[h=2]Yavuzun Mescid-i Aksadaki bilinmeyen duası[/h]Mustafa Armağan
[FONT="]Yavuz Sultan Selimin Kahireyi almaya giderken Kudüsü ziyaret ettiğini çoğu tarih kitabı yazmaz. Bu az bilinen ama merak uyandırıcı ziyareti bize en ayrıntılı bir şekilde aktaran kaynağımız Silahşor Tarihi (Feth-Nâme-i Diyâr-ı Arab) adlı yazma eserdir. Şimdi bu eserden hareketle Selim Şahın Kudüse doğru ayak izlerini takibe başlayalım.
Yavuz Selim Han bir süredir Şamdaydı. Veziriazam Sinan Paşa komutasındaki birlikleri Filistine yolladı. Gazze yakınlarında yapılan ikinci savaşta Memluk ordusu yenilir. Osmanlı ordusu Gazzeye girer ve burada Sultan Selim adına hutbe okunup sikke kesilir.
İşte bu sırada Şamdan hareket eden Yavuz üç günde Cisr-i Yakuba (Yakup Köprüsü) ulaştı, geceyi orada geçirdi. Sabahleyin hareket edip öğle vakti Çah-ı Yusufa (Yusuf Kuyusu) vardı. Onu ziyaret ettikten sonra Taberiye Gölünün kıyısına indi.
Orada iki gün dinlendikten sonra Tur-i Sinaya ulaştı. Beş menzil yol yürüdü, 27 Aralıkta Halhuliyeye vardı. Sinan Paşa burada kendisine zafer haberini ulaştırdı. Şükr-i Yezdân kılan Padişah müjdeyi getirenlere sevincinden büyük araziler bağışladı.
Ertesi sabah hareket etti, ikindi vakti üç gün kalacağı Ramallaha vardı ve mübarek Kudüs şehrini görmeyi arzuladı. 500 piyade tüfekçi ve 1,000 seçkin sipahi ile birlikte yola çıktı.
1516 senesinin son günü ikindi vakti Kudüse ulaştı. Şehir önünde otağ kurdular. Adam gönderip Mescid-i Aksa hizmetçilerine Sultanın akşam namazını Mescid-i Aksada eda edeceğini bildirdiler.
Şah-ı Cihan biraz dinlendikten sonra tekrar ata bindi, Kudüse at sırtında girdi. Mescid-i Harem kapısında hürmeten attan indi, önce Kubbetus-Sahra tarafına teveccüh etti. 55 adım yürüdü, merdivenlerin önüne geldi, 15 kademe merdiveni çıktı, sonra 61 adım atarak Kubbetus-Sahranın kapısına vardı.
Rumman-ı Davud Nebiyi, Nahl-i Hamzayı ziyaret etti. Muallak kayayı dolaşıp ziyaret etti. 12 basamak merdivenden indi, iki rekât hacet namazı kıldı. Sonra yukarı çıktı. Muallak kayanın sol tarafında mihrab önüne ulaşıp orada da namaz kıldı. İhtiyaçlarını Rabbine arz etti. Mısır seferinde kendisini zafere eriştirmesini diledi.
Namazdan sonra Kubbetus-Sahradan çıktı, hizmetçilerine inam ve ihsanlar dağıttı. Sonra Kubbetus-Sahranın bulunduğu sofadan merdivenlerle aşağı indi, 150 adım atarak Harem avlusunu katedip Mescid-i Aksanın kapısına geldi. Hizmetçiler kâfurî mumlarla karşıladılar onu. Mescide girdiği anda gördü ki, tam 12 bin kandille Beyt-i Makdise ziynet vermişler.
Mescidin içinde 185 adım yürüdü, mihrabın önüne vardı. Bu sırada akşam namazı vakti girmiş olduğundan namazını mihrapta eda etti, sonra mihrabın iki tarafında bulunan iki sütunu (amudeyn) ziyaret etti. Biraz dinlenip tekrar mihrabın önüne geldi. Bu defa iki rekat hacet namazı eda etti. Bir müddet zikir ve Kuran okumakla meşgul oldu. Ve elini açarak arz-i niyaz eyledi.
Neler söyledi? Hangi dileklerde bulundu? Allaha nasıl yalvardı?
Yavuzun bilinmeyen yakarışı
Bunları Silahşor Tarihinin satırlarından öğrendiğimiz için bahtiyar sayılırız. İşte başka kaynaklarda geçmeyen o yanık münâcât:
Dedi ey Hayy u Tuvâna vü Kerim/Senden özge kullarına yok Rahim
Beytini görmekliği çün ya Habib/Şükr ü minnet biz kula kıldın nasib
Lîk cürmüm bahrine yoktur kinâr/El götürdüm baş açup misl-i çınar
Umarım ben kulu red kılmayasun/Macerayı sehv add kılmayasun
Lutfun ile toylayasın ben kulu/Hem delalet kılasın doğru yolu
Eşiğine yüz sürüp kılıp penah/Baş açıp lütfun umar cümle sipah
Mağfiret kıl biz kuluna ya Ganî/Mahşer içre eyleme hor u denî
Umarız babına geldik rahmetin/Biz kula erişse nola şefkatin
Cümle alem halkına verip murad/Red kılıp birin komazsın bî-murad
Baş açuban babına geldik senin/Daima fili hatadur bendenin
Rahmetini umarız ey lütfu bol/İşimiz sağ eyle bizim etme sol
Askerime nusrat eyle ya İlah/Geldiler babına cümle rû-siyah
Yüzlerin ağ eyle Ahmed hakkıçün/Cibrilin ettiği takdis hakkıçün
Müstecâb eyle İlahi davetim/Özüne arz etmişim uş hâcetim
Yür ü gök ü Arş u Kürsi hakkıçün/Gazilerin seyf ü türsü hakkıçün
Mescid-i Aksa vü Makdis hakkıçün/Cibrilin ettiği takdis hakkıçün
Kâbe kavseyni ev ednâ hakkıçün/Cümle-i alâ ve ednâ hakkıçün
Mâh u hurşid ü felekler hakkıçün/Yer ü gök içre melekler hakkıçün
Âdem ü Şit ile İdris hakkıçün/Hürmüsün ettiği tedris hakkıçün
Sana ısmarlamışım ceyşim hemîn/Senden özge kullarıma yok emîn
Rahmet u lutfun senin çün oldu âm/Umarız vallahi biz her subh u şâm
Rabbine yalvarıp yakardıktan sonra yatsı namazının vakti girmişti. Yatsı namazını da orada kıldı, biraz zikir ve tesbihle meşgul oldu. Sonra dışarı çıktı. Hizmetçilere inam ve ihsanlarda bulundu. Yürüyerek haremden çıktı. Atına bindi, Köleler fanuslar ve meşaleler getirdiler, onların eşliğinde otağına geldi, yılbaşı gecesini Kudüste geçirdi.
Sabahleyin binlerce koyun, öküz ve deve kurban edilmesini emretti. Kurbanlar kesilirken Sultan tekrar Kubbetus-Sahrayı ziyaret etti, sonra Mescid-i Aksaya giderek orada yine hacet namazı kıldı. Dışarı çıktı. Seyredilecek, görülecek yerleri gördü, temaşa etti. Sonra atına binip Kuds-i mübarek kavmine, Kudüslülere inam ve ikramlarda bulundu ve kendi devletle azm-i asker kılıp revane oldu, devletle askerine hareket emri verip yola çıktı. (S. Tansel, Silahşorun Feth-Name-i Diyar-ı Arab adlı eseri, Tarih Vesikaları, Ocak 1958, Sayı: 2 (17), s. 318-20.)
Sen bizi kiminle bilirdin ki?
Şimdi şu tevazu hali, şu yakaran samimiyet, şu abidlik ruhu, şu derin Kudüs şuuru acaba hangimizde var? Bir düşünelim. Bir cihan imparatoru olarak geldiği Kudüste Kubbetus-Sahra ve Mescid-i Aksada sıradan bir mümin gibi secdelere kapanan, Rabbine yalvarıp yakaran bu benzersiz insanın hayatında buradaki tavrını teyid eden o kadar çarpıcı olaylar var ki, buraya yalnız ibretlik mahiyette ikisini alalım.
Yavuz Sultan Selim 5 ayda devletinin toprağını 2,5 kat büyüterek, Halifeliği uhdesine alarak, Mekke ve Medineye hadim olarak, Şam ve Kahirenin anahtarlarına sahip biri sıfatıyla İstanbula döndüğünde şaşaalı bir karşılama töreni hazırlandığını haber aldı. Bunun üzerine geçmedi. Üsküdarda bekledi. Gece karanlık bastırınca gösterişsiz bir tekneyle sessiz sedasız Topkapı Sarayına geçti. Kalabalığın tezahüratına izin vermedi. Bu yüce gönüllü insandır işte Mescid-i Aksada basit bir kul gibi Rabbine yalvarıp yakaran.
1520 Eylülünde ecel Sultan Selimin kapısını çalar. Şirpençe hastalığının ıstırabını beraberce hafifletmek istedikleri Hasan Cana sorar koca Sultan:
-Hasan Can, bu ne haldür?
Hasan Can cevaplar:
-Cenab-ı Hakk ile beraber olma vaktidür Sultanım!
Son nefesini vermekte olan Sultan bu cevaptan alınır, gücenir. Son kılıcını diliyle sallar:
-Hangi eksiğimizi gördün de böyle söylersin Hasan Can? Sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin?
İslam âleminin bugünkü hurdahaş olmuş halini görünce insanımızın zihin ve gönüllerinde iki büyük şahsiyetin ışıldadığını görmek şaşırtıcı değil. Her ikisi de İslam birliğinin mimarlarından olan Selahaddin Eyyubî ve Yavuz Sultan Selim. Biri Kudüsü kurtaran, diğeri muhterem bir baba gibi onu himaye eden iki kahraman onlar. Yalnız dünyevi değil, uhrevi manada da kahraman.
Rabbimiz, düşmana karşı azametli ama Rabbine karşı boynu bükük birer kul olma şuurunu bütün ümmet-i Muhammede nasib eyle!
[/FONT]
[FONT="]Yavuz Sultan Selimin Kahireyi almaya giderken Kudüsü ziyaret ettiğini çoğu tarih kitabı yazmaz. Bu az bilinen ama merak uyandırıcı ziyareti bize en ayrıntılı bir şekilde aktaran kaynağımız Silahşor Tarihi (Feth-Nâme-i Diyâr-ı Arab) adlı yazma eserdir. Şimdi bu eserden hareketle Selim Şahın Kudüse doğru ayak izlerini takibe başlayalım.
Yavuz Selim Han bir süredir Şamdaydı. Veziriazam Sinan Paşa komutasındaki birlikleri Filistine yolladı. Gazze yakınlarında yapılan ikinci savaşta Memluk ordusu yenilir. Osmanlı ordusu Gazzeye girer ve burada Sultan Selim adına hutbe okunup sikke kesilir.
İşte bu sırada Şamdan hareket eden Yavuz üç günde Cisr-i Yakuba (Yakup Köprüsü) ulaştı, geceyi orada geçirdi. Sabahleyin hareket edip öğle vakti Çah-ı Yusufa (Yusuf Kuyusu) vardı. Onu ziyaret ettikten sonra Taberiye Gölünün kıyısına indi.
Orada iki gün dinlendikten sonra Tur-i Sinaya ulaştı. Beş menzil yol yürüdü, 27 Aralıkta Halhuliyeye vardı. Sinan Paşa burada kendisine zafer haberini ulaştırdı. Şükr-i Yezdân kılan Padişah müjdeyi getirenlere sevincinden büyük araziler bağışladı.
Ertesi sabah hareket etti, ikindi vakti üç gün kalacağı Ramallaha vardı ve mübarek Kudüs şehrini görmeyi arzuladı. 500 piyade tüfekçi ve 1,000 seçkin sipahi ile birlikte yola çıktı.
1516 senesinin son günü ikindi vakti Kudüse ulaştı. Şehir önünde otağ kurdular. Adam gönderip Mescid-i Aksa hizmetçilerine Sultanın akşam namazını Mescid-i Aksada eda edeceğini bildirdiler.
Şah-ı Cihan biraz dinlendikten sonra tekrar ata bindi, Kudüse at sırtında girdi. Mescid-i Harem kapısında hürmeten attan indi, önce Kubbetus-Sahra tarafına teveccüh etti. 55 adım yürüdü, merdivenlerin önüne geldi, 15 kademe merdiveni çıktı, sonra 61 adım atarak Kubbetus-Sahranın kapısına vardı.
Rumman-ı Davud Nebiyi, Nahl-i Hamzayı ziyaret etti. Muallak kayayı dolaşıp ziyaret etti. 12 basamak merdivenden indi, iki rekât hacet namazı kıldı. Sonra yukarı çıktı. Muallak kayanın sol tarafında mihrab önüne ulaşıp orada da namaz kıldı. İhtiyaçlarını Rabbine arz etti. Mısır seferinde kendisini zafere eriştirmesini diledi.
Namazdan sonra Kubbetus-Sahradan çıktı, hizmetçilerine inam ve ihsanlar dağıttı. Sonra Kubbetus-Sahranın bulunduğu sofadan merdivenlerle aşağı indi, 150 adım atarak Harem avlusunu katedip Mescid-i Aksanın kapısına geldi. Hizmetçiler kâfurî mumlarla karşıladılar onu. Mescide girdiği anda gördü ki, tam 12 bin kandille Beyt-i Makdise ziynet vermişler.
Mescidin içinde 185 adım yürüdü, mihrabın önüne vardı. Bu sırada akşam namazı vakti girmiş olduğundan namazını mihrapta eda etti, sonra mihrabın iki tarafında bulunan iki sütunu (amudeyn) ziyaret etti. Biraz dinlenip tekrar mihrabın önüne geldi. Bu defa iki rekat hacet namazı eda etti. Bir müddet zikir ve Kuran okumakla meşgul oldu. Ve elini açarak arz-i niyaz eyledi.
Neler söyledi? Hangi dileklerde bulundu? Allaha nasıl yalvardı?
Yavuzun bilinmeyen yakarışı
Bunları Silahşor Tarihinin satırlarından öğrendiğimiz için bahtiyar sayılırız. İşte başka kaynaklarda geçmeyen o yanık münâcât:
Dedi ey Hayy u Tuvâna vü Kerim/Senden özge kullarına yok Rahim
Beytini görmekliği çün ya Habib/Şükr ü minnet biz kula kıldın nasib
Lîk cürmüm bahrine yoktur kinâr/El götürdüm baş açup misl-i çınar
Umarım ben kulu red kılmayasun/Macerayı sehv add kılmayasun
Lutfun ile toylayasın ben kulu/Hem delalet kılasın doğru yolu
Eşiğine yüz sürüp kılıp penah/Baş açıp lütfun umar cümle sipah
Mağfiret kıl biz kuluna ya Ganî/Mahşer içre eyleme hor u denî
Umarız babına geldik rahmetin/Biz kula erişse nola şefkatin
Cümle alem halkına verip murad/Red kılıp birin komazsın bî-murad
Baş açuban babına geldik senin/Daima fili hatadur bendenin
Rahmetini umarız ey lütfu bol/İşimiz sağ eyle bizim etme sol
Askerime nusrat eyle ya İlah/Geldiler babına cümle rû-siyah
Yüzlerin ağ eyle Ahmed hakkıçün/Cibrilin ettiği takdis hakkıçün
Müstecâb eyle İlahi davetim/Özüne arz etmişim uş hâcetim
Yür ü gök ü Arş u Kürsi hakkıçün/Gazilerin seyf ü türsü hakkıçün
Mescid-i Aksa vü Makdis hakkıçün/Cibrilin ettiği takdis hakkıçün
Kâbe kavseyni ev ednâ hakkıçün/Cümle-i alâ ve ednâ hakkıçün
Mâh u hurşid ü felekler hakkıçün/Yer ü gök içre melekler hakkıçün
Âdem ü Şit ile İdris hakkıçün/Hürmüsün ettiği tedris hakkıçün
Sana ısmarlamışım ceyşim hemîn/Senden özge kullarıma yok emîn
Rahmet u lutfun senin çün oldu âm/Umarız vallahi biz her subh u şâm
Rabbine yalvarıp yakardıktan sonra yatsı namazının vakti girmişti. Yatsı namazını da orada kıldı, biraz zikir ve tesbihle meşgul oldu. Sonra dışarı çıktı. Hizmetçilere inam ve ihsanlarda bulundu. Yürüyerek haremden çıktı. Atına bindi, Köleler fanuslar ve meşaleler getirdiler, onların eşliğinde otağına geldi, yılbaşı gecesini Kudüste geçirdi.
Sabahleyin binlerce koyun, öküz ve deve kurban edilmesini emretti. Kurbanlar kesilirken Sultan tekrar Kubbetus-Sahrayı ziyaret etti, sonra Mescid-i Aksaya giderek orada yine hacet namazı kıldı. Dışarı çıktı. Seyredilecek, görülecek yerleri gördü, temaşa etti. Sonra atına binip Kuds-i mübarek kavmine, Kudüslülere inam ve ikramlarda bulundu ve kendi devletle azm-i asker kılıp revane oldu, devletle askerine hareket emri verip yola çıktı. (S. Tansel, Silahşorun Feth-Name-i Diyar-ı Arab adlı eseri, Tarih Vesikaları, Ocak 1958, Sayı: 2 (17), s. 318-20.)
Sen bizi kiminle bilirdin ki?
Şimdi şu tevazu hali, şu yakaran samimiyet, şu abidlik ruhu, şu derin Kudüs şuuru acaba hangimizde var? Bir düşünelim. Bir cihan imparatoru olarak geldiği Kudüste Kubbetus-Sahra ve Mescid-i Aksada sıradan bir mümin gibi secdelere kapanan, Rabbine yalvarıp yakaran bu benzersiz insanın hayatında buradaki tavrını teyid eden o kadar çarpıcı olaylar var ki, buraya yalnız ibretlik mahiyette ikisini alalım.
Yavuz Sultan Selim 5 ayda devletinin toprağını 2,5 kat büyüterek, Halifeliği uhdesine alarak, Mekke ve Medineye hadim olarak, Şam ve Kahirenin anahtarlarına sahip biri sıfatıyla İstanbula döndüğünde şaşaalı bir karşılama töreni hazırlandığını haber aldı. Bunun üzerine geçmedi. Üsküdarda bekledi. Gece karanlık bastırınca gösterişsiz bir tekneyle sessiz sedasız Topkapı Sarayına geçti. Kalabalığın tezahüratına izin vermedi. Bu yüce gönüllü insandır işte Mescid-i Aksada basit bir kul gibi Rabbine yalvarıp yakaran.
1520 Eylülünde ecel Sultan Selimin kapısını çalar. Şirpençe hastalığının ıstırabını beraberce hafifletmek istedikleri Hasan Cana sorar koca Sultan:
-Hasan Can, bu ne haldür?
Hasan Can cevaplar:
-Cenab-ı Hakk ile beraber olma vaktidür Sultanım!
Son nefesini vermekte olan Sultan bu cevaptan alınır, gücenir. Son kılıcını diliyle sallar:
-Hangi eksiğimizi gördün de böyle söylersin Hasan Can? Sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin?
İslam âleminin bugünkü hurdahaş olmuş halini görünce insanımızın zihin ve gönüllerinde iki büyük şahsiyetin ışıldadığını görmek şaşırtıcı değil. Her ikisi de İslam birliğinin mimarlarından olan Selahaddin Eyyubî ve Yavuz Sultan Selim. Biri Kudüsü kurtaran, diğeri muhterem bir baba gibi onu himaye eden iki kahraman onlar. Yalnız dünyevi değil, uhrevi manada da kahraman.
Rabbimiz, düşmana karşı azametli ama Rabbine karşı boynu bükük birer kul olma şuurunu bütün ümmet-i Muhammede nasib eyle!
[/FONT]