HAZRET-İ EBU BEKİR (Radıyallahü Anh)

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
ABDULLATİF UYAN

O dediyse, doğrudur

Adı Abdullah olup, künyesi Ebu Bekir.
Hazret-i Peygamberin yar ve sevgilisidir.

Abdülkâbe idi ki önceleri adı hem.
Bu ismi, Abdullah’a çevirdi Fahr-i âlem.

Lakab-ı şerifinden bir tanesi (Atik)tir.
Manası, Cehennemden azad olmuş demektir.

Zira Resul-i ekrem, bakıp onun yüzüne,
Buyurdu ki: (Bu girmez, Cehennem ateşine.)

Biri dahi (Sıddık)tır onun isimlerinden.
Yani çıkmaz yalan söz, asla onun dilinden.

Mirac'dan döndüğünde nitekim Resulullah,
Anlattı miracını kâfirlere o sabah.

Ve lakin inanmayıp, hep ettiler itiraz.
Dediler ki: (Bir anda, göklere gitmek olmaz.)

Sonra inatlarından toplandılar bir yere.
Dediler: (Söyliyelim bunu biz Ebu Bekr'e.

Bakalım bu habere, ne söyler Ebu Bekir?
Zira o, tecrübeli ve akıllı kimsedir.)

O da inanmaz diye, bir ümitle geldiler.
Kapıya çıktığında, ona şöyle dediler:

(Ya Eba Bekr, sen söyle, Mekke'den Kudüs'e dek,
Ne kadar zaman alır, bir defa gidip gelmek?)

Dedi ki: (Birkaç defa o yolda ettim sefer.
Çok iyi biliyorum, bir aydan fazla sürer.)

Kâfirler sevinerek, dediler ki: (Doğrudur.
Tecrübeli adamın cevabı böyle olur.)

Gülerek, sevinerek, hem de alay ederek,
Onu, kendilerinin fikrinde zannederek,

Dediler: (Senin dostun, diyor ki, ben bu gece,
Göklere gittim geldim, o sapıttı iyice.)

Hazret-i Ebu Bekir, o Resul'ün adını,
İşitince, onlara verdi şu cevabını:

(Eğer o söylediyse, evet, gidip gelmiştir.
Zira o, ömründe hiç yalan söylememiştir!)

Kâfirler, bu cevabı alıp dona kaldılar.
Önlerine bakarak, oradan ayrıldılar.

Hazret-i Ebu Bekir, giyinip çıktı evden.
Peygamber-i zişanın yanına gitti hemen.

Kalabalık içinde, yüksek bir seda ile,
Fikrini, şu şekilde arz eyledi Resul'e:

(Miracınız mübarek olsun ya Resulallah!
Malım, canım, her şeyim fedadır sana Vallah.

Sonsuz hamd ve şükürler olsun ki Rabbimize,

Her şeyden habersizken, tanıttı seni bize.)

Ya resulallah, senin, doğrudur her kelamın.
İnandım miracına, fedadır sana canım!)

Mirac’a inanınca böyle can-ü gönülden,
(Sıddık) lakabı ile şereflendi o günden.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Çocuğun yaşayacak
Validesi Ümmül-Hayr Hatunun, önceleri,
Doğan çocukları hep, ölüyordu her biri.

Hazret-i Ebu Bekr’i verince Allah ona,
Beytullah'a götürdü alarak kucağına.

Orada dua edip, dedi ki: (Ey Allah’ım!
Bağışla bunu bana, yaşasın bu evladım.)

Beyt-i şerif içinden, bir el çıktı o zaman.
Bebeğinin elini sıkıca tuttu o an.

Ve gaibten bir nida edildi ki: (Ey hatun!
Üzülme, sevin çünkü, yaşayacak bu oğlun.)

Bir gün de Resulullah, sevgili Eshabiyle,
Otururken, Ebu Bekr arz eyledi Resul'e.

Dedi: (Ya Resulallah, senin hakkın için ben,

Ömrümde hiçbir puta tapınmadım katiyen.)

Hazret-i Ömer dahi bulunurdu orada.
Şöyle sual eyledi, Sıddık'a o arada:

(Niçin yemin edersin Resul'ün hakkı için?
Cahiliyet devrinde bunca ömür geçirdin.)

O ise, sözlerine şöylece etti devam:
Küçükken, puthaneye götürdü beni babam.

(Bunlar, senin ilahın, secde eyle!) dedi ve,
Beni orada koyup, kendisi gitti eve.

O putlardan birine yaklaşıp ben bu sefer,
Bağırdım: (Karnım çok aç, bana biraz yemek ver!)

Cevap alamayınca, (Su ver!) dedim bu defa.
Baktım, yine o puttan çıkmadı ses ve seda.

Bir taş alıp dedim ki: (Atarım bunu sana!
Eğer sen ilah isen, mani ol haydi bana.)

Yine ses çıkmayınca, taşı attım bu kere.
O put, yüzü üzeri devrildi hemen yere.

Az sonra babam gelip, gördü bu vaziyeti.
(Ne için böyle yaptın?) diyerek sitem etti.

Annem de öğrenince, görmedi bunda beis.
Dedi: (Kendi haline bırakalım bunu biz.

Zira bunun hakkında, bana, Allah katından,
Bir hitap gelmişti ki, hiç çıkmaz hatırımdan.)

Ben, anneme sordum ki: (Nasıl hitap olundu?)
Dedi: Senin doğumun, vakta ki yakın oldu.

Gaibden, kulağıma ses geldi o esnada.
Diyordu ki (Ey hatun, müjdeler olsun sana.

Zira gayet mübarek bir çocuğun doğacak.
Adı hem, yerde Atik, gökte Sıddık olacak.

Hazret-i Muhammede iman eder hem de ilk.
O yüce Peygambere, olur hem yar ve refik.)

Hazret-i Ebu Bekir sözünü bitirince,
Gökten Cibril-i emin nazil oldu hemence.

Resul'e, tam üç defa dedi ki: (Ebu Bekir,
Bu anlattıklarını doğru söylemektedir.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Allah bizimledir
Ne zaman ki Resul'e verildi hicret izni.
O gün şereflendirdi Sıddık’ın hanesini.

Buyurdu: (Ya Eba Bekr, bana da, hicret için,
Rabbimiz tarafından, verildi bugün izin.)

O, merakla sordu ki: (Ey Resul-i mücteba!
Ben de beraber miyim, sizin ile acaba?)

Resulullah, cevaben buyurdular ki: (Evet.)
Hazret-i Ebu Bekir, sevindi buna gayet.

Ve hatta bu sevinci oldu ki öyle içten,
Ağlayıp, gözlerinden yaşlar aktı sevinçten.

O gece, yanlarına biraz azık aldılar.
Ve arka pencereden, gizlice ayrıldılar.

Belli olmasın diye, hem de ayak izleri,
Parmakları ucunda yürürlerdi ekseri.

Hazret-i Ebu Bekir, Resul'ün çevresinde,
Yürürdü bir korku ve telaş içerisinde.

Bir sağa, bir de sola geçerek yürüyordu.
Bir ileri, bir geri, yer değiştiriyordu.

Resulullah sordu ki: (Niçin böyle edersin?
Bir pervane misali, etrafımda dönersin.)

Dedi: (Ya Resulallah, endişe ederim ben,
Ki, size zarar gelir, herhangi bir cihetten.

Onun için bir sağdan, bir soldan yürüyorum.
Bir zarar gelecekse, bana gelsin diyorum.)

Buyurdu ki: (Üzülme, Rabbimiz bizimledir.
Onlar zarar yapmaya, olamazlar muktedir.)

Nihayet mağaraya vardılar selametle.
Ve lakin Resulullah yorulmuştu gayetle.

Ve hem de nalinleri koptuğundan o dağda,
Mübarek ayakları kanadı o arada.

Mağara kapısına vardılar en nihayet.
Sıddık arz eyledi ki: (Az bana müsade et.

Gireyim sizden önce, akrep yılan olmasın.
Haşeratın zararı, size hiç dokunmasın.)

Sonra girdi içeri, Resul izin verince.
İçerde büyük küçük, delikler gördü nice.

Gömleğini yırtarak, tıkadı delikleri.
Lakin parça bitince, açıkta kaldı biri.

Ve çıplak ökçesini, koydu açık deliğe.
Dedi: (Ya Resulallah, buyurun içeriye.)

Girdi Resul içeri, lakin çok yorgundular.
Ebu Bekr'in dizinde bir miktar uyudular.

Sıddık’ın, ayağını koyduğu o delikten,
Bir yılan, ayağını kuvvetle soktu birden.

Canı yandı ise de bu acıdan be gayet,
Uyanmasınlar diye, etmedi hiç hareket.

Lakin gözyaşlarına, mani olamamıştı.
Resul'ün nur yüzüne, bir damla damlamıştı.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Korkma ya Eba Bekir!
Hazret-i Sıddık ile Resulullah, o gece,
Karanlık mağarada beklediler öylece.

Sabah, onu gömleksiz görür görmez o Server,
Buyurdu ki: (Gömleğin ne oldu ya Eba Bekr?)

Dedi: (Ya Resulallah, girdiğimde, burada,
Yılanlar ve akrepler, geziyordu ortada.

Beni görüp kaçtılar, hepsi deliklerine.
Gömleğimi yırtarak, tıkadım her birine.)

Sıddık'ın ayağını ısırınca o yılan,
Gözünden yaş damladı onun ızdırabından.

O yaş, Resulullah'ın düşünce nur yüzüne,
Uyanıp, sebebini sorunca kendisine,

Dedi: (Ya Resulallah, delikteki bir yılan,
Isırdı ayağımı, yaş geldi o acıdan.)

O Server buyurdu ki: (Geri çek ayağını!)
(Peki!) deyip çekince, gördüler o yılanı.

Koca bir yılan idi, çok heybetli ve iri.
Azarladı yılanı Allah’ın Peygamberi:

(Ey yılan, korkmaz mısın âlemlerin Rabbinden?
Hem de utanmaz mısın, Onun Peygamberinden?

Eziyet ediyorsun, sen bu arkadaşıma.
Izdırap veriyorsun, bu yar ve yoldaşıma.)

Yılan dile gelerek, dedi: (Ya Resulallah!
Sen, bütün varlıkların Peygamberisin Vallah.

Seni seven, sadece değildir ki insanlar.
Aşıktır sana kuşlar, karıncalar, yılanlar.

Ben de aşık olmuşum, yüzünüzü görmeye.
Ve yalnız, bu maksatla girmiştim bu deliğe.

Bu sıkıntılı yerde, gece gündüz demedim.
Senelerdir, sabırla yolunuzu bekledim.

Girdiniz güneş gibi, karanlık mağaraya.
Sıddık mani olunca, kalmadı bende haya.

Yüzünü görmek için, bu suçu işledim ben.
Özrümü kabul edip, af buyur beni lütfen.)

Resul kabul buyurdu, yılanın bu özrünü.
Görebildi böylece, Resul'ün nur yüzünü.

O sırada müşrikler, mağara önüne dek,
Gelmişlerdi onların izlerini sürerek.

Lakin gördüklerinde, o örümcek ağını,
Ve bir güvercinin de, hem yuva yaptığını.

Dediler: (Eğer onlar, girselerdi bu yere,
Ağ yırtılır, hem yuva bozulurdu bir kere.)

Onlar, kapı önünde konuşurken bu minval,
Hazret-i Ebu Bekir endişe etti derhal.

Dedi: (Ya Resulallah, onlardan bir tanesi,
Eğilip bakmış olsa, burada görür bizi.)

O Server buyurdu ki: (Korkma ya Eba Bekir!
Korkma ki, Hak teâlâ bizimle beraberdir.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Mağarada Cennet suyu
Peygamber Efendimiz, Sıddık ile böylece,
Mağarada kaldılar, üç gündüz ve üç gece.

Sıddık hararetlenip arzuladı serin su.
Ve hemen arz edince, Resul'e bu hususu.

Buyurdu: (Ya Eba Bekr, çıkıver dışarıya.
Bir ırmak görürsün ki, iç ondan doyasıya.)

Sıddık emre uyarak, dışarı çıktı hemen.
Bir ırmak görüverdi orada hakikaten.

Baldan tatlı kardan ak, miskten güzel kokardı.
Mağaranın önünde, gürül gürül akardı.

İçti Sıddık-ı ekber, o sudan doya doya.
Döndü ferahlanarak, tekrar o mağaraya.

Dedi: (Ya Resulallah, dağ başında bu ırmak,
Nasıl böyle akar ki, ederim bunu merak.)

Buyurdu: (Hararetten, vakta ki yandı için.
Hak teâlâ yarattı bu suyu senin için.)

Hazret-i Ebu Bekir sevindi gayet buna.
Dedi ki: (Anam babam, feda olsun yoluna.

Hak teâlâ katında, acaba bu günahkâr,
Ebu Bekr'in kıymeti, var mıdır ki bu kadar,

Bu güzel, serin suyu, Mekke'nin bir dağında,
Akıttı benim için, misk-ü anber tadında?)

Cevaben buyurdu ki: (Evet ya Eba Bekir!
Hak katında kıymetin, daha da ziyadedir.)

Hazret-i Ebu Bekir, yine o mağarada,
Bir kuşcağız gördü ki, dururdu hep tavanda.

Ne yer, ne de içerdi, dururdu aynı minval.
Çok tuhafına gitti, ondaki bu garip hal.

Düşündü ki: bir canlı, nasıl yaşar yemeden?
O esnada Cebrail oraya geldi hemen.

Resul vasıtasıyla buyuruldu ki ona:
(Merak ettiğin şeyi, sual et o hayvana.)

Hazret-i Ebu Bekir, etti ki kuşa sual:
(Ne yer, ne de içersin, nedir bu sendeki hal?)

O zaman kuş söyledi, sırrını Ebu Bekr'e.
Dedi ki: (Bu esrarı, size derim ilk kere.

Yarattı Hak teâlâ, bin yıl önce beni hem.
Sadece iki sözdür, benim yemem ve içmem.

Acıkınca, birini söylerim, doyar karnım.
Susayıp, öbürünü söyleyince kanarım.)

Buyurdu: (Ey kuşcağız, bu ne acayip şeydir.
Seni böyle doyuran, kandıran sözler nedir?)

Dedi ki: (Hak teâlâ, herşeye kadir elbet.
O, her türlü doyurur, Onundur güç ve kuvvet.

Doyurur beni dahi, iki kelime ile.
Bunlar dahi bahusus, ilgilidir seninle.

Sana buğz edenlere lanet eder, doyarım.
Seni çok sevenlere dua eder, kanarım.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Ey Cibril, çabuk yetiş!
Cebrail'e sordu ki, o Resul-i mücteba:
(Ümmetimin hepsine sual var mı acaba?)

Dedi ki: (Evet vardır, sırf Ebu Bekir hariç.
Ümmetinin içinde, sual olmaz ona hiç.

Ona, mahşer gününde, denir: Ya Eba Bekir!
Hesaba çekilmeden, sen buyur, Cennete gir.

O der ki: Beni seven müslümanlar da, tek tek,
Cennete girmeyince, istemem ben de girmek.)

Birgün de, Resulullah Efendimize diye,
Birisi, gümüş yüzük getirmişti hediye.

Peygamber Efendimiz, onu kabul ettiler.
Ve hemen o yüzüğü, Ebu Bekr'e verdiler.

Dediler: (Götür bunu, kuyumcunun birine,
La ilahe illallah nakşetsin üzerine.)

Hazret-i Ebu Bekir, onu Resulullahtan
Alıp, bir kuyumcuya götürdü hemen o an.

Dedi: (Yaz bu yüzüğe, la ilahe illallah.
İlave et yanına, Muhammed Resulullah.)

Halbuki Resulullah böyle emretmemişti.
İkinciyi, kendisi ilave ettirmişti.

Hazret-i Ebu Bekr'in, dediği gibi aynen,
Kuyumcu, iki ismi yüzüğe yazdı hemen.

Sıddık yüzüğü alıp, götürürken Resul'e,
Hak teâlâ bir hitap buyurdu Cebrail'e:

(Çabuk git, Habibimin yüzüğüne, sen dahi,
Ebu Bekir ismini yazıver bizatihi.

O, benim adım ile, Habibimin adını,
Madem uygun görmedi, ayrı olmalarını.

Ben de uygun görmedim, ayrılsın birbirinden.
Peygamberim'in ismi, Sıddıkım'ın isminden.)

Hazret-i Ebu Bekir, Resul'e giderken tam,
Bir anda indi yere, Cibril aleyhisselam.

Elindeki yüzüğe, olmadan hiç haberi,
(Ebu Bekir) ismini yazdı ve döndü geri.

Sıddık geldi nihayet, o Resul'ün evine.
Teslim etti yüzüğü, bizzat kendilerine.

Ve lakin o yüzüğe bakınca Fahr-i âlem,
Gördü, (Ebu Bekir) de yazılmış yüzüğe hem.

Hemen sual etti ki ona: (Ya Eba Bekir!
Yüzükte, senin dahi ismin var, sebep nedir?)

Hazret-i Ebu Bekir, utandı, etti hicab.
Bu hususta, Resul'e veremedi bir cevap.

O an yine Cebrail, emirle indi yere.
Allah’ın selamını iletti Peygambere.

Dedi: (Ey insanların, cinlerin Peygamberi!
Kendisinin isminden, Sıddık'ın yok haberi.

O, yolda gelir iken, Rabbimizin emriyle,
Ebu Bekr'in ismini, ben yazdım o yüzüğe.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Ebu Bekr vekilimdir
Hak teâlâ emriyle, Arasat meydanına,
Yakut’tan bir taht konur, hem de tam ortasına.

Sonra, bu taht üstüne, Hazret-i Ebu Bekir.
Hak teâlâ emriyle, gelip oturuverir.

Bu defa, sağ tarafa taht konulur altın’dan.
Buna dahi, bir melek oturur Hak katından.

Bir de gümüş taht konur, meydanın sol yanına.
Bir başka melek dahi, oturur gelip ona.

Sağda oturan melek, ayağa kalkar önce.
Bütün mahşer halkına, hitabeder şöylece:

Der ki: Ey müslümanlar, Rıdvan’dır adım benim.
Cennetlere müvekkel vazifeli meleğim.

Bana emreyledi ki, Hak teâlâ şu anda:
(Cennetin kapısının anahtarını al da.

Habibim Muhammed’e git ver o anahtarı.
O, kimlerden razıysa, içeri al onları.)

Ben vardım bu emirle, Allah’ın Resulü’ne,
Rabbimizin emrini ilettim kendisine.

Lakin o buyurdu ki: (Şu anda çok işim var.
Ümmetim, bu mahşerde hayli sıkıntıdalar.

Sen, işbu anahtarı bana verme kardeşim.
Bugün ben, ümmetime şefaat edeceğim.

Bunu sen götür hemen, Ebu Bekr’e teslim et.
O görsün bu hizmeti, vekilim odur elbet.)

Ben dahi, (Baş üstüne!) diyerek işbu emre,
Verdim o anahtarı, Hazret-i Ebu Bekr'e.

Cennetin kapısında, bizzat ben duracağım.
O, kimden razı ise, içeri alacağım.

Kimden razı değilse Hazret-i Ebu Bekir,
Onu almayacağım, böyledir zira emir.

Rıdvan bitirir sözü ve oturur yerine.
Soldaki melek kalkıp, başlar şu sözlerine.

Der ki: Ey mahşer halkı, Malik’tir adım benim.
Ben dahi, Cehenneme müvekkel bir meleğim.

Rabbimiz, Cehenneme ait anahtarı da,
Almamı emreyleyip, buyurdu ki bana da:

(Götür ver Habibime, sen de bu anahtarı.
O, kimi istiyorsa, Ateş'e at onları.)

Ben de, o anahtarı götürüp ona yine,
Rabbimizin emrini, ilettim kendisine.

Dedi ki: (Ey kardeşim, çok işim var şu saat.
Günahkâr ümmetime, edeceğim şefaat.

Sen, işbu anahtarı Sıddık’a teslim et ki,
Odur benim vekilim, o görsün bu hizmeti.)

Ben de, aynı şekilde (Peki!) deyip bu emre,
Verdim o anahtarı, Hazret-i Ebu Bekr'e.

Kim varsa Ebu Bekr'in razı olmadıkları,
Cehennem ateşine atacağım onları.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Uçun aşk meydanında
Peygamber Efendimiz, buyurdu ki bir defa:
(Kainatta hiçbir şey yaratılmadan daha,

Yer ve gök, Arş ve Kürsi, hem Cennet ve Cehennem,
Yaratılmamıştı ki, henüz ne Lehv, ne Kalem.

Benim ve Ebu Bekr’in ruhunu, ilk evvela,
Güvercin suretinde yarattı Hak teâlâ.

Sonra da bu ruhlara emretti ki Rabbimiz:
(Çıkıp, aşk meydanında uçun şimdi ikiniz.

İsmi, Muhammed olsun, kim geçerse ileri.
Hem Ebu Bekir olsun, kalırsa her kim geri.)

Sonra uçtuk ikimiz ve ben, Ebu Bekir'i,
Bir parmak eni kadar geçiverdim ileri.)

İşte, Hazret-i Sıddık, bu şeref ve bu şana,
Uymakla kavuşmuştur, Peygamber-i zişana.

Yine Peygamberimiz buyurdu ki bir defa:
(İki mümin, bir işte düşerse ihtilafa.

Haklı olduğu halde, biri o müminlerden,
Eğer haksız görürse kendisini o hemen,

Cennette, onun için bir köşk verilecektir.
Kefili ise benim, anahtarı bendedir.)

Bir gün Resulullahla, Hazret-i Ebu Bekir,
Dururken, yanlarına hayasız biri gelir.

Hakarette bulunur Allah’ın Resulü’ne.
Sabreder Resulullah onun bu sözlerine.

O, bu hakaretlere bir müddet devam eder.
Resul-i ekrem ise, cevap vermez, sabreder.

Hazret-i Sıddık dahi, bakıp Resulullaha,
Sabredip, karşılıkta bulunmaz o ahmağa.

O hakaret ettikçe lakin mütemadiyen,
Artık dayanamayıp, cevap verir aniden.

Ve der ki: (Ey hayasız, hiç utanmıyor musun?
Allah’ın Resulü’ne hakaret ediyorsun.)

Hazret-i Ebu Bekir böyle cevap verince,
Resulullah, oradan ayrılırlar hemence.

Lakin Hazret-i Sıddık, koşup arkalarından,
Hazret-i Peygambere şöyle sorar o zaman:

(Anam babam, zatına feda olsun Efendim!
Ne için ayrıldınız, bir hata mı eyledim?)

Buyurur ki: (O bize, hakaretler ettikçe,
Melekler bizimleydi, biz cevap vermedikçe.

Hem de o, kötü sözler söyledikçe daima,
Melekler, (Sen öylesin!) derlerdi o adama.

Ama sen cevap verip, deyince bazı şeyler,
Melekler ayrıldı ve, şeytan geldi bu sefer.)

Sıddık bunu duyunca, üzüldü yaptığına.
O günden itibaren, taş koyardı ağzına.

Söylemek isteyince, faideli kelamlar,
Taşı çıkarıp söyler, koyardı sonra tekrar.
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Hazreti Aişe’nin gözyaşları
O Server geldi bir gün, evine Aişe'nin.
Sordu ki: (Yiyecekten var mıdır hiçbir şeyin?)

O, cevaben dedi ki: (Bu gece kaldığınız,
Evde çıkarmadı mı bir yemek, hanımınız?)

O böyle söyleyince Allah’ın Resulü’ne,
Peygamber Efendimiz, gücendi bu sözüne.

Müteessir olunca bu sözünden, o Server,
Dışarı çıkmak için, hazırlandı bu sefer.

Aişe validemiz, eteğinden tutarak,
Pek çok özür diledi, hemen pişman olarak.

Ve lakin eteğini çekerek Fahr-i âlem,
Çıkınca, Aişe'nin içini sardı elem.

Resul'ü üzdüğünü anlamıştı o zira.
Yüzünü yere koyup, başladı yalvarmaya:

(Ya Rabbi, senden gayri, yok bana acıyacak.
Beni, bu ızdıraptan, sen kurtarırsın ancak.)

Tam mescide girerken Rahmeten lil âlemin,
Bir anda indi yere, gökten Cibril-i emin.

Henüz bir ayağını atmıştı ki içeri,
Acele yetişerek, durdurdu o Server'i.

Dedi: (Hak teâlâdan, bir emir var ki size,
Malesef izin yoktur, mescide girmenize.)

Durup, sordu Cibril'e o Resul-i mücteba:
(Ey kardeşim Cebrail, sebep nedir acaba?)

O, cevaben dedi ki: (Ey Allah’ın Habibi!
Aişe'nin gözyaşı akıyor ırmak gibi.

Rabbimiz buyurdu ki, Aişe'ye giderek,
Teselli etsin onu, bir şeyler söyleyerek.)

Resul eve dönünce, af diledi Aişe.
Özrü kabul olunup, buldu huzur ve neşe.

Cebrail'e bir daha buyurdu ki Rabbimiz:
(O iki sevgiliyi barıştırdık şimdi biz.

Bir de ihsan edelim onlara şimdi yine.
Cennet nimetlerinden, al götür önlerine.

Girdi hemen Cennete, Cibril aleyhisselam.
Götürdü önlerine, Cennetten türlü taam.

İki lokma kalınca, Resulullah bu kere,
Buyurdu ki: (Bunlar da, kalsınlar Ebu Bekr'e.)

O an kapı çalındı, buyurdu ki o Server:
(Ebu Bekir gelmiştir, koş kapıyı açıver.)

O içeri girince, buyurdu ki: (Ey Sıddık!
Bunlar Cennet nimeti, senin için ayırdık.)

Aldı iki lokmayı, o da iki eline.
Uzattı o Server'le, temiz kerimesine.

O Resul buyurdu ki: (Senindi bu lokmalar.
Niçin sen yemeyip de, verirsin bize tekrar?)

Şöyle arz eyledi ki, o da Resulullaha:
(Yemeniz hayırlıdır, yememden bin kat daha.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Ümit kalmadı bende
Hazret-i Ömer der ki: Tebük’e gidilirken,
Yardım talep eyledi, Resul her sahabiden.

Şöyle buyurdular ki o zaman cümle halka:
(Herkes, iktidarınca getirsin bir sadaka!)

Resulullah, Eshaptan edince yardım talep,
Seferber oldu buna, Sahabe-i kiram hep.

Getirdi bazı şeyler, herkes gücüne göre.
Kimisi altın gümüş, kimi de verdi deve.

O zamanlar tesadüf, malım da çoktu benim.
Yarısını getirip, Resul'e teslim ettim.

Bana sual etti ki Resulullah o ara:
(Ne bıraktın ya Ömer, evinde olanlara?)

Dedim: (Ya Resulallah, bu kadar da evde var.)
Ben böyle söyleyince, bir şey buyurmadılar.

Az sonra Ebu Bekir, teşrif etti oraya.
Getirdiği malları, yığıverdi ortaya.

Resulullah, ona da sordu ki şöyle yine:
(Peki ya Eba Bekir, ne bıraktın evine?)

Dedi ki: (Neyim varsa, alıp geldim hepsini.
Koydum eve Allah ve Resul'ün sevgisini.)

Yani sevgi var iken Allah ve Resulüne,
İtibar edilir mi, dünya mal-ü mülküne?

O Server buyurdu ki, ikimize bakarak:
(Cevabınız kadardır, aranızda olan fark.)

O günden itibaren, iyi anladım ki ben,
Hiçbir şeyde, ben onu, geçemem hakikaten.

Zira yalnız bu işte, onu geçebilirdim.
O da böyle olunca, kalmadı hiç ümidim.

Hazret-i Ömer der ki: Bedir’e vasıl olduk.
Üçyüzsekiz sahabi, savaş için saf tuttuk.

Bin’e yakın kâfiri görünce Resul o gün,
Secdeye kapanarak, dua etti çok üzgün.

(Ya Rabbi, vadettiğin zaferi eyle ihsan!
Şu mağrur kâfirleri, eyle mahv-u perişan!)

Sıddık, başı ucunda işitip bu duayı.
Çok teselli eyledi, Resul-i mücteba'yı.

Dedi: (Ya Resulallah, kendini yorma fazla.
Korur elbet dinini, düşmandan Hak teâlâ.

Üzülme, O, vadinde duracaktır muhakkak.
Sana zafer verecek bu cenkte cenab-ı Hak.)

Sıddık'ın tesellisi bitmemişti ki daha,
Cibril, beşbin melekle, geldi Resulullaha.

Dedi ki: (Ebu Bekr'in, bu sözü üzerine,
Gönderdi Hak teâlâ bizi senin emrine.

zülme, müsterih ol, silahlıyız hepimiz.
Bu dini, kâfirlerden korumaya kafiyiz.)
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

Son mesajlar