Vakıf Kavramı ve Uygulaması

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,282
İstanbul..
İnsanlar arasında hiçbir ayrım yapmadan, bütün insanlığa hizmeti esas almak üzere, belli bir mal varlığının belli bir gayeye tahsisi vakıf adını alır. Tahsisin temeline Allah rızası niyeti koyularak, cemiyet ihtiyaçlarına cevap vermek üzere kendiliğinden doğan ve gelişen vakıflar, vakıf olayının asli unsurudur ve ekseriyeti teşkil eder. Bununla beraber yasaların ve mevzuatın sağladığı imkanları değerlendirmek üzere, bu mevzuatın öngördüğü şartları yerine getirerek kurulan kurumsal vakıflar da vardır. Bunlar belirli cemiyet kesiti temelinden yoksun, fakat yasallığın koruyucu kanatları altında gelişirler.

Şüphesiz her iki türden vakıflar da yasal düzenlemelere tabidir; ancak kurumsal vakıfların sadece düzenleme çerçevesi değil, varlık nedeni yasalardır.
Modern toplumlarda temsilî yönetim yapılarına, topluma ait sorumluluklar üslenen gönüllü kuruluşlarla destek verme eğilimi giderek güç kazanmaktadır .Bu süreç işledikçe kurumsal vakıflar uluslararası boyut da kazanmış; benzeri örgütlenmelerle birlikte hükümet-dışı kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları adı altında kamuoyu oluşturma odakları olmuşlardır. "Birleşmiş Milletler Kalkınma Proğramı" ile işbirliği yaparak Toplu Konut İdaresi'nin desteği ile bir Sivil Toplum Kuruluşları Bilgi Bankası Projesi gerçekleştiren Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı bunlara bir örnektir. "2000'li yıllarda sivil toplumun dışa açılarak gelişebilmesi için, vakıf ve derneklerin yurt dışındaki kuruluşlarla ikili ve çok taraflı ilişkilere girişebilmesini öneren" ve 28 Şubat kararları sonrasında yapılan yasal düzenlemeleri kıyasıya eleştirebilen Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı ( TÜSEV ) bunlardan bir diğeridir.Kurumsal vakıflar kamuoyu oluşturma ve hükümet nezdinde öneriler getirme, yasaları ve yasa tasarılarını ciddî ölçülerde eleştirme faaliyetleri ile bir özgüven ortaya koyarken, cemiyet tabanlı gerçek vakıflar birkaç masum devlet memurundan oluşan gayrıtabiî teftiş ekipleriyle sindirilmişlerdir.

Yazımızın konusu, her iki vakıf türünün son yıllarda marûz kaldığı çelişkili tavrı tahlil etmektir.
Kurumsal vakıflar da kendilerinin cemiyet tabanlı olduğunu iddia edebilirler. Fakat cemiyet tabanlı gerçek vakıflar mal varlığı tahsisisini Allah rızası niyetiyle yaparlarken, kurumsal vakıflar tamamen seküler, dini kaygılardan uzak, dünyevîleştirilmiş, sözde insancıl niyetler üzerine faaliyet yürütürler. Bu manada onların mal varlığı tahsisleri de şeklî olmakta, yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, uluslararası fonlardan veya devlet imkanlarından kendi imkanlarıymış gibi faydalanabilmektedirler. Hatta, "sivil toplumun dışa açılması" adı altında, mevcut seküler kaynakların ortak kullanımını daha geniş alana yaymak istemektedirler. Bu onları, devletle özdeşleştirme, devletle aynı hale getirme girişimidir.

Olumsuz uygulamalara ve resmî tarih uygulamalarına bakıp, devlet kavramına mutlak manada olumsuzluk imajı yüklemediğimiz zaman, devleti, böyle vakıfların sunî sahiplenme gayretinden korumak ihtiyacı gündeme gelir. Gayritabiî teftiş ekipleriyle, bir tür "şalla örtülen demokrasi" işleyişi içinde devlet, halkın kendisiyle korkutulduğu bir öcü olamaz. Aksi bir durum devleti topluma yabancılaştırır.Bu yabancılaşma sürecinin, cemiyet tabanlı gerçek vakıflara yüklediği bir görev olmalıdır. Bu görev bilinciyle çalışan bir vakıf, bugün değilse de gelecekte, devletin yürütmekte olduğu kamu hizmetlerinden birini veya birkaçını onun yükünü azaltacak şekilde yapabilmeyi başlıca bir hedefi saymalıdır. Hedefin böyle tanımlanması, bu hedefe ulaşmada daha önce geçilmiş yolları sürekli araştırmayı gerektirir. Halbuki mevzuatın kendisi, belirli konularda edinilmiş tecrübelerin tabiî bir ortak ürünüdür. Bu ortak ürün de bu milletin malıdır. Şimdiki halde cemiyet tabanlı gerçek vakıflar evvela mevzuatla barışmalıdırlar. Teftiş kariyeri dahi bulunmayan ekiplerin karşısında, gayrıciddî bir kayıt nizamıyla ancak ürküntü ve mağlubiyet görüntüsü sergilenmektedir.

Bu ekiplerin arkasındaki siyaset güdücüler ne kadar hatalıysa, onların önünde gösterilen temkinsizlik de o derece yanlıştır. Sıkça rastlanan bir temkinsizlik örneği vermek gerekirse : ancak bir iktisadî işletme kurularak yapılabilecek işleri, iktisadî işletme kurmadan bir vakıf çatısı altında yürütmeye çalışmak başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûmdur.
Vakıf kurumunu Osmanlı'daki saygın yerine tekrar yerleştirmek zorundayız. Onun Osmanlı'daki işlevini gören ve tahlil eden Batı, onu kamu sektörü ve özel sektörün yanısıra hayatiyeti olan üçüncü bir sektör olarak değerlendirmektedir. Bu sebeple entellektüel faaliyetlerin değişmez mekânı, üniversitelerden sonra vakıflar veya vakıflara bağlı araştırma merkezleri olmuştur. Hatta Batı, yığın üniversitelerinden fazla bir şey beklememek, yıldız öğrencilerini eğitim yoğunluklu araştırma merkezlerine yönlendirmek eğilimindedir. Bu eğilimin ülkemize yansıması, pek çok tanınmış öğretim görevlisi ve bürokratın kurumsal vakıfların çatısı altında birleşmeleri şeklinde olmuştur.

Ne var ki, bu birliktelik araştırmacı eğitimine yönelen bir nitelik taşımamaktadır. "Hasta adam" kimliği devam ettirilmek istenen, hatta eğitimsiz bırakılmak istenen bir toplumla onun devletini yabancılaştırmak, devletin akredite saydığı sivil toplum kuruluşlarının adeta ortak amacı haline gelmiştir.
Devlet makamları nezdinde hoşgörülen ve genel kabul gören akrediteler ve bunun aksi durumdaki akredite olmayanlar ayrımına, şirketler ve şirket sahipleri, gazeteler ve gazeteciler kadar, vakıflar da tâbi durumdadır. Akradite olmayan dediğimiz cemiyet tabanlı gerçek vakıflar da, kendi tabanının münevverleriyle buluşmadığı sürece zillet devam edecektir. Bu insanlar, bir stadyumdaki insanların birarada olma duygusu seviyesinden daha yükseğine lâyıktırlar. O halde cemiyet tabanlı gerçek vakıf kurucuları mahalle dernekçiliği düzeyini aşarak, sosyal ve evrensel boyutlarda çalışmak, bunun için de münevverleriyle kaynaşmak zorundadırlar.

Şuûri Cankut Saylan​
 
  • Beğen
Tepkiler: Hayali_delibal

Son mesajlar