İleriye dönük ne güzel hayallerimiz vardı bir zamanlar, bizi sarar sarmalardı...
Özellikle de politika ile meşgul olan arkadaşlarımın hayalleri sınırsızdı: Bir gün dindarlar iktidara gelecek ve Adan Zye bozuk olan her şeyi düzelteceklerdi...
Yeni bir düzen kuracaklar, topluma huzur dağıtacaklardı... Zaten yıllar boyu yeterince ezilmişlerdi, sömürülmüşlerdi, dindarlığın bedelini en ağır biçimde ödemişlerdi. Artık iktidarı hak etmişlerdi. Buna mecburdular: Zira Türkiye ancak onların devr-i iktidarında medeni temellerine dönebilirdi...
Siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda devrim mahiyetinde icraatlar yapılacak, özellikle kültürel kanallar yeniden açılacaktı. Tarih yeniden yazılacak, taşlar bir bir yerine oturtulacaktı.
Ekonomiden, kalkınmadan, zenginleşmekten, gelişmekten pek söz etmezlerdi. Onlara göre bunlar tali konulardı: En büyük dava Kültür ve medeniyet davası idi. Onu rayına oturtunca gerisi gelirdi.
Bizimkiler (dindarlar) aslında beceriksiz, başarısız değildi, ama devlet tüm kurumlarıyla solcuları, dünyacıları, laikleri destekliyor, bu yüzden bizimkiler öne çıkamıyordu... İktidara geldiklerinde durum değişecek, bizden insanların önü açılacak, bu şekilde daha bizden bir Türkiye kurulacaktı.
Bizimkiler nihayet iktidara da geldi, peki hayalimizdeki projeler, özellikle kültür ve medeniyete ilişkin olanlar ne kadar hayata geçti?..
Hayalimizdeki Türkiye ne kadar kurulabildi?..
Evet, Türkiye ekonomik olarak gelişiyor... Milli gelir artıyor... Dindarı, dinsizi bundan nasibini alıyor, zenginleşiyoruz... Ama dostlarım, kültürel zemin kayıyor, görmüyor musunuz? Dindarlar bile salt siyaset konuşuyor...
Dindarlar tarafından hizmet mülâhazasıyla kurulan televizyonlar, gazeteler, radyolar günlük siyaset sarmalında tükeniyor. Özellikle televizyonlarımızı magazin programları götürüyor.
Bir siyaset var gündemde, bir de ticaret (sanayi, ekonomi, vs.), bir futbol (spor değil, dindarlar spor yapmayı sevmez)...
Giyim-kuşam, moda...
Güzellik merkezleri, zayıflama kürleri, manikür-pedikür (dindar erkeklerin de bu işe fena dadandığını duydum), marka sohbetleri, araba modelleri...
Kısacası dostlarım, dinsiz ne konuşuyorsa, dindar onu konuşuyor. Laik nasıl yaşıyorsa, dindar öyle yaşıyor...
Yani, ehl-i dünyanın dünyasını dolduran ıvır-zıvır bizim de dünyamızı doldurmuş durumda: Tefekküre, tezekküre, şefkate, infaka dünyamızda yer kalmadı!
Kültür, medeniyet, sanat, estetik, kitap tartışan yok. Bırakınız tartışmayı, konuşan dahi yok. Dindar iktidar dindara çok pahalıya patladı! Dâvâsını kemirdi!
Vakıa hükümet Türkiyeyi kalkındırıyor, demokratikleştiriyor, hukuk zeminine oturtuyor; belediyelerimiz şehirleri temizliyor, güzelleştiriyor, yeşillendiriyor; TOKİ başarılı çalışmalarıyla yeni dünyalar inşa ediyor; asker kışlaya döndü; YÖK kendi işiyle uğraşıyor; YARSAV siyasetle değil hukukla meşgul...
Bunlar çok güzel, ama öte yandan insanımızda bir başıboşluk, bir başıbozukluk bir umursamazlık, bir derin yozlaşmadır gidiyor! Maddeten zenginleşirken, mânen fakirleşiyoruz.
Belki farkında değiliz, ama duruşumuz bozuldu, kıblemizin ekseni kaydı! Ötekilere benzeme arzusu ruhumuzu alabora etti.
Başkasının yürüyüşünü taklit etmeye çalışırken, ayaklarımız birbirine dolaşıyor...
Yüzükoyun kapaklanmaya ramak var!
YAVUZ BAHADIROĞLU
Özellikle de politika ile meşgul olan arkadaşlarımın hayalleri sınırsızdı: Bir gün dindarlar iktidara gelecek ve Adan Zye bozuk olan her şeyi düzelteceklerdi...
Yeni bir düzen kuracaklar, topluma huzur dağıtacaklardı... Zaten yıllar boyu yeterince ezilmişlerdi, sömürülmüşlerdi, dindarlığın bedelini en ağır biçimde ödemişlerdi. Artık iktidarı hak etmişlerdi. Buna mecburdular: Zira Türkiye ancak onların devr-i iktidarında medeni temellerine dönebilirdi...
Siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda devrim mahiyetinde icraatlar yapılacak, özellikle kültürel kanallar yeniden açılacaktı. Tarih yeniden yazılacak, taşlar bir bir yerine oturtulacaktı.
Ekonomiden, kalkınmadan, zenginleşmekten, gelişmekten pek söz etmezlerdi. Onlara göre bunlar tali konulardı: En büyük dava Kültür ve medeniyet davası idi. Onu rayına oturtunca gerisi gelirdi.
Bizimkiler (dindarlar) aslında beceriksiz, başarısız değildi, ama devlet tüm kurumlarıyla solcuları, dünyacıları, laikleri destekliyor, bu yüzden bizimkiler öne çıkamıyordu... İktidara geldiklerinde durum değişecek, bizden insanların önü açılacak, bu şekilde daha bizden bir Türkiye kurulacaktı.
Bizimkiler nihayet iktidara da geldi, peki hayalimizdeki projeler, özellikle kültür ve medeniyete ilişkin olanlar ne kadar hayata geçti?..
Hayalimizdeki Türkiye ne kadar kurulabildi?..
Evet, Türkiye ekonomik olarak gelişiyor... Milli gelir artıyor... Dindarı, dinsizi bundan nasibini alıyor, zenginleşiyoruz... Ama dostlarım, kültürel zemin kayıyor, görmüyor musunuz? Dindarlar bile salt siyaset konuşuyor...
Dindarlar tarafından hizmet mülâhazasıyla kurulan televizyonlar, gazeteler, radyolar günlük siyaset sarmalında tükeniyor. Özellikle televizyonlarımızı magazin programları götürüyor.
Bir siyaset var gündemde, bir de ticaret (sanayi, ekonomi, vs.), bir futbol (spor değil, dindarlar spor yapmayı sevmez)...
Giyim-kuşam, moda...
Güzellik merkezleri, zayıflama kürleri, manikür-pedikür (dindar erkeklerin de bu işe fena dadandığını duydum), marka sohbetleri, araba modelleri...
Kısacası dostlarım, dinsiz ne konuşuyorsa, dindar onu konuşuyor. Laik nasıl yaşıyorsa, dindar öyle yaşıyor...
Yani, ehl-i dünyanın dünyasını dolduran ıvır-zıvır bizim de dünyamızı doldurmuş durumda: Tefekküre, tezekküre, şefkate, infaka dünyamızda yer kalmadı!
Kültür, medeniyet, sanat, estetik, kitap tartışan yok. Bırakınız tartışmayı, konuşan dahi yok. Dindar iktidar dindara çok pahalıya patladı! Dâvâsını kemirdi!
Vakıa hükümet Türkiyeyi kalkındırıyor, demokratikleştiriyor, hukuk zeminine oturtuyor; belediyelerimiz şehirleri temizliyor, güzelleştiriyor, yeşillendiriyor; TOKİ başarılı çalışmalarıyla yeni dünyalar inşa ediyor; asker kışlaya döndü; YÖK kendi işiyle uğraşıyor; YARSAV siyasetle değil hukukla meşgul...
Bunlar çok güzel, ama öte yandan insanımızda bir başıboşluk, bir başıbozukluk bir umursamazlık, bir derin yozlaşmadır gidiyor! Maddeten zenginleşirken, mânen fakirleşiyoruz.
Belki farkında değiliz, ama duruşumuz bozuldu, kıblemizin ekseni kaydı! Ötekilere benzeme arzusu ruhumuzu alabora etti.
Başkasının yürüyüşünü taklit etmeye çalışırken, ayaklarımız birbirine dolaşıyor...
Yüzükoyun kapaklanmaya ramak var!
YAVUZ BAHADIROĞLU