[FONT="]
Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.
Osmanlı Başarısının Sırrı
Avusturya Kralı I. Ferdinand, Osmanlı Devleti ile aralarında devam eden savaş halini sonlandırmak üzere Ogier Ghislain de Busbecq isimli diplomatı 1554 yılında elçi olarak İstanbula gönderir. Döneminin önemli bir seyyahı, dilbilimci ve eski eser meraklısı olarak tanınan Busbecq, bir heyet ile birlikte İstanbula gelir. Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleymanın o sırada Doğuya düzenlediği bir sefer nedeniyle İstanbulda olmaması ve Busbecq ile Amasyada görüşeceğini bildirmesi üzerine, Busbecq ve yanındaki heyet Amasyaya hareket ederler.
Amasyada Sultanın huzuruna kabul edilen Busbecq, o kabulde yaşadıklarını ve 8 yıl boyunca yürüteceği elçilik görevi nedeniyle Türk topraklarında edindiği izlenimleri öğrencisi Nicholas Michaulta hitaben yazdığı mektuplarla bildirir. Dört uzun mektuptan oluşan Busbecqin gözlemleri, genel olarak objektiflikten uzak, hatta çoğunlukla Türkleri aşağılayıcı ve alaya alan ifadelerle doludur. Fakat Busbecq kimi tespitleriyle de haklıya hakkını vermeyi ihmal etmemiştir. Ülkemizde Türk Mektupları ismiyle farklı yayınevleri tarafından neşredilen o mektuplardan birinde, Amasyada Sultanın huzuruna kabulünde edindiği izlenimleri ve onun ifadesiyle Türklerin hangi işe el atsalar başarmalarının sebebini bakınız nasıl ifade ediyor:
Sultanın karargâhına aralarında yüksek rütbeli memurların da olduğu bir kalabalık doluşmuştu. Bütün hassa süvarileri oradaydı. Ayrıca sipahiler, gürebalar, ulûfeciler ve birçok yeniçeri vardı. Bu büyük toplulukta saygınlığını, rütbesini, meziyetlerine ve cesaretine borçlu olmayan bir tek adam yoktu. Türkiyede hiç kimse diğerlerinden soyu sebebiyle ayrı tutulmaz. Herkese görevine, makamına göre saygı gösterilir. Böyle olduğu için merasimde kıdem kavgası çıkmaz. Her adam yaptığı işte gösterdiği hünere göre ona ayrılan yere geçer.
Herkesi memuriyetine bizzat Sultanın kendisi atar, vazifelerini belirler. Bunları yaparken ne zenginliğe ne de sınıf farkına dikkat eder. Adayın sahip olduğu nüfuzu veya şöhreti göz önünde bulundurmaz. Sadece her birinin meziyetlerini düşünür; huylarını, kişiliklerini derinlemesine inceler. Böylece herkes hak ettiğiyle ödüllendirilmiş olur, bir memuriyete ancak onu yapan atanır. Kısacası burada herkes aldığı görevde yapabileceklerine, marifetlerine bakılarak bir makama getirilir; soyuna, malına, mülküne göre değil
Meziyetlerin doğum veya miras yoluyla soydan geçtiğini kabul etmezler. Onlara göre meziyetler kısmen Allahın bir lütfu, kısmen de aldıkları talim ve terbiyenin, gösterdikleri çabanın ve hissettikleri şevkin ürünüdür. Nasıl ki müzik gibi sanata, matematik ve geometriye olan kabiliyet babadan oğula geçmiyorsa, karakterin de irsî olmadığını, oğulun mutlaka babasına benzemesi gerekmediğini ve vasıfların insana Allah tarafından ihsan edildiğini düşünürler. Dolayısıyla Türkler arasında itibar, hizmet ve idarî mevkiler kabiliyet ve faziletin mükafatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselemiyor, küçümsenip hakir görülüyor.
İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hakimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar. Bizim yönetimlerimiz çok daha farklı. Meziyetlere hiç önem vermeyiz. Her şey soya bağlıdır. Yüksek mevkilere çıkabilmenin tek yolu budur!.. *
Busbecqin bu sözleri üzerinden beş asra yakın bir süre geçti; haliyle köprünün altından da çok sular İnsan bir düne bir de bugüne bakınca şu soruyu kendine sormadan edemiyor: Peki ya şimdi?..
* Ogier Ghislain de Busbecq, Türk Mektupları, Ark Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 60-61.
Tarihin Nasibi
Bu tarihin de nasibi bu. Bilmeyen açıklamaya kalkar, bilen susar. Hiç matematik bilmeyenin matematikten bahsettiğini görmedim. Talihsiz bir bilgi dalı olsa gerek.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Kendi Olamayan Toplumlar
Kendi düşüncelerini ve kültürünü kendisi belirleyemeyen bir toplumun özgürlüğünden söz edilemez. Bugüne özgü algılarımızın, inançlarımızın bütüncül anlamda ifadesi olup olmadığını içtenlikle sorgulayabilmeliyiz. İnançlarımızın yetkinliğine, mükemmelliğine güvenmeliyiz. Olayları, oryantalist yorumlar doğrultusunda algılamak ahlâkî bir sefalete düşmek demektir, bir bilinç felaketi içerisinde yaşamak demektir.
Atasoy Müftüoğlu, Düşsel Ufuklardan Gerçek Ufuklara, İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 139.
Türkiyenin Geleceğini Okumanın Zorluğu
1938 yılında Hindistanda doğan ve aynı zamanda Türk vatandaşı da olan Prof. Dr. Feroz Ahmad, günümüzün en saygın tarihçilerinden biri olarak kabul görmektedir. Çalışmalarını daha çok geç dönem Osmanlı Devleti ve modern Türkiye tarihi üzerine yoğunlaştırmış olan bu önemli bilim adamı, uzun yıllar süren araştırmaları sonucu İttihat ve Terakki, Modern Türkiyenin Oluşumu, İttihatçılıktan Kemalizme, Bir Kimlik Peşinde Türkiye isminde birbirinden kıymetli kitaplar yazarak, yakın tarihimizin biraz olsun aydınlanmasına yardımcı olmuştur. Araştırmalarında ve kitaplarında ödün vermediği tarafsızlığı ve çarpıcı tespitleriyle dikkat çeken bilim adamı, Türkiye Cumhuriyetinin oluşumunu toplumsal, siyasal ve ekonomik yönleriyle ele aldığı Modern Türkiyenin Oluşumu isimli kitabında, diğer ülkelere nazaran ülkemizin geleceği hakkında yorumda bulunmanın zorluğuna dair şu çarpıcı tespitte bulunmuştur:
Bir toplumun geleceğini belirli bir doğruluk derecesiyle görmek imkansızdır. Çünkü bir toplumun geleceği önceden belirlenemez ve çeşitli dış etkenlere bağlıdır. Ancak geçmişin incelenmesi toplumun ilerleyebileceği yön hakkında bir fikir verir. Çağdaş Türkiyenin geleceği hakkında tahminde bulunmak iki kat zordur, çünkü bu ülkenin siyasetini belirleyenler genellikle olaylara kendi sınırlarının ötesinde ve bu nedenle kendi denetimlerinin dışında karşılık vermek zorunda kalırlar.
Feroz Ahmad, Modern Türkiye-nin Oluşumu, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1995, s. 297.
Dün Bugün Yarın
[/FONT]
[/FONT]
Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.
Osmanlı Başarısının Sırrı
Avusturya Kralı I. Ferdinand, Osmanlı Devleti ile aralarında devam eden savaş halini sonlandırmak üzere Ogier Ghislain de Busbecq isimli diplomatı 1554 yılında elçi olarak İstanbula gönderir. Döneminin önemli bir seyyahı, dilbilimci ve eski eser meraklısı olarak tanınan Busbecq, bir heyet ile birlikte İstanbula gelir. Osmanlı padişahı Kanunî Sultan Süleymanın o sırada Doğuya düzenlediği bir sefer nedeniyle İstanbulda olmaması ve Busbecq ile Amasyada görüşeceğini bildirmesi üzerine, Busbecq ve yanındaki heyet Amasyaya hareket ederler.
Amasyada Sultanın huzuruna kabul edilen Busbecq, o kabulde yaşadıklarını ve 8 yıl boyunca yürüteceği elçilik görevi nedeniyle Türk topraklarında edindiği izlenimleri öğrencisi Nicholas Michaulta hitaben yazdığı mektuplarla bildirir. Dört uzun mektuptan oluşan Busbecqin gözlemleri, genel olarak objektiflikten uzak, hatta çoğunlukla Türkleri aşağılayıcı ve alaya alan ifadelerle doludur. Fakat Busbecq kimi tespitleriyle de haklıya hakkını vermeyi ihmal etmemiştir. Ülkemizde Türk Mektupları ismiyle farklı yayınevleri tarafından neşredilen o mektuplardan birinde, Amasyada Sultanın huzuruna kabulünde edindiği izlenimleri ve onun ifadesiyle Türklerin hangi işe el atsalar başarmalarının sebebini bakınız nasıl ifade ediyor:
Sultanın karargâhına aralarında yüksek rütbeli memurların da olduğu bir kalabalık doluşmuştu. Bütün hassa süvarileri oradaydı. Ayrıca sipahiler, gürebalar, ulûfeciler ve birçok yeniçeri vardı. Bu büyük toplulukta saygınlığını, rütbesini, meziyetlerine ve cesaretine borçlu olmayan bir tek adam yoktu. Türkiyede hiç kimse diğerlerinden soyu sebebiyle ayrı tutulmaz. Herkese görevine, makamına göre saygı gösterilir. Böyle olduğu için merasimde kıdem kavgası çıkmaz. Her adam yaptığı işte gösterdiği hünere göre ona ayrılan yere geçer.
Herkesi memuriyetine bizzat Sultanın kendisi atar, vazifelerini belirler. Bunları yaparken ne zenginliğe ne de sınıf farkına dikkat eder. Adayın sahip olduğu nüfuzu veya şöhreti göz önünde bulundurmaz. Sadece her birinin meziyetlerini düşünür; huylarını, kişiliklerini derinlemesine inceler. Böylece herkes hak ettiğiyle ödüllendirilmiş olur, bir memuriyete ancak onu yapan atanır. Kısacası burada herkes aldığı görevde yapabileceklerine, marifetlerine bakılarak bir makama getirilir; soyuna, malına, mülküne göre değil
Meziyetlerin doğum veya miras yoluyla soydan geçtiğini kabul etmezler. Onlara göre meziyetler kısmen Allahın bir lütfu, kısmen de aldıkları talim ve terbiyenin, gösterdikleri çabanın ve hissettikleri şevkin ürünüdür. Nasıl ki müzik gibi sanata, matematik ve geometriye olan kabiliyet babadan oğula geçmiyorsa, karakterin de irsî olmadığını, oğulun mutlaka babasına benzemesi gerekmediğini ve vasıfların insana Allah tarafından ihsan edildiğini düşünürler. Dolayısıyla Türkler arasında itibar, hizmet ve idarî mevkiler kabiliyet ve faziletin mükafatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselemiyor, küçümsenip hakir görülüyor.
İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hakimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar. Bizim yönetimlerimiz çok daha farklı. Meziyetlere hiç önem vermeyiz. Her şey soya bağlıdır. Yüksek mevkilere çıkabilmenin tek yolu budur!.. *
Busbecqin bu sözleri üzerinden beş asra yakın bir süre geçti; haliyle köprünün altından da çok sular İnsan bir düne bir de bugüne bakınca şu soruyu kendine sormadan edemiyor: Peki ya şimdi?..
* Ogier Ghislain de Busbecq, Türk Mektupları, Ark Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 60-61.
Tarihin Nasibi
Bu tarihin de nasibi bu. Bilmeyen açıklamaya kalkar, bilen susar. Hiç matematik bilmeyenin matematikten bahsettiğini görmedim. Talihsiz bir bilgi dalı olsa gerek.
Ahmet Hamdi Tanpınar
Kendi Olamayan Toplumlar
Kendi düşüncelerini ve kültürünü kendisi belirleyemeyen bir toplumun özgürlüğünden söz edilemez. Bugüne özgü algılarımızın, inançlarımızın bütüncül anlamda ifadesi olup olmadığını içtenlikle sorgulayabilmeliyiz. İnançlarımızın yetkinliğine, mükemmelliğine güvenmeliyiz. Olayları, oryantalist yorumlar doğrultusunda algılamak ahlâkî bir sefalete düşmek demektir, bir bilinç felaketi içerisinde yaşamak demektir.
Atasoy Müftüoğlu, Düşsel Ufuklardan Gerçek Ufuklara, İnsan Yayınları, İstanbul, 2007, s. 139.
Türkiyenin Geleceğini Okumanın Zorluğu
1938 yılında Hindistanda doğan ve aynı zamanda Türk vatandaşı da olan Prof. Dr. Feroz Ahmad, günümüzün en saygın tarihçilerinden biri olarak kabul görmektedir. Çalışmalarını daha çok geç dönem Osmanlı Devleti ve modern Türkiye tarihi üzerine yoğunlaştırmış olan bu önemli bilim adamı, uzun yıllar süren araştırmaları sonucu İttihat ve Terakki, Modern Türkiyenin Oluşumu, İttihatçılıktan Kemalizme, Bir Kimlik Peşinde Türkiye isminde birbirinden kıymetli kitaplar yazarak, yakın tarihimizin biraz olsun aydınlanmasına yardımcı olmuştur. Araştırmalarında ve kitaplarında ödün vermediği tarafsızlığı ve çarpıcı tespitleriyle dikkat çeken bilim adamı, Türkiye Cumhuriyetinin oluşumunu toplumsal, siyasal ve ekonomik yönleriyle ele aldığı Modern Türkiyenin Oluşumu isimli kitabında, diğer ülkelere nazaran ülkemizin geleceği hakkında yorumda bulunmanın zorluğuna dair şu çarpıcı tespitte bulunmuştur:
Bir toplumun geleceğini belirli bir doğruluk derecesiyle görmek imkansızdır. Çünkü bir toplumun geleceği önceden belirlenemez ve çeşitli dış etkenlere bağlıdır. Ancak geçmişin incelenmesi toplumun ilerleyebileceği yön hakkında bir fikir verir. Çağdaş Türkiyenin geleceği hakkında tahminde bulunmak iki kat zordur, çünkü bu ülkenin siyasetini belirleyenler genellikle olaylara kendi sınırlarının ötesinde ve bu nedenle kendi denetimlerinin dışında karşılık vermek zorunda kalırlar.
Feroz Ahmad, Modern Türkiye-nin Oluşumu, Sarmal Yayınları, İstanbul, 1995, s. 297.