Rum suresinin 20 ila 25 ayetleri arasında Allahın varlığına delil saylan fiillerden bahsedilir. İnsanı topraktan yaratması, birbiriyle kaynaşması için eşler yaratması, gökleri ve yeri yaratması, korku ve ümit vermek üzere şimşeği yaratması, göğün ve yerin Onun buyruğu ile durması Allahın varlığını hatırlatan deliller olarak sayılır. Uyku da bu cümleden olmak üzere zikredilir. Ve şöyle buyrulur:
Onun ayetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve Onun lütfundan nasibinizi aramanızdır. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için ibretler vardır. (Rûm, 30/23.)
Uyku, yerini başka hiçbir şeyin tutamayacağı bir dinlenme vaktidir. Şuur ve idrakin gittiği adeta bir ölüm halidir. Ancak Allahın bir lütfu olarak zihnin faaliyeti uykuda iken de devam eder.
Uyku, insanın hem zihnî hem de fiziki yorgunluğunu giderir. Uyandığımızda şuur ve idrakimiz daha canlı bir şekilde sanki hiç gitmemiş gibi geri gelir. Vücut dinlenmiş olduğu için iş yapma ve çalışma azmi yeniden canlanır.
Bir de şu var; insan sürekli çalışamaz, bir müddet çalıştıktan sonra kaybettiği enerjiyi tekrar toplayabilmek için dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bu sebeple Cenâb-ı Mevlâ, insanda sadece bir dinlenme arzusu var etmekle kalmamış, vakti geldiğinde uykuya karşı güçlü bir istek yerleştirmiştir. Uykunun insanın ihtiyacına tamamen uygun bir tabiatta olması, onun tesadüfî bir vasıta olmadığını, belirli bir gayeye matuf olarak insan tabiatına yerleştirildiğini gösterir. Bir bakıma o, kendimizi kaptırdığımız dünya meşguliyetlerine zorunlu bir ara vermedir. Uyudun, uyanmadın denileceği güne doğru an be an yürümekte olduğumuzu nazikçe hatırlatmadır. Haşrin varlığını her gün bize ihtar eden bir uygulamadır. Her an Kabza-i Celâlin yed-i kudretinde olduğumuzu fiilen gösteren muhteşem bir delildir.
Uykunun ne büyük bir nimet, insanı rahatlatan nasıl bir mucize olduğunu uykusuz kalanlardan sormalı; çalışabilmenin ne büyük lütuf olduğunu da işsiz güçsüz kalanlardan sormalıdır. Konumuzu teşkil eden ayet-i kerimede uykunun, çalışıp kazanmaya takdim olunması da manidardır. Çünkü çalışmak için dinlenmeye ihtiyaç vardır ve istirahat bizatihi matlup olan bir şeydir. Onun fazlından rızık talebinde bulunmak ise, ihtiyaca bağlıdır.
* * *
İslâm, insan hayatının herhangi bir cephesini önemsiz görmez. Hayatın her alanı ile ilgili söyleyecek sözü, disiplin altına aldığı bir davranış biçimi olduğu gibi, uyku ile ilgili alanı da boş bırakmaz. Ancak bu, ideal olanı bildirme anlamındadır. İnsana hareket alanı tanımama ve onu aşılmaz kalıplar içine yerleştirme manasına değildir. Daha doğrusu insana uygun olanla olmayanı bildirmek içindir. Bu sebepledir ki Rabbimiz, uyutulup uyandırılmamızın Allahın varlığının delillerinden olduğuna dikkat çekiyor. Efendimiz (s.a.v) kudret-i ilahîye delil sayılan o mucizevî nimetin âdâbını bildirir.
O mucizevî nimetin farkında olmak için, uykunun ihya edici yönünden ne kadar istifade edilebiliyoruz? sorusunu gündeme almak lâzımdır. Uyku düzenimiz nasıl olmalı? sorusu etrafında düşünmek lâzımdır.
Bunun için Rasulullah (s.a.v)in nasıl, ne kadar, hangi vakitlerde uyuduğuna bakmak gerekiyor. Nasıl uyandığını okumak gerekiyor.
Onun uykusu, ibadete kıyam etmek üzere kurulu bir saat gibidir. Mübarek bedenine arız olan yorgunluğa teslim oluştur. Yatması da kalkması da Rabbin huzuruna teslim olmadır. Bu sebeple ümmetine Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ yanın üzerine yat (Buhari, Vudu, 75.) der. Allahım, yüzümü sana döndüm, nefsimi sana teslim ettim diye yalvarmayı öğretir. Aynı teslimiyetle uyanmayı Ölümümüzden sonra bizi dirilten Allaha hamd olsun demeyi öğretir. Değişen mevsimleri gözetir; böylece insan fıtratındaki biyolojik saate uygun davranmış olur, hayatı ibadet eksenli yaşamayı öğretir.
Şunu diyebiliriz; Efendimiz (s.a.v)in her hali gibi uykusu da tabiî ve sadedir. Bu konuda onun sünnetini takip eden her yaştan ve her seviyeden insan huzurlu ve başarılı olur. İstirahat saatinin zamanlamasından yatma ve kalkma âdâbına kadar sünnet-i seniyyeye ittibaı arayanlar, Gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz hadisinden hissedar olabilirler. Gecelerden gündüzlere huzur ve dinamizm taşıyabilirler. Yarınlara tefekkür, gözyaşı ve secdelerle donanmış olarak uyanırlarÉ
Yazık ki çoğu kere geceler malayani ile heder edilmektedir. Bu da gündüzlere yorgunluk ve manviyatsızlık olarak yansımakta; fertlerin ve milletlerin yok oluşuna zemin hazırlamaktadır.
Netice itibarıyla uykunun -kıymetini bilerek değerlendirme ya da ihmal etme bakımından- gündüzlere yön veren esaslı bir mûcize olduğunu vurgulamak isteriz.
Mülk Padişahın, Hüküm Vezirin Deme!
Yûnus suresinde Cenâb-ı Hak insanı ikaz ederek İyi bil ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahındır. İyi bil ki Allahın vadi gerçektir, fakat onların çoğu bilmezler. (10/55.) buyuruyor.
Diyor ki adeta; Ey insan! Zatı itibarıyla mümkün olan varlıkların mevcudiyeti, doğrudan Vacibül-Vücud Hazretlerinin iradesine bağlıdır. Bütün mevcudatın mülkiyeti Allaha aittir. Onları var etmek, yok etmek, cezalandırmak ya da mükâfatlandırmak gibi dilediği tasarrufta bulunabilir. Çünkü mülk Allahındır, kullar sadece emanetçidir.
Ancak, insanlar zahirî sebeplere bakmakla meşgul oldukları için, hadiseleri mecazî ve görünen sahiplerine izafe ederler.
Mesela Bu ev Zeyde aittir, saltanat padişahındır, tasarruf yetkisi vezirindir gibi sözler söylerler. Böyle diyerek cehalet ve gaflete dalarlar. Çünkü bu izafetin doğru olduğunu zannederler. İnsanı bu gaflet uykusundan uyarmak için Cenab-ı Hak söze elâ=dikkat edin, iyi bilin ki! ikazıyla başlamaktadır. (Rûhul-Beyân, c. 8, s. 143/144)
Ayet-i kerime bir de şunu ihtar ediyor: Yüce Allahın, hesap vermek üzere herkesi huzurunda toplayacağına dair olan vadi haktır. İnsanların çoğu bu hakikatin farkında olmasa da, sık sık unutup ihmal etseler de bu böyledir.
İnsan, kendisine tanınan miktarı belirsiz hayat hakkı=zaman dışında dünyada hiçbir şeye mâlik değildir.
Cafer Durmuş
Onun ayetlerinden biri de, geceleyin ve gündüzün uyumanız ve Onun lütfundan nasibinizi aramanızdır. Şüphesiz bunda, işiten bir toplum için ibretler vardır. (Rûm, 30/23.)
Uyku, yerini başka hiçbir şeyin tutamayacağı bir dinlenme vaktidir. Şuur ve idrakin gittiği adeta bir ölüm halidir. Ancak Allahın bir lütfu olarak zihnin faaliyeti uykuda iken de devam eder.
Uyku, insanın hem zihnî hem de fiziki yorgunluğunu giderir. Uyandığımızda şuur ve idrakimiz daha canlı bir şekilde sanki hiç gitmemiş gibi geri gelir. Vücut dinlenmiş olduğu için iş yapma ve çalışma azmi yeniden canlanır.
Bir de şu var; insan sürekli çalışamaz, bir müddet çalıştıktan sonra kaybettiği enerjiyi tekrar toplayabilmek için dinlenmeye ihtiyacı vardır. Bu sebeple Cenâb-ı Mevlâ, insanda sadece bir dinlenme arzusu var etmekle kalmamış, vakti geldiğinde uykuya karşı güçlü bir istek yerleştirmiştir. Uykunun insanın ihtiyacına tamamen uygun bir tabiatta olması, onun tesadüfî bir vasıta olmadığını, belirli bir gayeye matuf olarak insan tabiatına yerleştirildiğini gösterir. Bir bakıma o, kendimizi kaptırdığımız dünya meşguliyetlerine zorunlu bir ara vermedir. Uyudun, uyanmadın denileceği güne doğru an be an yürümekte olduğumuzu nazikçe hatırlatmadır. Haşrin varlığını her gün bize ihtar eden bir uygulamadır. Her an Kabza-i Celâlin yed-i kudretinde olduğumuzu fiilen gösteren muhteşem bir delildir.
Uykunun ne büyük bir nimet, insanı rahatlatan nasıl bir mucize olduğunu uykusuz kalanlardan sormalı; çalışabilmenin ne büyük lütuf olduğunu da işsiz güçsüz kalanlardan sormalıdır. Konumuzu teşkil eden ayet-i kerimede uykunun, çalışıp kazanmaya takdim olunması da manidardır. Çünkü çalışmak için dinlenmeye ihtiyaç vardır ve istirahat bizatihi matlup olan bir şeydir. Onun fazlından rızık talebinde bulunmak ise, ihtiyaca bağlıdır.
* * *
İslâm, insan hayatının herhangi bir cephesini önemsiz görmez. Hayatın her alanı ile ilgili söyleyecek sözü, disiplin altına aldığı bir davranış biçimi olduğu gibi, uyku ile ilgili alanı da boş bırakmaz. Ancak bu, ideal olanı bildirme anlamındadır. İnsana hareket alanı tanımama ve onu aşılmaz kalıplar içine yerleştirme manasına değildir. Daha doğrusu insana uygun olanla olmayanı bildirmek içindir. Bu sebepledir ki Rabbimiz, uyutulup uyandırılmamızın Allahın varlığının delillerinden olduğuna dikkat çekiyor. Efendimiz (s.a.v) kudret-i ilahîye delil sayılan o mucizevî nimetin âdâbını bildirir.
O mucizevî nimetin farkında olmak için, uykunun ihya edici yönünden ne kadar istifade edilebiliyoruz? sorusunu gündeme almak lâzımdır. Uyku düzenimiz nasıl olmalı? sorusu etrafında düşünmek lâzımdır.
Bunun için Rasulullah (s.a.v)in nasıl, ne kadar, hangi vakitlerde uyuduğuna bakmak gerekiyor. Nasıl uyandığını okumak gerekiyor.
Onun uykusu, ibadete kıyam etmek üzere kurulu bir saat gibidir. Mübarek bedenine arız olan yorgunluğa teslim oluştur. Yatması da kalkması da Rabbin huzuruna teslim olmadır. Bu sebeple ümmetine Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ yanın üzerine yat (Buhari, Vudu, 75.) der. Allahım, yüzümü sana döndüm, nefsimi sana teslim ettim diye yalvarmayı öğretir. Aynı teslimiyetle uyanmayı Ölümümüzden sonra bizi dirilten Allaha hamd olsun demeyi öğretir. Değişen mevsimleri gözetir; böylece insan fıtratındaki biyolojik saate uygun davranmış olur, hayatı ibadet eksenli yaşamayı öğretir.
Şunu diyebiliriz; Efendimiz (s.a.v)in her hali gibi uykusu da tabiî ve sadedir. Bu konuda onun sünnetini takip eden her yaştan ve her seviyeden insan huzurlu ve başarılı olur. İstirahat saatinin zamanlamasından yatma ve kalkma âdâbına kadar sünnet-i seniyyeye ittibaı arayanlar, Gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz hadisinden hissedar olabilirler. Gecelerden gündüzlere huzur ve dinamizm taşıyabilirler. Yarınlara tefekkür, gözyaşı ve secdelerle donanmış olarak uyanırlarÉ
Yazık ki çoğu kere geceler malayani ile heder edilmektedir. Bu da gündüzlere yorgunluk ve manviyatsızlık olarak yansımakta; fertlerin ve milletlerin yok oluşuna zemin hazırlamaktadır.
Netice itibarıyla uykunun -kıymetini bilerek değerlendirme ya da ihmal etme bakımından- gündüzlere yön veren esaslı bir mûcize olduğunu vurgulamak isteriz.
Mülk Padişahın, Hüküm Vezirin Deme!
Yûnus suresinde Cenâb-ı Hak insanı ikaz ederek İyi bil ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahındır. İyi bil ki Allahın vadi gerçektir, fakat onların çoğu bilmezler. (10/55.) buyuruyor.
Diyor ki adeta; Ey insan! Zatı itibarıyla mümkün olan varlıkların mevcudiyeti, doğrudan Vacibül-Vücud Hazretlerinin iradesine bağlıdır. Bütün mevcudatın mülkiyeti Allaha aittir. Onları var etmek, yok etmek, cezalandırmak ya da mükâfatlandırmak gibi dilediği tasarrufta bulunabilir. Çünkü mülk Allahındır, kullar sadece emanetçidir.
Ancak, insanlar zahirî sebeplere bakmakla meşgul oldukları için, hadiseleri mecazî ve görünen sahiplerine izafe ederler.
Mesela Bu ev Zeyde aittir, saltanat padişahındır, tasarruf yetkisi vezirindir gibi sözler söylerler. Böyle diyerek cehalet ve gaflete dalarlar. Çünkü bu izafetin doğru olduğunu zannederler. İnsanı bu gaflet uykusundan uyarmak için Cenab-ı Hak söze elâ=dikkat edin, iyi bilin ki! ikazıyla başlamaktadır. (Rûhul-Beyân, c. 8, s. 143/144)
Ayet-i kerime bir de şunu ihtar ediyor: Yüce Allahın, hesap vermek üzere herkesi huzurunda toplayacağına dair olan vadi haktır. İnsanların çoğu bu hakikatin farkında olmasa da, sık sık unutup ihmal etseler de bu böyledir.
İnsan, kendisine tanınan miktarı belirsiz hayat hakkı=zaman dışında dünyada hiçbir şeye mâlik değildir.
Cafer Durmuş