Tebe-i tabiînin büyüklerinden. Mücâhid bir zât olup, hadîs ve fıkıh âlimi idi. İsmi, Abdullah bin Mübarek bin Vâdıh Hanzalî Temîmî, künyesi Ebû Abdurrahmândır. Emevî halîfelerinden Hişâm bin Abdülmelik devrinde 736 (H. 118) yılında Horasanda Merv şehrinde doğdu. 797 (H. 181) senesi bir gaza dönüşü, Bağdad yakınlarında Hît denilen yerde vefat etti. Türk asıllıdır.
Abdullah bin Mübarek, sâlih bir ana babadan dünyaya geldi. Ana ve babası ve doğumu ile ilgili menkıbe meşhûrdur: Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla meşveret etti. Bir de hıristiyan komşusu vardı. Onunla da meşvret edeyim, başka dindendir ama, görünüşte komşumuzdur deyip, çağırdı. Meşveretten sonra, hıristiyan şöyle dedi: Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, âdetleri vardır. Sizden öncekilerin de âdetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da âdetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç. Kadı; Üç yolu, âdeti de açıkla dedi. Hıristiyan şöyle anlattı: Bizim evvelkilerin yolu, asîl, soylu birisini bulup, kızını oha verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, âdeti, takva sahibine (Allahü teâlâdan korkana) vermekti. Zamânımızdakilerin âdeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dîne îtibâr etmezler. Sen hangisini seçiyorsun! Kadı; Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim dedi. Sonra düşündü. Mervde, kölesinden daha muttaki (Allahü teâlâdan korkan) ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca, kadıya şikâyet edip; Böyle sâlihâ bir kızı, kölene verdin de, henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir? dedi. Kadı, (kölesi Mübâreke; Ey Mübarek! Sen benim kızıma nâz mı ediyorsun da, yanına gitmiyorsun? dedi. Mübarek cevâbında; Ey müslümanların kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nasıl nâz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli birşey yemesinden korktum. Ben ise, lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helâl yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü teâlâ bize bir çocuk verirse, sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat etmesi neticesinde, Allahü teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyânın makbulü olan Abdullah bin Mübarek hazretleri idi.
Abdullah bin Mübarek, ilk tahsilini Merv şehrinde yaptı. Sonra Bağdada geldi. Tabiînden büyük âlim, şaşıranların yol göstericisi, dînin senedi, Hanefî mezhebinin reîsi olan İmâm-ı azamdan ilim tahsil etti. Ayrıca zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine devam ederek, hadîs ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu.
Süleyman Teymî, Hamîd-i Tavîl, İsmail bin Hâlid, Yahya bin Saîd Ensârî, Saîd bin Saîd Ensârî, İbrahim bin Ebî Abele, Ebû Halde Hâlid bin Dînâr, Âsım el-Ahvel, İbn-i Avn, İkrime bin Ammâr, Îsâ bin Tahmân, Fıtr bin Halîfe, Muhammed bin Aslan, Mûsâ bin Ukbe, Ameş, Hişâm bin Urve, Süfyân-ı Sevrî, Şube bin Haccâc, Evzâî, İbn-i Cüreyc, Mâlik, Leys, İbn-i Ebî Zib hocalarından bâzılarıdır. Talebelerinden bâzıları da; Mamer bin Râşid, Ebû İshak Fezârî, Cafer bin Süleyman, Bakıyye bin Velîd, Dâvûd bin Abdurrahmân, Süfyân bin Uyeyne, Ebül-Ehvâs, Fudayl bin Iyâd, Mutemir bin Süleyman, Velîd bin Müslim, Ebû Bekr bin lyâş ve başkalarıdır. Kitapları, kerametleri ve yetiştirdiği talebeleri pek çoktur. Bunlardan birisi de mezheb reisi Ahmed bin Hanbel hazretleridir.
Abdullah bin Mübarek, ilim tahsîlinden sonra tekrar Merve döndü. Burada bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl, İslâmiyeti yaymak için cihâda çıkar, harblere giderdi. İlmi, fıkhı, edebi, fesahati ve zühdü çok idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Az konuşmayı kendine âdet edinmiş olup, emîn ve sözleri sehed idi. Arkadaşından emânet aldığı bir kalemi iade etmek için, Mervden Şama kadar yaya olarak gelmiş ve emâneti yerine ulaştırmıştır. Kitaplarında yirmi binden ziyâde hadîs-i şerîfe yer vermiştir.
Tezkirede onun hakkında şöyle bildirilmektedir: Din düşmanları ile cihâd edenlerin başında gelirdi. Âlimlerin sultânı ismini alan Abdullah bin Mübarek, ayrıca yiğitlikte zamanının bir tanesi idi. Dînimizin büyüklerini görmüş, sohbet etmiş ve onların makbulü olmuştur. Onun hakkında, önceleri hıristiyan olan ve hidâyetine vesile olduğu, Hasen ibni Îsâ Masercis şöyle anlatır: Abdullah bin Mübârekin arkadaşlarından Fadl bin Îsâ, Muhalled bin Hüseyn ve başkaları yanıma gelip; Haydi Abdullah bin Mübârekin güzel hâllerini sayalım dediler. Beraberce şöyle saydık Onun; ilmi, edebi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, zühdü, verâı, insafı, gece ibâdeti, haccı, gazası, biniciliği, kahramanlığı, riyazeti, boşuna konuşmaması, arkadaşlarına karşı gelmemesi ve başkalarıdır.
Ali bin Sadaka onun hakkında şöyle demiştir: Hadîs âlimleri arasında İbn-i Mübarek, insanlar arasında Emîr-ül-müminîn gibidir.
Ayrıca onun hakkında pek çok söz söylenmiştir. Meselâ, Abdullah bin Muhammed; İbn-i Mübâreki dinledim. O, bize göre insanların en yükseği ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilâfları eniyi bilendir demiştir.
Talebesi Nuaym bin Hammâd; İbn-i Mübarek gibisini görmedim. O, sanki benzeri olmayan, husûsî dokunmuş bir kumaş gibidir buyurdu.
Şuayb bin Harb; Abdullah bin Mübarekle kim karşılaşırsa şeref kazanır. Çünkü o, zamânındakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir zât idi şeklinde bildirmiştir.
Kütüb-i sitte ehlinden İmâm-ı Nesâî (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: Biz, zamanımızda İbn-i Mübârekten daha kuvvetli, daha üstün, her övülen sıfatın kendinde bulunduğu bir başka zât tanımıyoruz. Talebesi Yahya bin Saîd el-Kattân da, ondan bahisle; İlimde anlayış sahibi, hafız, zâhid, âbid, zengin, çok hac ve gaza eden, nahiv bilgisi çok kuvvetli, şâir bir zât idi. Onun gibisini görmedim demiştir.
İbn-i Hibbân; Onda, kendi zamanında ilim ehlinden hiç bir kimsede olmayan güzellikler vardır buyururken, İsmail bin lyâş; Zamanında onun gibisi yoktu. Allahü teâlâ yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir diye bildiriyordu.
Abdullah bin Musab da (rahmetullahi aleyh); Hadîs ve fıkıh ilmini, Arab edebiyatını iyi bilen, şecaati, ticâreti, cömertliği ve yanında olmadıkları zamanda, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mümtaz bir zât idi buyurmuştur.
Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh); Bütün ömrümde bir sene Abdullah bin Mübârek gibi olmayı isterdim. Fakat buna gücüm yetmez. Hattâ üç gün bile buyurmuştur.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) sünnete uyar, bidatten ve bidat ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını anlatır ve münafıklık alâmetlerinden olduğunu söylerdi.
Bir defasında, Horasan âlimlerinden olan Abdullah bin Ömer Serahbî şöyle buyurdu: Bir keresinde bidat ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) bundan haberdâr olunca, bana; Seninle otuz gün konuşmayacağım dedi. Selâm bin Ebî Mutî; Doğuda onun bir benzerini görmedim, Hâkim; Asrında dünyânın imâmı idi. İlim, zühd, yiğitlik ve cömertlikte en iyileri idi, Hasen bin Îsâ; Duası kabul olunanlardandı demişlerdir.
Ebû Üsâme de; İbn-i Mübârekten çok ilim isteyen, bir başkasını görmedim buyurdu.
İbn-i Mehdî; İmamlar dörttür; Süfyân-ı Sevrî, Hammâd bin Zeyd, İbn-i Mübarek, Mâlik diyerek, onu imamlar içinde saymıştır.
İmâm-ı Ahmed; Zamanında ilmi ondan daha çok taleb eden yoktu, Fudayl bin Iyâd; Ardından bir benzeri gelmedi, İbn-i İshak Fezârî; İbn-i Mübarek, müslümanların imamıdır, Ata bin Müslim; Onun bir benzerini görmedim. Başkaları da görmedi. Evzâî; Onu gören gönüller rahatlardı. buyurmuşlardır.
Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rahmetullahi aleyh); Üstadımın şöyle buyurduğunu işittim dedi: Abdullah bin Mübârekin (rahmetullahi aleyh) dört şeyde eşi yoktu. Birincisi, zamanında dünyâda onun gibi bir âlim yoktu. Diğerleri sıra ile; hilm, şecaat ve yiğitliği, bir de cömertliği idi. Bu dört şeyde, zamanında, hiç kimse onunla eşit değildi.
İbn-i İshak şöyle dedi: Ben, Sahâbe-i kiram ile Abdullah bin Mübârekin işlerine, hâllerine dikkat ettim. Onların aynı idi. Yalnız, Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetinde bulunmaktan ileri geliyordu.
Abdullah bin Mübârekin (rahmetullahi aleyh) huzurunda birisi aksırdı. Fakat Elhamdülillah demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar gibi bir eda ile; Aksıranın ne demesi îcâbeder efendim? dedi. O da Elhamdülillah deyince, İmâm da; Yerhamükellah buyurdu. Bu rivayeti bildiren Muhammed bin Cemîl; Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu derece edebe hayran olduk demektedir.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Allahü teâlâdan çok korkar, titrer ve gözyaşı dökerdi. Arkadaşı Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh); Onu sevmemin asıl sebebi, Allahü teâlâdan çok korkmasıdır buyurdu.
Kendisini Mekke-i mükerremeden uğurlayan hocası İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyh), ona; Sen, Allahü teâlâyı sevdikçe, O da senin yardımcın olsun diye dua etmişti.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), hudut boylarında at koşturur ve Ribât denilen gözetleme karakollarında bulunurdu. Cihâd için Tarsusa kadar geldi ve Rakkaya uğradı. Buraya geldiğinde, muazzam bir kalabalık kendisini karşıladı, öyle ki, kalabalığın kaldırdığı toz, bulut gibi göğe yükseliyordu. Küçükler, büyükler ve şehrin ileri gelenleri onu görmek için can atıyorlardı.
Misis denilen yerde de ikâmet etti. Tarsusda, hadîs-i şerîf rivayetinde bulundu. İlim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı. Misisde, ikindi namazında Cuma Mescidine gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlanın zikriyle meşgul olur, kimseyle konuşmazdı. Kim gündüzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden yazılır buyururdu.
Muhammed bin Abdurrahmân bin Sehmden rivayet edildiğine göre; Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Misis nahiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivayet etti. Küçük yaştaki talebesi Abdet bin Süleymana hadîs-i şerîf yazdırır, öğrendiği ilme karşılık bir şey vermemesi cin, üstelik para verirdi.
Abdullah bin Mübarek, sâlih bir ana babadan dünyaya geldi. Ana ve babası ve doğumu ile ilgili menkıbe meşhûrdur: Merv şehri kadısının bir kızı vardı. Şehrin eşraf ve ileri gelenleri bu kızı istediler. Kadı, danışmaya ehil olanlarla meşveret etti. Bir de hıristiyan komşusu vardı. Onunla da meşvret edeyim, başka dindendir ama, görünüşte komşumuzdur deyip, çağırdı. Meşveretten sonra, hıristiyan şöyle dedi: Ey Kadı! Bu işte, bizden öncekilerin yolları, âdetleri vardır. Sizden öncekilerin de âdetleri, sünnetleri vardır. Zamanımız insanlarının da âdetleri vardır. Şimdi sen serbestsin. Hangisini istersen seç. Kadı; Üç yolu, âdeti de açıkla dedi. Hıristiyan şöyle anlattı: Bizim evvelkilerin yolu, asîl, soylu birisini bulup, kızını oha verirlerdi. Sizin evvelkilerinizin sünneti, âdeti, takva sahibine (Allahü teâlâdan korkana) vermekti. Zamânımızdakilerin âdeti ise zenginleri tercih etmektir. İyi soya, asalete ve kuvvetli dîne îtibâr etmezler. Sen hangisini seçiyorsun! Kadı; Ben kendi evvelkilerimizin sünneti ile amel eder ve takva sahibini tercih ederim dedi. Sonra düşündü. Mervde, kölesinden daha muttaki (Allahü teâlâdan korkan) ve dindar kimse bulamadı. Kızını ona verdi. Fakat kölesi kırk gün kızın yanına gitmedi. Annesinin bundan haberi olunca, kadıya şikâyet edip; Böyle sâlihâ bir kızı, kölene verdin de, henüz yüzüne bile bakmadı, senin bu yaptığın nedir? dedi. Kadı, (kölesi Mübâreke; Ey Mübarek! Sen benim kızıma nâz mı ediyorsun da, yanına gitmiyorsun? dedi. Mübarek cevâbında; Ey müslümanların kadısı! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nasıl nâz edebilirim? Ama siz kadısınız. Bu yüzden kızınızın evinizde iken şüpheli birşey yemesinden korktum. Ben ise, lokmalara çok dikkat ediyorum. Ona helâl yemek yediriyor ve kanının tamamen temiz olmasını istiyorum. Allahü teâlâ bize bir çocuk verirse, sâlih ve iyi olmasına çalışıyorum dedi. Kırk gün sonra hanımının yanına yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat etmesi neticesinde, Allahü teâlâ ona Abdullah gibi bir oğul verdi. İşte bu çocuk; bütün dünyânın makbulü olan Abdullah bin Mübarek hazretleri idi.
Abdullah bin Mübarek, ilk tahsilini Merv şehrinde yaptı. Sonra Bağdada geldi. Tabiînden büyük âlim, şaşıranların yol göstericisi, dînin senedi, Hanefî mezhebinin reîsi olan İmâm-ı azamdan ilim tahsil etti. Ayrıca zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine devam ederek, hadîs ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu.
Süleyman Teymî, Hamîd-i Tavîl, İsmail bin Hâlid, Yahya bin Saîd Ensârî, Saîd bin Saîd Ensârî, İbrahim bin Ebî Abele, Ebû Halde Hâlid bin Dînâr, Âsım el-Ahvel, İbn-i Avn, İkrime bin Ammâr, Îsâ bin Tahmân, Fıtr bin Halîfe, Muhammed bin Aslan, Mûsâ bin Ukbe, Ameş, Hişâm bin Urve, Süfyân-ı Sevrî, Şube bin Haccâc, Evzâî, İbn-i Cüreyc, Mâlik, Leys, İbn-i Ebî Zib hocalarından bâzılarıdır. Talebelerinden bâzıları da; Mamer bin Râşid, Ebû İshak Fezârî, Cafer bin Süleyman, Bakıyye bin Velîd, Dâvûd bin Abdurrahmân, Süfyân bin Uyeyne, Ebül-Ehvâs, Fudayl bin Iyâd, Mutemir bin Süleyman, Velîd bin Müslim, Ebû Bekr bin lyâş ve başkalarıdır. Kitapları, kerametleri ve yetiştirdiği talebeleri pek çoktur. Bunlardan birisi de mezheb reisi Ahmed bin Hanbel hazretleridir.
Abdullah bin Mübarek, ilim tahsîlinden sonra tekrar Merve döndü. Burada bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl, İslâmiyeti yaymak için cihâda çıkar, harblere giderdi. İlmi, fıkhı, edebi, fesahati ve zühdü çok idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Az konuşmayı kendine âdet edinmiş olup, emîn ve sözleri sehed idi. Arkadaşından emânet aldığı bir kalemi iade etmek için, Mervden Şama kadar yaya olarak gelmiş ve emâneti yerine ulaştırmıştır. Kitaplarında yirmi binden ziyâde hadîs-i şerîfe yer vermiştir.
Tezkirede onun hakkında şöyle bildirilmektedir: Din düşmanları ile cihâd edenlerin başında gelirdi. Âlimlerin sultânı ismini alan Abdullah bin Mübarek, ayrıca yiğitlikte zamanının bir tanesi idi. Dînimizin büyüklerini görmüş, sohbet etmiş ve onların makbulü olmuştur. Onun hakkında, önceleri hıristiyan olan ve hidâyetine vesile olduğu, Hasen ibni Îsâ Masercis şöyle anlatır: Abdullah bin Mübârekin arkadaşlarından Fadl bin Îsâ, Muhalled bin Hüseyn ve başkaları yanıma gelip; Haydi Abdullah bin Mübârekin güzel hâllerini sayalım dediler. Beraberce şöyle saydık Onun; ilmi, edebi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, zühdü, verâı, insafı, gece ibâdeti, haccı, gazası, biniciliği, kahramanlığı, riyazeti, boşuna konuşmaması, arkadaşlarına karşı gelmemesi ve başkalarıdır.
Ali bin Sadaka onun hakkında şöyle demiştir: Hadîs âlimleri arasında İbn-i Mübarek, insanlar arasında Emîr-ül-müminîn gibidir.
Ayrıca onun hakkında pek çok söz söylenmiştir. Meselâ, Abdullah bin Muhammed; İbn-i Mübâreki dinledim. O, bize göre insanların en yükseği ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilâfları eniyi bilendir demiştir.
Talebesi Nuaym bin Hammâd; İbn-i Mübarek gibisini görmedim. O, sanki benzeri olmayan, husûsî dokunmuş bir kumaş gibidir buyurdu.
Şuayb bin Harb; Abdullah bin Mübarekle kim karşılaşırsa şeref kazanır. Çünkü o, zamânındakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir zât idi şeklinde bildirmiştir.
Kütüb-i sitte ehlinden İmâm-ı Nesâî (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: Biz, zamanımızda İbn-i Mübârekten daha kuvvetli, daha üstün, her övülen sıfatın kendinde bulunduğu bir başka zât tanımıyoruz. Talebesi Yahya bin Saîd el-Kattân da, ondan bahisle; İlimde anlayış sahibi, hafız, zâhid, âbid, zengin, çok hac ve gaza eden, nahiv bilgisi çok kuvvetli, şâir bir zât idi. Onun gibisini görmedim demiştir.
İbn-i Hibbân; Onda, kendi zamanında ilim ehlinden hiç bir kimsede olmayan güzellikler vardır buyururken, İsmail bin lyâş; Zamanında onun gibisi yoktu. Allahü teâlâ yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir diye bildiriyordu.
Abdullah bin Musab da (rahmetullahi aleyh); Hadîs ve fıkıh ilmini, Arab edebiyatını iyi bilen, şecaati, ticâreti, cömertliği ve yanında olmadıkları zamanda, arkadaşlarına muhabbeti kendisinde toplamış mümtaz bir zât idi buyurmuştur.
Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh); Bütün ömrümde bir sene Abdullah bin Mübârek gibi olmayı isterdim. Fakat buna gücüm yetmez. Hattâ üç gün bile buyurmuştur.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) sünnete uyar, bidatten ve bidat ehlinden nefret ederdi. Böyle kimselerle oturmadığı gibi, oturanları da men ederdi. Zararını anlatır ve münafıklık alâmetlerinden olduğunu söylerdi.
Bir defasında, Horasan âlimlerinden olan Abdullah bin Ömer Serahbî şöyle buyurdu: Bir keresinde bidat ehliyle oturup yemek yedim. Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh) bundan haberdâr olunca, bana; Seninle otuz gün konuşmayacağım dedi. Selâm bin Ebî Mutî; Doğuda onun bir benzerini görmedim, Hâkim; Asrında dünyânın imâmı idi. İlim, zühd, yiğitlik ve cömertlikte en iyileri idi, Hasen bin Îsâ; Duası kabul olunanlardandı demişlerdir.
Ebû Üsâme de; İbn-i Mübârekten çok ilim isteyen, bir başkasını görmedim buyurdu.
İbn-i Mehdî; İmamlar dörttür; Süfyân-ı Sevrî, Hammâd bin Zeyd, İbn-i Mübarek, Mâlik diyerek, onu imamlar içinde saymıştır.
İmâm-ı Ahmed; Zamanında ilmi ondan daha çok taleb eden yoktu, Fudayl bin Iyâd; Ardından bir benzeri gelmedi, İbn-i İshak Fezârî; İbn-i Mübarek, müslümanların imamıdır, Ata bin Müslim; Onun bir benzerini görmedim. Başkaları da görmedi. Evzâî; Onu gören gönüller rahatlardı. buyurmuşlardır.
Mevlânâ Muhammed Rebhâmî (rahmetullahi aleyh); Üstadımın şöyle buyurduğunu işittim dedi: Abdullah bin Mübârekin (rahmetullahi aleyh) dört şeyde eşi yoktu. Birincisi, zamanında dünyâda onun gibi bir âlim yoktu. Diğerleri sıra ile; hilm, şecaat ve yiğitliği, bir de cömertliği idi. Bu dört şeyde, zamanında, hiç kimse onunla eşit değildi.
İbn-i İshak şöyle dedi: Ben, Sahâbe-i kiram ile Abdullah bin Mübârekin işlerine, hâllerine dikkat ettim. Onların aynı idi. Yalnız, Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm) üstünlükleri, Peygamber efendimizin eşsiz sohbetinde bulunmaktan ileri geliyordu.
Abdullah bin Mübârekin (rahmetullahi aleyh) huzurunda birisi aksırdı. Fakat Elhamdülillah demeyi unuttu. O kimseye, suâl sorar gibi bir eda ile; Aksıranın ne demesi îcâbeder efendim? dedi. O da Elhamdülillah deyince, İmâm da; Yerhamükellah buyurdu. Bu rivayeti bildiren Muhammed bin Cemîl; Bu edebli hareket bizi şaşırttı. Bu derece edebe hayran olduk demektedir.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Allahü teâlâdan çok korkar, titrer ve gözyaşı dökerdi. Arkadaşı Fudayl bin Iyâd (rahmetullahi aleyh); Onu sevmemin asıl sebebi, Allahü teâlâdan çok korkmasıdır buyurdu.
Kendisini Mekke-i mükerremeden uğurlayan hocası İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyh), ona; Sen, Allahü teâlâyı sevdikçe, O da senin yardımcın olsun diye dua etmişti.
Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), hudut boylarında at koşturur ve Ribât denilen gözetleme karakollarında bulunurdu. Cihâd için Tarsusa kadar geldi ve Rakkaya uğradı. Buraya geldiğinde, muazzam bir kalabalık kendisini karşıladı, öyle ki, kalabalığın kaldırdığı toz, bulut gibi göğe yükseliyordu. Küçükler, büyükler ve şehrin ileri gelenleri onu görmek için can atıyorlardı.
Misis denilen yerde de ikâmet etti. Tarsusda, hadîs-i şerîf rivayetinde bulundu. İlim, ibâdet ve cihâddan geri durmadı. Misisde, ikindi namazında Cuma Mescidine gelir, güneş batıncaya kadar kıbleye karşı oturur, Allahü teâlanın zikriyle meşgul olur, kimseyle konuşmazdı. Kim gündüzünü Allahü teâlâyı anarak geçirirse, o, bütün gün zikretmişlerden yazılır buyururdu.
Muhammed bin Abdurrahmân bin Sehmden rivayet edildiğine göre; Abdullah bin Mübarek (rahmetullahi aleyh), Misis nahiyesinde on yedi bin hadîs-i şerîf rivayet etti. Küçük yaştaki talebesi Abdet bin Süleymana hadîs-i şerîf yazdırır, öğrendiği ilme karşılık bir şey vermemesi cin, üstelik para verirdi.