PEYGAMBERİMİZE GELEN İLK VAHİY
İLK EMİR
Mübârek Ramazan ayının 17. günüydü. ( İbn-i Sad, I, 194.) Resûl-i Ekrem Efendimiz, mûtâdı üzere Hirâ Mağarasında idiler. Cebrâîl (a.s.) geldi ve Hazret-i Peygambere:
Oku! dedi.
Peygamber Efendimiz:
Ben okuma bilmem! karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, Hazret-i Peygamberi tâkati kesi*linceye kadar sıktı. Sonra yine:
Oku! dedi. Fahr-i Âlem Efendimiz yine:
Ben okuma bilmem! cevâbını verdi. Cebrâîl (a.s.) ikinci kez Onu tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar:
Oku! dedi. Hazret-i Peygamber yine:
Ben okuma bilmem! (Ne okuyayım?) dedi. Cebrâîl (a.s.) Varlık Nûrunu üçüncü defâ da sıkıp bıraktı. Ardından vahy-i ilâhîyi kendisine şöyle bildirdi:
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan yarattı. Oku, Rabbin nihâyetsiz kerem sâhibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (el-Alak, 1-5)
Bu emr-i ilâhî ile Allâhın Resûlünün şahsında bütün insanlığa Rabbin en büyük lutfu olan Kurân-ı Kerîmin nüzûlü başlamış oldu.
Hazret-i Peygamber, semâ kapılarından yeryüzüne rahmet ve şifâ olarak nüzûl etmeye başlayan Kurân-ı Mübînden ilk olarak bu âyet-i kerîmeleri telâkkî etti. Cebrâîl (a.s.) ayrılıp gidince, vahyin haşyetinden yüreği titreyerek Hazret-i Hatîce vâlidemizin yanına döndü:
Beni sarıp örtünüz; beni sarıp örtünüz! buyurdu.
Bir müddet istirahat ettikten sonra, başına gelen bu hâli, birlikte insanlığa numûne nezih bir âile hayâtı yaşadığı Hatîcetül-Kübrâ annemize anlattı. Endişeli bir şekilde:
Yâ Hatîce! Şimdi bana kim inanır? dedi.
O mübârek zevce, Varlık Nûru Efendisine:
Allâha kasem ederim ki, Allâh Seni hiçbir vakit utandırmaz (mahcûb etmez). Çünkü Sen, akrabânı himâye edersin, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fukarâya infâk eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun, misâfire ikrâm edersin, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardım edersin
Ey Allâhın Elçisi! Seni (evvelâ) ben kabûl ve tasdîk ederim. Allâh yoluna önce beni dâvet et! diyerek kendisini ilk tasdîk eden ve ilk destekleyen oldu.
Yâni Hazret-i Hatîce vâlidemiz, bir bakıma Ona lisân-ı hâl ile:
İyilik, ancak iyilik getirir! İhsânın karşılığı ihsândan başka ne olabilir ki! demek*teydi.
Böylece o, Resûlullâhın tertemiz ve nezih mâzîsini, apaydınlık bir istikbâlin müjdecisi ve gerekçesi olarak değerlendirmekteydi. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? (er-Rahmân, 60)
ALLAHIN ADIYLA OKU!
Resûlullâha gelen ilk vahyin ilk kelimesinin Oku! olması münâsebetiyle bunu gönül ehli, şöyle tefsîr etmiştir:
Oku! Her şeyi oku! Allâhın kitâbını oku! Allâhın âyetlerini oku! Kâinât kitâbını oku! Dâimâ oku! Hidâyete ermek, dalâletten uzaklaşmak için oku! Îmânını bütünleştirmek için oku! Allâhın adıyla oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yara*tan, fakat ona her şeyi okuma, aydınlatma, anlama ve anladığını yaşama imkânı veren yüce Rabbinin adıyla oku! İnsana okuma nîmetini ihsân ederek en büyük lutfu gösteren Allâhın adıyla oku! Öğrenmek için oku! Kudret kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allâhın adıyla oku!
Âyetteki oku emri çok mühimdir. Ancak bu okumanın Allâhın adıyla olması da aynı de*recede bir ehemmiyet taşımaktadır. Zîrâ oku emrine riâyetin ne sûrette olması gerektiğini bildirmektedir.
Oku emri, sâdece zâhirde bir okuma emri değil, kalbin, mânevî tezkiye ve tasfiye netîcesinde kitap ve hikmeti alıcı hâle gelmesidir. Bununla, tecellîlerin mâkesi olan kalp ile her şeyi okuyabilmek kastedilmektedir. Yâni kâinâtın bir kitap hâline gelmesi, kalbin kâinât sayfalarını çevirip hikmetleri ve ilâhî sırları okuyabilmesi, velhâsıl insanın kâinâtı, kendini, Kurân-ı Kerîmi okuması, idrâk etmesi ve yaşamasıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
PEYGAMBERİMİZE GELEN İLK VAHİY | İslam ve İhsan
Peygamber Efendimize ilk vahiy ne zaman ve nerede geldi? İlk vahiy nasıl geldi? İşte Allahın Resulü Hz. Muhammede (s.a.v.) ilk vahyin gelişi
Allâhın Resûlü kırk yaşında idiler. Vahye muhâtab olacak mânevî kıvâma ulaşmak için geçirdiği, hazırlık mâhiyetindeki altı aylık zaman sona ermişti.
İLK EMİR
Mübârek Ramazan ayının 17. günüydü. ( İbn-i Sad, I, 194.) Resûl-i Ekrem Efendimiz, mûtâdı üzere Hirâ Mağarasında idiler. Cebrâîl (a.s.) geldi ve Hazret-i Peygambere:
Oku! dedi.
Peygamber Efendimiz:
Ben okuma bilmem! karşılığını verdi. Bunun üzerine melek, Hazret-i Peygamberi tâkati kesi*linceye kadar sıktı. Sonra yine:
Oku! dedi. Fahr-i Âlem Efendimiz yine:
Ben okuma bilmem! cevâbını verdi. Cebrâîl (a.s.) ikinci kez Onu tâkati kesilinceye kadar sıktı. Sonra tekrar:
Oku! dedi. Hazret-i Peygamber yine:
Ben okuma bilmem! (Ne okuyayım?) dedi. Cebrâîl (a.s.) Varlık Nûrunu üçüncü defâ da sıkıp bıraktı. Ardından vahy-i ilâhîyi kendisine şöyle bildirdi:
Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alekadan yarattı. Oku, Rabbin nihâyetsiz kerem sâhibidir. O, kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti. (el-Alak, 1-5)
Bu emr-i ilâhî ile Allâhın Resûlünün şahsında bütün insanlığa Rabbin en büyük lutfu olan Kurân-ı Kerîmin nüzûlü başlamış oldu.
Hazret-i Peygamber, semâ kapılarından yeryüzüne rahmet ve şifâ olarak nüzûl etmeye başlayan Kurân-ı Mübînden ilk olarak bu âyet-i kerîmeleri telâkkî etti. Cebrâîl (a.s.) ayrılıp gidince, vahyin haşyetinden yüreği titreyerek Hazret-i Hatîce vâlidemizin yanına döndü:
Beni sarıp örtünüz; beni sarıp örtünüz! buyurdu.
Bir müddet istirahat ettikten sonra, başına gelen bu hâli, birlikte insanlığa numûne nezih bir âile hayâtı yaşadığı Hatîcetül-Kübrâ annemize anlattı. Endişeli bir şekilde:
Yâ Hatîce! Şimdi bana kim inanır? dedi.
O mübârek zevce, Varlık Nûru Efendisine:
Allâha kasem ederim ki, Allâh Seni hiçbir vakit utandırmaz (mahcûb etmez). Çünkü Sen, akrabânı himâye edersin, işini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fukarâya infâk eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun, misâfire ikrâm edersin, Hak yolunda zuhûr eden hâdiselerde (halka) yardım edersin
Ey Allâhın Elçisi! Seni (evvelâ) ben kabûl ve tasdîk ederim. Allâh yoluna önce beni dâvet et! diyerek kendisini ilk tasdîk eden ve ilk destekleyen oldu.
Yâni Hazret-i Hatîce vâlidemiz, bir bakıma Ona lisân-ı hâl ile:
İyilik, ancak iyilik getirir! İhsânın karşılığı ihsândan başka ne olabilir ki! demek*teydi.
Böylece o, Resûlullâhın tertemiz ve nezih mâzîsini, apaydınlık bir istikbâlin müjdecisi ve gerekçesi olarak değerlendirmekteydi. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? (er-Rahmân, 60)
ALLAHIN ADIYLA OKU!
Resûlullâha gelen ilk vahyin ilk kelimesinin Oku! olması münâsebetiyle bunu gönül ehli, şöyle tefsîr etmiştir:
Oku! Her şeyi oku! Allâhın kitâbını oku! Allâhın âyetlerini oku! Kâinât kitâbını oku! Dâimâ oku! Hidâyete ermek, dalâletten uzaklaşmak için oku! Îmânını bütünleştirmek için oku! Allâhın adıyla oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yara*tan, fakat ona her şeyi okuma, aydınlatma, anlama ve anladığını yaşama imkânı veren yüce Rabbinin adıyla oku! İnsana okuma nîmetini ihsân ederek en büyük lutfu gösteren Allâhın adıyla oku! Öğrenmek için oku! Kudret kaleminin bu âleme çizdiği her satırı oku! İnsana bilmediğini öğreten Allâhın adıyla oku!
Âyetteki oku emri çok mühimdir. Ancak bu okumanın Allâhın adıyla olması da aynı de*recede bir ehemmiyet taşımaktadır. Zîrâ oku emrine riâyetin ne sûrette olması gerektiğini bildirmektedir.
Oku emri, sâdece zâhirde bir okuma emri değil, kalbin, mânevî tezkiye ve tasfiye netîcesinde kitap ve hikmeti alıcı hâle gelmesidir. Bununla, tecellîlerin mâkesi olan kalp ile her şeyi okuyabilmek kastedilmektedir. Yâni kâinâtın bir kitap hâline gelmesi, kalbin kâinât sayfalarını çevirip hikmetleri ve ilâhî sırları okuyabilmesi, velhâsıl insanın kâinâtı, kendini, Kurân-ı Kerîmi okuması, idrâk etmesi ve yaşamasıdır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
PEYGAMBERİMİZE GELEN İLK VAHİY | İslam ve İhsan