Abdülmuttalibin en küçük oğlu ve Resûlullah efendimizin çok sevdiği amcası. Resûlullah annesinin vefatından sonra dedesinin yanına yerleştiğinden hazret-i Abbâs ile çocukluktan îtibâren beraber büyümüşlerdi. Böyle olmakla beraber Peygamber efendimiz, ona atası gibi davrandı ve onu baba yarısı olarak kabul etti.
Hazret-i Abbâs, gençlik devresinde, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini oydu. Resûlullah, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, hazret-i Abbâs muhalefet etmeyip, akrabalık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bîatında Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada tesirli konuşmalar yaptı. Bîat etmek için gelen Medîneli müslümanlara şöyle hitabetti: Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur. İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur. Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır. Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir. Biz, Onu, Ona inanmıyan kimselerden koruduk. O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber gitmeğe karar vermiş bulunmaktadır. Eğer siz, bütün Arab kabilelerinin birleşip üzerinize hücûm ettiğinde, onlara karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz. Bu hususu aranızda iyice görüşüp konuşunuz. Sonradan ayrılığa düşmeyiniz. Verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz? Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekkeden çıktıktan sonra Onu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş hâlde yaşasın. Buna karşılık Medîneliler; Biz, Resûlullahı malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız dediler ve Resûlullah efendimize bîat ettiler. Sonra Abbâs (radıyallahü anh); Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için ettikleri yemîni işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ Rabbî! diyerek dua etti.
Hazret-i Abbâs, Kureyşin ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Haramın tâmiratı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazifeyi devam ettirdi. Hazret-i Abbâs ve kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan su çekip verirlerdi.
Hazret-i Abbâs, beyaz tenli, güzel yüzlü, yakışıklı, iri yapılı ve uzunca boylu idi. Sesi pek kuvvetli ve gür idi. Bedr gazasına, istemiyerek Mekkeden kâfirlerle birlikte geldi. Harpte müslümanlar zafer kazanınca, esir edilip, Medineye götürüldü. Kendisi ve kardeşlerinin oğulları için para verip kurtulması istendi. Abbâs bunun üzerine; Yâ Resûlallah! Ben müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedre getirdiler dedi. Resûlullah; Senin müslümanlığını, Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyor san, Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin işin görünüş itibariyle aleyhimizdedir. Kurtulmalık akçeni ödemen lâzımdır buyurdu. Yâ Resûlallah! Ganîmet olarak aldığınız 800 dirhemden başka servetim yok deyince, Peygamber efendimiz; Yâ Abbâs! Ya o altınları niçin söylemiyorsun? buyurdu. O da; Hangi altınları? dedi. Peygamber efendimiz; Hani sen Mekkeden çıkacağın gün, hanımın Hârisin kızı Ümmül-Fadla verdiğin altınlar! Onları verirken yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül-Fadla; Bu seferde başıma ne geleceğini bilemiyorum. Eğer bir felâkete uğrar da dönemezsem, şu kadarı senindir, şu kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı Kuşem içindir, dediğin altınlar. buyurunca, hazret-i Abbâs şaşırdı ve; Yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımınla verirken yanımızda kimse yoktu. Bunu nereden biliyorsunuz? dedi. Peygamber efendimiz; Allahü teâlâ haber verdi buyurduğunda; Senin Allahü teâlânın Resûlü olduğuna ve doğru söylediğine şehâdet ederim deyip Kelime-i şehâdet getirdi. Müslüman olunca, Peygamber efendimiz onu Mekkede vazifelendirdi. Mekkede, müslümanlar, onun himayesinde rahat ettiler. Bir mektubunda Peygamberimizin yanına gelmek istediğini bildirdiğinde, Resûlullah efendimiz; Senin, bulunduğun yerdeki cihâdın, daha güzel ve faydalıdır buyurdular.
Hazret-i Abbâs, Mekkenin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık Mekkede kalmayı lüzumlu bulmayıp, fethinden az bir zaman önce Medineye hicret için yola çıktı. Zül-huleyfede Resûlullaha kavuştu. Ailesini Medîneye gönderip, kendisi Mekkenin fethinde Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimiz ona; Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhacirlerin sonuncususunbuyurdular.
İkrime (rahmetullahi aleyh) anlatır: Ebû Süfyân, Mekkenin fethi sırasında müslüman oldu. Kendisiyle hazret-i Abbâs ilgilendi. Ebû Süfyân, müslümanların bir sabah vakti namaz için coşkun hazırlıklarını görünce; Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi? dedi. Hazret-i Abbâs da; Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar diye cevap verdi. Daha sonra Ebû Süfyâna abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü. Resûl aleyhisselâm namaz için cemâatin önüne geçip tekbir aldı. Cemâat de büyük bir vecd içinde Ona uydu. Onların rükû ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân; Ey Abbâs! Böyle itaati ne İran saraylarında, ne Rum diyarlarında gördüm. Doğrusu yeğenin büyük bir hükümdar olmuş dedi. Bunun üzerine hazret-i Abbâs; Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir buyurdu.
Hazret-i Abbâs, Mekkenin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vadiden aşağı iniyordu. Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için vadinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu. Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı. Müslümanlar ne olduklarını anlıyamadılar. Biran karışıklık oldu. Hazret-i Abbâs, Ebû Bekr (radıyallahü anh) ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp Resûlullahla birlikte bir adım gerilemediler.
O zaman Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, katırını düşmanın üzerine sürmek istedi. Hazret-i Abbâs, katırın dizginini, Süfyân bin Haris de üzengisini tutup, hızını kesmeğe ve Resûlullahın Hevâzin kabilesinin arasına dalmasına mâni olmaya çalıştılar. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın dîninin yok olacağına üzüldüğünden; Yâ Abbâs! Sen onlara; Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bîat eden sahâbîler! diyerek seslen buyurdu. Hazreti Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için; Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb! Buraya toplanınız. Dağıtmayınız diye bütün gücüyle bağırdı. Bunu işiten Eshâb-ı kiram geri dönmek istediler. Fakat binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, bâzıları hayvanlarını geri döndüremediler. Binek hayvanlarından kendilerini atmak mecburiyetinde kaldılar. Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli bir muharebeden sonra düşman yenik düştü. Askerlerinin çoğu öldürüldü, bir kısmı da esir alındı.
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi. Câbir (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah efendimiz Taife gittiğinde ora halkına elçi olarak Hanzala bin Rebîi göndermişti. Hanzala (radıyallahü anh) Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye hapsetmek istediler. Bunu gören Resûl aleyhisselâm; Kim bunların elinden Hanzalayı kurtarır? Bu işi başarana bütün gazilerin sevabı verilecektir buyurdu. Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu. Hanzalayı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı. Kaleden Abbâsa taş atıyorlardı. Bu sırada Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Abbâsa dua ediyordu. Hazret-i Abbâs yaralanmadan Hanzalayı Resûlullaha getirdi.
632 (H. 10) senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla veda haccına gittiler. Peygamber efendimiz, veda hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler... Faizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı faizin, amcası hazret-i Abbâsın faizi olduğunu bildirdiler.
Peygamber efendimiz vefat edince, Eshâb-ı kiramın aleyhimürrıdvân aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu. Hazret-i Ömer, Peygamberimizin mübarek vücûd-ı şerîflerinin huzuruna geldi. Mübarek yüzüne bakıp; Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır dedi ve mübarek yüzünü örterek dışarı çıktı. Arkasından; Her kim, Resûlullah öldü derse kılıcımla boynunu vururum dedi. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Abbâs bu konuda Eshâb-ı kiramla konuştular. Abbâs (radıyallahü anh) mescide gidip; Ey insanlar! Resûlullahın, Ben vefat etmiyeceğim diye bir sözünü duydunuz mu? dedi. Eshâb-ı kiram; Hayır duymadık dediler. Hazret-i Abbâs, hazret-i Ömere dönerek; Yâ Ömer! Bu hususta senin bildiğin bir şey var mıdır? diye sordu. Hazret-i Ömer; Yok dedi. Bunun üzerine; Hiç bir kimse, Peygamber efendimizin ölmeyeceğini söyleyemez. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Resûl aleyhisselâm ölümü tadmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Ona meâlen şöyle buyurdu: Sen öleceksin. O kâfirler de ölecekler. Sonra kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda hesaplaşacaksınız. Senin haklı olduğun, müşriklerin, bâtıl, bozuk olduğu meydana çıkacak. (Zümer sûresi: 30-31) Şunu iyi biliniz ki, Resûlullah efendimiz vefat etti. O, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra aramızdan ayrıldı. Defin işlerini bir an önce yapalım. Onu, kabr-i şerîfine kaymamıza da engel olmayınız. Kardeşim Ömerin dediği doğruysa, Allahü teâlâ Onu kabrinin üzerindeki toprağı gidererek yanımıza tekrar göndermekten âciz değildir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etmiştir. Nihayet O da bizler gibi insandır dedi. Hazret-i Ebû Bekr de buna benzer bir konuşma yaptı. Ehl-i beyt ve Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizin vefat ettiğine kanâat getirdiler.
Peygamber efendimizin mübarek cenazelerini yıkamak üzere; hazret-i Ali, hazret-i Abbâs ve oğulları Fadl ve Kuşem, Usâme bin Zeyd ve Salih (radıyallahü anhüm) odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamağa başladılar. Hazret-i Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hazret-i Ali de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefat ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.
Hazret-i Ömer, fetihlerden elde edilen ganimetlerden, hazret-i Abbâsa hisse ayırırdı. Hazret-i Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi. Mescidin hemen yanında hazret-i Abbâsın evi vardı. Halîfe bu evi satın almak istedi. Hazret-i Abbâs ise evini hediye olarak verdi.
Medînede kuraklık olunca, hazret-i Ömer, hazret-i Abbâsın dua etmesini istedi. Abbâs (radıyallahü anh) dua edip, duası bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi. Bundan sonra hazret-i Ömer; Abbâs (radıyallahü anh), Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir buyurdu.
Abbâs (radıyallahü anh), Peygamber efendimize yakınlığı ve faziletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince hürmetlerinden ve tevâzûlarından ayağa kalkarlardı.
Çok zengin idi. Medîneye yerleştikten sonra yapılan bütün muharebelerde ve husûsen, Bizansa karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti. Ziyadesiyle cömerd olup, ikram ve ihsanları çok idi. Köleleri satın alıp âzâd eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle âzâd ettiği meşhûrdur Yakın akrabayı ziyaret etmeğe, onların haklarını yerine getirmeğe çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi.
Abbâs bin Abdülmuttalib (radıyallahü anh), ömrünün sonunda göremez oldu. Hazreti Osmanın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 (H. 32) senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefat etti. Cenaze namazını hazret-i Osman kıldırdı. Bakî kabristanına defnedildi.
Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı. Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anhümâ) ilimde çok yüksekti. Kızları içinde Ümmü Gülsüm bâzı hadîs-i şerîfler rivayet etti.
Hazret-i Âişe anlatır: Resûlullah, Eshâb-ı kiramı ile oturuyordu. Yanıbaşında hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer vardı. O esnada Abbâs (radıyallahü anh) içeri girdi. Hazret-i Ebû Bekr ona yer verdi. Hazret-i Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekr (radıyallahü anh) arasına oturdu. Resûl aleyhisselâm bu hareketinden dolayı hazret-i Ebû Bekre; Büyüklerin kıymetini büyükler bilir buyurdu.
İbn-i Şihâbdan bildirildiğine göre; Ebû Bekr ve Ömerin (radıyallahü anhümâ) hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Abbâsa rastlarlarsa, bineklerinden inerler onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.
Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Rab olarak Allah, din olarak İslâm, peygamber olarak da, Muhammedi (aleyhisselâm) kabul eden, îmânın tadını tadar.
Allah korkusundan müminin kalbi ürperdiği vakit, ağacın yaprakları düşer gibi günahları dökülür.
Bu Abdülmuttalib oğlu Abbâsdır. Kureyşde en cömerd ve akrabalık bağlarına en saygılı olandır.
Abbâs, bendendir. Ben Abbâsdanım.
Abbâs, amcamdır. Beni korumuştur. Ona eza eden, bana eza etmiş olur.
Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler, Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.
Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriya şöyle derdi: Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim. Kendisine kötülük yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim. Onun için, herkese iyilik ve ihsanda bulunun. Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur.
1) Sahîh-i Buhârî; K. İstiskâ, bâb 3
2) Sahîh-i Müslim; K. Zekât H. 11
3) El-İstiâb; cild-8, sh. 94
4) El-İsâbe; cild-2, sh. 271
5) Üsüd-ül-gâbe; cild-3. sh. 109
6) Tabakat-ı İbn-i Sad; cild-1, sh. 221
7) Ensâb-ül-eşrâf; cild-1, sh.067
8) El-Alam; cild-3, sh. 262
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 970
10) Eshâb-ı Kiram; sh. 2 79
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 176
12) Sünen-i Ebû Dâvûd; cild-2, sh. 12
13) Rehber Ansiklopedisi; cild 1. sh. Ö-6
14) Ikd-ül-ferid; cild-1, sh. 21-76 cild 2, sh. 147, 252, 262 cild 3, sh. 106,132
15) Cemheretü hutab-il-arab; cild 1, sh. 263
16) Müsned-i Ahmed Bin Hanbel; cild-1, sh. 300
Hazret-i Abbâs, gençlik devresinde, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu. Kardeşlerinin içinde en zengini oydu. Resûlullah, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, hazret-i Abbâs muhalefet etmeyip, akrabalık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve destek oldu. Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bîatında Peygamber efendimizin yanında bulunup, orada tesirli konuşmalar yaptı. Bîat etmek için gelen Medîneli müslümanlara şöyle hitabetti: Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur. İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur. Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır. Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir. Biz, Onu, Ona inanmıyan kimselerden koruduk. O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak yaşamaktadır. Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber gitmeğe karar vermiş bulunmaktadır. Eğer siz, bütün Arab kabilelerinin birleşip üzerinize hücûm ettiğinde, onlara karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz. Bu hususu aranızda iyice görüşüp konuşunuz. Sonradan ayrılığa düşmeyiniz. Verdiğiniz sözde durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz? Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekkeden çıktıktan sonra Onu yalnız bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş hâlde yaşasın. Buna karşılık Medîneliler; Biz, Resûlullahı malımız ve canımız pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız dediler ve Resûlullah efendimize bîat ettiler. Sonra Abbâs (radıyallahü anh); Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için ettikleri yemîni işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ Rabbî! diyerek dua etti.
Hazret-i Abbâs, Kureyşin ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i Haramın tâmiratı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü. Müslüman olduktan sonra da bu vazifeyi devam ettirdi. Hazret-i Abbâs ve kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan su çekip verirlerdi.
Hazret-i Abbâs, beyaz tenli, güzel yüzlü, yakışıklı, iri yapılı ve uzunca boylu idi. Sesi pek kuvvetli ve gür idi. Bedr gazasına, istemiyerek Mekkeden kâfirlerle birlikte geldi. Harpte müslümanlar zafer kazanınca, esir edilip, Medineye götürüldü. Kendisi ve kardeşlerinin oğulları için para verip kurtulması istendi. Abbâs bunun üzerine; Yâ Resûlallah! Ben müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedre getirdiler dedi. Resûlullah; Senin müslümanlığını, Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyor san, Allah sana elbette onun ecrini verir. Fakat senin işin görünüş itibariyle aleyhimizdedir. Kurtulmalık akçeni ödemen lâzımdır buyurdu. Yâ Resûlallah! Ganîmet olarak aldığınız 800 dirhemden başka servetim yok deyince, Peygamber efendimiz; Yâ Abbâs! Ya o altınları niçin söylemiyorsun? buyurdu. O da; Hangi altınları? dedi. Peygamber efendimiz; Hani sen Mekkeden çıkacağın gün, hanımın Hârisin kızı Ümmül-Fadla verdiğin altınlar! Onları verirken yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen, Ümmül-Fadla; Bu seferde başıma ne geleceğini bilemiyorum. Eğer bir felâkete uğrar da dönemezsem, şu kadarı senindir, şu kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah için, şu kadarı Ubeydullah için, şu kadarı Kuşem içindir, dediğin altınlar. buyurunca, hazret-i Abbâs şaşırdı ve; Yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımınla verirken yanımızda kimse yoktu. Bunu nereden biliyorsunuz? dedi. Peygamber efendimiz; Allahü teâlâ haber verdi buyurduğunda; Senin Allahü teâlânın Resûlü olduğuna ve doğru söylediğine şehâdet ederim deyip Kelime-i şehâdet getirdi. Müslüman olunca, Peygamber efendimiz onu Mekkede vazifelendirdi. Mekkede, müslümanlar, onun himayesinde rahat ettiler. Bir mektubunda Peygamberimizin yanına gelmek istediğini bildirdiğinde, Resûlullah efendimiz; Senin, bulunduğun yerdeki cihâdın, daha güzel ve faydalıdır buyurdular.
Hazret-i Abbâs, Mekkenin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada olduğunu haber alınca, artık Mekkede kalmayı lüzumlu bulmayıp, fethinden az bir zaman önce Medineye hicret için yola çıktı. Zül-huleyfede Resûlullaha kavuştu. Ailesini Medîneye gönderip, kendisi Mekkenin fethinde Peygamber efendimizin yanında bulundu. Peygamber efendimiz ona; Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhacirlerin sonuncususunbuyurdular.
İkrime (rahmetullahi aleyh) anlatır: Ebû Süfyân, Mekkenin fethi sırasında müslüman oldu. Kendisiyle hazret-i Abbâs ilgilendi. Ebû Süfyân, müslümanların bir sabah vakti namaz için coşkun hazırlıklarını görünce; Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi? dedi. Hazret-i Abbâs da; Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar diye cevap verdi. Daha sonra Ebû Süfyâna abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü. Resûl aleyhisselâm namaz için cemâatin önüne geçip tekbir aldı. Cemâat de büyük bir vecd içinde Ona uydu. Onların rükû ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân; Ey Abbâs! Böyle itaati ne İran saraylarında, ne Rum diyarlarında gördüm. Doğrusu yeğenin büyük bir hükümdar olmuş dedi. Bunun üzerine hazret-i Abbâs; Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir buyurdu.
Hazret-i Abbâs, Mekkenin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında da, Peygamber efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş bir vadiden aşağı iniyordu. Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için vadinin her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu. Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı. Müslümanlar ne olduklarını anlıyamadılar. Biran karışıklık oldu. Hazret-i Abbâs, Ebû Bekr (radıyallahü anh) ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp Resûlullahla birlikte bir adım gerilemediler.
O zaman Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, katırını düşmanın üzerine sürmek istedi. Hazret-i Abbâs, katırın dizginini, Süfyân bin Haris de üzengisini tutup, hızını kesmeğe ve Resûlullahın Hevâzin kabilesinin arasına dalmasına mâni olmaya çalıştılar. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın dîninin yok olacağına üzüldüğünden; Yâ Abbâs! Sen onlara; Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bîat eden sahâbîler! diyerek seslen buyurdu. Hazreti Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan duyulduğu için; Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb! Buraya toplanınız. Dağıtmayınız diye bütün gücüyle bağırdı. Bunu işiten Eshâb-ı kiram geri dönmek istediler. Fakat binek hayvanları öyle ürkmüşlerdi ki, bâzıları hayvanlarını geri döndüremediler. Binek hayvanlarından kendilerini atmak mecburiyetinde kaldılar. Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli bir muharebeden sonra düşman yenik düştü. Askerlerinin çoğu öldürüldü, bir kısmı da esir alındı.
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi. Câbir (radıyallahü anh) anlatır: Resûlullah efendimiz Taife gittiğinde ora halkına elçi olarak Hanzala bin Rebîi göndermişti. Hanzala (radıyallahü anh) Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye hapsetmek istediler. Bunu gören Resûl aleyhisselâm; Kim bunların elinden Hanzalayı kurtarır? Bu işi başarana bütün gazilerin sevabı verilecektir buyurdu. Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu. Hanzalayı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı. Kaleden Abbâsa taş atıyorlardı. Bu sırada Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Abbâsa dua ediyordu. Hazret-i Abbâs yaralanmadan Hanzalayı Resûlullaha getirdi.
632 (H. 10) senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla veda haccına gittiler. Peygamber efendimiz, veda hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler... Faizin yasak olduğunu, ilk kaldırdığı faizin, amcası hazret-i Abbâsın faizi olduğunu bildirdiler.
Peygamber efendimiz vefat edince, Eshâb-ı kiramın aleyhimürrıdvân aklı başından gitti. Mescidde ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu. Hazret-i Ömer, Peygamberimizin mübarek vücûd-ı şerîflerinin huzuruna geldi. Mübarek yüzüne bakıp; Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok ağır dedi ve mübarek yüzünü örterek dışarı çıktı. Arkasından; Her kim, Resûlullah öldü derse kılıcımla boynunu vururum dedi. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Abbâs bu konuda Eshâb-ı kiramla konuştular. Abbâs (radıyallahü anh) mescide gidip; Ey insanlar! Resûlullahın, Ben vefat etmiyeceğim diye bir sözünü duydunuz mu? dedi. Eshâb-ı kiram; Hayır duymadık dediler. Hazret-i Abbâs, hazret-i Ömere dönerek; Yâ Ömer! Bu hususta senin bildiğin bir şey var mıdır? diye sordu. Hazret-i Ömer; Yok dedi. Bunun üzerine; Hiç bir kimse, Peygamber efendimizin ölmeyeceğini söyleyemez. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Resûl aleyhisselâm ölümü tadmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Ona meâlen şöyle buyurdu: Sen öleceksin. O kâfirler de ölecekler. Sonra kıyamet günü, Rabbinizin huzurunda hesaplaşacaksınız. Senin haklı olduğun, müşriklerin, bâtıl, bozuk olduğu meydana çıkacak. (Zümer sûresi: 30-31) Şunu iyi biliniz ki, Resûlullah efendimiz vefat etti. O, İslâmiyetin bütün hükümleri tamamlandıktan sonra aramızdan ayrıldı. Defin işlerini bir an önce yapalım. Onu, kabr-i şerîfine kaymamıza da engel olmayınız. Kardeşim Ömerin dediği doğruysa, Allahü teâlâ Onu kabrinin üzerindeki toprağı gidererek yanımıza tekrar göndermekten âciz değildir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem vefat etmiştir. Nihayet O da bizler gibi insandır dedi. Hazret-i Ebû Bekr de buna benzer bir konuşma yaptı. Ehl-i beyt ve Eshâb-ı kirâm Peygamber efendimizin vefat ettiğine kanâat getirdiler.
Peygamber efendimizin mübarek cenazelerini yıkamak üzere; hazret-i Ali, hazret-i Abbâs ve oğulları Fadl ve Kuşem, Usâme bin Zeyd ve Salih (radıyallahü anhüm) odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu hâlde yıkamağa başladılar. Hazret-i Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola döndürdüler. Hazret-i Ali de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefat ettiği yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi, kabr-i şerîfine koydular.
Hazret-i Ömer, fetihlerden elde edilen ganimetlerden, hazret-i Abbâsa hisse ayırırdı. Hazret-i Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi. Mescidin hemen yanında hazret-i Abbâsın evi vardı. Halîfe bu evi satın almak istedi. Hazret-i Abbâs ise evini hediye olarak verdi.
Medînede kuraklık olunca, hazret-i Ömer, hazret-i Abbâsın dua etmesini istedi. Abbâs (radıyallahü anh) dua edip, duası bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi. Bundan sonra hazret-i Ömer; Abbâs (radıyallahü anh), Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir buyurdu.
Abbâs (radıyallahü anh), Peygamber efendimize yakınlığı ve faziletlerinin çokluğundan dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi. Herkes kendisine imrenirdi. Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince hürmetlerinden ve tevâzûlarından ayağa kalkarlardı.
Çok zengin idi. Medîneye yerleştikten sonra yapılan bütün muharebelerde ve husûsen, Bizansa karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için çok yardım etti. Ziyadesiyle cömerd olup, ikram ve ihsanları çok idi. Köleleri satın alıp âzâd eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle âzâd ettiği meşhûrdur Yakın akrabayı ziyaret etmeğe, onların haklarını yerine getirmeğe çok dikkat eder, muhtaç olanlara yardım ederdi.
Abbâs bin Abdülmuttalib (radıyallahü anh), ömrünün sonunda göremez oldu. Hazreti Osmanın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 (H. 32) senesinde 88 yaşında Medîne-i münevverede vefat etti. Cenaze namazını hazret-i Osman kıldırdı. Bakî kabristanına defnedildi.
Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı. Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anhümâ) ilimde çok yüksekti. Kızları içinde Ümmü Gülsüm bâzı hadîs-i şerîfler rivayet etti.
Hazret-i Âişe anlatır: Resûlullah, Eshâb-ı kiramı ile oturuyordu. Yanıbaşında hazret-i Ebû Bekr ile hazret-i Ömer vardı. O esnada Abbâs (radıyallahü anh) içeri girdi. Hazret-i Ebû Bekr ona yer verdi. Hazret-i Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekr (radıyallahü anh) arasına oturdu. Resûl aleyhisselâm bu hareketinden dolayı hazret-i Ebû Bekre; Büyüklerin kıymetini büyükler bilir buyurdu.
İbn-i Şihâbdan bildirildiğine göre; Ebû Bekr ve Ömerin (radıyallahü anhümâ) hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Abbâsa rastlarlarsa, bineklerinden inerler onunla beraber gideceği yere kadar yürürler, sonra dönerlerdi.
Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Rab olarak Allah, din olarak İslâm, peygamber olarak da, Muhammedi (aleyhisselâm) kabul eden, îmânın tadını tadar.
Allah korkusundan müminin kalbi ürperdiği vakit, ağacın yaprakları düşer gibi günahları dökülür.
Bu Abdülmuttalib oğlu Abbâsdır. Kureyşde en cömerd ve akrabalık bağlarına en saygılı olandır.
Abbâs, bendendir. Ben Abbâsdanım.
Abbâs, amcamdır. Beni korumuştur. Ona eza eden, bana eza etmiş olur.
Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler, Allahü teâlâ dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.
Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriya şöyle derdi: Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim. Kendisine kötülük yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim. Onun için, herkese iyilik ve ihsanda bulunun. Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur.
1) Sahîh-i Buhârî; K. İstiskâ, bâb 3
2) Sahîh-i Müslim; K. Zekât H. 11
3) El-İstiâb; cild-8, sh. 94
4) El-İsâbe; cild-2, sh. 271
5) Üsüd-ül-gâbe; cild-3. sh. 109
6) Tabakat-ı İbn-i Sad; cild-1, sh. 221
7) Ensâb-ül-eşrâf; cild-1, sh.067
8) El-Alam; cild-3, sh. 262
9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 970
10) Eshâb-ı Kiram; sh. 2 79
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 176
12) Sünen-i Ebû Dâvûd; cild-2, sh. 12
13) Rehber Ansiklopedisi; cild 1. sh. Ö-6
14) Ikd-ül-ferid; cild-1, sh. 21-76 cild 2, sh. 147, 252, 262 cild 3, sh. 106,132
15) Cemheretü hutab-il-arab; cild 1, sh. 263
16) Müsned-i Ahmed Bin Hanbel; cild-1, sh. 300