Hayat bir yürüyüştür. Dönüşü olmayan bir yürüyüş. Kendi irademizle başlamadık nice zamandır devam eden insanlık yürüyüşüne. Kâinattaki akışa uyarak, hasbelkader biz de düştük yollara.
En önemli meselemiz hangi yolda yürüdüğümüzdür tabi. İlerlediğimiz yolun farkında olmak en can alıcı nokta. Yol nasıl? Güvenli mi, tehlike var mı? Ne zaman, nerede biteceğini bilmediğimiz bu yolun sonu nereye varacak? Bizi nereye çıkaracak?
Her biri farklı çığırlarda yol almakta olan insanlara Yaratıcıdan bir mesaj var. Yolcuların dikkat kesilmeleri gereken bir çağrı. Zihinlerdeki sorulara cevap verecek, hatta daha ötesini gösterecek cihanşümul bir mektup. Size Allahtan bir nûr, apaçık bir kitap gelmiştir. (Mâide, 5/14)
Öncelikle yürünecek yolun aydınlık olması gerekli. Nereye bastığını bilmek önemli. Değilse şaşar insan. Şaşar ve düşer. İşte nûrun kaynağından bir ışık, bir aydınlık. Önce gönül dünyanı, sonra önünü, sonra gözünün alabildiği bütün ufku ve göremediğin daha öteleri aydınlatan bir ışık. Ayın ışığını güneşten aldığı ve geceyi aydınlattığı gibi, ışığını ondan alanlar da hem kendileri aydınlanır, hem etraflarını aydınlatırlar. Işık olur, dolunay gibi parlarlar. O nûr, Kurandır. Çünkü insanları şirk ve şüphe karanlıklarından o kurtarır. O nûr Hz. Peygamber (s.a.)dir. (Beydâvî 1/260) Çünkü, Kuran onun kalbine indirilmiş; nûr, hayata onun kalbinden doğmuştur.
Bir de yol kitabı. Açık, anlaşılır. Herkesin ilmî ve kalbî kapasitesi nisbetinde istifade edebildiği ilâhi bir mesaj. Hayat yolundaki âdâb ve erkânı anlatan bir rehber. Hayat nasıl yaşanacak? Nelere dikkat edilecek? Bizi güvenle götürecek emir ve talimâtlar neler? Yanlış noktalara götürecek yasaklar neler? Zengin bir gönül dünyası nasıl olur? Coşkulu bir kulluk nasıl yaşanır? Yüce yaratıcının kâinattaki delilleri. Daha önce bu yollardan geçmiş insan topluluklarının haberleri. Ona boyun eğenlerin mükafatları, isyan edenlerin akıbetleri. Yol önderleri, Peygamberlerin mücadeleleri. Nihayet Onun rızasına nasıl ulaşılacağı
Onunla Allah, rızasını isteyenleri esenlik yollarına ulaştırır... (Mâide, 5/15) Kuran en yüce hidayet kaynağı. O nûr alıp götürüyor insanı esenlik yollarına. Bir başka deyişle Allah, Kuranı hidâyet vesilesi kılıyor. Rızâsına ulaşan yolları kitabıyla göstereceğini ifade buyuruyor. Allahın rızası en yüce makamsa, kulun ulaşacağı en büyük paye ise, işte Allah, Kuran ile o makama götüren yollara taşıyor insanı. Allahın rızası en büyüktür, işte asıl başarı buna nâil olmaktır. (Tevbe 9/72)
Esenlik yolları Selâm yolları Bakalım tefsirlerimiz ne diyor bu yollar için: es-Selâm, Allahın güzel isimlerinden olduğuna göre Allah yollarına hidayet eder, doğrultur. (Elmalılı 3/189) Kurtuluş ve selâmet yolları, istikamet çığırlarıdır. (İbn Kesîr 1/498) Bütün afet ve belalardan uzak, bütün korkulardan güvende olan Dârus Selâma ulaştıran selamet yollarıdır. Dârus Selâm, cennettir. (Kurtubî VII/118) Tabi bütün belalardan uzak olmayı ve bütün korkulardan güvende olmayı, bu yolların en bariz özellikleri olarak okumak da mümkün. Çünkü bu yollar önce ferde iç huzuru verir, yürüyüşünde ona ihtiyaç duyacağı iç donanımı sağlar. Sonra onu, harici şartlarda karşılaşabileceği bütün kötülüklerden emin kılar. Çünkü bu yollar bütün hayatı kuşatıcı bir niteliğe sahiptir. Çünkü bu yollar selâm/esenlik dini İslâmın ta kendisidir.
Allah Teâla kulunu esenlik yollarına yöneltmek için, ondan bir azim, bir gayret, bir çaba beklemekte. Yani insan bu yollarda olmayı, adımlarını bu yollarda atmayı arzulayacak, arayacak, susayacak.. Allah, cennette işlediği zelleden sonra Hz. Adem (a.s.) için: Biz onda bir azim ve kararlılık göremedik (Tâhâ 20/115) buyurur. Demek ki bu yolları arayan, bu uğurda kararlılığını ve cehdini ortaya koyacak. Uğrumuzda çaba gösterenleri biz elbette yollarımıza ulaştıracağız. Allah muhakkak ihsan sahipleri ile beraberdir. (Ankebût, 29/69)
Nazar-ı itibara alınması gereken bir nokta var bu ayetlerde. Esenlik yolları ve yollarımız her ikisi de çoğul kullanılmış. Bir yol değil sadece söz konusu edilen; yollar. Bu ifade tarzı, İslâm dairesi içinde farklı görüşlerin, düşünüşlerin, ve farklı uygulamaların olabileceğini ortaya koyar. İslâmi anlayışta insanların bir tek görüş, düşünce ve uygulama kalıpları içine sokulması çabası yoktur. İnsan tabiatındaki farklılıklar, tabiî şartlardaki çeşitlilik göz ardı edilmez. Yol alabildiğine geniştir. Ancak yolda kalmak, yoldan çıkmamak şartıyla. Bu noktadan hareketle Müslümanlar birbirlerine karşı farklı fikir ve uygulamalarda müsamahalıdırlar. Birbirlerini değerlendirirken çok hassas ve insaflıdırlar.
Onları, kendi izniyle karanlıklardan nûra çıkarır... (Mâide, 5/15) Allah insanları Peygamberi (s.a.) ve İlâhi kelâmıyla karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Peygamberlerin geldiği dönemler hep zulüm dönemleri, hep karanlık dönemler olmuştur. Cehâlet karanlığı, zulüm karanlığı, puta tapıcılık karanlığı, insanlıktan ve iyiliklerden mahrumiyet karanlığı Hz. İbrahim (a.s.) insanlar kendi elleriyle yonttuklarına taparlarken geldi. Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.), İsrailoğulları Firavunun zulmünden acı çekerlerken gönderildiler. Hz. İsa (a.s.), İsrailoğulları bilgiçlikleri ve küstah anlayışlarıyla materyalist bir felsefeye kayarlarken geldi. Nihayet Hz. Muhammed (s.a.), yeryüzü cehalet ve inkar içinde bocalarken risâletle görevlendirildi. Onlarla, insanlar yeniden doğdular sanki. Bütün Peygamberler insanları bütün bu karanlıklardan; tevhidin, imanın, bilginin, hikmetin, marifet ve medeniyetin aydınlığına çıkardılar. Karanlık yollara ilâhi meşaleler yaktılar.
Buradaki nûr kelimesi dâima tekil kullanılırken, zulmet kelimesinin çoğul kullanılması da dikkat çeken bir durum. Çünkü vahyin ışığı olmasa hayatın karanlıklarının sayısı, sınırı olmaz ve insanın hayat yollarının her sokağı kapkaranlık olur. Sağlam dinin ışığını çekip bir kenara koyduğumuzda karanlıklardan başka hiçbir şey kalmaz. Kuran-ı Kerimin ve Hz. Peygamber (s.a.)in tuttuğu ışıkla bu karanlıklar dünyasından ve bu kapısı ve penceresi bulunmayan zifiri karanlık mağaradan gündüz ışığına kavuşanlar, yeniden hayat bulurlar. Bu duruma şu ayet misal olarak verilir: Biz ölü iken kendisini (manen) dirilttiğimiz, insanlar arasında yürüyeceği bir ışık verdiğimiz kimse; içinden çıkamaz hâlde karanlıklarda kalan kimse gibi olur mu hiç? (Enam 6/122)
Ve onları sırât-ı müstakime ulaştırır. (Mâide, 5/15) Ele aldığımız ayetin başında Ehl-i Kitaba çağrı yapılmakta, artık hidayetin Hz. Peygamberin ve Kuranın alıp götürdüğü yol olduğu ifade edilmekteydi. İşte o yol sırât-ı müstakîmdir. O yol, mutedil İslâm yoludur. Allahın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerin, Sıddıkların, Şehidlerin ve Salihlerin yoludur. Bu yol onların peşi sıra gitmeyi, adım adım onların izlerini takip etmeyi gerektirir. Onların yaşadığı gibi yaşamayı, onların yol aldığı gibi yol almayı ister. Allah Teâla buyurur: İşte benim dosdoğru yolum budur, o halde bu yola girin; başka yollara girmeyin, değilse sizi Allahın yolundan saptırırlar. (Enam 6/153)
O gün zâlim kimse korku ve endişesinden- ellerini ısırarak, Keşke, keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım der. (Furkân, 25/27) Başka yollara sapmış, günaha dalmış, bir de insanlara zulmetmiş kişi, kıyamet günü hakikati görecek. Pişmanlıkla temenni üstüne temennide bulunacak, ama nafile!
Selâm yolları birleşir, sırât-ı müstakîmi oluşturur. İslâm, cadde-i kübrâdır. Bu, nehirlerin birleşip deryaya akmalarına benzer. Cennete giden, rızây-ı ilâhiye çıkan, nihayet şâirin deyişiyle, Hakka varan yol, sırât-ı müstakîmdir, İslâmın aydınlık yoludur.
Mesut Kaya
En önemli meselemiz hangi yolda yürüdüğümüzdür tabi. İlerlediğimiz yolun farkında olmak en can alıcı nokta. Yol nasıl? Güvenli mi, tehlike var mı? Ne zaman, nerede biteceğini bilmediğimiz bu yolun sonu nereye varacak? Bizi nereye çıkaracak?
Her biri farklı çığırlarda yol almakta olan insanlara Yaratıcıdan bir mesaj var. Yolcuların dikkat kesilmeleri gereken bir çağrı. Zihinlerdeki sorulara cevap verecek, hatta daha ötesini gösterecek cihanşümul bir mektup. Size Allahtan bir nûr, apaçık bir kitap gelmiştir. (Mâide, 5/14)
Öncelikle yürünecek yolun aydınlık olması gerekli. Nereye bastığını bilmek önemli. Değilse şaşar insan. Şaşar ve düşer. İşte nûrun kaynağından bir ışık, bir aydınlık. Önce gönül dünyanı, sonra önünü, sonra gözünün alabildiği bütün ufku ve göremediğin daha öteleri aydınlatan bir ışık. Ayın ışığını güneşten aldığı ve geceyi aydınlattığı gibi, ışığını ondan alanlar da hem kendileri aydınlanır, hem etraflarını aydınlatırlar. Işık olur, dolunay gibi parlarlar. O nûr, Kurandır. Çünkü insanları şirk ve şüphe karanlıklarından o kurtarır. O nûr Hz. Peygamber (s.a.)dir. (Beydâvî 1/260) Çünkü, Kuran onun kalbine indirilmiş; nûr, hayata onun kalbinden doğmuştur.
Bir de yol kitabı. Açık, anlaşılır. Herkesin ilmî ve kalbî kapasitesi nisbetinde istifade edebildiği ilâhi bir mesaj. Hayat yolundaki âdâb ve erkânı anlatan bir rehber. Hayat nasıl yaşanacak? Nelere dikkat edilecek? Bizi güvenle götürecek emir ve talimâtlar neler? Yanlış noktalara götürecek yasaklar neler? Zengin bir gönül dünyası nasıl olur? Coşkulu bir kulluk nasıl yaşanır? Yüce yaratıcının kâinattaki delilleri. Daha önce bu yollardan geçmiş insan topluluklarının haberleri. Ona boyun eğenlerin mükafatları, isyan edenlerin akıbetleri. Yol önderleri, Peygamberlerin mücadeleleri. Nihayet Onun rızasına nasıl ulaşılacağı
Onunla Allah, rızasını isteyenleri esenlik yollarına ulaştırır... (Mâide, 5/15) Kuran en yüce hidayet kaynağı. O nûr alıp götürüyor insanı esenlik yollarına. Bir başka deyişle Allah, Kuranı hidâyet vesilesi kılıyor. Rızâsına ulaşan yolları kitabıyla göstereceğini ifade buyuruyor. Allahın rızası en yüce makamsa, kulun ulaşacağı en büyük paye ise, işte Allah, Kuran ile o makama götüren yollara taşıyor insanı. Allahın rızası en büyüktür, işte asıl başarı buna nâil olmaktır. (Tevbe 9/72)
Esenlik yolları Selâm yolları Bakalım tefsirlerimiz ne diyor bu yollar için: es-Selâm, Allahın güzel isimlerinden olduğuna göre Allah yollarına hidayet eder, doğrultur. (Elmalılı 3/189) Kurtuluş ve selâmet yolları, istikamet çığırlarıdır. (İbn Kesîr 1/498) Bütün afet ve belalardan uzak, bütün korkulardan güvende olan Dârus Selâma ulaştıran selamet yollarıdır. Dârus Selâm, cennettir. (Kurtubî VII/118) Tabi bütün belalardan uzak olmayı ve bütün korkulardan güvende olmayı, bu yolların en bariz özellikleri olarak okumak da mümkün. Çünkü bu yollar önce ferde iç huzuru verir, yürüyüşünde ona ihtiyaç duyacağı iç donanımı sağlar. Sonra onu, harici şartlarda karşılaşabileceği bütün kötülüklerden emin kılar. Çünkü bu yollar bütün hayatı kuşatıcı bir niteliğe sahiptir. Çünkü bu yollar selâm/esenlik dini İslâmın ta kendisidir.
Allah Teâla kulunu esenlik yollarına yöneltmek için, ondan bir azim, bir gayret, bir çaba beklemekte. Yani insan bu yollarda olmayı, adımlarını bu yollarda atmayı arzulayacak, arayacak, susayacak.. Allah, cennette işlediği zelleden sonra Hz. Adem (a.s.) için: Biz onda bir azim ve kararlılık göremedik (Tâhâ 20/115) buyurur. Demek ki bu yolları arayan, bu uğurda kararlılığını ve cehdini ortaya koyacak. Uğrumuzda çaba gösterenleri biz elbette yollarımıza ulaştıracağız. Allah muhakkak ihsan sahipleri ile beraberdir. (Ankebût, 29/69)
Nazar-ı itibara alınması gereken bir nokta var bu ayetlerde. Esenlik yolları ve yollarımız her ikisi de çoğul kullanılmış. Bir yol değil sadece söz konusu edilen; yollar. Bu ifade tarzı, İslâm dairesi içinde farklı görüşlerin, düşünüşlerin, ve farklı uygulamaların olabileceğini ortaya koyar. İslâmi anlayışta insanların bir tek görüş, düşünce ve uygulama kalıpları içine sokulması çabası yoktur. İnsan tabiatındaki farklılıklar, tabiî şartlardaki çeşitlilik göz ardı edilmez. Yol alabildiğine geniştir. Ancak yolda kalmak, yoldan çıkmamak şartıyla. Bu noktadan hareketle Müslümanlar birbirlerine karşı farklı fikir ve uygulamalarda müsamahalıdırlar. Birbirlerini değerlendirirken çok hassas ve insaflıdırlar.
Onları, kendi izniyle karanlıklardan nûra çıkarır... (Mâide, 5/15) Allah insanları Peygamberi (s.a.) ve İlâhi kelâmıyla karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Peygamberlerin geldiği dönemler hep zulüm dönemleri, hep karanlık dönemler olmuştur. Cehâlet karanlığı, zulüm karanlığı, puta tapıcılık karanlığı, insanlıktan ve iyiliklerden mahrumiyet karanlığı Hz. İbrahim (a.s.) insanlar kendi elleriyle yonttuklarına taparlarken geldi. Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.), İsrailoğulları Firavunun zulmünden acı çekerlerken gönderildiler. Hz. İsa (a.s.), İsrailoğulları bilgiçlikleri ve küstah anlayışlarıyla materyalist bir felsefeye kayarlarken geldi. Nihayet Hz. Muhammed (s.a.), yeryüzü cehalet ve inkar içinde bocalarken risâletle görevlendirildi. Onlarla, insanlar yeniden doğdular sanki. Bütün Peygamberler insanları bütün bu karanlıklardan; tevhidin, imanın, bilginin, hikmetin, marifet ve medeniyetin aydınlığına çıkardılar. Karanlık yollara ilâhi meşaleler yaktılar.
Buradaki nûr kelimesi dâima tekil kullanılırken, zulmet kelimesinin çoğul kullanılması da dikkat çeken bir durum. Çünkü vahyin ışığı olmasa hayatın karanlıklarının sayısı, sınırı olmaz ve insanın hayat yollarının her sokağı kapkaranlık olur. Sağlam dinin ışığını çekip bir kenara koyduğumuzda karanlıklardan başka hiçbir şey kalmaz. Kuran-ı Kerimin ve Hz. Peygamber (s.a.)in tuttuğu ışıkla bu karanlıklar dünyasından ve bu kapısı ve penceresi bulunmayan zifiri karanlık mağaradan gündüz ışığına kavuşanlar, yeniden hayat bulurlar. Bu duruma şu ayet misal olarak verilir: Biz ölü iken kendisini (manen) dirilttiğimiz, insanlar arasında yürüyeceği bir ışık verdiğimiz kimse; içinden çıkamaz hâlde karanlıklarda kalan kimse gibi olur mu hiç? (Enam 6/122)
Ve onları sırât-ı müstakime ulaştırır. (Mâide, 5/15) Ele aldığımız ayetin başında Ehl-i Kitaba çağrı yapılmakta, artık hidayetin Hz. Peygamberin ve Kuranın alıp götürdüğü yol olduğu ifade edilmekteydi. İşte o yol sırât-ı müstakîmdir. O yol, mutedil İslâm yoludur. Allahın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerin, Sıddıkların, Şehidlerin ve Salihlerin yoludur. Bu yol onların peşi sıra gitmeyi, adım adım onların izlerini takip etmeyi gerektirir. Onların yaşadığı gibi yaşamayı, onların yol aldığı gibi yol almayı ister. Allah Teâla buyurur: İşte benim dosdoğru yolum budur, o halde bu yola girin; başka yollara girmeyin, değilse sizi Allahın yolundan saptırırlar. (Enam 6/153)
O gün zâlim kimse korku ve endişesinden- ellerini ısırarak, Keşke, keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım der. (Furkân, 25/27) Başka yollara sapmış, günaha dalmış, bir de insanlara zulmetmiş kişi, kıyamet günü hakikati görecek. Pişmanlıkla temenni üstüne temennide bulunacak, ama nafile!
Selâm yolları birleşir, sırât-ı müstakîmi oluşturur. İslâm, cadde-i kübrâdır. Bu, nehirlerin birleşip deryaya akmalarına benzer. Cennete giden, rızây-ı ilâhiye çıkan, nihayet şâirin deyişiyle, Hakka varan yol, sırât-ı müstakîmdir, İslâmın aydınlık yoludur.
Mesut Kaya