Ahmed rifâî

SiyahSancaktaR

CEDDİ OSMANLI !...
Sp Kullanıcı
17 Eyl 2017
17,184
40,284
İstanbul..
Evliyanın büyüklerinden. Rıfâiyye yolunun reîsidir. İmâm-ı Mûsâ Kâzım’ın evlâdından olup seyyiddir. Bu îtibârla Peygamber efendimizin soyundandır. Benî-Rıfâe kabilesinden olması sebebiyle Rıfâî denildi. Anne tarafından da, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’ye 4(radıyallahü anh) dayanır. Bunun için kendisine Zül-Alemeyn yâni iki sancak sahibi künyesi verilmiştir. Ebü’l-Abbâs da denir. Babası Irak’a gelerek, Basra civarında Arz-ul Betâih’deki Ümm-i Ubeyde mevkiine yerleşmişti. Seyyid Ahmed Rıfâî, 1118 (H. 512) senesinin Receb ayında bir Perşembe günü doğdu. 1182 (H. 578) senesi Cemâzil-evvel ayının yirmi ikisinde, Perşembe günü ikindi vaktinde, altmış altı yaşında iken vefat etti.
Ahmed Rıfâî hazretlerinin dayısı, büyük âlim Mensur (rahmetullahi aleyh) şöyle anlattı: “Bir gün manevî âlemde Peygamber efendimizi gördüm. Bana; “Ey Mensur! Kız kardeşinin kırk gün sonra Ahmed isminde bir çocuğu olacak. Onu Aliyy-ül-Kârî Vâsıtî’nin terbiyesine teslim et. Bu zât, Allah indinde azizdir, sakın ihmâl etmeyiniz” buyurdular. Tam kırk gün sonra Ahmed dünyâyı teşrif etti.”
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) yedi yaşında iken babası vefat etti. Onu, dayısı Mensur Betaihî, husûsî bir ihtimam ile büyüttü, ilim öğretti, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Kur’ân-ı kerîm hocası Abdülmelik Harnûtî’dir. Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) anlattı: “Henüz yedi yaşında idim. Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ait bilgilerde marifet sahibi olan hocam Abdülmelik Harnûtî’yi ziyarete gittim. Bana şöyle nasihat etti: “Ey Ahmed! Sana diyeceğim şeyleri hafızanda tut, ezberle ve hiç unutma!” Ben de; “Peki efendim” dedim. Buyurdu ki: “Başkalarına iltifat edip gezen, hedefine varamaz ve hakîkate kavuşamaz. Şüpheden kurtulamıyanın, dünyevî düşüncenin, nefsî arzularının peşinde koşanın; felaha, hidâyete kavuşması mümkün değildir. Bir kimse, kendi kusur ve noksanını bilmiyorsa, bütün zamanı noksan geçer.” Bu kıymetli sözleri hemen ezberledim. Bir yıl bu sözlere göre amel ettim. Bir yıl sonunda yine nasîhat istediğimde; “Hakîkî âlimleri, evliyayı tanıyamamak çok kötüdür. Tabîbin hasta olması ne fena, akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür” buyurdular.
Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) çocukken bir velîler topluluğunun yanından geçiyordu. Hepsi, kendisine bakıyorlardı. Birisi “La ilahe illallah Muhammedün Resûlullah, bu mübarek ağaç (çocuk) büyümeye başladı” dedi. İkincisi; “Biraz sonra dallanır”, üçüncüsü; “Kısa zamanda gölgesi etrafa yayılır”, dördüncüsü; “Çok geçmeden meyve verir ve ay gibi etrafa ışıklarını salar”, beşincisi; “Yakında, insanlar onun kerametlerini, fevkalâde hâllerini görürler”, altıncısı; “Pek kısa zamanda sânı yücelir”, yedincisi; “Onun talebeleri pek fazla olur” diye söyleştiler.
Ahmed Rıfâî’yi (rahmetullahi aleyh) dayısı, bir müddet sonra, büyük âlimlerden ilim öğrenmek üzere Vâsıt şehrine gönderdi. Vâsıt’a göndermesinin Şebebi, rüyada Peygamberimizin emr-i şerîfleri idi. İslâm âlimleri umumiyetle Vâsıt’a gelir, talebelere ders verirlerdi. O zaman büyük âlim Aliyy-ül-Kârî Vâsıtî hazretleri ve Ebû Bekr el-Ensârî’el-Vâsıtî hazretleri de, Vâsıfta bulunuyordu. Bunlar, Ahmed Rıfâî’yi (rahmetullahi aleyh) öyle yetiştirdiler ki, tasavvufta zamanının bir tanesi oldu. Aliyy-ül-Kârî, 1182 (H. 578)’de vefat etti. 1607 (H. 1016)’da vefat eden Aliyy-ül-Kârî başkadır ki, bu, hakîkî Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmıştır. Ahmed Rıfâî, Aliyy-ül-Kârî ve Ebû İshak Şîrâzî hazretlerinden bütün ilimleri öğrendi. Büyük bir fıkıh, hadîs, tefsîr âlimi oldu. Tasavvufta emsaline az rastlanacak büyük vilâyet derecelerine kavuştu. Allahü teâlânın emirlerini harfiyyen yapar, yasaklarından titizlikle kaçardı. Bildikleriyle amel eder ve başkalarına da tavsiyede bulunurdu.
Ahmed Rıfâî hazretlerinin, namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Gönlünde hissettiklerini, zahirinden tâkib etmek mümkündü. Fakat heybetinden kimse cesaret edip soramazdı. Bir gün; “Namaza kalktığım zaman, sanki Allahü teâlâ bana Kahhâr sıfatıyla tecellî edecek diye korkuyorum” buyurdu.
Seyyid Ahmed Rıfâî (r. aleyft); alçak gönüllü olup meclislerde baş köşeye geçmezdi. Dâima az konuşur ve; “Sü-kûtla emr olundum” derdi. Konuştuğunda kalpleri harekete getirir, sohbetine doyulmazdı. Konuşmasını uzaktakiler, hattâ sağırlar bile duyardı. Yemeği soğutarak yerdi. Kendisine âid olan misafir konağı, her gün dolup taşar, günde iki öğün yemek çıkardı. Yolda her rastladığı kimseye, hattâ çocuklara bile selâm verirdi, Hâsta ziyaretine önem verir, ihtiyarlara, âmâlara ve sıkıntıda olanlara yardımcı olurdu. Peygamber efendimizin; “Kim saçı-sakalı ağarmış müslüman bir kimseye ikram ederse, Allah da ona ihtiyarladığında hürmet ve ikramda bulunacak kimseleri vazifelendirir, ona ikram ederler” hadîs-i şerîfinde bildirildiği gibi hareket etmeyi düstûr edinmişti.
Ahmed Rıfâtnin (rahmetullahi aleyh) talebelerinden iki tanesi birbirlerini çok severlerdi. Bu yakınlıklarından ve duydukları manevî nazdan dolayı kendilerinden geçerlerdi. Bir gün böyle bir anda, biri ellerini kaldırıp; “Yâ Rabbî! Cehennem’den âzâd olduğuma dâir bu âciz kuluna bir alâmet gönder” deyiverdi, öbürü; “Hak teâlânın keremi çoktur, fadl ve ihsanı hududsuzdur” dedi. Böyle konuşurlarken, aniden gökyüzünden beyaz bir kâğıt indi. Kâğıdı aldılar. İçinde bir yazı göremediler. Seyyid Ahmed’in (rahmetullahi aleyh) huzuruna geldiler. Hâllerini anlatmayıp, o kâğıdı verdiler. Kâğıda bakınca, Allahü teâlâya secde etti. Secdeden başını kaldırınca; “Allahü teâlâya hamd olsun ki, talebelerimin Cehennem’den âzâd olduğunu, âhıretten önce, dünyâda bana gösterdi” buyurdu. “Efendim, bu kâğıt beyazdır” dediler. Buyurdu ki: “Kudret eli, siyah ile yazmaz. Bu, nur ile yazılmıştır.”
Bir gün Ahmed Rıfâî’nin (rahmetullahi aleyh) paltosunun eteğinde, evin kedisi gelip uyudu. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmağa kıyamadı. Bir müddet onu şefkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca, kedinin yattığı yeri kesti. O haliyle kalkıp namaza gitti. Geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti, öyle ki, kesildiği yer hiç belli değildi.
Ahmed Rıfâî hazretleri, bir gün etrafına toplanan yakınlarına; “İçinizde, benim bir ayıbımı, kusurumu görüp de söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz” buyurdular. Oradakilerden biri; “Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum” dedi. Bunu işiten Seyyid hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve; “Ey kardeşim! Lütfen kusurumu söyleyiniz” buyurdu. O kimse; “Bizim gibi size lâyık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır” deyince, başta Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmed Rıfâî; “Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve sizlerin hizmetçinizim” buyurarak, onları tesellî edip, tevazu gösterdiler.
İbrahim Bestî isminde bir kimse, Ahmed Rıfâî hazretlerini hiç sevmezdi. Hakkında uygun olmayan çirkin şeyler söylerdi. Bir gün hakaret dolu bir mektup yazıp, gönderdi. Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) getiren kimseye mektubu sesli okumasını söyledi. O kimse, her türlü iftiranın bulunduğu bu mektubu okuyunca, Seyyid hazretleri, sükûnetle dinlediler ve; “Doğru söylemiş. Eğer Allahü teâlânın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem” buyurdular ve mektubuna cevap olarak şunları yazdırdılar: “Muhterem İbrahim Bestî hazretleri, Allahü teâlâ beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helâl etmenizi yüksek zâtınızdan istirham ediyorum.” Bu tevazu dolu mektubu alan İbrahim Bestî çok şaşırdı. Yüzünü yerlere sürüp dışarı çıktı ve kendisinden hiç haber alınamadı.
Fıkıh âlimlerinden Yûsuf Ebû Zekeriyyâ (rahmetullahi aleyh), Ahmed Rıfâî hazretlerini ziyaret için Ümm-i Ubeyde kasabasına gitti. Burada gördüklerini şöyle anlattı: “Seyyid Rıfâî hazretleri binlerce kişiye camide vâz ü nasîhat veriyofdu. Nasîhat ederken, cemâatteki âlimler, kendisine anlaşılması ve cevaplandırılması güç suâller sordular. Seyyid hazretleri her sorunun cevâbını ânında ve en ince teferruatına kadar açıklıyordu. Bütün sorulara cevap verdi. Dayanamadım, suâl soranlara: “Yeter artık. Ne kadar sorarsanız sorunuz, hepsine cevap verileceğini anlamadınız mı?” dedim. Bu sözüm üzerine Seyyid Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) tebessüm edip; “Ey Ebû Zekeriyyâ! Dünyâ fânîdir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar” buyurdular. “Bu dünyâ fânîdir” buyurduğunda, binlerce cemâat fevkalâde heyecana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlardan ibâdetlerini tam yapmıyan bir çok kimse tövbe edip doğru yola geldi.”
Ahmed Rıfâî hazretleri, bir gün nasîhat ederken şöyle buyurdular: “Allahü teâlâ, bir kimseyi evliyalık makamlarına çıkarmak dilerse, önce ona kendi nefsini terbiye etme vazifesini verir. Eğer nefsini terbiye etmeyi başarır, doğru yola kavuşursa, ona başka bir vazife verir. Bu defa çoluk-çocuğunu doğru yola getirme, terbiye etme vazifesini verir. O da onlara iyilik eder, iyi geçinirse, bu seferde komşularını ve o mahallede bulunanları doğru olan hak yola getirme vazifesini verir. Şayet onlara da iyilik eder, yardımcı olur, iyi geçinirse, vazifesi yine değiştirilir. Bulunduğu bölgenin idaresi kendisine verilir. Onlarla da iyi geçinirse, bu defa memleketinin idaresi kendisine verilir. Bunu da başarır, dînin emirlerini yapar, yasaklarından şiddetle kaçınır, Allahü teâlâyı unutmaz ise, mevkîi biraz daha yükseltilir. Bu defa, yer ile gök arasındakilerin idaresi kendisine verilir. Buradaki varlıkların sayısını ancak Allahü teâlâ bilir. Bütün bunlar, birer imtihandır. Hepsinde başarı kazanırsa, yükselmeye başlar. Yüksek makamlara kavuşup Gavslık makamı verilir. (Resûlullah efendimize tam uyan bir kimse, ona uymakla nübüvvet dereçelerini bitirince, imamet makamı verilir. Vilâyet-i kübrâ derecelerini bitirene Hilâfet makamı verilir. Zil derecelerinde imamet makamına uygun olan, Kutb-i irşâd makamıdır. Hilâfet makamına uygun olan da, Kutb-i medar makamıdır. Aşağıda bulunan bu iki makam, sanki, yukarıda olan o iki makamın zilli gibidirler. Gavs, kutb-i medardan başkadır (daha üstündür). Kutb, işlerinin bir çoğunda Gavs’dan yardım ister, Ebdâlin makamlarına getirilmesinde Gavs’ın da te’siri vardır. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsanıdır ki, dilediğine verir. Allahü teâlânın ihsanları pek çoktur.)
Seyyid hazretlerinin hayâtı hep dîne hizmet ile geçti. Bid’at sahiplerine nasihat eder, gittikleri yolun bozukluğunu bildirir, kurtuluşlarına vesîle olurdu. İnsanların hidâyete kavuşmaları için pek çok eser yazdı. Bürhan-ı müeyyed, Şerh-üt-tenbîh, Hikem-i Rıfâiye, Nizâm-ül-hasl li ehl-il ihtisas, ve Akâid-i Rıfâiyye eserlerinden bâzılarıdır.
Vefat etmeden önce Kelime-i şehâdet getirdi ve; “Dünyâda âhıret için çalışıp yorulan, pişman olmaz, rahata kavuşur. Her hayr işleyenin ameli kendisine sunulacaktır. Her şer, kötü iş yapanın da ameli, kıyamet gününde önüne çıkacaktır” buyurdu. Vefatında o kadar insan toplandı ki, meydanları mahşerî bir kalabalık dolduruyordu. Binlerce insan, mübarek cenazesini taşımak için gayret gösterdiler. Defalarca cenaze namazı kılındı. Dedesinin türbesine defn edildi. Mübarek kabr-i şerîfleri, her zaman ziyaretçilerle dolup taşmakta, ziyaret edenler, rûhâniyyetinden istifâde etmektedirler.
Ahmed Rıfâî hazretlerinin tefsîr ettiği kırk adet hadîs-i şerîf, bir kitap hâline getirilmiş ve Hâletü Ehl-il-Hakîkat ismi verilmiştir. Bu eserde Ahmed Rıfâî hazretleri, hadîs-i şerîfleri menkıbelerle îzâh etmiştir.
Seyyid Ahmed Rıfâî hazretleri, Burhân-ül-müeyyed isimli kitabında, Eshâb-ı kiramı anlatırken buyuruyor ki: “Peygamber efendimizin mübarek sohbetleriyle şereflenen Eshâb-ı kiramın (radıyallahü anhüm), en faziletlisi sıddîk-ı ekber, hazret-i Ebü Bekr’dir. Sonra fârûk-i a’zam, hazret-i Ömer’dir. Sonra hazret-i Osman ve hazret-i Ali’dir (radıyallahü anhüm). Eshâb-ı kiramın hepsi hidâyet üzeredirler. Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde; “Benim eshâbım, gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidâyet üzere olursunuz” buyurdu. Eshâb-ı kiramı çok sevmeli, onlara karşı dili muhafaza etmeli, şanlarına uymayan sözleri asla söylememelidir. Onları, lâyık oldukları şekilde medhetmeli, yüksek ahlâkları ile ahlâklanmalıdır.
Peygamber efendimizin Ehl-i beytinin (mübarek hanımları, hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma, hazret-i Hasen ve Hüseyn (radıyallahü anhüm) ve onların çocukları, torunları) sevgisiyle kalbi doldurmalı, nûrlandırmalıdır. Onları sevmek, îmânla ölmeye sebeptir. Allahü teâlâyı sevenler, Habîbini de severler. Peygamber efendimize muhabbet edenlerin, O’nun Ehl-i beytini de sevmeleri lâzımdır. Çünkü; “Kişi, sevdiği ile beraberdir” hadîs-i şerîfine göre, Ehl-i beyt, Peygamberimizle beraber olacaklardır. Onları sevenler, onları, kendi nefsine tercih etmelidir. Onların önüne geçmemelidir.
Evliyaya hürmeti anlatırken buyurdu ki: “Allahü teâlânın evliya kullarının üstünlüğünü kabul etmeli ve onlara çok hürmet göstermelidir. Çünkü onlara, kıyamet gününde korku ve hüzün yoktur. Velî olan kimse, cenâb-ı Hakk’a pek fazla muhabbet besler, îmânları kemâl mertebesindedir ve takva üzeredirler. Allahü teâlâ, evliyasına zorluk göstermez. Hadîs-i kudsîde; “Evliya kullarımdan birine eziyet eden, bana harb ilân etmiş olur”buyurulmaktadır. Cenâb-ı Hak, evliya kullarını korur, onlara eziyet edenlerden intikam alır. Onları sevenleri ise muhafaza eder, korur. Evliya ile beraber olmalı, onları sevmelidir. Onlar hakkında kötü söz sarfetmemeli, sû-i zan etmeyip hüsn-i zan içinde bulunmalıdır.”
Ahmed Rıfâî hazretlerinin edeb ve hikmet dolu sözlerinden bâzıları şunlardır:
“Herkes bilir ki, dünyâ hayâldir ve dünyâda ne varsa hepsi yok olmağa mahkûmdur. Şeytanın vesveselerine aldanmamalı, kötülerin dostluğundan şiddetle kaçınmalı, onlarla sohbet etmemelidir. Yoksa sonu dünyâda pişmanlık, âhırette ise üzüntü ve hasrettir. O hâlde bu kötü akıbetten sakınmalıdır. Çünkü orada pişman olmak fayda vermez; mazeret ve behâne de kabul edilmez.”
“İnsan kabrinde emelleriyle’başbaşa kalır. Onun için dünyâda, hayırlı işler, âhırette fayda sağlayacak ameller yapmalıdır. Günahlardan sakınmalı, dînin yayılması için gayret etmelidir. Bütün işlerini iyi niyetlerle yapmalıdır. Helâl rızık kazanmalıdır. Fakirlere yardımcı olmalı, akrabaların ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Yumuşak sözlü olmalı, herkesin anlayacağı şekilde konuşmalıdır. İnsanlarla güzel geçinip, kimsenin kalbini kırmamalıdır. Öksüzlerin işlerine yardım etmeli, çaresiz kalanlara, dul kadınlara, yaşlı kimselere hizmet edip, dualarını almalıdır. Merhamet eden merhamet bulur.”
“Alimlere karşı hürmetli olmalı, onların huzurunda edebi muhafaza etmeli ve az konuşmalıdır. Onların hizmetiyle şereflenmeyi büyük kazanç bilmelidir.” “Az bir edebe sâhib olmak, edebe aykırı olmayan ilim ve amelden efdaldır. Akıllı kimse, nefsini iyi idare edebilendir. Nefsini idare edemiyen ve insanlara güzel muameleden uzak olan câhildir.”
“Evlâdım! Kulluğun birinci şartı, nefsi tanımaktır. Hâlbuki, onu tanıyan çok azdır. Onu tanımak şöyle dursun, varlığını kabul edenler bile kıymetli kabul edilirler. Allahü teâlâ, nefsten daha ahmak, daha çirkin ve ondan daha pis kokulu bir şey yaratmadı. İrfan sahipleri için, ondan daha dar bir zindan düşünülemez. Nefsini tanıyabilen, her tarafı emin olan, tehlikelerden korunmuş bir kaleye sığınmış olur. Tanıyamayan, hattâ anlamak istemeyen için tehlike büyüktür. Onu anlamadıkça, şerrinden kurtulmak mümkün değildir.”
Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerinin, mü’minlerin îmânlarının kemâle ermesi için gösterdiği yola Rıfâîlik denilmiştir. Kendisine tamamen bağlı olan, yolunu bozmıyan, yâni her işinde, her sözünde dînimizin emir ve yasaklarına tabî olanlara da Rıfâî denildi. Fakat zamanla diğer tarîkatlar gibi bu yol da bozuldu. Dünyâya düşkün olanlar, dîni dünyalık arzularına âlet edenler, Ahmed Rıfâî hazretlerinin isminden istifâdeye çalıştılar. Şeyh ve tarîkatçı olarak ortaya çıkıp, ağızlarına ateş koymak, ağızlarından alevler çıkarmak, bir yanağına bıçak, şiş sokup öteki yanağından çıkarmak, sokak ortasında yatarak üzerinden araba geçirmek gibi işleri yaparak, keramet sahibi olduğunu iddia edenler görüldü. Hâlbuki, bunların keramet ile hiç bir alâkası yoktur. Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm zamanında sihirbazların bulunduğunu haber veriyor ve sihir olduğunu beyân buyuruyor. Bu ve benzeri işleri sihirbazlar da yapmaktadırlar.
ÖPÜLEN EL!

Seyyid Ahmed Rıfâî (rahmetullahi aleyh) hacca gitmişti. Dönüşte, Medine-i münevverede, ceddi Peygamber efendimizin mübarek türbesini ziyaret etti. Bu esnada;
Uzaktık, toprağını öpmek için efendim,

Kendim gelemez, vekil ruhumu gönderirdim.
Şimdi seni ziyaret nimeti oldu nasîb,

Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habîb!
mânâsına gelen bir manzume okudu. Manzume bitince, Peygamber efendimizin kabr-i şerîflerinden mübarek elleri göründü. Seyyid Ahmed Rıfâî son derece hürmetle bu eli öptü. Orada bulunan herkes bu hâdiseyi gördü. Bu keramet pek meşhûr olup, dilden dile, gönülden gönüle günümüze kadar gelmiştir.


1) Mir’ât-ül-Haremeyn; cild-3, sh. 144
2) Câmiu kerâmât-il-evliyâ; cild-1, sh. 295
3) Tabakât-ül-kübrâ; cild-1, sh. 140
4) Tabakât-üş-Şâfiiyye; cild-6, sh. 23
5) El-Bidâye ven-nihâye; cild-12, sh. 312
6) Tezkiret-ül-huffâz; cild-4, sh. 1341
7) Şezerât-üz-Zeheb; cild-4, sh. 259
8) Vefeyât-ül-a’yân; cild-1, sh. 171
9) Tuhfet-ur-râgıb; sh. 40
10) El-A’lâm; cild-1, sh. 174
11) Bürhân-ül-müeyyed; sh. 96, 106
12) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 982
13) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 132
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-6, sh. 83
 

Son mesajlar