Süleyman aleyhisselam

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Ayrıca sultan İdi
Kudüs yakınlarında, Gazze şehrinde doğan,
Bir peygamber idi ki, sultan oldu sonradan.

O, beni İsrail’e peygamber gönderildi.
Ve Mescid-i Aksa’yı, ilk o bina eyledi.

Davud Nebi, ondokuz evladının içinden,
En çok onu severdi, üstün hasletlerinden.

Öyle fazla idi ki idrak ve anlayışı,
Babası, önce ona danışırdı her işi.

Mesela babasının sultanlık zamanında,
İki kadın, birer de oğulları yanında,

Giderken, bir kurt gelip, büyük olan kadının,
Oğlunu, yanlarından alıp kaçtı ansızın.

Lakin kadın, saptırmak istedi hakikati.
Dedi: (Senin oğlunu kurt götürdü, bu kati.)

Küçük kadın, şiddetle etti buna itiraz.
Dedi ki: (Seninkini götürdü, bu olamaz.)

Geri kalan çocuğu paylaşamıyorlardı.
İkisi de, (Bu, benim oğlumdur) diyorlardı.

Aslında, küçük olan kadınındı o oğlan.
Ve yalan söylüyordu malesef büyük olan.

Bunlar, çocuk yüzünden düşünce ihtilafa,
İşi, Davud Nebi’ye götürdüler bu defa.

Davud Nebi, onları sorup dinlediğinde,
Çocuk, büyük kadının bulunurdu elinde.

Küçük kadın, (Bu benim oğlumdur) dedi, fakat,
Delili olmayınca, edemedi tam isbat.

Bu hususta bir şahit gösteremeyince de,
Büyük kadın lehine hükmetti neticede.

Onlar bu mahkemeden çıkar çıkmaz dışarı,
Oğlu Süleyman’a da söylediler kararı.

Henüz çocuk yaştaydı, dinledi o da yine.
Ve derhal vakıf oldu işin hakikatine.

Dedi: (Bana bir bıçak getirin de bakayım.
İkisi arasında bunu paylaştırayım.)

O böyle söyleyince, küçüğü etti feryat.
Dedi ki: (Ben davamdan ediyorum feragat.

Sakın kesme çocuğu, bu, çok fena bir fiil.
Çocuk bu kadınındır, elbette benim değil.)

Küçük kadın, böylece edince feryat, figan,
Bu kadının lehine hüküm verdi o zaman.

Davud Nebi öğrenip, beğendi bu hükmünü.
Takdir etti oğlunun akli üstünlüğünü.

Ömrünün sonlarında, vahiy geldi ki ona:
Mülk ve saltanatını bıraksın Süleyman’a.

Yerine, onu vekil bıraktığı zamanda,
Oniki yaşındaydı hazret-i Süleyman da.

Buyurdu ki: (Ey oğlum, vekilimsin sen benim.
Dinle ki, şudur sana benim nasihatlerim:

Kızma ve sinirlenme, Takvaya sarıl her an.
Ve Allah’tan korkarak, çok sakın her haramdan.

Allahü teâlâya fazla yap ki ibadet,
Allah, böyle kullara verir muvaffakıyet.

Bekleme insanlardan hiçbir şey, hiçbir işte.
Hakiki zenginliğin esası budur işte.

Ve kıskanma kulların elindeki nimeti.
Budur fakirliğin de insanda alameti.

Gayret et iyi olsun, düne göre, bugünün.
Özrü gerektirecek olmasın iş ve sözün.)
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Rüzgar emrine girdi
Peygamber olduğunda Süleyman Nebi dahi,
Dedi: (Af ve mağfiret eyle beni ilahi!)

Ve peygamberliğini teyid etmek üzere,
Rabbinden, bir mucize talep etti bir kere.

Dedi ki: (Ya ilahi, dünyada bir kuluna,
Nasib etmeyeceğin bir saltanat ver bana.)

Zira onun devrinde, vardı zalim sultanlar.
Mülk ile övünmeyi etmişlerdi hep şiar.

Ve her kimin vardıyse mülkü ve saltanatı,
Halk, ona gösterirdi ilgi ve iltifatı.

Süleyman Peygamber de bunları bildiğinden,
O da, mülk ve saltanat talep etti Rabbinden.

Lakin o, istemedi keyf için saltanatı.
Dinini daha kolay yaymak idi maksadı.

Hazret-i Musa’nın da asası oldu ejder.
Zira onun devrinde meşhurdu böyle şeyler.

Peygamber-i zişan’ın devrinde de insanlar,
Nutuk ve Belagata ederlerdi itibar.

Bu yüzden, Hak teâlâ Resul Efendimiz’e,
Kur’anı nazım yapıp, kıldı büyük mucize.

Hak teâlâ, Süleyman Nebi’ye mülkten ayrı,
Verdi onun emrine cinler ile rüzgarı.

Havadaki kuşlarla, yerde cümle hayvanat,
Süleyman Peygamber’e ederlerdi itaat.

Cinlerin dokuduğu vardı ki bir yaygısı,
Çıkarlardı üstüne kendisiyle ordusu.

Ve Süleyman Peygamber, emrederdi rüzgara.
Çok hızlı götürürdü onları uzaklara.

Yarım günde, bir aylık mesafe giderlerdi.
Her nereye istese, oraya inerlerdi.

Yemek kapları ile, malzemelerini de,
Alıp götürürlerdi, hep beraberlerinde.

Hak teâlâ, o kadar mülk vermişti ki ona,
Hatta sahip olmuştu dünyanın tamamına.

Ona ihsan olunan mucizeden biri de,
Uzaktan duymasıydı çok hafif sesleri de.

Ordusuyla havada giderlerken ileri,
Taif’te, bir vadiye murad etti inmeyi.

Lakin karıncaları pek çok idi o yerin.
Gördüler indiğini Süleyman Peygamber’in.

Reis durumundaki dişi karınca dahi,
Onların indiğini görünce bizatihi,

Diğer karıncaları eyledi derhal ikaz.
Dedi: (Ey karıncalar, dinleyin beni biraz.

Dolaşmayın ortada, havadan bir Peygamber,
Geliyor bize doğu, ordusuyla beraber.

Onlar yere inmeden, girin ki yerinize,
Bilmeden basmasınlar sizin üzerinize.)

O böyle söyleyince, bilcümle karıncalar,
Yuvalarına girip, görmediler bir zarar.

Süleyman Peygamber de, o dişi karıncanın,
Sesini işitmişti, ihsanıyla Allah’ın.

Ve muttali olunca karıncanın sesine,
Tebessüm eylemişti hem de gülercesine.

Zira bir karıncanın kelamını işitip,
Anlamak, bu dünyada her kula olmaz nasip.

Rabbinin kendisine verdiği bu nimeti,
Tefekkür eylemişti, buydu memnuniyeti.
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Hüdhüd kuşu ve belkıs
Süleyman Peygamber ki, hem de büyük sultandı.
Ve Mescid-i Aksa’nın binasını yapandı.

İnşa tamamlanınca, karar verip bu defa,
Yöneldi ordusuyla Beytullah’ı tavafa.

İleri gelenlere buyurdu ki o yerde:
(Burada bir Peygamber çıkacaktır ilerde.

Nebi’lerin sonu ve Allah’ın Habibidir.
Ona iman edenler, ne kadar talihlidir.)

Orada kurban kesip, yaptı hem çok ibadet.
Yemen taraflarına etti sonra hareket.

San'aya vardığında, namaz kılmak üzere,
Alçalıp, ordusuyla indi yeşil bir yere.

Hüdhüd kuşu vardı ki, emrine itaatkâr,
Yükseklere çıkarak, etrafa kıldı nazar.

İlerde, yeşillikli bahçeler görüp indi.
O yerler, Belkıs denen kadın melikenindi.

Bir başka hüdhüd ile karşılaştı o yerde.
Sordu buna: (Sen kimsin, yerin yurdun nerede?)

Dedi: (Padişahımız Süleyman Peygamber’in,
Haşmetli ordusunda vazifeli bir erim.

O, öyle sultandır ki, insan ve hayvanlara,
Hükmeder cinler ile, şu esen rüzgarlara.)

O dedi: (Sultanınız güçlü imiş bayağı.
Bizim melikemiz de değil ondan aşağı.

Bütün Yemen diyarı hep onun emrindedir.
İstersen göstereyim bu yeri sana bir bir.)

Dedi: (Olur ve lakin ben buraya gelirken,
Müsade almamıştım bizim melikimizden.

Su için beni arar ve bulamazsa şayet,
Derhal cezalandırır, korkarım ondan gayet.)

Orduya su bulmaktı hüdhüd’ün vazifesi.
Nerde su olduğunu anlardı onun hissi.

Keşfedince, iner ve o yeri gagalardı.
Cinler gelip kazarak, suyu çıkarırlardı.

Hakikaten o yerde, ihtiyaç oldu suya.
Ve Süleyman Peygamber sordu onu orduya.

Lakin onun yerini kimse bilemiyordu.
Bu sefer akbaba’yı çağırıp ona sordu.

O dahi arzedince bir şey bilmediğini,
Anladı müsadesiz uzağa gittiğini.

Ona gadaplanarak, buyurdu ki bu defa:
(Gelince, vereceğim ona büyük bir ceza.)

Kuşların efendisi, bir ukab kuşu vardı.
Bu sefer de o kuşu huzuruna çağırdı.

Buyurdu ki: (O hüdhüd, nerdeyse şimdi şayet,
Onu bul ve acele yanıma edin avdet.)

(Baş üstüne!) diyerek, havalandı anında.
Yükseklerden aradı onu dört bir yanında.

O ise ayrılmış ve geliyordu ilerden.
Gördü onu, telaşla kendisine gelirken.

Yaklaşınca dedi ki: (Ey hüdhüd, nerde idin?
Sana ceza verecek, izinsiz niye gittin?)

Hüdhüd bunu duyunca, kederlendi, üzüldü.
Süleyman Peygamber’in tarafına süzüldü.

Bu sefer de Akbaba ve sair bütün kuşlar,
Üzgün bir vaziyette onu karşıladılar.

Dediler: (Yazık sana, niçin gittin izinsiz?
Sana, büyük bir ceza verecek melikimiz.)
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Belkıs ve mektup
Ukab kuşu, hüdhüd’ü alaraktan yanına,
Süleyman Peygamber’in çıkardı huzuruna.

O, oturur idi ki sultanlık kürsüsünde,
Bir anda, ikisini gördü gözü önünde.

Ukab çıktı ileri, arz etti ki: (Efendim!
Hüdhüd'ü, emrinizle bulup size getirdim.)

Sonra hüdhüd yaklaşıp Peygamberin önüne,
Hürmetini arz edip, başını eğdi öne.

Buyurdu ki: (Ey hüdhüd, izinsiz niçin gittin?
Sana büyük ceza var yoksa bir mazeretin.)

O da, cevap olarak dedi ki: (Ey Peygamber!
Size, Sebe' ilinden getirdim mühim haber.

O yerin, Belkıs diye var ki bir melikesi,
Hep onun emrindedir bütün yemen ülkesi.

Hem de o melikenin çok büyük bir tahtı var.
Teb’asıyla birlikte, güneşe tapınırlar.)

Bunları işitince birden geldi gadaba.
Buyurdu: (Doğru mudur bu sözlerin acaba?)

Öğrenmek maksadıyla bunun doğruluğunu,
Belkıs’a mektup yazıp, hüdhüd'e verdi onu.

Buyurdu ki: (Bunu al, Belkıs’a götür, ancak,
Gizlenip takib et ki, okuyup ne yapacak?)

Belkıs, hep sarayında dururdu ekseriya.
Ve haftada bir kere, çıkardı dışarıya.

Sair günler, kapılar kapalı bulunurdu.
Etrafta devriyeler gezip onu korurdu.

Hüdhüd dahi gelince, kapalıydı kapılar.
Hem de dolaşıyordu etrafta muhafızlar.

Bakıp giremeyince kapıların birinden,
Köşkün penceresinin girdi açık yerinden.

Odalardan geçerek tuttu bir istikamet.
Belkıs’ın odasına vasıl oldu nihayet.

İçeri girdiğinde, büyükçe bir taht gördü.
Belkıs ise uzanmış, tahtında uyuyordu.

Göreceği bir yere, mektubu bırakarak,
Pencere kenarında bekledi saklanarak.

Uyanınca gördü ve aldı Belkıs mektubu.
Lakin merak etti ki, nerden, nasıl geldi bu?

Zira her bir kapıda, var iken muhafızlar,
Kim girebilirdi ki benim odama kadar?

Odasından çıkarak, o, bunun telaşında,
Gördü ki, muhafızlar hepsi işi başında.

Onlara sordu hemen: (Kim girdi sarayıma?
Biri mektup bırakmış, hem de benim yanıma.)

Dediler: (Nasıl olur, kimseyi görmedik biz.
Ve devamlı kapıda durup beklemekteyiz.)

Büyük bir heyecanla mektubu açtı derhal.
Besmele-i şerifi görünce oldu hoş-hal.

İleri gelenleri çağırıp huzuruna,
Dedi ki: (Çok şerefli bir mektup geldi bana.

Bu, melik Süleyman’dan bizlere gelmektedir.
Bizi, kendi dinine davet eylemektedir.

Diyor ki, bana karşı hiç tekebbür etmeyin.
Ve müslüman olarak, emrime boyun eğin.

Şimdi siz söyleyin ki, ne yapalım dersiniz?
Bu teklif karşısında, nedir sizin reyiniz?)

Dediler: (Savaş dersen, biz savaş erbabıyız.
Eğer sulh emredersen, ona dahi razıyız.)
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Belkıs İman ediyor
Süleyman Peygamber’in mektubuna cevaben,
Kıymetli hediyeler gönderdi Belkıs hemen.

Dedi: (Kabul ederse bu şeyleri o eğer,
Anlarım ki, bir dünya padişahıymış meğer.

Eğer kabul etmezse hediyeleri benim,
Anlarım peygamberdir, ben de iman ederim.)

Gelip hediyeleri arz edince elçiler,
Asla kabul etmeyip, vermedi hiçbir değer.

Elçiler, bunu gelip söyleyince Belkıs’e,
Dedi: (O, peygamberdir eğer hal böyle ise.)

Ordusunu toplayıp, dedi: (Hazır olunuz!
O büyük Peygamberin yanına gidiyoruz.)

Koydurdu tahtını da, gayet muhkem bir yere.
Sonra teslim eyledi onu nöbetçilere.

Dedi ki: (Gayet iyi bekleyin ki bu tahtı,
Bulamasın hiç kimse bunu çalma fırsatı.)

Allahın peygamberi Süleyman Nebi ise,
Onlara bir mucize göstermek gayesiyle,

Belkıs’ın o tahtını getirtmek etti arzu.
İleri gelenlere söyledi bu hususu.

Buyurdu: (Onlar bana gelmeden henüz daha,
Belkıs’ın o tahtını kim getirir buraya?)

İfrit namında bir cin, dedi: (Ben muktedirim.
Sen yerinden kalkmadan, o tahtı getiririm.)

Buyurdu: (Daha çabuk gelmeli o buraya.)
O zaman baş veziri, Asaf ibni Berhiya,

Dedi: (Ya Nebiyyallah, bana tevdi et bunu.
Göz kırpacak zamanda getiririm ben onu.)

Buyurdu ki: (Ey Asaf, derhal getir o tahtı!)
Asaf, ism-i azam’ı okuyup secde yaptı.

Dua etti orada Allahü teâlâya.
O secdeden kalkmadan, taht gelmişti oraya.

Belkıs gelip şaşırdı tahtının gelişine.
Düştü büyük hayret ve şaşkınlığın içine.

Düşündü ki, kaç aylık mesafeden, bu tahtım,
Bir anda nasıl gelir, almadı bunu aklım.

Ayrıca çok muhkem ve kilitli idi o yer.
Beklerdi kapısında, gece gün devriyeler.

Belkıs henüz gelmeden, Süleyman Peygamber de,
Gayet ziynetli bir köşk yaptırmıştı o yerde.

Ve Belkıs’ı, bu köşkte kabul etmişti o gün.
Saf billur döşetmişti avlusuna o köşkün.

Altından sular akar ve balıklar yüzerdi.
Girenler, o avluyu derin su zannederdi.

Belkıs dahi girince avludan içeriye,
Kaldırdı eteğini, suya girecek diye.

Buyurdu ki: (Ey Belkıs, su değil, gir içeri.
Bu, şeffaf bir avludur, billurdandır üzeri.)

Belkıs, gördüklerine oldu meftun ve hayran.
Peygamber olduğuna yakini arttı o an.

Gönülden iman etti Allahın birliğine.
İslamla şereflenip, girdi onun dinine.

Sonra da, Nikahına girip bu Peygamber’in,
Yüksek derecesiyle şereflendi Cennetin.
 

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Vefatı
Süleyman Peygamber ki, hükmederken dünyaya,
Allah’tan utanarak, ederdi Ondan haya.

Zaten onun, Rabbinden, bu mülk ve saltanatı,
Talep etmesindeki yegane, tek maksadı,

Dinini daha kolay yaymaktı insanlara.
Ve kabul ettirmekti, kendisini onlara.

Bir mucize olarak istemişti o mülkü.
İnsanlar, saltanata kıymet verirdi çünkü.

Bu kadar dünyalığa sahip iken, o yine,
Alçak gönüllülüğü, şiar etti kendine.

Daima Hakk'a karşı, bildi acizliğini.
Durmadan cihad edip, tebliğ etti dinini.

Hem öyle adaletle hükmetti ki kırk sene,
Dünya meliklerini hayran etti kendine.

Bu kadar çokken onun, mülkü ve saltanatı,
Bu nisbette çok idi, ibadet ve taatı.

Girip kendi yaptığı, o mescid-i Aksa’ya,
Hep ibadet yapardı, Allahü teâlâya.

Ve hatta bir iki ay, çıkmazdı dışarı pek.
Yemek için, yanına, alırdı biraz ekmek.

Her sabah, mihrabında, biter idi bir fidan.
Sorardı o fidana: (Neyedir senin faydan?)

Her fidan söyler idi, ona önce adını.
Sonra da arz ederdi, neye yaradığını.

Bir gün keçi boynuzu mihrapta gördü birden.
Ona dahi sordu ki: (Senin nedir faiden?)

O şöyle cevap verdi Süleyman Peygamber’e:
(Ben, senin mescidini geldim harab etmeye.)

Dedi: (Ben hayattayken, mescidim olmaz harap.)
Vefat edeceğini anlayıp dedi: (Ya Rab!

Ecelim yakın ise, öleceksem ben şayet,
Gizle bu cinnilerden öldüğümü bir müddet.

Böylelikle insanlar, anlasınlar ki iyi,
Asla bilmez cinniler, olacak hadiseyi.)

Sonra, yine mihrapta, dayanıp asasına,
Devam etti her günkü namazın edasına.

İşte bu vaziyette kılarken namazını,
Melek-ül mevt gelerek, alıverdi canını.

İbadet eylediği mescid-i Aksa’nın da,
Birer delik var idi, önüyle arkasında.

Cinler, bu deliklerden takip edip hep onu,
Görürlerdi devamlı ayakta durduğunu,

Sandılar ki, ayakta namaz kılıyor yine.
Vakıf olamadılar işin hakikatine.

Hayatta zannederek, Süleyman Peygamberi,
Aynen yapıyorlardı ağır ve zor işleri.

Aradan uzunca bir zaman geçti bu minval.
Hatta gariplerine gitmiyordu işbu hal.

Zira o, önceden de dışarı çıkmazdı pek.
Hep ibadet yapardı, sabahtan akşama dek.

Sonra bir ağaç kurdu, asa’yı kemirince,
Süleyman Peygamber de yere düştü böylece.

Yere düşmüş görünce, mübarek bedenini,
O zaman anladılar vefat eylediğini.

Cinniler, insanlara derdi ki o devirde:
(Biz biliriz, her ne ki olacaksa ilerde.)

Bu hadiseden sonra, kesildi hep sesleri.
Zira çıktı ortaya, yalan söyledikleri.
 

Son mesajlar