Ölüm korkusu

Turan

Sp Kullanıcı
31 Ocak 2017
2,092
360
  • Bir gün 24 saat değil: 8 saatlik uyku, iş, okul, yemek, duş vs mecburi faaliyetleri sayarsanız özgürce yaşadığınız 3-4 saatiniz var sadece.
  • Eviniz uzaksa günde 2-3 saatinizi yolda harcıyorsunuz. Ailenizle olmak, kitap okumak ve ölüme hazırlanmak için günde sadece 1 saatiniz var.
  • Bir futbol maçı 1,5 saat sürüyor. Sünnetleri ve tesbihat ile bir günlük namaz ise 1 saat. Özgürlüğünüzü yaşamak için tek bir saat.
  • Her gün insanca (=özgürce) yaşamak için en fazla 4 saatimiz olmasına rağmen bu süreyi televizyon seyrederek israf etmemiz büyük kayıp.
  • TV’de “Haberleri” seyredip haber almak isterken kendi hayatımızı ıskalıyoruz. Çünkü ne kadar çok seyredersek o kadar az yaşıyoruz.
  • Bizi izlemeye devam edin.. Başbakandan tokat gibi cevap… O sanatçıdan ŞOK tepki.. Başkalarının dedikodusu dışında ne var TV’de?
  • Evet, Türk halkının günde ortalama 4 saat TV seyretmesinin gerçek sebebi kalplerdeki ölüm korkusudur.
  • Çünkü öleceğini unutmak isteyen insanlar başkalarının hayatlarını yaşamaya heveslidir. Pascal’ın dediği gibi “eğlence ciddî bir iştir”
  • Dikkat edin; Türk halkı birçok ülkedekinden daha hızlı ve tehlikeli araba kullanır. Neden?
  • Çünkü kurallara uymak sabır ve teslimiyet gerektirir.
  • Tıkalı trafikte insan geçen zamanı (yaklaşan ölümü) idrak eder… ve tabi kendindeki emanetin (=ruhun) bâkî olduğununu.

  • Ama çoğu insan bu idrake hazırlıksız yakalanmıştır. Ne yani? Ben de mi öleceğim? Evet, insanlar ölür, herkes ölür ama BEN herkes değilim!
  • Bu yüzden trafikte sıkışan insan aniden bir yakını ölmüş gibi davranır: Öfke yahut aşırı konuşma: Hepsi belediyenin yahut kadınların suçudur!
  • Trafikteki insanların öfkesi, oburluğu ve aşırı gevezeliği aslında Ölüm fikrinden kaynaklanan boşluğu doldurmak içindir…


  • Yine bu yüzden yol açık olunca şoförler hatalı sollama ve hız yaparlar. Zira 100 km sabit hızla varmayı beklemek ölümü hatırlatır onlara…
  • Evet, acı gerçek: Türk milleti ölümden korkuyor. Ecdadımız gibi değiliz. Onlar ahşap ve tek katlı evlerde yaşıyorlardı. Biz devasa rezidanslarda…
  • Toplum olarak ölümle sağlıklı ilişki kuramıyoruz. Bu yüzden başkalarının hayatlarını yaşamaya çalışıyoruz.
  • Zaten başkalarının oynadığı futbolu, başkalarının yaşadığı aşkları, başkalarının savaşlarını seyretmemiz de bunu göstermiyor mu?
  • Futbol oynamıyor, aşık olmuyor ve savaşmıyoruz… sadece SEYRediyoruz.
  • Çünkü limandan çıkar çıkmaz fırtınaya tutulan gemiler gibiyiz. Çok SEYRettik ama hiç seyahat etmedik…(Seneca’nın dediği gibi)
  • 80 yaşında bebekler gibi çoğumuz: Günde 4 saat TV seyrederek ömür tükettiler ama YAŞAMADILAR. Onlara bebek mezarı yapmalıyız.
  • Modern kent yaşamı ölüleri ve ölümleri halledilmesi gereken bir sorunmuş gibi göz önünden uzaklaştırdı.
  • Devlet dairelerinde pasaport, ikâmetgâh gibi sıradanlaşan, prosedürleşen birer “masa” artık doğum ve ölüm.
  • Sertifikalaşan, seri numaralaşan Hayat’ı (=Ölüm’ü) düşünmek ne zor!
  • Ölüm’ü düşünmeyen insanlar topluluğu kendine haz verecek her şeyi hemen istiyor. Açgözlülük ve acelecilik zannediyorum bu yüzden bir ideoloji haline geldi.
  • Totaliter rejimlerde Stalin’i, Atatürk’ü ya da Hitler’i sevmek mecburi. Bugün biyolojik yaşamı sevmek ve Ölüm’ü unutmak mecburiyeti var!
  • Hastahane hayat “sahnesine” girip çıkılan kapı gibi: Ölüm gözden ırak, gönülden ırak… Hastahanelerde doğduğumuz gibi yine orada ölüyoruz.
  • J.Kerouac:”Konuşulmaya değer tek mevzu Ölüm. Zira orası vehimin ve hataların bittiği yer. Ölüm adına ‘hayat’ dediğimiz madalyonun öteki yüzü”
  • Peki insanları korkutan nedir? Sadece sevileni yitirmek, özlem/hasret gibi bir boşluk mudur? Yoksa… ? Ruhun ölçülmez, bölünmez sonsuzluğu ile onun zarfı, kutusu olan beden arasındaki uçurum mudur bizi korkutan?
  • Deliler ve sanatçılar aslında o kadar da deli değildir, sadece bize perdeli olan bazı şeyler onlara gösterilmiştir. Örümcek korkusu ya da işsizlik korkusuna benzemeyen, objesi olmayan bir korkuyla tanışır insan bazen. Baş harfi büyük yazılmaz üzere Sayın Korku bir matkap gibi gerkçeklerden örülü duvarı deler, Hakikat’in ışığı gözleri kamaştırır.
  • İntihar? Kendilerini öldüren insanların bu fiilde aradıkları ölüm değil belki de, dayanılmaz hale gelen bir ızdırabı öldürmek istiyorlar…
  • İntihar edenlerin geride bıraktıkları kâh uzun kâh kısacık mesajlardan çıkan sonuç bu..
  • Çünkü intihar umutsuzluk değildir, her insan eylemi gibi umut yüklüdür! Öldükten sonra her şeyin daha iyi (=daha az kötü) olacağı umudu.
  • Ne çok insan var “kendi kaderini yazma” vehmiyle yaşıyor. İnsan tabiatından gelen bir özellik bu.
  • Kendimiz ve sevdiklerimiz için herşeyi kontrol edebileceğimizi zannetmek aslında çok ağır bir yük değil mi?
  • İnternet kafelerde gençlerin konuşmalarına dikkat ettiniz mi? “Ooolum 7 kere öldürdün lan beni, 2 canım kaldı” Oyunlardaki sanal ölüm ve medyanın show-laştırdığı ölümler günlük hayatı dolduruyor.
  • Ölümü unutmak için gösterilen büyük çaba, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama arzusu gösteren insanlar her yerde. Eğlence programları, şenlikler…
  • İnsanlarda yaşama sancısı gittikçe artıyor ve aklın işlemesine engel olacak bir seviyeye geliyor.
  • İnsanlar sevdikleri birinin ölümü ile karşılaştıklarında delirme noktasına geliyorlar: Doktora saldırıyorlar meselâ.
  • Polislere ve adlî tıp uzmanlarına göre suç örgütlerince işlenen cinayetler de değişti. Eskiye kıyasla gençler arasındaki hesaplaşma cinayetleri çok arttı.
  • İnsanlar mihenk noktalarını kaybediyorlar. Ticaret ve tüketim giderek hızlanmakta, insanların beklentileri de öyle.
  • Her şeyi hemen isteyen bu toplum için ne Şimdi’den başka zaman var ne de ölümü düşünmeye vakit.
  • Bir asırdır küskünüz ölüme. Hayatın anlamını, varoluşumuzu sorgulama imkânını da kaybettik.
  • Modern bireyler için tek önemli olan şey yaşamın gücüne nüfuz etmek ve sınırsız bir iyimserlik içinde olmak.
  • Sonlu / ölümlü olduğumuz fikri yerine sınırsız haz alma fikrini koyduk.
  • Bulaşıcı bir hastalık gibi ölülerden kaçıyor artık insanlar. “Onu iyi hatırlamak istiyorum” bahanesiyle ölen kişiyi görmek istemiyorlar.
  • Kendi hayat hikâyemizin başrol oyuncusu olan “Ben” figüranların ölmesine şaşırmıyor. İnsanlar ölür. Herkes ölür. Ama “Ben” herkes değil ki! Özel biri o!
  • Hayattaki hiç bir şey ölüm kadar kesin olmadığı halde inanmak neden bu kadar güç?
  • Herkesin bildiği fakat inanmadığı bir şey varsa o da ölümdür. Olacağı her şeyden daha kesin ama inanmıyoruz.
  • Normal bilgilerin aksine benim ölümüm kesin bir bilgiyse bile bu yaşamsal bilgilerden değil.
  • Zannediyorum bizzat tecrübe ettiğimiz Ruhun ölümsüzlüğü dünyevî mânâda bitmez tükenmez bir süreye tekabül etmiyor. Ruh’un ölümsüzlüğü Ruh’un zaman-dışı oluşuna işaret ediyor. Zaman dışı derken… Dünyevî zamanların dışında ama ilâhî bir zaman tarafından iHaTa edilen bir MuHiT içinde… Ölüm’ü akletmek “Zaman dışı” olma halini de tecrübe etme imkânı veriyor. Empirik olmayan, sayılmayan, ölçülmeyen ve bu dünyadan olmayan Ölüm bize hem bu dünya hem de Ahiret üzerine bilgi veren bir kitap gibi.
***8203;ALINTI
 

Son mesajlar