Faşizm Bitti, Yaşasın Liberal-Faşizm!
Siyasal terimler sözlüğünde böyle yazıyor: Politik güçle ekonomik gücün aynı elde toplanması. Stalin, Hitler vb örneklerde olduğu gibi devlet bütün ekonomik faaliyeti kontrol altında tutunca adına totalitarizm deniyordu. Bürokrasi piyasayı eziyordu eskiden. Malların fiyatına devlet karar veriyor, ihracatı, ithalatı, üretimi ve hatta tüketimi devlet memurları planlıyordu.
Bugün tersi oluyor. Piyasa bürokrasiyi ele geçirdi. Devlet yönetenler enerji ve finans devlerinden gelen danışmanların ve lobilerin ablukası altında.
Netice? Halk iradesiyle, demokrasiyle verilen kararlar bankaların emriyle iptal oluyor. Ulus-devletler hem halkın hem de kurum olarak devletin aleyhine hareket ediyorlar. Büyük şirketler, bankalar, enerji devleri vergi ödemiyor. Devlet içinde bağımsız devletler gibi hareket ediyorlar.
Dahası ulus-devletlerin kilit adamları daha görevden ayrılmadan özel şirketlerle anlaşıyorlar ve müstakbel patronlarına kolaylık sağlıyorlar. Örnek? Goldman Sachs. G20 ve hatta Afrika ülkelerine kadar bir çok makam eski ve/veya müstakbel Goldman Sachs müdürlerine ait. Meselâ Avrupa merkez bankası (Mario Draghi), İngiltere merkez bankası (Mark Carney) İtalyan hükümeti (Mario Monti), İngiliz hükümeti (David Cameron)
Ama bu banka bir istisna değil. ingiltere eski başbakanı Tony Blair JP Morgana gitti. İngiliz eski ticaret bakanı lord Mandelson Lazardda , 1998 ile 2005 yılları arasında Almanya Başbakanı olan Gerhard Schröder 250.000 maaşla Rus enerji devi Gazproma geçti. Görevden ayrılmadan önce GazPromun ihtiyacı olan bir çok projeyi onaylamış. Üstelik Deutsche Bank ve bir KOBİ destekleme bankası olan KfW 1 milyar kredi vermiş GazProma. Tabi başbakanın yani Schröderin garantisiyle! Aynı Schröderin Goldman Sachs ve Rothschildde danışmanlık yapması da ayrı bir anormallik. Son olarak BNP Parisbasya transfer olan Jean Lemierrei hatırlayalım. EBRDnin eski başkanıydı. (European Bank for Reconstruction and Development).
Küresel oligarşi diyebileceğimiz sistem giderek liberal totalitarizme evrildi. Bırakın kafa tutmayı, bu sistemi eleştirmek bile neredeyse imkânsız. Medya patronlarının baskısı eski totaliter rejimlerin sansürü gibi. Sistem aleyhine yazan gazetecilerin içinde işten atılan ve medyada iş bulması engellenen bir çok insan var.
Netice
Genelde insanlar tehlike geliyor uyarısını duyunca büyük bir hadise olmasını beklerler: Bir duvara toslamak yahut bir uçurumdan düşmek gibi. Oysa liberal faşizm daha çok bir bataklığa benziyor. Dizinize kadar giriyorsunuz, alışıyorsunuz. Sonra biraz daha batıyorsunuz. Ama o kadar yavaş batıyorsunuz ki her seferinde duvara toslamadık, demek yanıldılar diyorsunuz. Hayır duvara toslamayacağız ama dibi bulabiliriz!
alıntı
Siyasal terimler sözlüğünde böyle yazıyor: Politik güçle ekonomik gücün aynı elde toplanması. Stalin, Hitler vb örneklerde olduğu gibi devlet bütün ekonomik faaliyeti kontrol altında tutunca adına totalitarizm deniyordu. Bürokrasi piyasayı eziyordu eskiden. Malların fiyatına devlet karar veriyor, ihracatı, ithalatı, üretimi ve hatta tüketimi devlet memurları planlıyordu.
Bugün tersi oluyor. Piyasa bürokrasiyi ele geçirdi. Devlet yönetenler enerji ve finans devlerinden gelen danışmanların ve lobilerin ablukası altında.
Netice? Halk iradesiyle, demokrasiyle verilen kararlar bankaların emriyle iptal oluyor. Ulus-devletler hem halkın hem de kurum olarak devletin aleyhine hareket ediyorlar. Büyük şirketler, bankalar, enerji devleri vergi ödemiyor. Devlet içinde bağımsız devletler gibi hareket ediyorlar.
Dahası ulus-devletlerin kilit adamları daha görevden ayrılmadan özel şirketlerle anlaşıyorlar ve müstakbel patronlarına kolaylık sağlıyorlar. Örnek? Goldman Sachs. G20 ve hatta Afrika ülkelerine kadar bir çok makam eski ve/veya müstakbel Goldman Sachs müdürlerine ait. Meselâ Avrupa merkez bankası (Mario Draghi), İngiltere merkez bankası (Mark Carney) İtalyan hükümeti (Mario Monti), İngiliz hükümeti (David Cameron)
Ama bu banka bir istisna değil. ingiltere eski başbakanı Tony Blair JP Morgana gitti. İngiliz eski ticaret bakanı lord Mandelson Lazardda , 1998 ile 2005 yılları arasında Almanya Başbakanı olan Gerhard Schröder 250.000 maaşla Rus enerji devi Gazproma geçti. Görevden ayrılmadan önce GazPromun ihtiyacı olan bir çok projeyi onaylamış. Üstelik Deutsche Bank ve bir KOBİ destekleme bankası olan KfW 1 milyar kredi vermiş GazProma. Tabi başbakanın yani Schröderin garantisiyle! Aynı Schröderin Goldman Sachs ve Rothschildde danışmanlık yapması da ayrı bir anormallik. Son olarak BNP Parisbasya transfer olan Jean Lemierrei hatırlayalım. EBRDnin eski başkanıydı. (European Bank for Reconstruction and Development).
Küresel oligarşi diyebileceğimiz sistem giderek liberal totalitarizme evrildi. Bırakın kafa tutmayı, bu sistemi eleştirmek bile neredeyse imkânsız. Medya patronlarının baskısı eski totaliter rejimlerin sansürü gibi. Sistem aleyhine yazan gazetecilerin içinde işten atılan ve medyada iş bulması engellenen bir çok insan var.
Netice
Genelde insanlar tehlike geliyor uyarısını duyunca büyük bir hadise olmasını beklerler: Bir duvara toslamak yahut bir uçurumdan düşmek gibi. Oysa liberal faşizm daha çok bir bataklığa benziyor. Dizinize kadar giriyorsunuz, alışıyorsunuz. Sonra biraz daha batıyorsunuz. Ama o kadar yavaş batıyorsunuz ki her seferinde duvara toslamadık, demek yanıldılar diyorsunuz. Hayır duvara toslamayacağız ama dibi bulabiliriz!
alıntı