Aman Dostlar! Dostlara Dikkat!

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,282
İstanbul..
Hayatta bir insanın başına gelebilecek en büyük bela ve musibet kötü arkadaş, kötü çevredir. İnsanlar havasız, güneşsiz, rutubetli, küflü, mikrop dolu, pis bir çevrede, yani kötü bir ortamda yaşadıkları zaman nasıl sağlıklarını kaybederek hasta olmaları büyük bir ihtimal ise, hatta eninde sonunda bundan kurtuluş yoksa, aynen öyle, kötü bir çevrede, pis ve kirli bir ortamda yaşayan, cahil, kaba saba, ahlaksız, kanunlara, toplumun örf ve adetlerine saygısız, dine, helale harama bağlı olmayan insanların arasında yaşayanlar da sonuçta o insanlar gibi olurlar.

Atalar “üzüm üzüme baka baka kararır” derken, böyle bir etkileşimden bahsetmek istiyorlardı şüphesiz. Bu konuda şu atasözleri de ne kadar gerçekleri yansıtır: “kır atın yanında duran, ya huyundan, ya tüyünden” etkilenirmiş. “Körle yatan şaşı kalkarmış.” “Söyle arkadaşını, söyliyeyim kim olduğunu.” İmiş. “Kişi sevdiği ile beraberdir.” Evet, aynen öyledir.

Bu yüzden bazı aileler çocuklarını iyi bir çevrede yetiştirmek için bazen mahallelerini değiştirir, ya da daha uzak mahallerdeki okulları tercih ederler. Bizim bir arkadaşımız vardı. Babası, huylarını beğendiği arkadaşlara cep harçlığı verir ve: “Beraber yiyin için, oğluma da ikram edin, aman sizden ayrılmasın” dermiş.

Okullarda nice masum yavrular, bir kötü arkadaş kurbanı olarak çoğu kez ilk defa sigarayla, alkolle, uyuşturucu ile, fuhuş ile, hatta yıkıcı ve bölücü ideoloji ve örgütlerle tanışırlar. Hayatlarının kaydığı noktada bir kötü arkadaş vardır genellikle. Yetmiş bin şeytan bir araya gelse, bir kötü arkadaşın yaptığını yapamaz maalesef! Hele bu kötü adam bir de öğretmen kılığında gelirse, çoğu zaman savunma refleksleri de kaybolur. Anarşi ve terörün okullardan başlaması ve yurda oralardan dağılması, bir ülke için ne kadar korkunç bir şeyse, Milli Eğitim için de o kadar felakettir, fecaattır.

Kötü arkadaşlar, masum gençlerin temiz fıtratlarından gelen duygularla alay ederek, önce savunmalarını kırarlar. Arkadaşları içinde kınanmaktan korkan henüz kişilikleri gelişmemiş gençler, gerek o kınanmayı ve alayı üstlerinden atmak, gerekse kendilerini ispatlamak amacıyla bencil duygularla hareket ettiklerinden çoğu kez düşünmeden duygusal hareket ederler ve pisliklerin içine dalar giderler. Böyle başlar hastanelerin, hapishanelerin, ya da erken yaşlarda mezarların yolu.

Aile iyi bir koruyucudur. Devlet okullarda gereken tedbirleri almalıdır. Amma her şeyden önce gençler de kendilerine dikkat etmeli, bir iş yaparken sonuçlarını değerlendirmeli, başkalarından ders ve ibretler almalıdır. Düşen insanlar ölüp giderlerken genellikle “ben yandım el yanmasın” derler. Başkalarının felaketinden ders alarak hayatlarına çekidüzen veren bahtiyarlara ne mutlu.

Yetmişli yıllardı. O anarşi ve terör yıllarında bir gün aynı okulda görev yaptığımız bir öğretmen arkadaşım bana bir çay ısmarladı. Onun hatırı için bir namaz sonrası bir çayhanede oturduk. O çayhanenin az ötesinde bir de kumarhane vardı. Oradan camiye doğru giderken masada oyun oynayanlardan biri diğerine “Ezan okunuyor lan, gitmiyor musun?” diye laf atıyordu kağıdını masaya şaklatırken. Baktım zayıf yüzlü, soluk benizli, tıraşı uzamış kılıksız biri bana bakıp gülüyordu. Aslında laf banaydı biliyorum. Öfkem geçince “ALLAH’ım bu kullarına da ezanı ve namazı sevdir” diye dua ettim.

Öğretmen arkadaş söz arasında dedi ki:

-Hocam ben de namaz kılmak istiyorum amma..

-Ne kadar güzel. Aması ne?

-Ben camiye yönelirsem, sanki devlet dairesindeki, iş yerlerindeki herkes dönmüş bana bakıyorlar sanıyorum ve!

-Eee!...

-Ve beni ayıplıyorlar, kınıyorlar sanıyorum.

-ALLAH ALLAH!...

-Evet, öyle.

-Ama kardeşim öyle değil! Sana kim bakar? Kim seninle ilgilenir ki?

-Ben namaza ters bir ortamda yaşadım hocam. Benim bütün arkadaşlarım namaza karşıdırlar da ondan. Maalesef içinde bulunduğum siyasi düşünce de öyle.

-Bunlar geçersiz mazeretler. Emin ol kınayandan sevinen daha çoktur.

-Olabilir ama, ben o çevreyi bırakamıyorum.

-Bak arkadaş, namaz her şeyden önce ALLAH (azze ve celle) ın kesin bir emridir. Biz bir Müslüman olarak, bundan onur duyarak yapmalıyız. Kınayanların kınaması bizi inancımızdan alıkoymamalı. Yoksa ortada bir inanç zafiyeti vardır.

-Ben inanıyorum hocam da.

-İkincisi, namaz farzdır dedik ya. Farzı inkar eden, alaya alan, faydasız değersiz gören, bu emri yaptığı için bir müslümanı kınayan, ondan gıcık kapan kimse, kesinlikle dinden çıkar. O bir kafirdir İslam’a göre. İslam’a saldıran bir kafir ise, yeryüzünde yürüyen ve sürünen hayvan ve haşerelerin en şerlisidir. Onların kınamasından, insan niye etkilensin ki?
-Ah hocam, bir de ben böyle diyebilsem.

Çok garip değil mi? Bir zaman da örtünmek istediğini söyleyen bir bayan meslekdaşıma:

-İyi ya, örtünün işte, demiştim. Bana ne dese beğenirsiniz?

-Örtündüğüm zaman kendimi sokakta çıplakmışım da herkes bana bakıyormuş gibi hissediyorum.. Utanıyor ve yapamıyorum.

Aman ALLAH’ım! Fıtrat böyle mi bozulur, insan böyle mi tepetaklak olurmuş! Bunlar hep kötü çevrenin eseri.

Akıllı insanlar iyi dostlar edinir, kötülerden kaçınır. İnsan akrabasını seçemez ama, dostlarını seçebilir. Bu da büyük bir imkan ve fırsat herkes için. Başaran için büyük bir meziyet.

Şimdi feleğin çemberinden geçmiş birinin, bir alimin yazdığı hatıralarını okuyorum. Gençlik yıllarını anlatırken bir yerde şöyle diyor:

“Yeni evimde her bakımdan hayatımı düzene koymuş, ahenkle çalışıyordum. Neşem yerindeydi. Ama eski arkadaşlarım huzurumu bozuyordu. Hiçbiri namaz kılmadığı gibi benim namazımla da okumamla da alay ediyorlar, ara sıra da kahvehaneye gitmem için zorluyorlardı. Yine bir hafta tatil günü birlikte kahvehaneye gittik. Kahvehanenin yakınındaki Esenbey Camii’nde öğle ezanı okunurken arkadaşlarım yüzüme bakıp gülmeye başladılar. Bana da dokundurarak namazla alay edercesine konuşurlarken dirseğimi masanın üstüne, elimi de şakağıma koydum, düşündüm. Bunlar bana dost mu, düşman mı? ALLAH’ın her Müslümana farz kaldığı namazı kendileri de kılmalıyken benim namazımla alay ediyorlar. Bu durum karşısında ya namazı ve okumayı bırakıp eski halime dönmeliyim, ya da bunları bırakıp arkadaşlığı kesmeliyim. Kendime yeni bir çevre edinmeliyim. Birincisi olmayacağına göre, ikincisini yapmalıyım. Ateşle pamuk bir arada durmadığı gibi ben de bunlarla birlikte huzur içinde yaşayamam. Kendi kendime bunları düşünüp tasarlarken namaz vakti geçti, camiye gidemedim; ama hiçbiriyle bir daha görüşmemeye kesin kararımı vererek hemen kalktım. Kendilerine de, kahvehaneye de veda ettim. İleride dönüş yapıp benim yoluma girenlerden başka, hiçbiriyle bir daha görüşüp konuşmadım. O zamandan beri de zaruri haller dışında kendi isteğimle bir daha kahvehaneye gitmedim. Yolumuz gibi fikri düşüncelerimiz de ayrı olan arkadaşlarımdan koptuktan sonra, aynı yolun yolcusu olanlardan yeni arkadaşlar edinmeye başladım. Evim hem iş yeri hem ders çalışma yeri, hem de misafirhane oldu.

Eskilerin ifadesiyle kimi dostlar gıda gibi her gün, kimileri ilaç gibi arada bir gerekli, kimileri de zehir gibi hiç gereksiz imişler. Aman dostlar, dostlara dikkat!

Cemal Nar
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

Son mesajlar