Akşam akşam nereden aklıma geldi bilmem, kafama bir düşünce takıldı. Sonra kendimce bir cevap buldum.
Gerek kendi facebook hesabım gerekse başkalarının hesapları üzerinde yaptığım gözlemler sonucunda şöyle bir tespitim oldu:
Facebook ortamındaki yazıları, arkadaş ve takipçilerin çok düşük bir yüzdesi okuyor. Acı ama gerçek. Sadece benim için değil genel bir kural bu. Hatta sadece facebook değil diğer sosyal medya ortamları da böyle.
Mesela yüz binlerce takipçisi olan birinin bir paylaşımı neredeyse takipçi sayısının zekâtını bile (kırkta biri) bulmuyor. Bu durum benim için de farklı değil. 30 bin civarında arkadaş ve takipçim var. Haydi diyelim ki bu 30 binin belki 5 bini artık aktif değildir, zamanında facebook hesabı açmış olmakla birlikte hesabını askıya almış veya aktif olarak kullanmayan takipçiler. Geriye kalıyor 25 bin. Yazdığım yazıları ortalama olarak 500-600 kişi beğeniyor. Bu da yukarıdaki hesaba tam uyuyor. Yani arkadaş ve takipçi sayısının zekâtı kadar.
İtiraf edeyim uzun (hem de bazı yazıları çok uzun) yazıyorum. Dolayısıyla yazıyı gördüğünde gözü korkup okumadan geçen binlerce kişi vardır.
İkinci bir husus: Hemen her gün yazıyorum. Her yazdığım beğenilmek zorunda değil. Neticede herkesin kendine göre bir düşüncesi var.
Bir de belki okuduğunda beğendiği halde "beğen" butonuna basmak istemeyenler vardır. Neticede hiç kimse benim noterim değil. Her yazdığımı beğenip paylaşmak yorum yapmak zorunda değil.
Bütün bunları niye yazma gereği duydum?
Hani bir atasözü var: "Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değecek". Yani bir iş yapacaksan yaptığına değmeli.
Peki facebook'ta takipçi sayının zekâtı kadar insanla muhatap olmaya değiyor mu? 50 kişiden 49'u yazdığını okumuyor, görmüyor, ilgilenmiyor. O "1" kişi için yazmaya değer mi?
ELBETTE DEĞER!
Aklıma takılan düşünceye şöyle bir cevap buldum:
Şimdi düşünün... Allah Resûlü (s.a.v.) Mekke'nin ileri gelen kodamanlarıyla toplantı halinde. Onlara İslam'ı anlatıyor, "belki iman ederler" diye bir umudu var. Sonra gözleri görmeyen Abdullah bin Ümmi Mektum çıkıp geliyor. Allah Resûlü'nün sözlerini işitince bulunduğu meclise oturuyor. Tabi ki çevresinde kimlerin olduğundan habersiz. "Bana da anlat ey Allah'ın Resûlü" diyor. Küfrün ele başları kibir içinde "bu adamın olduğu yerde biz durmayız" diyerek kalkıp gidiyorlar. Allah Resûlü, İslam'ı tebliğ etme fırsatını kaybettiği için üzülüyor, yüzünü ekşitiyor. Ve yüzünü öbür tarafa çeviriyor.
Peki sonunda ne oluyor?
Rabbimiz elçisini uyarıyor:
"(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Oysa o, senden dinledikleriyle) belki [kötülüklerden] temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, Sen ona yöneliyorsun, Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, ve (Allah'tan) korkarak gelenle ilgilenmiyorsun." (Abese, 1-10)
Evet... Mekke'nin bütün ileri gelen ele başları yerine gözleri görmeyen Abdullah'a yönelmedi diye Allah, elçisini uyarıyor.
Yanlış anlaşılmasın bu örneği kendim ya da takipçilerimle ilgili vermedim. Ama bu olaydan hepimizin mesajlar çıkarması gerekir. Ben bu olaydan, kendi kafama takılan mesele ile ilgili şöyle bir mesaj çıkardım:
"Eğer tek bir kimse bile sizden dinleyecekleriyle hayatına çeki düzen verecekse onunla ilgilenmemezlik edemezsiniz."
Evet ey okuyucu, işte sen benim için o kişisin. Ve ben, bu yazıyı görmeyecek, görse de okumayacak olan 49 kişi için değil, senin için yazmak zorundayım.
Rabbimiz yaptığımız işleri rızasına uygun, ihlas ile yapmayı, amellerin tartıldığı terazide görmeyi cümlemize nasip eylesin.
(Soner Duman/12.Safer.1441/11.Ekim.2019/Cuma)
Gerek kendi facebook hesabım gerekse başkalarının hesapları üzerinde yaptığım gözlemler sonucunda şöyle bir tespitim oldu:
Facebook ortamındaki yazıları, arkadaş ve takipçilerin çok düşük bir yüzdesi okuyor. Acı ama gerçek. Sadece benim için değil genel bir kural bu. Hatta sadece facebook değil diğer sosyal medya ortamları da böyle.
Mesela yüz binlerce takipçisi olan birinin bir paylaşımı neredeyse takipçi sayısının zekâtını bile (kırkta biri) bulmuyor. Bu durum benim için de farklı değil. 30 bin civarında arkadaş ve takipçim var. Haydi diyelim ki bu 30 binin belki 5 bini artık aktif değildir, zamanında facebook hesabı açmış olmakla birlikte hesabını askıya almış veya aktif olarak kullanmayan takipçiler. Geriye kalıyor 25 bin. Yazdığım yazıları ortalama olarak 500-600 kişi beğeniyor. Bu da yukarıdaki hesaba tam uyuyor. Yani arkadaş ve takipçi sayısının zekâtı kadar.
İtiraf edeyim uzun (hem de bazı yazıları çok uzun) yazıyorum. Dolayısıyla yazıyı gördüğünde gözü korkup okumadan geçen binlerce kişi vardır.
İkinci bir husus: Hemen her gün yazıyorum. Her yazdığım beğenilmek zorunda değil. Neticede herkesin kendine göre bir düşüncesi var.
Bir de belki okuduğunda beğendiği halde "beğen" butonuna basmak istemeyenler vardır. Neticede hiç kimse benim noterim değil. Her yazdığımı beğenip paylaşmak yorum yapmak zorunda değil.
Bütün bunları niye yazma gereği duydum?
Hani bir atasözü var: "Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değecek". Yani bir iş yapacaksan yaptığına değmeli.
Peki facebook'ta takipçi sayının zekâtı kadar insanla muhatap olmaya değiyor mu? 50 kişiden 49'u yazdığını okumuyor, görmüyor, ilgilenmiyor. O "1" kişi için yazmaya değer mi?
ELBETTE DEĞER!
Aklıma takılan düşünceye şöyle bir cevap buldum:
Şimdi düşünün... Allah Resûlü (s.a.v.) Mekke'nin ileri gelen kodamanlarıyla toplantı halinde. Onlara İslam'ı anlatıyor, "belki iman ederler" diye bir umudu var. Sonra gözleri görmeyen Abdullah bin Ümmi Mektum çıkıp geliyor. Allah Resûlü'nün sözlerini işitince bulunduğu meclise oturuyor. Tabi ki çevresinde kimlerin olduğundan habersiz. "Bana da anlat ey Allah'ın Resûlü" diyor. Küfrün ele başları kibir içinde "bu adamın olduğu yerde biz durmayız" diyerek kalkıp gidiyorlar. Allah Resûlü, İslam'ı tebliğ etme fırsatını kaybettiği için üzülüyor, yüzünü ekşitiyor. Ve yüzünü öbür tarafa çeviriyor.
Peki sonunda ne oluyor?
Rabbimiz elçisini uyarıyor:
"(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Oysa o, senden dinledikleriyle) belki [kötülüklerden] temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, Sen ona yöneliyorsun, Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, ve (Allah'tan) korkarak gelenle ilgilenmiyorsun." (Abese, 1-10)
Evet... Mekke'nin bütün ileri gelen ele başları yerine gözleri görmeyen Abdullah'a yönelmedi diye Allah, elçisini uyarıyor.
Yanlış anlaşılmasın bu örneği kendim ya da takipçilerimle ilgili vermedim. Ama bu olaydan hepimizin mesajlar çıkarması gerekir. Ben bu olaydan, kendi kafama takılan mesele ile ilgili şöyle bir mesaj çıkardım:
"Eğer tek bir kimse bile sizden dinleyecekleriyle hayatına çeki düzen verecekse onunla ilgilenmemezlik edemezsiniz."
Evet ey okuyucu, işte sen benim için o kişisin. Ve ben, bu yazıyı görmeyecek, görse de okumayacak olan 49 kişi için değil, senin için yazmak zorundayım.
Rabbimiz yaptığımız işleri rızasına uygun, ihlas ile yapmayı, amellerin tartıldığı terazide görmeyi cümlemize nasip eylesin.
(Soner Duman/12.Safer.1441/11.Ekim.2019/Cuma)