Kararsız ve Karaktersiz İnsan: Münafık
Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye! (Müslim, Sıfatül münafikîn,17)Kurân âyetlerinde münafık kendini mümin göstererek sözde imanlı olduğunu savunup Allaha, Rasûlüne ve müminlere düşmanlığını gizleyen kişi olarak tanımlanır. Buna göre münafık, başkalarına içindekinin aksini göstermeye çalışan kişidir.
Arapçada nfk kelimesinden neşet eden nifâk tabiri, mufâale babından mastardır. Münafık tabirinin ise dehliz anlamına gelen nefak veya benzer anlam taşıyan köstebek yuvası manasındaki Nâfikâül-Yerbû kelimesinden türetildiği söylenir. Kelime İslâm literatüründe zamanla itikadî bir anlama bürünerek, küfrünü gizleyip imanını açığa vuran veya gerçekte inanmadığı halde iman etmiş görünen insan anlamında kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle nifak kendini mümin göstermek suretiyle sözde imanlı olduğunu iddia etme, fakat aynı anda Allaha, Rasûlüne (sav) ve müminlere karşı inkârını ve düşmanlığını gizleme halidir. Modern dönemde nifak kavramı için, gizli ihtilâf ve iç barışın bozulması gibi anlamlar da yüklenmiştir.Kurân âyetlerinde münafık kendini mümin göstererek sözde imanlı olduğunu savunup Allaha, Rasûlüne ve müminlere düşmanlığını gizleyen kişi olarak tanımlanır. (Bakara, 2/8-10). Buna göre münafık, başkalarına içindekinin aksini göstermeye çalışan kişidir. Ayrıca kalben inandığı halde Allahın emir ve yasaklarını yerine getirmede ihmalkârlık gösteren insanlar için de münafık tabiri kullanılmıştır. Buna göre iki nifak çeşidini ayırmak amacıyla inanmadığı halde inanmış görünmeye itikadî nifak (münafıktan asıl kastedilen bu manadır), imanı olduğu halde amel konusunda yanlış hareket etmeye veya eksik davranış haline amelî nifak denilmiştir. Meşhur hadis âlimi Tirmizî Kendisinde dört özellik bulunan kişi münafıktır. Şayet kendisinde bunlardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir parça kalacaktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, dava ettiği zaman itidal ölçülerini aşar ve anlaştığı zaman anlaşmayı bozar hadisini aktardıktan sonra ilim adamlarına göre bu hadiste aktarılan nifakın itikadî değil, amelî nifak olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizî, Îmân 14).Kurân-ı Kerîmde nifâk, münâfikûn ve münâfikât kelimeleri geçer. Çeşitli âyetlerde ise münafıkların psikolojik durumlarının ictimaî hayata yansıyan tezahür ve etkilerine temas edilir. Nitekim onların dış görünüşlerindekinin aksine korkak insanlar oldukları, savaştan endişe duydukları, yine cimri, yalancı ve kibirli oldukları, gösterişe önem verdikleri, maddi menfaatler için namaz kıldıkları, ibadet hayatında ise isteksiz davrandıkları, ekini (üretim ve ekonomi) ve nesli (soyu ve toplumu) bozmaya çalıştıkları, kötülüğü yaygınlaştırıp, buna karşılık iyiliği engellemeye çabaladıkları, Allahı ve müminleri alaya aldıkları, Müslümanlara yardım edilmesini engellemeye çalıştıkları, müminlere karşı kin besledikleri, kötü haberler yaydıkları, düşmanlık yapıp Hz. Peygambere karşı isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttükleri ifade edilir.Kurân-ı Kerîmin pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kurânda Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır.
Kurân-ı Kerîmin pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kurânda Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır. Nitekim mezkür sûrede onların hususiyetleri şu şekilde ortaya konulur:(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, Senin, elbette Allahın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allahın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. (Münâfikûn, 63/1-3).Benzer şeklide Nûr sûresinde geçen âyetler onların bütün hallerini özetler mahiyettedir: (Münâfıklar), Allaha ve peygambere inandık ve itaat ettik derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allaha (Kurâna) ve Peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Rasûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.( Nûr, 24/47-50).İnançsızlıklarını açıkça ortaya koyamayan Medinedeki münafıkların önünde İslâma girmiş, dinin emirlerini yerine getiriyormuş gibi görünmekten, kabileleri ile dayanışma içine girmekten, planlarını, tuzaklarını ve oyunlarını ise sinsi, gizli ve komplesk yöntemlerle yürürlüğe koymaktan başka yol yoktu. Onların Müslümanlara karşı nifak, tuzak ve komploları Allah Rasûlü (sav) tarafından biliniyordu. Ayrıca Kurân âyetleri onları eleştiriyor, gizli planlarını açık ediyordu.İnsanlardan, inanmadıkları halde, Allaha ve Âhiret gününe inandık diyenler de vardır. Bunlar Allahı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, Yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde, Biz ancak ıslah edicileriz! derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, İnsanların inandıkları gibi siz de inanın denildiğinde ise, Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim? derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, İnandık derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır. (Bakara, 2/8-18).Kesinlikle sizden olduklarına dair Allaha yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.(Tevbe, 9/56-57).
İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.( Nisâ, 4/137-138).Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, Biz sizinle beraber değil miydik? derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, Size üstünlük sağlayıp sizi müminlerden korumadık mı? derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. Münafıklar, Allahı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allahı pek az anarlar. Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.( Nisâ, 4/137-138). Kesinlikle sizden olduklarına dair Allaha yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.(Tevbe, 9/56-57).Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, Senin, elbette Allahın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allahın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!. (Münâfikûn, 63/1-4).Medinedeki nifak hareketinin başında bulunan Abdullah b. Übey b. Selûl, Yesrib şehrinin idaresini üstlenmek üzereyken Hz. Peygamberin (sav) hicreti sebebiyle reisliği gerçekleşmediği için ona ve diğer Müslümanlara düşmanlık beslemiş, etrafında topladığı münafıklar ile ashâb aleyhine her türlü faaliyetin içinde yer almıştır. Onun idaresindeki münafıklar Medinede kurulmaya çalışılan Müslüman toplumu hedef alan bütün düşman unsurlarla işbirliği içinde olmuşlar; bir taraftan onları Müslümanlara karşı kışkırtmışlar, diğer taraftan da Müslümanların zayıf yönlerini düşmanlarına haber vermişlerdir. Gerek Mekke müşriklerini, gerek Medine içinde veya dışında yaşayan Yahûdîleri, gerekse Medine çevresinde bulunan müşrik Arapları Müslümanlara karşı tahrik ve teşvik etmişlerdir. Şüphesiz onların en büyük ortakları Medineli Yahudilerdir. Onlar Müslümanlara karşı koyma, tuzaklar hazırlama konusunda dayanışma içine girmişler, faaliyetlerini birleştirmişlerdir. Hatta denilebilir ki, münafıkların güçlenmesi, direnmesi, hile ve tuzaklar peşinde olmaları, ancak Yahudilerden gördükleri destek, onlarla aralarında gerçekleşen dayanışma ve yardımlaşma sayesinde olmuştur.Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim Medine döneminin ikinci yarısının başlarında Yahudilerin güçlerinin kırılmasından sonra münafıkların seslerinin alçalmaya başladığını, faaliyetlerinin etkinlik kaybettiğini, Müslümanlara karşı şirin görünmelerinin arttığını, sayılarının azaldığını herkes müşahede etmeye başladı.
Münafıkları Müslümanlar için asıl tehlikeli hale getiren husus bizzat Medinede ve ashâbın arasında bulunmaları ve her birinin şehirde yaşayan Evs veya Hazrec kabilesine mensup olmalarıdır. Bu sebeple onlara karşı herhangi bir cezalandırma girişimi neredeyse imkânsızdı. Hz. Peygamber (sav) de bunun bilincinde olarak bu gizli düşmanla mücadelede son derece dikkatli davranmış, Medinedeki bütünlüğü tehdit eden bu dâhilî düşmanla sabırlı ve dengeli bir şekilde mücadele gerçekleştirmiştir. Nitekim bu noktada Hz. Peygamberin münafıkları savaşılması gereken düşmanlar saydığını, onların öldürülmesini emrettiğini ya da onların ileri gelenlerinin salt nifakları nedeniyle ezici bir karşı hareketle engellediğine dair bir nakil yoktur. Gizliden gizliye günah, düşmanlık, Müslümanlara karşı gelme, cihattan alıkoyma, savaşta Müslümanları aldatma, kinleri ve düşmanlıkları körükleme, Müslümanlar arasında korkuları yaymaya çalışma, onların rahatsızlıklarını körükleme, kadınlarına dil uzatma, İslâm düşmanlarıyla dayanışma içine girme, onlarla dost olma, imanlarından sonra küfürlerinin peşine düşme gibi davranışlar sergilemelerine rağmen münafıklara karşı şiddetle muamelede bulunulmamıştır. Allah Rasûlü (sav) onlara karşı yumuşaklık ve sabırla hareket uygun görmüştür. Çünkü münafıklarla, samimi Müslümanlar arasında yakın akrabalık bağları, hısımlık ilişkileri bulunuyordu. Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim Medine döneminin ikinci yarısının başlarında Yahudilerin güçlerinin kırılmasından sonra münafıkların seslerinin alçalmaya başladığını, faaliyetlerinin etkinlik kaybettiğini, Müslümanlara karşı şirin görünmelerinin arttığını, sayılarının azaldığını herkes müşahede etmeye başladı. Bu gelişmeler Allah Rasûlünün münafıklara karşı siyasetinin ne kadar doğru bir adım olduğunu açıkça ortaya koyar.
<small class="tag" style="box-sizing: border-box; margin: 0px; padding: 10px 0px 5px; border-width: 1px 0px; border-top-style: solid; border-bottom-style: solid; border-top-color: rgb(221, 216, 208); border-bottom-color: rgb(221, 216, 208); outline: 0px; font-weight: inherit; font-style: inherit; font-size: 12px; font-family: inherit; vertical-align: baseline; display: block; clear: both; color: rgb(127, 127, 127);">
</small>
Kararsız ve Karaktersiz İnsan: Münafık - Prof. Dr. Âdem Apak - Hz. Muhammed (sav) - Son Peygamber
Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye! (Müslim, Sıfatül münafikîn,17)Kurân âyetlerinde münafık kendini mümin göstererek sözde imanlı olduğunu savunup Allaha, Rasûlüne ve müminlere düşmanlığını gizleyen kişi olarak tanımlanır. Buna göre münafık, başkalarına içindekinin aksini göstermeye çalışan kişidir.
Arapçada nfk kelimesinden neşet eden nifâk tabiri, mufâale babından mastardır. Münafık tabirinin ise dehliz anlamına gelen nefak veya benzer anlam taşıyan köstebek yuvası manasındaki Nâfikâül-Yerbû kelimesinden türetildiği söylenir. Kelime İslâm literatüründe zamanla itikadî bir anlama bürünerek, küfrünü gizleyip imanını açığa vuran veya gerçekte inanmadığı halde iman etmiş görünen insan anlamında kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle nifak kendini mümin göstermek suretiyle sözde imanlı olduğunu iddia etme, fakat aynı anda Allaha, Rasûlüne (sav) ve müminlere karşı inkârını ve düşmanlığını gizleme halidir. Modern dönemde nifak kavramı için, gizli ihtilâf ve iç barışın bozulması gibi anlamlar da yüklenmiştir.Kurân âyetlerinde münafık kendini mümin göstererek sözde imanlı olduğunu savunup Allaha, Rasûlüne ve müminlere düşmanlığını gizleyen kişi olarak tanımlanır. (Bakara, 2/8-10). Buna göre münafık, başkalarına içindekinin aksini göstermeye çalışan kişidir. Ayrıca kalben inandığı halde Allahın emir ve yasaklarını yerine getirmede ihmalkârlık gösteren insanlar için de münafık tabiri kullanılmıştır. Buna göre iki nifak çeşidini ayırmak amacıyla inanmadığı halde inanmış görünmeye itikadî nifak (münafıktan asıl kastedilen bu manadır), imanı olduğu halde amel konusunda yanlış hareket etmeye veya eksik davranış haline amelî nifak denilmiştir. Meşhur hadis âlimi Tirmizî Kendisinde dört özellik bulunan kişi münafıktır. Şayet kendisinde bunlardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir parça kalacaktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, dava ettiği zaman itidal ölçülerini aşar ve anlaştığı zaman anlaşmayı bozar hadisini aktardıktan sonra ilim adamlarına göre bu hadiste aktarılan nifakın itikadî değil, amelî nifak olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizî, Îmân 14).Kurân-ı Kerîmde nifâk, münâfikûn ve münâfikât kelimeleri geçer. Çeşitli âyetlerde ise münafıkların psikolojik durumlarının ictimaî hayata yansıyan tezahür ve etkilerine temas edilir. Nitekim onların dış görünüşlerindekinin aksine korkak insanlar oldukları, savaştan endişe duydukları, yine cimri, yalancı ve kibirli oldukları, gösterişe önem verdikleri, maddi menfaatler için namaz kıldıkları, ibadet hayatında ise isteksiz davrandıkları, ekini (üretim ve ekonomi) ve nesli (soyu ve toplumu) bozmaya çalıştıkları, kötülüğü yaygınlaştırıp, buna karşılık iyiliği engellemeye çabaladıkları, Allahı ve müminleri alaya aldıkları, Müslümanlara yardım edilmesini engellemeye çalıştıkları, müminlere karşı kin besledikleri, kötü haberler yaydıkları, düşmanlık yapıp Hz. Peygambere karşı isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttükleri ifade edilir.Kurân-ı Kerîmin pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kurânda Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır.
Kurân-ı Kerîmin pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kurânda Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır. Nitekim mezkür sûrede onların hususiyetleri şu şekilde ortaya konulur:(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, Senin, elbette Allahın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allahın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. (Münâfikûn, 63/1-3).Benzer şeklide Nûr sûresinde geçen âyetler onların bütün hallerini özetler mahiyettedir: (Münâfıklar), Allaha ve peygambere inandık ve itaat ettik derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allaha (Kurâna) ve Peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Rasûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.( Nûr, 24/47-50).İnançsızlıklarını açıkça ortaya koyamayan Medinedeki münafıkların önünde İslâma girmiş, dinin emirlerini yerine getiriyormuş gibi görünmekten, kabileleri ile dayanışma içine girmekten, planlarını, tuzaklarını ve oyunlarını ise sinsi, gizli ve komplesk yöntemlerle yürürlüğe koymaktan başka yol yoktu. Onların Müslümanlara karşı nifak, tuzak ve komploları Allah Rasûlü (sav) tarafından biliniyordu. Ayrıca Kurân âyetleri onları eleştiriyor, gizli planlarını açık ediyordu.İnsanlardan, inanmadıkları halde, Allaha ve Âhiret gününe inandık diyenler de vardır. Bunlar Allahı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, Yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde, Biz ancak ıslah edicileriz! derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, İnsanların inandıkları gibi siz de inanın denildiğinde ise, Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim? derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, İnandık derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır. (Bakara, 2/8-18).Kesinlikle sizden olduklarına dair Allaha yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.(Tevbe, 9/56-57).
İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.( Nisâ, 4/137-138).Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, Biz sizinle beraber değil miydik? derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, Size üstünlük sağlayıp sizi müminlerden korumadık mı? derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. Münafıklar, Allahı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allahı pek az anarlar. Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın.( Nisâ, 4/137-138). Kesinlikle sizden olduklarına dair Allaha yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.(Tevbe, 9/56-57).Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, Senin, elbette Allahın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allahın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!. (Münâfikûn, 63/1-4).Medinedeki nifak hareketinin başında bulunan Abdullah b. Übey b. Selûl, Yesrib şehrinin idaresini üstlenmek üzereyken Hz. Peygamberin (sav) hicreti sebebiyle reisliği gerçekleşmediği için ona ve diğer Müslümanlara düşmanlık beslemiş, etrafında topladığı münafıklar ile ashâb aleyhine her türlü faaliyetin içinde yer almıştır. Onun idaresindeki münafıklar Medinede kurulmaya çalışılan Müslüman toplumu hedef alan bütün düşman unsurlarla işbirliği içinde olmuşlar; bir taraftan onları Müslümanlara karşı kışkırtmışlar, diğer taraftan da Müslümanların zayıf yönlerini düşmanlarına haber vermişlerdir. Gerek Mekke müşriklerini, gerek Medine içinde veya dışında yaşayan Yahûdîleri, gerekse Medine çevresinde bulunan müşrik Arapları Müslümanlara karşı tahrik ve teşvik etmişlerdir. Şüphesiz onların en büyük ortakları Medineli Yahudilerdir. Onlar Müslümanlara karşı koyma, tuzaklar hazırlama konusunda dayanışma içine girmişler, faaliyetlerini birleştirmişlerdir. Hatta denilebilir ki, münafıkların güçlenmesi, direnmesi, hile ve tuzaklar peşinde olmaları, ancak Yahudilerden gördükleri destek, onlarla aralarında gerçekleşen dayanışma ve yardımlaşma sayesinde olmuştur.Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim Medine döneminin ikinci yarısının başlarında Yahudilerin güçlerinin kırılmasından sonra münafıkların seslerinin alçalmaya başladığını, faaliyetlerinin etkinlik kaybettiğini, Müslümanlara karşı şirin görünmelerinin arttığını, sayılarının azaldığını herkes müşahede etmeye başladı.
Münafıkları Müslümanlar için asıl tehlikeli hale getiren husus bizzat Medinede ve ashâbın arasında bulunmaları ve her birinin şehirde yaşayan Evs veya Hazrec kabilesine mensup olmalarıdır. Bu sebeple onlara karşı herhangi bir cezalandırma girişimi neredeyse imkânsızdı. Hz. Peygamber (sav) de bunun bilincinde olarak bu gizli düşmanla mücadelede son derece dikkatli davranmış, Medinedeki bütünlüğü tehdit eden bu dâhilî düşmanla sabırlı ve dengeli bir şekilde mücadele gerçekleştirmiştir. Nitekim bu noktada Hz. Peygamberin münafıkları savaşılması gereken düşmanlar saydığını, onların öldürülmesini emrettiğini ya da onların ileri gelenlerinin salt nifakları nedeniyle ezici bir karşı hareketle engellediğine dair bir nakil yoktur. Gizliden gizliye günah, düşmanlık, Müslümanlara karşı gelme, cihattan alıkoyma, savaşta Müslümanları aldatma, kinleri ve düşmanlıkları körükleme, Müslümanlar arasında korkuları yaymaya çalışma, onların rahatsızlıklarını körükleme, kadınlarına dil uzatma, İslâm düşmanlarıyla dayanışma içine girme, onlarla dost olma, imanlarından sonra küfürlerinin peşine düşme gibi davranışlar sergilemelerine rağmen münafıklara karşı şiddetle muamelede bulunulmamıştır. Allah Rasûlü (sav) onlara karşı yumuşaklık ve sabırla hareket uygun görmüştür. Çünkü münafıklarla, samimi Müslümanlar arasında yakın akrabalık bağları, hısımlık ilişkileri bulunuyordu. Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim Medine döneminin ikinci yarısının başlarında Yahudilerin güçlerinin kırılmasından sonra münafıkların seslerinin alçalmaya başladığını, faaliyetlerinin etkinlik kaybettiğini, Müslümanlara karşı şirin görünmelerinin arttığını, sayılarının azaldığını herkes müşahede etmeye başladı. Bu gelişmeler Allah Rasûlünün münafıklara karşı siyasetinin ne kadar doğru bir adım olduğunu açıkça ortaya koyar.
<small class="tag" style="box-sizing: border-box; margin: 0px; padding: 10px 0px 5px; border-width: 1px 0px; border-top-style: solid; border-bottom-style: solid; border-top-color: rgb(221, 216, 208); border-bottom-color: rgb(221, 216, 208); outline: 0px; font-weight: inherit; font-style: inherit; font-size: 12px; font-family: inherit; vertical-align: baseline; display: block; clear: both; color: rgb(127, 127, 127);">
</small>
Kararsız ve Karaktersiz İnsan: Münafık - Prof. Dr. Âdem Apak - Hz. Muhammed (sav) - Son Peygamber