ABDURRAHMAN BİN AVF (radıyallahü anh)

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,282
İstanbul..
Eshab-ı kiramın büyüklerinden. Cennet’le müjdelenen on kişiden ve ilk müslüman olan sekiz kişiden biri. İsmi; Abdurrahman bin Avf bin Abd-i Avf bin Haris bin Zuhre bin Kilab bin Mürre bin Kusey’dir. Annesinin ismi, Şifa binti Avf’dır. Soyu, dedelerinden Kilab bin Murre’de, Resûlullah efendimiz ile birleşmektedir. KünyesL Ebu Muhammed’dir. İslamiyet’ten önce ismi, Abd-i Amr, Abd-ul-Kabe veya Abd-ul-Haris olup, müslüman olduğu zaman Peygamber efendimiz tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Fil vak’asından on yıl sonra, 580 senesinde doğdu ve 651 (H. 31) senesinde Medîne-i münevverede vefat etti.

Hazret-i Ebu Bekr’in teşvikiyle müslüman oldu. Müslüman olmadan önce ticaretle meşgul olurdu. Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden önce, ticaret için Yemen’e gittiği zaman, Askelan bin Avakir-ül-Himyerî’ye misafir olurdu. O zat, ona her vansında Mekke’den haber sorar; “İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zat zuhur etti mi?” derdi. Nihayet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dinini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı senede, Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) Yemen’e yine gidip aynı zata misafir oldu. Ev sahibi; “Ben seni ticaretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?” dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); “Evet müjdele” deyince, ev sahibi; “Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden kendisinden razı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O’na Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyet’e davet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, batılı da men ve iptal edecektir. O, Haşimoğullarındandır. Siz O’nun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır. Gidip O’na yardımcı ol. Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de O’na götür” dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), o zatın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mukerremeye döndü ve hazret-i Ebu Bekr ile buluştu. Ona, Yemenli ihtiyarın söylediklerini haber verdi. Ebu Bekr (ranh); “O kimse, Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselamdır. Allahü teâlâ, O’nu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen O’na gidip iman et” dedi. Abdurrahman bin Avf, Resûlullah efendimizin huzuruna girdi. Resûl-i ekrem onu görünce, gulumsedi ve; “Arkanda ne haber var, yâ Eba Muhammed?!” diye sordu ve devam ederek; “Bana tevdi edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hic Şüphesiz onu bana gönderen, Himyeroğulları mü’minlerinin üstünlerindendir.” buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf, Peygamber efendimizin telkiniyle Kelime-i sehadet getirerek müslüman olma Şerefine kavuştu ve Yemenli ihtiyarın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarım anlattı. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; “Zaman zaman öyle mü’minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir”buyurdu.

Abdurrahman bin Avf’ın, Peygamberimizin yanına, Osman bin Maz’un, Ubeyde bin Haris, Ebu Seleme bin Abdülesed ve Ebu Ubeyde bin Cerrah (radıyallahü anhüm) ile birlikte gittiği ve Peygamberimizin onlara İslâm’a girmelerini teklif ettiği zaman, hepsinin müslüman oldukları bu hadisenin de Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin, Erkam bin Ebi’l-Erkam’ın evinde, halkı İslâmiyet’e gizlice davete başlamasından önce vuku bulduğu da rivâyet edilir.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) İslâmiyet’i kabul ettikten sonra, diğer müslümanlar gibi türlü eziyet ve işkencelere uğradı. Böylece vatanını terk ederek, hicrete mecbur oldu; 615 sehesinde birinci defa hicret eden müslümanlarla birlikte, Habesistan’a gitti. Daha sonra, Peygamber efendimizin emri üzerine, Medine-i münevvereye hicret etti. Peygamber efendimiz, hicretten sonra, Mekke’den hicret eden müslümanlarla (Muhacirler) Medineli müslümanlar (Ensar) arasında kardeşlik andlaşması îlan ettikleri zaman; Abdurrahman bin Avf’ı da, Sa’d bin Rebî el-Ensarî ile kardeş yaptı. Sa’d bin Rebî, her şeyini Abdurrahman bin Avf ile ikiye bölerek paylasmak istedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bu hususu şöyle anlatır: “Resûlullah efendimiz, benimle Sa’d bin Rebî arasında kardeşlik yaptıktan sonra, Sa’d, benimle her şeyini paylaşmak istedi. Ona dedim ki: “Allahü teâlâ, senin ehline ve malına bereket versin. Sen banacarsının yolunu göster.” Kardeşim bana çarşıyi gösterdi, ben değahstim, kazandım. Bir kaç gün sonra, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem beni kokulanmış görerek guldu ve; “Ne var Abdurrahman?” buyurdu. Ben de; “Ya Resûlallah! Ensardan bir kadınla evlendim” dedim. Resûlullah efendimiz; “Ona ne takdim ettin?” buyurdular. Bir mikdar altın verdiğimi söyleyince; “Ey Abdurrahman! Bir düğün yemeği tertiple ve bir koyun kes” buyurdular.”

Hicretin ikinci yihndan îtibaren başlayan gazalara katıldı. 624 (H. 2) senesinde vuku bulan Bedr gazasında bulundu. Bu muharebede, cesaret ve şecaatiyle büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu muharebede şahid olduğu, küfrun temsilcisi ve İslâm’ın en büyük düşmanı Ebu Cehl’in iki genç tarafından öldürülüşünü şöyle anlatır: “Bedr günü, safta duruyordum. Bir ara sağıma soluma baktım. Ensardan iki delikanlı gördüm. Henüz pek gençtiler. Bu gençlerden biri, beni gözüyle süzdü ve bana; “Amca, Ebu Cehl’i tanir mısın?” diye sordu. Ben de; “Evet” dedim. Ben; “Ey kardeşimin oğlu! Ebu Cehl’i ne yapacaksın?” diye sordum. O da; “Bana haber verildiğine göre, Ebu Cehl, Resûlullah efendimize sövermiş. Allahü teâlâya yemin ederim ki, onu bir görürsem, öldürünceye veya kendim ölünceye kadar asla ondan ayrılmayacağım” dedi. Bir gencin heyecan halındesöylediği bu söze hayret ettim doğrusu. Ardından, öteki genç bana yaklaşıp, aynı soruyu sordu. Bu sırada Ebu Cehl’i, adamları arasında ileri geri gidip gelirken gördüm. Hemen gençlere dönüp; “Aradığınız adam iste” dedim. Onlar da hemen kılıclarına sarılıp, Ebu Cehl’in üzerine atıldılar ve onu olduğüne kanaat getirinceye kadar kılıc darbesine tuttular ve yere yiktilar. Sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin huzuruna dönüp, olanları arz ettiler. Resûlullah efendimiz; “Ebu Cehl’i hanginiz öldürdü?” diye sual buyurdular. Gençlerin her ikisi de; “Ben öldürdüm” dediler. Resûl-i ekrem; “Kılıçlarınızı sildiniz mi?” buyurdu. Onlar da; “Hayır silmedik” dediler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte battığını anlamak için gençlerin kılıclarını tedkik buyurdu. Tebrik ve iltifat ederek; “İkiniz öldürmüşsünüz” buyurdular. Bu iki delikanlı, Afra hatun’un oğulları Mu’az ile Mu’avviz idiler.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Uhud savaşına da katılarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Yirmi yerinden yara aldı. Bu yaralardan birisi sebebiyle ayağı sakat kaldı. Ayrıca 12 tane dişi kırıldı. Bu muharebede iki tane müşrik öldürdü.

Medine’ye hicret ettiğinde, hiç bir mail ve serveti bulunmayan Abdurrahman bin Avf, ticaretle meşgul olup, kısa zamanda zengin oldu. Kazandığı malını Allah yoluna sarf etti. Çok kanaatkar olup, hiç bir zaman dünya mahna gönül vermedi. Hatta; “Taşa el uzatsam, altın ve gümüş olduğunu görürdüm” derdi.

Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabilesini İslâm’a davet etmek için Dumet-ul-Cendel’e gönderilen yedi yüz kişilik orduya, kumandan tayin edildi. Dumet-ul-Cendel, Tebuk şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi. Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf’ı (radıyallahü anh) yanına çağırıp; “Hazırlan! Ben seni bugün veya yarın sabah inşaallah askeri birliğin başında göreceğim” buyurdu. Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dumet-ul-Cendere hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyet’e davet etmesini emir buyurdu. Dumet-ul-Cendere gidecek ordu, seher vakti Medine dışındaki Curuf denilen mevkide toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf’ın geride kaldığını görünce; “Arkadaşlarından niçin geri kaldın?” buyurdu. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); “Ya Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir” dedi.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), basma, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve; “Ey İbn-i Avf! İşte sarığını böyle sar” buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek; “Ey İbn-i Avf! Allah adıyla, Allah yolunda cihad et ve Allah’ı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allah’ın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahalisi senin davetine icabet ederlerse, o kabilenin reisinin kızıyla evlen” buyurdu.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), emrine verilen yedi yüz kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dumet-ul-Cendere ulaştı. Kelb kabilesini, tatlı bir üslubla İslâm’a davet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabilesinin reisi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı müslüman olup, hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeğe razı oldular. Abdurrahman bin Avf, müslüman olan Esbag’ın kızı Tümadir ile evlendi. Onunla birlikte Medine’ye geldi. Tumadir, Abdurrahman bin Avf’ın oğlu Ebu Seleme’nin annesidir. Ebû Seleme ise büyük fıkıh alimlerindendir. Dumet-ul-Cendel’deki Kelb kabilesinin hidayete kavuşmalarına vesîle olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Mekke’nin fethinden sonra vuku bulan bütün hadiselerde bulundu. Resûlullah efendimizin veda haccına da iştirak etti.

Çok cömert ve hayırsever bir zat olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Peygamber efendimizin zamanında, üç defa, malının yarısını fisebilillah (Allah yolunda, O’nun rızası için) fakirlere tasadduk etti. Birinci defasında dört bin, ikinci defasında kırk bin dirhem ve üçüncü defasında kırk bin altın tasaddukta bulundu. Tebük seferi için beşyüz at ve yüklü beş yüz deve yardımda bulundu.

Bir defasında Abdurrahman bin Avf; buğday, un ve çeşitli zahire yüklü yedi yüz deveden meydana gelen ticaret kervanı ile Medine-i münevvereye girdiği zaman, hazret-i Aişe’nin (radıyallahü anha), Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin; “Abdurrahman bin Avf, Cennet’e emekliye emekliye (diz üstü) girer” buyurduğunu bildirmesi üzerine, “Ey Emîr-ül-mü’minîn! Ben de bu develeri yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağıma söz veriyor ve seni şahid tutuyorum” dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) bu müjdeyi aldıktan sonra, sevgili Peygamberimizin huzuruna vardılar. Resûl-i ekrem efendimiz; “Allahü teâlâya karz-i hasen(borç) ver. Bu sayede ayakların çözülür” buyurdu. Sonra Cebrâil aleyhisselam gelerek, Resûlullah efendimize şöyle dedi: “İbn-i Avf’a söyle; misafir ağırlasın, fakirleri doyursun, kendisinden birşey isteyen muhtaçları boş çevirmesin. Bunları yaparsa, içinde bulunduğu durumuna (yani zenginliğinin hakkını vermeğe) keffaret olur.”

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir günde otuz tane köleyi satın alarak azad etti ve her birine yüz altın dağıttı.

Büyük servet sahibi olmasının, ahırette kendisine bir noksanlık getireceğinden korkan ve bu sebeple üzülen Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir gün Ümmü Seleme’ye (radıyallahü anha); “Malın çokluğu helake götürür, bundan çok endişe ediyorum” dedi. Bunun üzerine hazret-i Ümmü Seleme; “Fakat, Allahü teâlâ yolunda sarf olunan mal böyle değildir” diye cevap verdi. Hayatının sonuna kadar bütün servetini Allahü teâlâ yolunda sarf etmeye devam eden Abdurrahman bin Avf, vefatı sırasında binlerce dinarını Allahü teâlâ yolunda sarf edilmek üzere vakf etti. Bunlardan başka çok para vererek satın aldığı başı, Peygamber efendimizin zevcelerine vakf etti. Onlar da bundan istifade ettiler. Hazret-i Aişe, onun bu ihsanından dolayı teşekkür ederek, dua eder, Allahü teâlânın ona Cennet selsebîlinden içirmesini niyaz ederdi. Sevgili Peygamberimizin zevcelerinden Ümmü Seleme (radıyallahü anha) ise, bu hususda kainatın sultanından şöyle rivayet etti ve dedi ki: “Resûlullah’ın zevcelerine şöyle buyurduğunu işittim: “Benden sonra sizi gözeten kimse, sâdık ve iyilik sahibidir. Ey Allah’ım! Abdurrahman bin Avfa Cennet selsebilinden içir.”
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,282
İstanbul..
Bir defasında da, Mısır’dan dönen yüz develik ticaret kervanını Medinelilerin yetimlerine bağışlamış olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); “Allah’ım! Nefsimin cimriliğinden beni koru” diye dua ederdi. Medine halkı onun ev halkı gibiydi. Servetinin üçte birini onlara ödünç verir, üçte biriyle onların borçlarını öder, üçte birini de onlara insan ederdi. Hastalandığı zaman, servetinin üçte birini fakirlere dağitmış, sonra da Bedr harbine katılmış olanlardan her kişiye dört yüzer dinar (altın) verilmesini vasiyet etmişti. Bedr eshabından sağ kalan yüz kişiye vasiyeti üzerine dört yüzer dinar ihsanda bulunulmuştu.

Sevgili Peygamberimize hürmette kusur etmeyen ve çoğu zaman beraber bulunmakla şereflenen Abdurrahman bin Avf, kendisi nakl ediyor: “Resûl-i ekrem yola çıktılar. Kendilerini takib ettim. Hurmalık bir yere geldiler. Yere kapanarak secdeye vardılar. Bu secdeleri o kadar uzadı ki, kendi kendime; “Aman yâ Rabbi! Acabş Resûl-i ekreme bir hal mi oldu?” diyerek büyük bir korku ile yaklaştım. Yanlarına varıp oturdum. Başlarını secdeden kaldırarak; “Sen kimsin?”buyurdular. “Ben Abdurrahman’ım” dedim. “Bir şey mi oldu?” buyurdular. “Hayır ya Resûlallah! Secdeye kapandınız ve secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hal olmasından endişe ettim” dedim. Bunun üzerine Resûl-i ekrem buyurdular ki: “Cibrîl-i emin geldi. şunu müjdeledi: “Yâ Habiballah! Kim ki, sana salat ve selam getirirse, cenab-ı Hakk’ın mağfiret ve selamına nail olur. Ben de bu müjdeye karşı secdeye kapandım.”

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Resûlullah’ın ahırete teşriflerinden sonra O’nunla geçirdiği günleri hatırlayarak daima ağlar; O’nun sohbetinden mahrum olmanın verdiği ızdırabla âh eder, kendisi için dünyanın hiç bir kıymeti ve lezzeti kalmadığını söylerdi. Resûlullah’a olan bağlılık ve muhabbetinden dolayı, O’nun mübarek zevcelerine hizmet eder, çok ikram ve iyilikte bulunurdu. Mesela, kırk bin altına satın aldığı bir bağın hepsini onlara hediye etmişti.

Nevfel bin lyas el-Huzelî nakl ediyor: “Abdurrahman bin Avf, bizimle oturuyordu. Ne hoş sohbet bir zat idi. Bir gün bizi evine davet etti. İçinde ekmek ve et bulunan bir tepsi getirdi. Bu sırada ağladı. “Ey Ebu Muhammed, seni ağlatan nedir?” dedik. “Resûlullah vefat etti. Fakat, kendisi ve ehli, arpa ekmeğinden bir defa olsun doyuncaya kadar yemedi. Biz sonumuzun hayırlı olup olmıyacağını bilmiyoruz” diyerek, kendinden geçip yere düştü.”

Sevgili Peygamberimizin vefâtından sonra, ilk halife seçilen hazret-i Ebu Bekr’in, en samîmî ve zekî müşavirlerinden olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), hafîfe seçimiyle ilgili Bent Sa’îde toplantısında bulundu. Ebu Bekr’e (radıyallahü anh) ilk bî’at edenlerden oldu. Hazret-i Ebu Bekr, ona son derece hürmet eder ve her işte onun fikrini öğrenmeye ehemmiyet verirdi. Vefatı yaklaştığında, Abdurrahman bin Avf’ı çağırarak, hazret-i Ömer hakkında ne düşündüğünü sordu. İbn-i Avf; “Ömer (radıyallahü anh), sizin düşündüğünüzden daha iyidir, yalnız biraz şiddeti vardır” dedi. Hazret-i Ebu Bekr de ona; “Ömer’in şiddeti benim rikkatimden ileri geliyor, işleri üzerine alırsa şiddeti de terk eder. Ben dikkat ettim, bir kimseye kızdığım zaman, Ömer ona itidal gösteriyor. Ben yumuşak davranırsam, şiddet gösteriyor” buyurdu.

Nihayet, Ebu Bekr-i Siddîk (radıyallahü anh), diğer Eshab-ı kiramla da istişare ettikten sonra, ahidname yazdırarak hazret-i Ömer’in halîfeliğe seçilmesini emir buyurdular.

Abdurrahman bin Avf, Ömer (radıyallahü anh) zamanında sura uyesi idi. Bu devirde, devlet ve hükûmet teşkilatı gelişmiş, işlerin belli bir sistem içinde yürütülmesine önem verilmişti. Bu sebeple de, o zamanın en önemli müesseselerinden biri durumunda bulunan şura meclisi kuruldu. Bu meclis, mühim mes’eleleri müzakere ederdi.

644 (H. 23) senesinde hazret-i Ömer bir gün sabah namazını kildırıyorken, Firuz adlı İranlı bir köle tarafından uğradığı sal din sonucu ağır yaralanmıştı. Ömer (radıyallahü anh), bu durumda namazı tamamlayamayacağını düşünerek, Abdurrahman bin Avf’ı (radıyallahü anh) imamet makamına geçirdi. Cemaatle namazı İbn-i Avf kıldırdı.

Aldığı ağır yaralar sonucu hazret-i Ömer’in rahatsızlıği gittikçe artıyor, müdahaleler fayda vermiyordu. Eshâb-ı kiramın ileri gelenleri, hazret-i Ömer’den yerine halife seçilecek kimseyi bildirmesini istediler. Bunun üzerine Ömer (radıyallahü anh), Resûl-i ekremin kendilerinden hoşnud ve razı olarak vefat ettığı altı zatı namzet gösterdi. Bunlar; hazret-i Osman, hazret-i Ali, hazret-i Abdurrahmân bin Avf, hazret-i Sa’d bin Ebî Vakkas, hazret-i Talha ve hazret-i Zübeyr (radıyallahü anhüm) idiler. Ömer (radıyallahü anh) bu altı kimsenin toplanarak, aralarından birini halîfe seçmelerini ve Abdurrahman bin Avf’ın iltihak ettiği tarafın tercih edilmesini tavsiye buyurdu. Hatta bu hususda; “Abdurrahman, son derece isabetli rey sahibi ve selim tabiatlıdır. Endişeden uzak kimsedir. Hangi tarafa iltihak ederse, siz de o tarafa iltihak ediniz” buyurdu.

Hazret-i Ömer’in vefat ve defninden sonra, tayin edilen bu altı sahabi toplandılar. İlk olarak Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) söz alıp şöyle dedi: “Ey Cemaat! Bu hususda benim de sizin de görüşlerimiz var. Dinleyiniz, öğrenirsiniz. Kabul ediniz anlarsınız. Muhakkak ki, hedefe isabet eden ok, isabet etmeyenden üstündür. Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebeb olan tatlı sudan daha faydalıdır. Sizler, müslümanların rehberleri, müracaat olunan alimlerisiniz. O halde, aranızda meydana gelecek ihtilaflarda bıçağı ağzını köreltmeyin. Kılıcları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız. Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz. Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itaat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır. Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tayin edin. Böylece maksada erişirsiniz. Şayet, kör fitne, saşırtan dalalet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı. Zîra fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, gölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler. Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız. Sözle olan hâle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir. Halîfeliği, aramızdan musîbet ve felaket zamanlarında metanet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan razı olacağınız birisine veriniz. Size nasihat eder görünen fesatçılara itaat etmeyiniz. Size yol gösteren rehbere muhalefet etmeyiniz. Söyleyeceklerim bundan ibarettir. Allahü teâlâdan kendim ve sizin için mağfiret dilerim.” Bundan sonra, şu teklifte bulundu: “İçimizden üçümüz, diğer ucumuz lehine adaylıktan çekilsin.” Abdurrahman bin Avf’ın bu teklifi hemen kabul olunarak Zübeyr Ali’ye, Talha Osman’a, Sa’d bin Ebî Vakkas da Abdurrahman bin Avfa (radıyallahü anhüm) oylarını verdiler. Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve hazret-i Osman ile hazret-i Ali kaldılar. Bu sırada Abdurrahman bin Avf şöyle konuştu: “İçinizden hangisi bu işten feragat ederse bu işi ona verelim.” Bu sırada Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) sükut buyurdular. Hazret-i Abdurrahman onların sükut ettiklerini görerek; “İçinizden birini seçmeyi bana bırakır mısınız? Bana bırakırsanız, efdal olanınızı araştırır ve bu işi ona veririm” buyurdu. Hazret-i Ali ve hazret-i Osman’ın rızâları üzerine İbn-i Avf, bu iki zattan birinin elini, eline aldı ve şöyle söyledi: “Senin, Resûlullah’a akrabalığın ve İslâmiyet’te kıdemin var. Emirliği sana verecek olsam, adalet üzere hareket edecek; vermediğim takdirde itaat edecek ve dinleyecek misin?” Sonra ikincisinin de elini tutarak aynı şeyleri söyledi. Her ikisinden de söz aldıktan sonra istişareye başladı ve üç gün üç gece devam etti. Nihayet, Zübeyr’i, Sa’d bin Ebî Vakkas’i, Ali’yi ve Osman’ı (radıyallahü anhüm) davet edip her biriyle ayrı ayrı istişare etti. Sabah ezanı okunurken mescide gitti. Namazdan sonra tavsiye edilen altı kişi, Ensar ve Muhâcirler, ordu komutanları ve diğer mü’minler toplandılar. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) ayağa kalkarak sehadet getirdi ve şöyle dedi: “Ey Ali! Ben herkesle istişare ettim. Onların hazret-i Osman üzerinde taplandıklarını gördüm. Onun için Osman’a (radıyallahü anh) bi’at ediyorum” dedi. Hazret-i Osman’a dönerek; “Allah’ın Kitabı ve Resûlunun sünnetini takib eden iki halifenin sünneti üzere sana bi’at ediyorum” buyurdu. Herkes, Abdurrahman bin Avf’ı (radıyallahü anh) takib ederek, hazret-i Osman’a bi’at ettiler. Bu suretle müslümanlar arasında tam bir birlik sağlanmış oldu.

Abdurrahman bin Avf’ın (radıyallahü anh), üç gün üç gece hiç uyumayarak herkesle istişare etmesi, herkesin kanaatlerini öğrenmesi ve sonra bütün cemaat huzurunda rey ve kararını îlan etmesi, kararının herkes tarafından îtirazsız kabul olunması; üzerine aldığı işi tam bir liyakatle yerine getirdiğinin ifadesidir.

Hazret-i Osman devrindeson derece sakin bir hayat yaşayan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), 651 (H. 31) senesinde vefat etti. Bu sırada 75 yaşında bulunuyordu. Hazret-i Ali onun vefatı üzerine; “Ey Avf oğlu! Ebedî hayata gittin. Sen bu fanî hayâtın bütün nîmetlerini elinde bulundurmuş, fakat hepsini tasadduk etmiş, elinde yok bilerek ahırete göçmüş bulunuyorsun. Ne mutlu sana!” diyerek onun üstünlüğünü bildirmişti. Sa’d bin Ebî Vakkas da; “Ey koca dağ” diyerek onun seciyesindeki sağlamlık ve metaneti ifade etmişti.

Abdurrahman bin Avf’ın cenaze namazı, halife hazret-i Osman tarafından kıldırıldı ve Medine’deki Cennet-ul-Baki’ kabristanına defn edildi.

Her halinde ve işinde Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme bağlı olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Resûlullah’ın feyz ve ilminden çok istifade etmiş, fazilet ve kemalat itibariyle yüksek bir dereceye kavuşmuştu. Cömerd ve alicenab olup, kalbi; Allah korkusu, Resûlullah sevgisi, doğruluk, iffet ve şefkatle doluydu. Dünya malına ve servetine hiç değer vermezdi. Çok takva sahibi idi.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), oruçlu olduğu bir gün akşam yemeğine davet edilmişti. Anlatmağa başladı: “Uhud günü, benden çok hayırlı olan Mus’ab bin Umeyr şehid düştü. Onu bir kumas parçasıyla kefenledik. Başını örttüğümüz zaman ayakları açık kalıyor, ayaklarını örtsek başı açık kalıyordu. O gün, hazret-i Hamza da şehid düştü. O da benden hayırlıydı. Sonra dünya bize açıldı. Türlü türlü nimetlere kavuştuk. Korkarım ki, bizim hasenat devrimiz geçti!..” diyerek ağlamaya başladı. O kadar üzüldü ki, iftar etmeği unuttu.

Hazret-i Abdurrahman, namazlarını son derece husu ve hudu ile kılardı. Günlerinin çoşunu oruçlu geçirir, her sene hacca giderdi. Hazret-i Ömer halife olduğu sene, hac emirliğini ona vermişti.

Geçimini ve iaşesini, ticaret ve ziraatla te’min ederdi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona Hayber tarafından arazi vermişti. Malında ve servetinde büyük bereket olduğu için, hepsini Allah yolunda sarf ettiği halde bitmiyor, daha da fazlalaşıyordu. Sofrası her gün herkese açıktı. Fakirlerin hepsi de onun sofrasına devam ederler, orada izzet ve ikramla karşılanırlardı. Kendisi son derece sade yaşar, gida ve giyiminde külfetten sakınırdı.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), uzun boylu, kirmizi beyaz tenli, yüzü güzel ve sevimli bir zattı. Uhud gazasında aldığı yaradan dolayı biraz aksak yürürdü.

Değişik zamanlarda on dört defa evlenmiş olan Abdurrahman bin Avf’ın (radıyallahü anh), yirmi sekiz tane çocuğu olmuştu. Zevcelerinden bazıları; Gülsüm binti Rebîa, Tumadir binti Esbag, Gülsüm binti Ukbe bin Ebî Mu’ayt, Sehle binti Asim bin Adiy, Gazal binti Kisra, Cumeyna binti Abduluzza, Zeyneb binti Sabah, Beyliye binti Gaylan, Esma binti Selame’dir. Yirmi bir tanesi erkek, yedi tanesi ise kız olan çocuklarının bazılarının isimleri; Salim, Muhammed, İbrahim, İsmail, Hamid, Zeyd, Mu’in, Ömer, Urve-i Kebir, Adiy, Abdulluh, Mus’ab, Osman, Yahya, Bilal, Ümmü Kusem, Hamide, Ümmu Yahya, Cüveyriyye, Amine ve Meryem’dir.

Resûlullah efendimizin yakın sahabelerinden olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), altmış beş adet hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Kendisinden Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Cabir bin Abdullah, Enes bin Malik, Cubeyr bin Mut’im ve oğulları, İbrahim, Hamid ve Ebu Seleme (radıyallahü anhüm) ve bir çok alim hadîs-i şerîf rivayetinde bulunmuşlardır. Resûlullah efendimizden bizzat rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:

“Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Kabe’nin Rabbine yemin olsun ki, Cennet’te tehlike diye bir Şey yoktur. Cennet; parlayan bir nur, etrafa yayılan bir kokudur. Binaları kuvvetlidir. Irmakları devamlı akar, bol ve kemale ermiş meyva yeridir. Orada hûriler vardır. Cennet’te üzüntü ve keder yoktur. Nimetleri devamlıdır.” Eshab-ı kiram; “Biz ona hazırlanmışız” dediler. Bunun üzerine Resûl-i ekrem; “İnşaallah deyiniz” buyurdu ve cihadı anlattı.

“Bir yerde veba hastalığının çıktığım duyduğunuz vakit, oraya gitmeyiniz. Bulunduğunuz yerde veba görüldüğü vakit, kaçarcasına oradan uzaklaşmayınız.”

“Bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu korur, zevcesine itaat ederse, dilediği kapıdan Cennet’e girer.”

“Serveti çoğalanlar helak oldu. Ancak Allah’ın fakir kullarına verip, bu servet ile hayırlı amel işleyenler müstesnâ. Ne yazık ki, bu gibiler azdır.”

Hazret-i Ömer, Abdurrahman bin Avf ile Talha, Zübeyr ve Sa’d bin Ebî Vakkas’a (r. unhum) sordu: “Resûlullah efendimizin; “Bizim mirasımız yoktur. Bıraktıklarımız sadakadır.”buyurduğunu duydunuz mu?” Hepsi de; “Evet” dediler.

Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Sadaka malı eksiltmez. Sadakanızı veriniz. Bir kul, Allah için birinin kusurunu affederse, Allah onu yükseltir. Kıyâmet günü izzetini artınr. Fitnenin kapısını açanın yüzüne, Allah fakirlik kapısını açar.”

Eshab-ı kiramın büyüklerinden Abdurrahman bin Avfa (radıyallahü anh); “Bu büyük serveti nasıl kazandın?” dediler. Buyurdu ki: “Çok az kara da razı oldum. Hiç bir müşteriyi boş çevirmedim. Hatta bir gün bin deveyi sermayesine satmıştım. Yalnız dizlerindeki ipler kar kalmıştı. Bir ip, bir dirhem gumüş değerinde idi. O gün develerin yem parasını ben vermiştim. Kazancım ise bin dirhem olmuştu.”

CENNETLİK OLANLAR


Tebük muharebesi dönüşünde, Peygamber efendimiz def-i hacet için uzaklara doğru gitmişlerdi. O sırada Eshab-ı kiram, sabah namazı vaktinin geçeceği endişesiyle Abdurrahman bin Avf’ı (radıyallahü anh) imamete geçirdiler. Peygamber efendimiz döndüğünde, Eshab-ı kiram’ın namaza durduğunu gördüler. İkinci rek’atte yetişip Abdurrahman bin Avfa uydular ve namazın sonunda; “Güzel yaptınız. Bir peygamber, salih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça, ruhu kabz olunmaz” buyurarak, Abdurrahman bin Avf’ın (radıyallahü anh) kıymetini ve üstünlüğünü bildirdiler. Diğer bir hadîs-i şerîfde de; “Abdurrahman bin Avf, yerdekiler ve semadakiler katında emmdir” buyurdu. “Ebu Bekr Cennet’tedir. Ömer Cennet’tedir. Osman Cennet’tedir. Ali Cennet’tedir. Talha Cennet’tedir. Zu’beyr Cennet’tedir. Abdurrahman bin Avf Cennet’tedir. Sa’d ibni Zeyd Cennet’tedir. Ebu Ubeyde bin Cerrah Cennet’tedir” buyrularak, İbn-i Avf’ın; Cennet’e gideceği müjdelenen ve Aşere-i mübeşşere denilen zatlar arasındaki yüksek derecesi bildirilmiştir.

Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Resûl-i ekremin en yakınlarından olup, O’na karşı muhabbeti sonsuzdu. O’nun uğruna katlanmayacağı fedakarlık yoktu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) El-İsabe; cild-2, sh. 416

2) El-İstiab; cild-2, sh. 393, 398

3) Tabakat-i İbn-i Sa’d; cild-3, sh. 124, 132, 393, cild-2, sh. 89

4) Usud-ül-Gâbe; cild-3, sh. 313, 317

5) Metâli-un-Nücum; sh. 239, 245

6) Sahih-i Buhârî; cild-4, sh. 222, 268

7) Sahih-i Müslim; Bâb-i Gazve-i Uhud

8) Müsned-i Ahmed ibni Hanbel; cild-1, sh. 191, cild-4, sh. 247

9) İslâm Alimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 113

10) Eshab-ı Kirâm; sh 309

11) Herkese Lazım Olan İman; sh. 98

12) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 19

13) Siret-i İbn-i Hişam; cild-1, sh. 268

14) Hilyet-ul Evliya; cild-1, sh. 97

15) Kenz-ul-Ummal; cild-13, sh. 222, 229

16) Tam İlmihâl Seddet-i Ebediyye; sh. 809,1030

17) Kitâb-ul-Meârif; sh 103

18) Siyer-i Alem-un-Nubelâ (Zehebi); cild-1, sh. 4, 49,53

19) Terâcim-il-İslâmiyye li kibâr-is-Sahâbeti vet-Tabiin; sh. 123, 136

20) İnsân-ul-Uyun; cild-1, sh. 446

21) Tefsir-i Taberî; cild-10, sh. 197

22) Riyâd-un-Nadara; cild-2, sh. 383

23) Ricâl-Un-Havl-er-Resûl; sh. 584, 594

24) Hidâyet-ul-Murtâb fî fedail-il Eshâb; sh. 169
 

Son mesajlar