Kaderi bahane etme

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,557
59,110
KADERİ BAHANE ETME!

Kader konusunda sıklıkla düşülen bir yanlışa işaret eden son derece önemli bir hadis var. Bu yazıyı o hadis üzerine kaleme almayı düşündüm.

Olay şu:

Bir seher vaktinde Allah Resûlü (s.a.v.), kızı Hz. Fâtıma ve damatı Hz. Ali’yi teheccüd namazına uyandırmak istedi. Hz. Ali ve Fâtıma uyuyordu. Allah Resûlü onların evine gelerek kapılarının önünde dikildi ve içeridekilerin duyacağı şekilde “namaz kılmayacak mısınız?” diye seslendi. Bunun üzerine Hz. Ali uyanarak Allah Resûlü’ne şu şekilde cevap verdi: “Ey Allah’ın Resûlü! Canlarımız Allah’ın elindedir. Bizi uyandırmak isterse uyandırır.” Bunun üzerine Allah Resûlü herhangi bir cevap vermeksizin gerisin geriye döndü. Giderken bir yandan ellerini dizlerine vurup bir yandan da “İnsan gerçekten çok mücadelecidir” [Kehf, 54] âyetini okuyordu.

(Buhârî, Teheccüd, 5; Müslim, Salâtü'l-müsâfirîn, 206)

Olay gayet basit ve sıradan değil mi? Oysa bu sıradan olayda İslam’ın iman esaslarından birinin nasıl anlaşılması gerektiği ile ilgili çok önemli ipuçları var.

Bu olaydan çıkarabileceğimiz sonuçlar üzerinde duralım:

1. Allah Resûlü’nün kendisine teheccüd namazı farzdı ancak ümmetine farz değildi. Bununla birlikte o, ümmetinin de bu faziletten mahrum olmaması için teheccüd namazı kılmaya teşvik eden pek çok söz söylemişti. Yukarıdaki olayda da canı gibi sevdiği kızı ve damadının da bu faziletten mahrum kalmamaları için bizzat kapılarına kadar gelerek seher vaktinde yani sabah namazının hemen öncesindeki zaman diliminde onları uyandırmaya çalıştığını görüyoruz.

2. Hz. Ali’nin “canlarımız Allah’ın elindedir, bizi uyandırmak isterse uyandırır” ifadesi muhteva olarak doğru bir sözdür. Sadece canlarımız değil şu kâinattaki bütün varlıklar Allah’ın kontrolünde olup Rabbimiz “ol!” dedikten sonra yapamayacağı şey yoktur. Bununla birlikte Hz. Ali, bu sözü, Allah Resûlü’nün teşvik mahiyetindeki bir emrine yönelik bir tür bahane gibi ileri sürmüştür. Oysa kadere ilişkin temel kural şudur: “Allah’ın emir ve yasaklarına, kaderi bahane göstererek karşı çıkılmaz.”

Şimdi bunu birkaç örnekle açıklayalım:

Beş vakit namaz kılmak farzdır. Kur’an’da bu konuyla ilgili onlarca emir vardır. Şimdi namaz kılmayan birisine “Cenab-ı Hak namazı farz kılıp emrettiği halde niçin namaz kılmıyorsun?” denildiğinde o kişi tutup “Allah dileseydi bana namazı kıldırırdı, kıldırmadığına göre demek ki namaz kılmamı dilememiş, takdir etmemiş” diyerek karşı çıkılmaz.

İçki içmek haramdır. Bir Müslüman içki içtiğinde kendisine yönelik olarak “Rabbimiz içki içmeyi haram kıldığı halde niçin içki içiyorsun?” denildiğinde bu kişi “demek ki kaderimde içki içmek varmış. Allah istemeseydi içmezdim” diye kaderi bahane gösteremez.

Aslında kaderi bahane göstererek Allah’ın emir ve yasaklarını bir kenara bırakmak Mekke müşriklerinin de yaptığı bir şeydi. Rabbimiz onların bu durumunu şu şekilde ortaya koyuyor:

“Müşrikler diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde (peygamberleri) yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. (En’am, 148)

Ne kadar önemli bir âyet… Müşriklere “Allah’a ortak koşmayın” deniliyor. Onlar ise bu yasağın gereğini yapmak yerine kaderi bahane göstererek diyorlar ki: Şirk koşuyorsak bunun sebebi Allah’ın takdiridir. Demek ki o, bizim şirk koşmamızı takdir etti. Eğer o takdir etmeseydi biz bunu yapamazdık. Yine biz, bazı şeyleri helal bazı şeyleri haram kabul ediyorsak bu da Allah’ın takdiriyledir.

Allah da onlara soruyor: “Peki Allah’ın sizin bu yaptıklarınıza razı olduğunu, size bunları emrettiğini gösteren deliliniz nerede? Siz kendi kafanızdan atıp tutuyorsunuz. Allah’tan gelen hiçbir bilgiye dayanmıyorsunuz.”

Bir başka örnek. Kâfirlerin zengin olanlarına, fakirlere yardım etmeleri söylendiğinde onlar şöyle cevap veriyorlardı. “Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.” (Yasin, 47)

Demek ki dindeki emir ve yasaklar söz konusu olduğunda hiç kimse bunlara uymamak için kaderi bahane gösteremez.

3. Allah Resûlü, Hz. Ali’nin bu cevabı üzerine meseleyi fazla uzatmıyor. Ortam, bu konuda açıklama yapma, uzun uzun izahlarda bulunmaya elverişli olmadığından gerisin geriye dönüyor. Bu da bize, şayet dine ilişkin bir meselede ortam müsait değilse gereksiz tartışmalara girmenin, sözü uzatmanın doğru olmadığını ortaya koymaktadır.

4. Allah Resûlü, Hz. Ali’nin verdiği cevabı, Kur’an’dan bir âyetle irtibatlandırarak insanoğlunun çok mücadeleci bir yapıda olduğunu belirtiyor. Gerçekten de hepimiz, kendi menfaatlerimize dokunan bir şey olduğu zaman derhal savunma durumuna geçer, kendi haklılığımızı ispatlayacak bahane ve mazeretler üretiriz. Kendinizden başlayarak etrafa doğru şöyle bir bakın. Dindeki bir emir ve yasağı çiğneyerek itaatsizlik eden ya da nafileler konusunda gevşeklik, ihmalkârlık gösteren kimselere niçin böyle yaptığını sorsanız size sayacağı pek çok bahanesi vardır.

Namaz kılmayan birine gidin niçin namaz kılmadığını sorun. Size kırk tane sebep sayar: “Namaz kılmayı bilmiyorum”, “çok meşgulüm, günde beş vakit namaz fazla oluyor”, “şeytan vesvese veriyor”, “daha sonra bırakmaktan korktuğum için başlamıyorum”.

İçki içen birine sorun, size içki içmesini mazur gösterecek bir sürü sebep sayar. “Ben içmeyim de kim içsin, ne sıkıntılarım var bir bilsen”, “hayat başka türlü çekilmiyor, dertlerimi ancak böyle unutabiliyorum”.

Yılbaşında piyango kuyruğunda bekleyen yüzbinlerce kişiye mikrofon uzatılınca ne bahaneler ileri sürüyorlar bir dinleyin. Neredeyse adamlara hak vereceksiniz!

5. İnsan, dine ilişkin bir konuda kusurlu bir davranışı söz konusu olduğunda bahane ve mazeret üretmeyi bırakıp yanlış yaptığını kabullenmeli ve bir an önce eksiğini telafi etmelidir. İblis, Cenab-ı Hakk’ın Âdem’e secde edilmesi yönündeki emrini çiğnedi ve derhal buna dair bir mazeret üretti: “Ben daha hayırlıyım”. Hz. Âdem ile Havva ise yasak ağacın meyvesinden yediklerinde hiçbir bahane ve mazeretin ardına sığınmayıp “Rabbimiz bir nefsimize zulmettik, bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz” dediler. Rabbimiz İblis’i affetmedi, Hz. Âdem ve Havva’yı affetti.

6. Yukarıdaki olay, Hz. Ali efendimizin –hâşâ- dindeki emir, yasak ve teşvikleri yok saymak için bahaneler ürettiği anlamına gelmez. Çünkü sahabe-i kiram, dini Allah Resûlü’nden peyderpey öğreniyordu. Onlar bir yanlış yaptığında Allah Resûlü onlara doğrusunu öğretiyordu. Nitekim yukarıdaki olayı bizzat Hz. Ali kendisi daha sonra nakletmiştir. Şu halde Hz. Ali bu olaydan gereken dersi almış, yanlışını düzeltmiştir.

Rabbimiz, kendi buyruklarına hakkıyla itaat eden kullarından eylesin. Onun buyruklarını çiğneyip de sonra kaderi bir bahane olarak ileri sürmekten bizleri muhafaza eylesin.

(Soner Duman/17.Ramazan.1440/22.Mayıs.2019/Çarşamba)
 

Son mesajlar