Dinin Kaynağı (Diyanet İlmihal)

  • Konbuyu başlatan Osman
  • Başlangıç tarihi
O

Osman

III. DİNİN KAYNAĞI

İslâm inancına göre dini vahiy yoluyla bildiren Allah’tır; bütün gerçekdinler Allah’tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır.İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir ve kendisine bildirilen dinde tevhid dinidir. Allah’ın varlığı ve birliği ile nübüvvet ve âhiret inancı bütünilâhî dinlerde değişmez ilkeler olarak yer alır. Bundan dolayı Hz. Âdem’denHz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortakadı İslâm’dır. Ancak tarihin akışı içinde insanlar hak dinden uzaklaşmış vebeşerî zaaf neticesinde yanlış yollara, bâtıl inanç ve yaşayışlara yönelmişler,dinde meydana gelen bu bozulma ve farklılaşma sebebiyle Allah peygamberlergöndererek insanları ya eski dinlerini aslî şekilde öğrenip uygulamayaçağırmış veya yeni bir din ve şeriat göndermiştir.

Bu bakımdan İslâm’ın insan ve din telakkisi, insanın ve dinin evrim iddialarıylabağdaşmaz. İslâm’a göre insan başlangıçta en güzel bir kıvamdayaratılmıştır (et-Tîn 95/4). Hz. Âdem’den itibaren bütün insanlar, Allahtarafından gönderilen tevhid dininin esaslarını kavrayıp benimseyecek vehayatlarını bu esaslara göre düzenleyecek seviyede zihnî, ruhî ve bedenîkapasiteye sahip kılınmıştır. Allah’ın başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiğidinin tevhid dini olduğu ve onların bu dini benimsemeye yatkın birfıtratta yaratıldığı belirtilmiştir (er-Rûm 30/30).

İslâm bilginleri Kur'an'ın bu konudaki açıklamalarına dayanarak insandahak dini benimseme temayülünün fıtrî olduğunu ifade ederler. Yineİslâm bilginlerinin çoğuna göre âyette (er-Rûm 30/30) geçen fıtratullahtabiri Allah’ın dini demektir ki o da İslâm ve tevhiddir. Âyet ve hadislerdehak dinlerin ilâhî kaynaklı olduğu ısrarla vurgulandığından İslâmâlimlerinin din tariflerinde de bu kayıt daima yer alır. Bu sebepledir kiherhangi bir hak dinin, peygamberine veya ortaya çıktığı kavme nisbetedilerek adlandırılması İslâmî literatürde pek kabul görmez.

Batı'da XVI. yüzyıldan başlayarak ilkel kabilelerin hayat ve dinlerine ilgiduyulmuş; XVIII. yüzyıldan itibaren dinin kaynağı konusunda kutsal kitaplarınverdiği bilgi dışında bazı kaynakların tesbitine çalışılmış; arkeolojik,antropolojik çalışmalarla elde edilen bulgular değerlendirilerek geçmiştekimilletlerin, hatta tarih öncesi toplumların dinleri ve inançları üzerine bazıtezler ileri sürülmüştür. Meselâ ilk dönemlerde insanların tabiat olaylarınınetkisi altında kalıp onlara kutsallık atfettiği (natürizm), ruhlara, özellikle deecdat ruhlarına tapındığı (animizm), büyüye, bitki ve hayvanların kutsallı-ğına inandığı (totemizm) veya kutsalı toplumun ve sosyal yaptırımın belirlediği, ilkel toplumlara ait bu inanışların ileri dönem dinlerinin temelini oluş-turduğu gibi teori ve varsayımlar ileri sürülmüştür. XIX. yüzyılın ortalarındanitibaren Batı'da etkili olan pozitivist ve materyalist propagandalar ileevrim teorisinin, kutsal kitaplarla çatışan iddia ve faraziyelere kaynaklıkettiği söylenebilir. Dinin en basit, en yalın ve sade şekline ilkel kavimlerderastlanabileceği fikrinden yola çıkan bu teoriler, zamanla bunu, araştırmalarınındayandığı bilimsel yöntem olarak da benimsediler. Söz konusu teoriler,tekâmül nazariyesini esas almakta ve dinin kaynağının hurafe türündeninançlar, bâtıl itikadlar ve çok tanrıcılık olduğunu, evrim neticesinde insanlığıntek Tanrı inancına ulaştığını savunmaktaydı.

Bu teorilerin yanında yine aynı bilimsel yolları takip eden ve fakattümüyle farklı neticelere varan bir başka teori daha vardır ki o da ilkel monoteizmteorisidir. Bu teze göre insanoğlunun en eski inancı tek Tanrıinancıdır. Taylor'un animizm nazariyesine karşı ilk ciddi itirazda bulunanöğrencisi Andrew Lang, Güneydoğu Avustralya ilkel kabilelerinde animizmerastlanmadığını fakat insanların ahlâkî âdâba uyup uymadıklarını denetleyenve gökte bulunan bir yüce Tanrı kavramına her yerde rastlandığınıortaya koydu. Buna benzer bir ilkel tek tanrıcılık Wilhelm Schmidt tarafındanda savunuldu. O, bütün ilkel kabilelerde bir yüce varlık inancının delilleribulunduğunu ispat etti. Bütün dinî gelişmelerin başlangıcında görülenher şeye kadir bir yüce varlık inancının tarihî-kültürel değişmeler sonucudaha sonraları politeizm, animizm gibi inançlara dönüştüğü, bununla beraberbu eski inancın izlerinin hâlâ mevcut olduğu tezi ilmî çevrelerce açıklandı.

Dinin kaynağı konusunda en son ilmî neticeler vahyin bildirdiğini desteklemekteve dinin kaynağının tevhid inancı olduğunu ortaya koymaktadır.

IV. DİNİN ÖNEMİ

Din tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarda daima mevcut olanevrensel ve köklü bir olgudur. İnsana hitap eden ve insan için söz konusuolan din, insanla beraber var olmuş ve tarih boyunca varlığını sürdürmüş-tür. Din insanlığın vazgeçilmez bir gerçeği olması sebebiyle bundan böyle devarlığını devam ettirecektir. Tarihin hangi devresine bakılırsa bakılsın dinsizbir toplum görülmemektedir. İnsanlık tarihinin her döneminde din, canlılı-ğını korumuş ve insan hayatının ayrılmaz bir vasfı olma karakterini sür- dürmüştür. Bunun da temel sebebi, insanın dinî bir varlık olması, başka birifadeyle dinî duygunun, fıtrî (doğuştan gelen) bir özellik olarak insanın kendiöz varlığı hakkındaki şuur ile birlikte ortaya çıkması, bu şuur ile birliktegelişmesidir.

Din duygusu insanın doğuştan beraberinde getirdiği bir duygudur. İnsan,her zaman ve her yerde yüce, kudretli ve ulu bir varlığa sığınma, onagüvenme ve ondan yardım dileme ihtiyacını hissetmiştir. Bu sığınma vegüvenme duygusu, din ile karşılanmaktadır.

Dinin fıtrî oluşu Kur’an’da şu şekilde belirtilmektedir: "Sen yüzünü birhanîf olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki O, insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır.Allah’ın yaratması değiştirilemez" (er-Rûm 30/30).

İnsan, yapısı itibariyle dine muhtaçtır. Çünkü insan ruh ve bedendenibarettir. Bedenî ihtiyaçları karşılamak nasıl hayatın bir gereği ise, mânevîvarlığın devamı da ruhî ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Onun buihtiyaçlarını karşılayan en köklü müessese ise dindir. İnsanın, yüce birkudretin mevcudiyetini kabul edip ona yönelmesi, dua ve niyaz ile onasığınması, doğuştan getirdiği sığınma, güvenme ve bağlanma duygularınınen güzel karşılığıdır. Bu güvenme, sığınma ve bağlanma duyguları insandaöylesine köklüdür ki tarih boyunca bütün insanlar şu veya bu şekilde birkişi, nesne veya varlığa kutsallık ve yücelik nisbet edip bağlanmışlardır.Kendisine yönelinecek, sığınılacak en mükemmel varlık ise şüphesiz kâinatınyaratıcısı olan Allah’tır. Çeşitli dinlerde farklı isimlerle anılan, çeşitlişekillerde tasvir edilen yüce kudret veya kutsal varlıkların özünde bu inançyatmaktadır.

Her şeyi var eden bir yüce kudretin mevcudiyetini kabul edip ona bağ-lanma insanı kuvvetlendirdiği gibi, dua, niyaz ve Allah’a sığınma insanıyüceltir.

Din fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, toplumlarıyücelten ve geliştiren bir kurumdur. Din insanlara yön verip, onları iyi vefaydalı şeyler yapmaya yönelten bir hayat nizamıdır.

Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren, enmükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyiiçten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.

İnsanın psikolojik yapı ve yaşayışında karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik,korkular, üzüntü ve sarsıntılar, hastalıklar, musibet ve felâketler karşısındaona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur. Ayrıca dinî yaşayışın insanı ruhî bunalımlardan koruduğu; kendisine ve çevresinekarşı daha duyarlı ve dengeli yaptığı bilinmektedir.Dindeki âhiret inancının hem dünya hayatındaki davranışlarda etkili olduğuhem de insandaki ebediyet duygusuna cevap verdiği ortadadır.İnsanlığın mânevî ve zihnî gelişmesinde dinin önemli payı vardır.


Diyanet İlmihal

file:///C:/Users/aaa/Downloads/iLMiHAL_(Cilt-1)__.pdf
 

Son mesajlar