Bir O vardı, sadece O. O varken hiç kimse ve hiçbir şey yoktu. Her şey varlığını Odan aldı, O var olduğu için mevcudat var oldu. O olmasaydı, ne olabilirdi?Herkes Onu biliyor, Onu hissediyor alenen söylemese de. Esasında en bilinen O, en çok anılan da.
Bütün semavî kitapların haber verdiği, anlattığı, tanıttığı, övdüğü, yücelttiği en aşkın/müteal varlık O. Semavî kitapların sonuncusu Kuranın Hüve/O diye bildirdiği O. O, bir bakıma O demekle bilinecek kadar aşikar olan, insanın zihninde bilinen, aklında bulunan. Tanıma ve tarife gerek kalmadan anlaşılabilen O. İşte Kuran, Onu anlatmak için Hüve diye başlıyor bazen söze. Çünkü bir O var herkesin bildiği, tanıdığı kabul etse de etmese de.
Onun Mutlak varlığını Hüve kelimesi ifade ediyor. Zatını ancak O bilir. Onun için biz Ona yalnız O diyerek Onun zatını ve hüviyetini tarif edebiliriz. Zatını idrakten aciz olduğumuz bu Hüve, bu O, birdir, tektir ve hep birdir, yegane birdir, hakiki birdir ve bu birlik ve teklik yalnız Ona münhasırdır. Hiçbir şey Ona iştirak edemez. O, her bakımdan bir ve tektir. Fakat bu Müteal Varlık bize yakındır, bizi dinler, duyar; dua ettik mi, yalvardık mı, başımız sıkıştı mı, aman diledik mi bize yardım eder, bizi korur, bizi esirger. Onun için ibadet yalnız Ona yaraşır. Şükranlarımızı yalnız Ona arz etmek ve yalnız Onun huzurunda boyun eğmek icap eder. O, herkesten ve her şeyden müstağnidir, fakat her şey ve herkes ona muhtaçtır. Onun için herkes Ona iltica eder ve ondan yardım diler. Hatta Onu anmayanlar ve Odan yardım istemeyenler, hatta onun varlığını inkar edenler, içinden çıkamadıkları bir buhran ile karşılaştıkları zaman içlerinin derinliğinden yükselen bir sesle Ona niyaz eder, Ona sığınır, gayr-ı iradi Allahım! Allahım derler..
Nitekim kendisini Tanrı ilan eden Firavun bile Kızıldenizde çaresiz kaldığı sırada Ona inandım demek zorunda kaldı, Firavun da Onu biliyordu, bildiğine sığındı. İnsanlar her ne kadar Ona inanmıyorum dese de Ona sığınmaktan başka çarenin kalmadığı zamanlarda; içinde bulundukları uçak yere çakılırken, gemi sulara gömülürken, kıyamet kopuyormuşçasına deprem olurken, son nefeste dünyayı değiştirirken Ona yönelmekten, Onu hissetmekten, Ona sığınmaktan başka çare bulamazlar. Bu duyguyu da insana veren Odur. Kul Onu bıraksa da O kulunu bırakmıyor ki. O kuluna kendinden de, şahdamarından da daha yakın ve sürekli O, onunla. Ama kul her zaman Onun farkında olamıyor, gafletinden, nefse ve şeytana aldandığından.
Onu tanıtmak, anlatmak, anmak için her millet, hemen her din, değişik isimler kullansa da herkesin esasında Onu anlattığı, Onda birleştiği, Onu kabul ettiği ve Onu O diye anlattığı görülür. Zira Odur Muklak Gerçek dilde, gönülde, fikirde, ruhta..Başa dönersek, evet, başlangıcın başlangıcında başlatan olarak, yokluk bile yokken varı yoğu ilk yaratan, Ezeli, Mukaddim olan O. Bilinen bilinmeyen, görülen görülmeyen, var olan yok olan, gizli açık, akla gelen gelmeyen her şeyi çepeçevre kuşatmış olan, evirip çeviren, kontrol eden, yöneten, işini tayin eden, ömrünü belirleyen velhasıl izah edebildiğimizin trilyonlarca katı izah ile sınırlanmayan bir tek varlık O.
Evet, Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın O. Dünyayı ve yedi kat semayı altı safhada yaratan, öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan, zengin ve fakir eden, yarattığı ile sürekli beraber olan, yeryüzünü insanın emrine veren O.Ey insanlar O var O, önünde eğildiğimiz, gönlümüzde sakladığımız, ancak kendisine dertlerimizi açtığımız O var. Kendisine yürüyerek gittiğinizde koşarak size gelecek olan O, imdat diye haykırdığınızda yardımınıza yetişecek O. En mahzun anlarımızda hatırladığımız O, en mahrem hislerimizi ve dertlerimizi açtığımız, hüznümüzü götürdüğümüz, kendisiyle dertleştiğimiz, baş başa kaldığımız ve ne kadar günahkar olursak olalım huzuru yalnız kendisiyle bulduğumuz O. O var yüreğimizin en mutena köşesinde, Ona ayırmışız biz gönül tahtımızı, her ne kadar bunun her zaman farkında olmasak bile.
Onu bulan ne kaybetmiştir!
Onu kaybeden ne bulmuştur!
Sadece gönüllerde değil her yerde O var, gören göz için. Yiyecekte içecekte; çiçekte böcekte; taşta ateşte; dalda budakta; yerde gökte; havada karada denizde; bende sende... bunların hangisini yaratabilir Odan başkası, hangisini idare edebilir!? Eser müessirini, sebep müsebbibini, keşf kaşifini hatırlatır. Küçük alem olarak insan, büyük alem olarak da kainat Onun eseri olduğuna göre bütün bunlarda O var. Hangi sanatında O yok ki!
O VARHer defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki dost tomarında?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilahi sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;
O var!
N. Fazıl Kısakürek
Evet, O varsa başka neye gerek var! O yetmez mi!
Bütün semavî kitapların haber verdiği, anlattığı, tanıttığı, övdüğü, yücelttiği en aşkın/müteal varlık O. Semavî kitapların sonuncusu Kuranın Hüve/O diye bildirdiği O. O, bir bakıma O demekle bilinecek kadar aşikar olan, insanın zihninde bilinen, aklında bulunan. Tanıma ve tarife gerek kalmadan anlaşılabilen O. İşte Kuran, Onu anlatmak için Hüve diye başlıyor bazen söze. Çünkü bir O var herkesin bildiği, tanıdığı kabul etse de etmese de.
Onun Mutlak varlığını Hüve kelimesi ifade ediyor. Zatını ancak O bilir. Onun için biz Ona yalnız O diyerek Onun zatını ve hüviyetini tarif edebiliriz. Zatını idrakten aciz olduğumuz bu Hüve, bu O, birdir, tektir ve hep birdir, yegane birdir, hakiki birdir ve bu birlik ve teklik yalnız Ona münhasırdır. Hiçbir şey Ona iştirak edemez. O, her bakımdan bir ve tektir. Fakat bu Müteal Varlık bize yakındır, bizi dinler, duyar; dua ettik mi, yalvardık mı, başımız sıkıştı mı, aman diledik mi bize yardım eder, bizi korur, bizi esirger. Onun için ibadet yalnız Ona yaraşır. Şükranlarımızı yalnız Ona arz etmek ve yalnız Onun huzurunda boyun eğmek icap eder. O, herkesten ve her şeyden müstağnidir, fakat her şey ve herkes ona muhtaçtır. Onun için herkes Ona iltica eder ve ondan yardım diler. Hatta Onu anmayanlar ve Odan yardım istemeyenler, hatta onun varlığını inkar edenler, içinden çıkamadıkları bir buhran ile karşılaştıkları zaman içlerinin derinliğinden yükselen bir sesle Ona niyaz eder, Ona sığınır, gayr-ı iradi Allahım! Allahım derler..
Nitekim kendisini Tanrı ilan eden Firavun bile Kızıldenizde çaresiz kaldığı sırada Ona inandım demek zorunda kaldı, Firavun da Onu biliyordu, bildiğine sığındı. İnsanlar her ne kadar Ona inanmıyorum dese de Ona sığınmaktan başka çarenin kalmadığı zamanlarda; içinde bulundukları uçak yere çakılırken, gemi sulara gömülürken, kıyamet kopuyormuşçasına deprem olurken, son nefeste dünyayı değiştirirken Ona yönelmekten, Onu hissetmekten, Ona sığınmaktan başka çare bulamazlar. Bu duyguyu da insana veren Odur. Kul Onu bıraksa da O kulunu bırakmıyor ki. O kuluna kendinden de, şahdamarından da daha yakın ve sürekli O, onunla. Ama kul her zaman Onun farkında olamıyor, gafletinden, nefse ve şeytana aldandığından.
Onu tanıtmak, anlatmak, anmak için her millet, hemen her din, değişik isimler kullansa da herkesin esasında Onu anlattığı, Onda birleştiği, Onu kabul ettiği ve Onu O diye anlattığı görülür. Zira Odur Muklak Gerçek dilde, gönülde, fikirde, ruhta..Başa dönersek, evet, başlangıcın başlangıcında başlatan olarak, yokluk bile yokken varı yoğu ilk yaratan, Ezeli, Mukaddim olan O. Bilinen bilinmeyen, görülen görülmeyen, var olan yok olan, gizli açık, akla gelen gelmeyen her şeyi çepeçevre kuşatmış olan, evirip çeviren, kontrol eden, yöneten, işini tayin eden, ömrünü belirleyen velhasıl izah edebildiğimizin trilyonlarca katı izah ile sınırlanmayan bir tek varlık O.
Evet, Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın O. Dünyayı ve yedi kat semayı altı safhada yaratan, öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan, zengin ve fakir eden, yarattığı ile sürekli beraber olan, yeryüzünü insanın emrine veren O.Ey insanlar O var O, önünde eğildiğimiz, gönlümüzde sakladığımız, ancak kendisine dertlerimizi açtığımız O var. Kendisine yürüyerek gittiğinizde koşarak size gelecek olan O, imdat diye haykırdığınızda yardımınıza yetişecek O. En mahzun anlarımızda hatırladığımız O, en mahrem hislerimizi ve dertlerimizi açtığımız, hüznümüzü götürdüğümüz, kendisiyle dertleştiğimiz, baş başa kaldığımız ve ne kadar günahkar olursak olalım huzuru yalnız kendisiyle bulduğumuz O. O var yüreğimizin en mutena köşesinde, Ona ayırmışız biz gönül tahtımızı, her ne kadar bunun her zaman farkında olmasak bile.
Onu bulan ne kaybetmiştir!
Onu kaybeden ne bulmuştur!
Sadece gönüllerde değil her yerde O var, gören göz için. Yiyecekte içecekte; çiçekte böcekte; taşta ateşte; dalda budakta; yerde gökte; havada karada denizde; bende sende... bunların hangisini yaratabilir Odan başkası, hangisini idare edebilir!? Eser müessirini, sebep müsebbibini, keşf kaşifini hatırlatır. Küçük alem olarak insan, büyük alem olarak da kainat Onun eseri olduğuna göre bütün bunlarda O var. Hangi sanatında O yok ki!
O VARHer defa haberi taze bir müjde;
O var!
Her defasında, geç, gafletten vecde;
O var!
Ne sen varsın, ne ben, ne yâr, ne kimse;
O var!
Bütün sevdiklerin elden gittiyse;
O var!
Kalacak kim var ki dost tomarında?
O var!
Sana daha yakın şah damarından;
O var!
Arama, bir ilaç yok eczahanede!
O var!
Gayede, sebepte ve bahanede;
O var!
Sevdiğini ebed boyu tutan dinç;
O var!
Ölümsüzlük şevki, ilahi sevinç;
O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek;
O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek;
O var!
N. Fazıl Kısakürek
Evet, O varsa başka neye gerek var! O yetmez mi!
Erdoğan Baş