Sabrımız mi taşımıştı yoksa

GüLBeYaZ

Ehl-i sünnet
Sp Kullanıcı
21 Ağu 2017
2,433
8,008
Tarih 16 Eylül 1998. PKK terörünün azdığı günlerdi. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş Hataya gitti. Teröristbaşı Öcalanı topraklarında barındıran Suriyeyi Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırmasınlar! diyerek sert bir şekilde uyardı.

O günden sonra Öcalana gidecek mekân kalmamıştı. Sanki dünya kendisine dar gelmişti. En sonunda da paket teslimi Türkiyeye iade ettiler.
O gün 10 yaşındaki bir çocuğun dahi aklına şu sual gelmedi mi?
Devlet on beş yıldır bu asinin fitnesiyle uğraşıyordu. Suriyede olduğunu sağır sultan bile işitmiş durumdaydı. Yıllardır süren hadiseler Türkiyeye en az 150 milyar dolara mal olmuştu. Beş binden fazla asker ve altı bine yakın sivil vatandaşımız şehit edilmişti. On beş binin üzerinde de asker ve sivil olmak üzere yaralımız olmuştu. Şu konuşmayı bu kadar maddi ve manevi kayıp vermeden yıllar önce yapmak çok mu zordu?..
Hiç kimse zaman ve şartlar diyerek açıklama yapmaya kalkışmasın. Zira bu belayı içimize sokan da kullanan da paket teslimi eden de aynı mihraktı.
Yine bu mihrakın paket teslimini, o dönemde 28 Şubatın mimarlarına, bin yıl devam edecek diyenlere ve seçilmiş bir hükûmeti düşürenlere bir jest olarak sunması da değerlendirilmesi gereken ayrı bir mesele idi!
Tıpkı FETÖ örgütünü yerleştiren büyüten ve onun eliyle işgal hareketine girişen gibi. Fakat bu defa bir farklılık var. Evet içimize yerleştirdiler, evet tam manasıyla kullandılar, evet işgal hareketine de giriştirdiler. Fakat dikkat ediniz örgüt liderini teslim etmediler.
Zira bugün devletimiz Amerikanın emrinde hareket etmiyor!

Kanla beslenen ahtapot!

15 Temmuzdan beri ABD ile yollar net bir biçimde ayrıldı. Bir yılı aşkın süredir üstü kapalı bir şekilde devam eden mücadele bugün neredeyse açık bir hâl aldı. Artık dünya biliyor ki Türkiye ABDnin Orta Doğudaki projelerini tanımıyor. Hatta attığı adımlarla ABDnin senaryolarını bir bir bitiriyor. ABD terör örgütleriyle ittifak hâline düşmüş imajıyla dünyada saygınlığını itibarını sürekli kaybediyor, Time dergisinin son kapağında görüldüğü üzere yalnızlaşıyor.
Bu arada ABD, Türkiyenin gardını düşürmek için zaman zaman bazı sözcülerine ülkemiz lehine parlak nutuklar çektirmektedir. Bunları işiten içerideki kalemşorları ve bazı aydın geçinenler de hemen TVlerde ABD gerçeği gördü, ABD hatasını anladı, ABD ile ilişkileri düzeltmeli, ABD ile nereye kadar bu çatışma sürecek gibi yorumlar yaparak ahkâm kesmeye başlamaktadır. Bu görüş sahipleri ya ABD beslemeleridir ya korkaktır. Vesayet sistemi altında şahsiyeti gelişmemiş insanlardır.
ABD ile ilişkilerimizin tanımlandığı stratejik müttefiklik deyiminin aslında böyle olmadığı hatta onların nazarında bunun hizmetçiye verilmiş bir parlak unvan olarak görüldüğünü de hatırdan asla çıkarmamalıdır.
Adına stratejik müttefik dediğimiz bu korkunç ahtapotun on yıllardır kanla beslendiğini de unutmayalım. Irakta, Suriyede, Mısırda, Libyada Afganistanda akan kanlardan sorumlu olduğunu hatırdan çıkarmayalım. DAEŞ, YPG, PKK, PYD, FETÖ, El-Kaide ve daha nice örgütleri eliyle Türkiyede binlerce masumun kanının müsebbibi olduğunun idraki içinde olalım.
Bir adam ne ile beslenmeye alışmışsa her zaman onu bekler. Şayet fırsat bulursa bu defa daha korkunç bir şekilde intikamını alacaktır. Orta Doğuda emecek kan bırakmadı neredeyse. Şimdi daha besili ülke aramanın derdindedir.
Millet 15 Temmuz İstiklal Mücadelesini neticelendirinceye kadar devam ettirmelidir. Bu netice; duruşuyla, tavrıyla, vakarıyla ve şahsiyetiyle devlet olduğunu dünyaya kabul ettirmek ve öyle yaşamaktır. Esaret altında yaşamayı en büyük zül addederek kırk kişiyle Çin sarayını basan Kürşadın evlatları bugün seksen milyonluk koskoca bir ülke, dünyanın her yanında kalbi bu ülkeyle çarpan iki yüz milyondan fazla ırkdaşı ve bir milyardan fazla her vesile ile yanımızda durduğunu haykıran İslam Ümmetinin gücünü hissederek hareket etmelidir.
Bunun için tek şart bugünkü savaşın, varoluş mücadelesinin farkında olmaktır.

Farkında olmak

15 Temmuz gecesi bir millet bayrağıyla ve ezanıyla sokaklarda idi. İşgal hareketine karşı duruşunu gösterdi. İki ay boyunca sokaklarda yatarak büyük güçlerin maşalarını yere serdi.
Fakat işgal girişiminin arkasındaki o büyük güçler, bugün başka bir şekilde sınırı zorluyorlar. Maksat ve hedeflerinden asla vazgeçmiyorlar. Bunun adına Türkiyeyi kanlı baharlara hazırlamak, büyük İsraile Fırata doğru koridor açmak Türkiyeyi üçe beşe bölmek girişimleri diyebilirsiniz. Her halükârda ülke bir ölüm kalım mücadelesi vermeye devam ediyor. 15 Temmuz dehşet verici mücadelesinin sadece şekli ve mevzii değişti. Hatta bu defa son yüzyılının süper gücü ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Mehmetçik olanca gücü ve inancı ile kar kış demeden mücadelesini devam ettiriyor. Bizim de bu mücadelenin yediden yetmişe farkında olmamız gerekiyor. Farkındalık nasıl olur?
Geçen yaz Avusturyada bir konferans vermek üzere havaalanına giderken telefonuma bir mesaj düşmüştü.
Düşmanla mücadelede şehit düşen bir özel harekâtçımızın cebinden çıkan not yazılıydı. Şehidimiz şöyle diyordu:
Sizler survivor izlemekten vazgeçip de bu ülkede ne oluyor dediğinizde ben aranızda olmayacağım.
Evet özel harekâtçımız şehit düşmüştü. Artık aramızda yoktu. Peki biz ne kadar haberdardık!
Elbette şehitlerimizin ardından, Şehitler ölmez Vatan bölünmez demek mühimdir. Fakat asıl olan mücadelenin her zaman farkında olmaktır. Bu farkındalık gece yattığımızda sabah kalktığımızda namazlarımızda onları hep hatırlamak İhlas ve Fatihalar okuyup dualarla destek olmaktır. Zira:

Binlerce top ve tüfek yapamaz asla
Seher vakti gözyaşının yaptığını
Düşman kaçıran süngüleri çok defa
Toz gibi yapar bir müminin duası

Osmanlıda ordu sefere giderken bütün bir millet gözyaşları ile uğurlardı. Dönünceye kadar beş vakit duada unutmazlardı. Orduyu, leşker-i gaza ve leşker-i dua diye ikiye ayırırlardı. Leşker-i gazayı yani savaşan güçlerimizi devlet tayin etmektedir. Askerimiz de fedakârane mücadele vermektedir.
Leşker-i dua ise bütün bir millettir. Milletimiz de görevini eksiksiz yerine getirecek ve zafer Türk milletinin olacaktır inşallah.


TEFEKKÜR

Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest
Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz


28.01.2018

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
 
Son düzenleme:

Son mesajlar