE İSRA VE MİRACI REDDEDEN YAKLAŞIMLAR
Modern dönemde İsra ve Mirac meselesine sırf rasyonel olarak yaklaşıp İsrayı tevil eden, miracı ise reddeden yaklaşımlar bulunmaktadır.
Konuya sırf akıl açısından bakıldığında bunu "imkânsız" görmemizi gerektiren bir durum söz konusu değildir.
Miraç hadislerinde peygamberlerin ruhlarının gök katlarında görülmesi, namaz sayıları konusunda peygamberimizin Hz. Musa ile istişaresi sonucunda birkaç defa Allahtan indirim talep etmesi gibi hususlar aklî açıdan ciddî itirazlara uğramıştır. Bununla birlikte miraca ilişkin rivayetlerde yer alan hususların gaybî, mecazî yönünü göz ardı ederek yapılan bu reddiyelerin bir zaman sonra Kuranda yer alan kimi hususlara da uzanması işten bile değildir. Nitekim Kuranda yer alan ve mâhiyetini bilemeyeceğimiz Belkısın tahtının bir anda uzak mesafelerden gelmesi, Hz. İsanın ölüleri diriltmesi, Ashab-ı Kehfin mağarada 309 yıl uyuması, Hz. Musanın asasının yılana dönüşmesi, "Hz. İbrahim'in Lut kavminin helak olmaması için ısrarlı talepleri" vb. hususlar da itirazlara uğrayabilir.
Peygamberimizin namazların sayısının azaltılmasını talep etmesini "Musa Allah'tan daha mı merhametli ki Allah elli vakit diyor da Musa indirilmesini istiyor?", "Allah neden bir anda beşe indirmedi de onar onar veya beşer beşer indirdi", "bu, Allah ile pazarlık yapmaktır" gibi mantık oyunlarıyla reddetmek en iyimser ifadeyle sapla samanı, elmayla armutu ayırt edememenin göstergesidir. Ümmetin on dört asırlık tarihinde bu şekilde kabul görmüş ve mesele edilmemiş bir şeyi mesele etmektir. (Bu konuda Miraçta namaz pazarlık konusu mu oldu? başlıklı yazımı kısmetse yarın yayınlayacağım.)
İsra ve Miraca ilişkin itiraz noktalarından birisi de konuya ilişkin rivayetlerin içerisinde yer alan anlatımların diğer kültürlerden bulaşmış mitolojik unsurlar içerdiği iddiasıdır. Uydurma rivayetlere ilişkin bu iddia bir ölçüde kabul edilse bile sahih rivayetlere ilişkin olarak bunların kabul edilmesi mümkün değildir. Zira neyin mitolojik unsur olup olmadığının tespiti bir problem olduğu gibi, bir şeyin mitolojilerde yer alması onun uydurma olduğunun ispatı olarak kabul edilemez. Nitekim Nuh Tûfanı, babası olmayan bir çocuğun doğması (Hz. İsa) gibi bizzat Kuranda yer alan kimi unsurların da Sümer vb. mitolojilerde yer aldığı ateistler tarafından iddia edilmektedir. Bunların o mitolojilerde yer alması, aslında bu olayın tarihte bir gerçekliğinin bulunduğunun ispatı olarak da görülebilir. Kaldı ki miraca yönelik rivayetlerin büyük oranda mecaz barındırdığını yukarıda belirtmiştik.
Yine İsra ve Mirac ile ilgili rivayetlerde itiraza konu olan hususlardan birisi de Peygamberimiz döneminde Kudüste Mescid-i Aksanın binasının mevcut olup olmaması ile ilgilidir. Bu konuda İslam Ansiklopedisinde şöyle denilmektedir:
O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüste Mescid-i Aksânın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksânın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrâhimin kurduğu binadan farklıdır. Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın mânevî konumunu etkilemez. (İslam Ansiklopedisi, XXX, 133)
F. İSRA VE MİRACIN KUTLANMASI
İsra ve Miracın tam tarihi belli olmadığı gibi ne Hz. Peygamber (s.a.v.), ne sahabe, ne tabiûn ne de sonraki âlimler bu geceyi özel bir gece gibi görmemişler, kutlamamışlardır. Bu geceye has bir ibadet türü, dua, namaz, bu gecenin gündüzüne özgü bir oruç yoktur. Bu uygulamalar dinde varmış gibi kabul edilerek yapılırsa bidattır. Ancak çok sonraları örfte Receb ayının 27. Gecesini Mirac kandili olarak görme ve kutlama olayı yaygınlaşmıştır. Bu geceyi dinin aslından görmemek kaydıyla bu gece vesilesiyle İsra ve Mirac olayının ne olduğu, bundan ne gibi dersler çıkarmamız gerektiği anlatılabilir, bunda bir sakınca yoktur.
G. İSRA VE MİRACTAN ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER VE MESAJLAR
İsra ve Mirac konusunda sahih rivayetlerin ortaya koyduğu temel mesajları şu şekilde özetlemek mümkündür:
Rabbimiz, daha önce vahiy göndererek bilgi verdiği konuların bir kısmına ilişkin Resûlüne gerçekleri bizzat göstermek istemiştir.
Mirac hadisesi, siyer kaynaklarında hüzün yılı diye bilinen dönemden yani Hz. Peygamberin en büyük iki destekçisi konumunda bulunan Hz. Hatice ve Ebû Talibin vefatından sonra gerçekleşmiştir. Bu durum, bir anlamda dünyada destekçisi olmaksızın kalmış gibi görünen Peygamberimize yönelik Allahın arkanda ben varım şeklinde destek ve teyidini gösteren bir tesellisidir.
Mirac hadisesi, Allah Resûlünün, mâhiyetini bilemeyeceğimiz şekilde Kuranda kendisine bildirilen Peygamberlerle görüşmesi, onları tanıması, konuşması için bir fırsat olmuş, Peygamberimizin onlara imamlık yapması ise kendisinin Peygamberler içinde imam konumunda olduğunu pekiştirmiştir.
Kullarınının imanlarını sınamak için pek çok şeyi bir imtihan vesilesi kılan Rabbimiz İsra ve Miracı da hicret öncesinde son kez bir imtihan vesilesi kılmıştır. Mekke müşrikleri Allah Resûlünü sorguya çekmişler, imanlarında zayıf olan kimileri bu vesile ile ayıklanmış, Hz. Ebubekir gibi kavî imana sahip olanlar sıddîkıyet makamına yükselmiştir.
Rabbimiz, İslamın en büyük ibadeti, dinin direği mesabesinde olan ve daha önce iki vakit olarak farz kıldığı namazı, Resûlüne o gecede beş vakte çıkararak ibadetler arasında namazın ayrı bir yeri ve önemi olduğuna dikkat çekmiştir.
Miracta şirk koşmaksızın ölenlerin cennete gireceği müjdesi insanlığa verilmek suretiyle tevhidin önemi vurgulanmış, şirkin en büyük günah olduğu tescillenmiştir.
İsra ve Mirac, İslamın Medinedeki ilk kıblesi olan Kudüs ve Beyt-i Makdisin önemini ortaya koymaktadır. Her dönemde Müslümanlar Kudüsle ilgilenmeli, orayı küffarın tasallutundan kurtarmak için çalışmalıdır. Nitekim tarih boyunca Müslümanların Kudüsü haçlılara karşı müdafaası onların bu tarihi görevi layıkıyla yerine getirdiğini göstermektedir. Günümüzde de bu görev Müslümanları beklemektedir.
Rabbimiz miraç olayını hakkıyla anlamayı, Miracın gerçekleştiği beyt-i makdisi yeniden müslüman toprağı olarak görmeyi, bu olaydan gereken dersleri almayı, her namazda miracı yaşamayı cümlemize nasip eylesin.
(Soner Duman/26.Receb.1440/2.Nisan.2019/Salı)
Bu gece halkımız arasında "Mirac kandili" diye bilinen gece. Aşağıdaki yazıda kısaca şu sorulara cevap bulmaya çalışacağım: İsra ve Mirac nedir? Böyle bir kandil var mı? Miraca dair çağımızdaki itirazlara nasıl cevap veririz?
A. İSRA VE MİRAC NEDİR?
İsrâ, gece yolculuğu anlamına gelmekte olup Allah Resûlünün (s.a.v.) hicret öncesinde bir gece Mescid-i Haramdan, Mescid-i Aksâya götürülüşünü ifade eder. Mirac ise Allah Resûlünün, mâhiyetini bilemeyeceğimiz şekilde gök katlarını aşarak zamandan ve mekândan münezzeh olan Rabbimizin dergâhına ulaşmasını ifade eder. İsrâ konusunda âyetler bulunmakla birlikte miraç hadisesi ile ilgili -o şekilde tevil edilen bir takım âyetler bulunsa da- doğrudan âyetler söz konusu olmayıp bu konu sahih hadislerle sabittir.
İslamî literatürde İsra ve Mirac; zamanı, sayısı, mâhiyeti ve hikmetleri konusunda en çok tartışılan hususlardan biridir. Bu meselelerin her birinde birbirinden farklı görüşler bulunmakta, bu görüş çeşitliliğine bağlı olarak İsrâ ve Mirac konusunda onlarca farklı yorum tarzı bulunmaktadır. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 197; Kurtubî, el-Câmiu li ahkâmil-Kurân, X, 205 vd.)
Hadis ve siyer kaynaklarında İsrâ ve Miraçla ilgili birçok rivayet kaydedilmektedir. En eski siyer kaynağı İbn İshakın es-SiyretunNebeviyyesinde ve onun şerhi mahiyetinde olan İbn Hişamın aynı adı taşıyan eserinde, en önemli ve en sahih hadis mecmuaları olan Buhâride altı sahabiden yirmi ayrı rivayet ve Müslimde de yedi sahabiden on altı ayrı rivayet yer almakta olup bu rivayetler ortak noktalarına göre müellifler tarafından bütünleştirilmiş ve olay bir bütün hadise haline getirilmiştir. Zira olayı başından sonuna kadar anlatan ve bütün safhaları birleştiren tek bir rivayet mevcut değildir. (Ağırakça, Kaynaklar Işığında İsra ve Miraç Olayı, Artuklu Akademi, s. 4)
Âlimlerin çoğunluğuna göre İsra ve miraç peygamberimizin peygamber olmasından sonra hicretten önce, ikisi de aynı gecede olmak üzere, bir defada, Hz. Peygamberin ruh ve bedeni bir arada iken gerçekleşmiştir. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 197) Bununla birlikte bu hususların tümünde farklı düşünen âlimler de vardır. Yani İsra ve miracın farklı gecelerde olduğunu, birden fazla vuku bulduğunu, sadece ruhla veya rüyada vuku bulduğunu kabul eden âlimler de bulunmaktadır. Şu halde aslını inkâr etmemek kaydıyla keyfiyetindeki ihtilaflar insanı kâfir, fâsık, ehl-i dalâlet kılmaz. İsranın aslını inkâr küfür, miracın aslını inkâr ise dalâlet olarak nitelenmiştir.
İsra ve Mirac hadisesinin tam tarihi konusunda ondan fazla görüş vardır. (İbn Hacer, Fethul-Bârî, VII, 207). Receb ayında yer aldığı ile ilgili rivayetler bazı itirazlara konu olmuştur. En sağlam rivayetlere göre bu olay hicretten yaklaşık bir yıl önce gerçekleşmiştir.
B. İSRA VE MİRAC NASIL GERÇEKLEŞTİ?
İsra ve miraç olayının nasıl gerçekleştiğine ilişkin rivayetler kendi içinde birkaç grup olarak değerlendirilebilir. Bu konuda sahih rivayetler bulunduğu gibi zayıf ve hatta uydurma rivayetler de söz konusudur. Konuya ilişkin uydurma rivayetlerin bulunması, sahih rivayetleri reddetmemizi gerektirmediği gibi sahih rivayetlerin bulunması da uydurmaları belirtmemize mâni değildir.
Buhârî ve Müslimin sahihlerinde yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir:
Bir gece Resûlullah, Kâbede Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdise götürdü.
Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâda iki rekat namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine fıtratı seçtin dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti.
Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülmamûrun bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhimle buluştu. Sidretül-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allahın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı.
Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allahtan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamberin huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Hz. Mûsâ ile diyalogu devam etti.
(İslam Ansiklopedisi, XXX, 132)
C. İSRA VE MİRACIN MEKKEDEKİ YANKILARI
Sahih rivayetlerde yer aldığına göre İsrâ hadisesi, hicret öncesinde Mekke gündeminde önemli bir tartışma konusu olmuş, peygamberi gerçekten tasdik eden ile döneklik edenler arasında bir turnusol kağıdı görevi üstlenmiştir. (Fethul-Bârî, VII, 201) Nitekim Medine döneminde de aynı rol kıblenin değiştirilmesi meselesine yüklenmiş, bu dönemde bir kısım kişilerde kafa karışıklığı olurken bu durum bazılarının imanını iyice pekiştirmiştir.
D. İSRA VE MİRACA DAİR ANLATILAN ŞEYLERDE MECAZIN ROLÜ
İsra ve Miraca ilişkin sahih rivayetlerde konu bizatihi Hz. Peygamber (s.a.v.)in ağzından aktarılmakta ve neredeyse baştan sona mecazlarla, teşbihlerle dolu bir dil kullanılmaktadır. Bu durumda söz konusu anlatımları müteşabih olarak kabul etmek gerekmekte ve zâhiri üzere yorumlamaktan kaçınmak gerekmektedir. Mirac hakkında zaman zaman yapılan "astral seyahat" vb. yakıştırmalar, gaybı taşlamaktan öteye gidemez. Zira mirac, tıpkı vahiy gibi mahiyetini kavrayamayacağımız bir olaydır.
Kuranda Allahın sıfatları, cennet, cehennem, meleklerin özellikleri gibi bizim için gayb olan konulardaki tavır ve tutumumuz ne ise miraca ilişkin sahih rivayetlerin yorumlanmasında da aynı tutumu göstermek gerekir.
E. MODERN DÖNEMDE İSRA VE MİRACI REDDEDEN YAKLAŞIMLAR
Modern dönemde İsra ve Mirac meselesine sırf rasyonel olarak yaklaşıp İsrayı tevil eden, miracı ise reddeden yaklaşımlar bulunmaktadır.
Konuya sırf akıl açısından bakıldığında bunu "imkânsız" görmemizi gerektiren bir durum söz konusu değildir.
Miraç hadislerinde peygamberlerin ruhlarının gök katlarında görülmesi, namaz sayıları konusunda peygamberimizin Hz. Musa ile istişaresi sonucunda birkaç defa Allahtan indirim talep etmesi gibi hususlar aklî açıdan ciddî itirazlara uğramıştır. Bununla birlikte miraca ilişkin rivayetlerde yer alan hususların gaybî, mecazî yönünü göz ardı ederek yapılan bu reddiyelerin bir zaman sonra Kuranda yer alan kimi hususlara da uzanması işten bile değildir. Nitekim Kuranda yer alan ve mâhiyetini bilemeyeceğimiz Belkısın tahtının bir anda uzak mesafelerden gelmesi, Hz. İsanın ölüleri diriltmesi, Ashab-ı Kehfin mağarada 309 yıl uyuması, Hz. Musanın asasının yılana dönüşmesi, "Hz. İbrahim'in Lut kavminin helak olmaması için ısrarlı talepleri" vb. hususlar da itirazlara uğrayabilir.
Peygamberimizin namazların sayısının azaltılmasını talep etmesini "Musa Allah'tan daha mı merhametli ki Allah elli vakit diyor da Musa indirilmesini istiyor?", "Allah neden bir anda beşe indirmedi de onar onar veya beşer beşer indirdi", "bu, Allah ile pazarlık yapmaktır" gibi mantık oyunlarıyla reddetmek en iyimser ifadeyle sapla samanı, elmayla armutu ayırt edememenin göstergesidir. Ümmetin on dört asırlık tarihinde bu şekilde kabul görmüş ve mesele edilmemiş bir şeyi mesele etmektir. (Bu konuda Miraçta namaz pazarlık konusu mu oldu? başlıklı yazımı kısmetse yarın yayınlayacağım.)
İsra ve Miraca ilişkin itiraz noktalarından birisi de konuya ilişkin rivayetlerin içerisinde yer alan anlatımların diğer kültürlerden bulaşmış mitolojik unsurlar içerdiği iddiasıdır. Uydurma rivayetlere ilişkin bu iddia bir ölçüde kabul edilse bile sahih rivayetlere ilişkin olarak bunların kabul edilmesi mümkün değildir. Zira neyin mitolojik unsur olup olmadığının tespiti bir problem olduğu gibi, bir şeyin mitolojilerde yer alması onun uydurma olduğunun ispatı olarak kabul edilemez. Nitekim Nuh Tûfanı, babası olmayan bir çocuğun doğması (Hz. İsa) gibi bizzat Kuranda yer alan kimi unsurların da Sümer vb. mitolojilerde yer aldığı ateistler tarafından iddia edilmektedir. Bunların o mitolojilerde yer alması, aslında bu olayın tarihte bir gerçekliğinin bulunduğunun ispatı olarak da görülebilir. Kaldı ki miraca yönelik rivayetlerin büyük oranda mecaz barındırdığını yukarıda belirtmiştik.
Yine İsra ve Mirac ile ilgili rivayetlerde itiraza konu olan hususlardan birisi de Peygamberimiz döneminde Kudüste Mescid-i Aksanın binasının mevcut olup olmaması ile ilgilidir. Bu konuda İslam Ansiklopedisinde şöyle denilmektedir:
O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüste Mescid-i Aksânın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksânın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrâhimin kurduğu binadan farklıdır. Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın mânevî konumunu etkilemez. (İslam Ansiklopedisi, XXX, 133)
F. İSRA VE MİRACIN KUTLANMASI
İsra ve Miracın tam tarihi belli olmadığı gibi ne Hz. Peygamber (s.a.v.), ne sahabe, ne tabiûn ne de sonraki âlimler bu geceyi özel bir gece gibi görmemişler, kutlamamışlardır. Bu geceye has bir ibadet türü, dua, namaz, bu gecenin gündüzüne özgü bir oruç yoktur. Bu uygulamalar dinde varmış gibi kabul edilerek yapılırsa bidattır. Ancak çok sonraları örfte Receb ayının 27. Gecesini Mirac kandili olarak görme ve kutlama olayı yaygınlaşmıştır. Bu geceyi dinin aslından görmemek kaydıyla bu gece vesilesiyle İsra ve Mirac olayının ne olduğu, bundan ne gibi dersler çıkarmamız gerektiği anlatılabilir, bunda bir sakınca yoktur.
G. İSRA VE MİRACTAN ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER VE MESAJLAR
İsra ve Mirac konusunda sahih rivayetlerin ortaya koyduğu temel mesajları şu şekilde özetlemek mümkündür:
Rabbimiz, daha önce vahiy göndererek bilgi verdiği konuların bir kısmına ilişkin Resûlüne gerçekleri bizzat göstermek istemiştir.
Mirac hadisesi, siyer kaynaklarında hüzün yılı diye bilinen dönemden yani Hz. Peygamberin en büyük iki destekçisi konumunda bulunan Hz. Hatice ve Ebû Talibin vefatından sonra gerçekleşmiştir. Bu durum, bir anlamda dünyada destekçisi olmaksızın kalmış gibi görünen Peygamberimize yönelik Allahın arkanda ben varım şeklinde destek ve teyidini gösteren bir tesellisidir.
Mirac hadisesi, Allah Resûlünün, mâhiyetini bilemeyeceğimiz şekilde Kuranda kendisine bildirilen Peygamberlerle görüşmesi, onları tanıması, konuşması için bir fırsat olmuş, Peygamberimizin onlara imamlık yapması ise kendisinin Peygamberler içinde imam konumunda olduğunu pekiştirmiştir.
Kullarınının imanlarını sınamak için pek çok şeyi bir imtihan vesilesi kılan Rabbimiz İsra ve Miracı da hicret öncesinde son kez bir imtihan vesilesi kılmıştır. Mekke müşrikleri Allah Resûlünü sorguya çekmişler, imanlarında zayıf olan kimileri bu vesile ile ayıklanmış, Hz. Ebubekir gibi kavî imana sahip olanlar sıddîkıyet makamına yükselmiştir.
Rabbimiz, İslamın en büyük ibadeti, dinin direği mesabesinde olan ve daha önce iki vakit olarak farz kıldığı namazı, Resûlüne o gecede beş vakte çıkararak ibadetler arasında namazın ayrı bir yeri ve önemi olduğuna dikkat çekmiştir.
Miracta şirk koşmaksızın ölenlerin cennete gireceği müjdesi insanlığa verilmek suretiyle tevhidin önemi vurgulanmış, şirkin en büyük günah olduğu tescillenmiştir.
İsra ve Mirac, İslamın Medinedeki ilk kıblesi olan Kudüs ve Beyt-i Makdisin önemini ortaya koymaktadır. Her dönemde Müslümanlar Kudüsle ilgilenmeli, orayı küffarın tasallutundan kurtarmak için çalışmalıdır. Nitekim tarih boyunca Müslümanların Kudüsü haçlılara karşı müdafaası onların bu tarihi görevi layıkıyla yerine getirdiğini göstermektedir. Günümüzde de bu görev Müslümanları beklemektedir.
Rabbimiz miraç olayını hakkıyla anlamayı, Miracın gerçekleştiği beyt-i makdisi yeniden müslüman toprağı olarak görmeyi, bu olaydan gereken dersleri almayı, her namazda miracı yaşamayı cümlemize nasip eylesin.
(Soner Duman/26.Receb.1440/2.Nisan.2019/Salı)