Peygamber efendimizin mübarek zevcelerinden. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın kerîmesidir. Annesi, Ümmü Rûmândır. İsmi Aişe, lakabı Sıddîka, ünvanı Ümm-ül-müminîn, künyesi Ümmü Abdullahdır. Baba tarafından Teym, anne tarafından Kinâne kabilelerine mensuptur.
Hazret-i Aişe, hicretten sekiz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. Doğum târihi hakkında başka rivayetler de vardır. Hicretin elli yedinci yılında Ramazan ayının on yedisinde Salı günü Medinede 65 yaşında vefat etti. Namazını Medîne valisi Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) kıldırdı. Vasiyeti üzerine Bakî kabristanına defn edildi.
Hadîce-i Kübrânın vefatından bir yıl sonra, hicretten iki yıl önce nikâh edildi. Nikâhı, Allahü teâlânın emri ile yapıldı. Nikâhından üç sene sonra, Medinede, hücre-i seâdete girmekle şereflendi. Hiç çocuğu olmadı. Peygamber efendimizin vefatında on sekiz yaşında idi. Aklı, zekâsı, iffeti ve takvası şaşılacak kadar çok idi. Öğrendiği bir şeyi katiyyen unutmazdı. Resûlullah tarafından çok sevilir ve öğülürdü. Ayet-i kerîme ile medh edilmiştir. Hafızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kiram, bir çok şeyleri ondan sorup öğrenirdi.
Aişe validemiz, Medineye gelişlerini şöyle anlatmaktadır: Resûlullah Medineye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını geride Mekkede bırakmıştı. Medineyi şereflendirince, âzâdlı kölesi Zeyd bin Harise ile Ebû Râffi iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla bize gönderdi. Babam da Abdullah bin Ureykıtı iki-üç deve ile onların yanına katıp, annem Ümmü Rûmân ile beni ve kız kardeşim Esmâyı develere bindirerek göndermesini, kardeşim Abdullaha mektup yazarak emretti. Aişe (r. anhâ), annesi Ümmü Rûmân ve Resûlullahın kerîmelerinden Zeyneb (radıyallahü anhâ) ile beraber aynı kafilede yola çıktı. Kudeyd mevkîine geldiklerinde hazret-i Zeyd, 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye, Talha bin Ubeydullah (radıyallahü anh) da katıldı. Minâ mevkiinden Beyd denilen yere ulaştıkları zaman hazret-i Aişenin devesi kaçtı. Bu hususu Aişe (radıyallahü anhâ) şöyle anlatır: Devem kaçtı. Ben Mahmilin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem Eyvah kızcağızım! diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medineye geldik. Ben, annem ve kızkardeşimden ayrılmayıp onlarla birlikte indim.
Aişe (radıyallahü anhâ) hicretin birinci senesi Şevval ayında düğünleri yapılıp, hâne-i seâdete gelince, burada mesûd bir evlilik hayâtı, Resûlullahın yanında dokuz sene devam eden bir tahsil hayâtı yaşadı. Böylece İslâm târihinin, Resûlullahın sünnet-i seniyyesinin ve İslâm hukukunun açıklayıcısı oldu.
Aişe validemiz aynı zamanda Resûlullahın bir çok gazalarına katıldı. Bu gazalarda eline kılıç alıp çarpışmayı çok istedi fakat, Peygamber efendimiz izin vermediler. Yalnız o da diğer Eshâb-ı kiramın hanımları gibi yaralıların tedavisi ve bakımı ile meşgul oldu. Uhud harbinde Medineden harp sahasına kadar sırtında su taşıdı. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) diyor ki: Uhud gazasında, hazret-i Aişe ve annem Ümm-i Süleymi arkalarında kırbalarla koşa koşa sır taşırlarken ve yaralılara su verirlerken gördüm. Kırbaları boşaldıkça, tekrar gidip geliyorlardı.
Hazret-i Aişe validemiz, Benî Mustalık (Müreysî) gazasına da katıldı. Resûlullah bu gazaya bin kişi ile çıkmıştı. Ganimete kavuşmak için çok sayıda münafık da gelmişti. Münafıklar yolda Muhacirler ile Ensârın aralarını açmak için ellerinden geleni yaptılar. Zaferle neticelenen bu gaza dönüşünde, münafıklar, Aişe validemize (radıyallahü anhâ) iftirada bulundular. Bu hususu hazret-i Aişe validemiz şöyle anlatmaktadır: Kadınların örtünmesi için âyet gelmişti. Bana bir çadır yaptılar. Çadırla deveye bindirirlerdi. Gazadan dönüşde, Medineye yakın konmuştuk. Seher vakti göç sesleri işitildi. Abdest için, askerden uzaklaşmıştım. Hemen geldim. Bu arada gerdanlığıma baktım yökdu. Geri gittim. Aradım buldum. Yerime gelince askeri göremedim. Beni çadırın içinde sanıp deveye yükletmişler ve gitmişlerdi. On dört yaşında idim ve zayıftım. Şaşırdım kaldım. Beni bulamayınca ararlar diyerek, oturup bekledim.
Resûlullah efendimiz, Safvânın (radıyallahü anh) arkadan gelmesini emreylemişti. Gelip beni görünce, bağırdı. Çnu görünce yüzümü örttüm. Devesini ıhtırdı (çöktürdü). Uzaklaşarak; Deveye bin! dedi. Bindim. Safvân yuları tuttu. Sıcak basınca askere yetiştik, önce münafıklara rastladık. Çirkin şeyler söylediler. Onları İbni Ebî Selûl kışkırtıyordu. Bu hâin, münafıkların elebaşısı idi. Yaptıkları iftira, bâzı müslümanlara da tesir etti. Söylentiler her tarafa yayıldı. Bu durumu Aişe (radıyallahü anhâ) şöyle anlatır: Hastalığım hemen arttı. Ateşim yükseldi. Tepemden duman çıktı zannettim. Aklım gitti. Düştüm. Aklım başıma gelince, evime geldim. Babamın evine gitmek için Resûlullahdan izin istedim. İzin verdi. Ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Anneme sordum. Yavrum hiç üzülme! Senin işin kolaydır. Güzel olan ve zevci tarafından çok sevilen her kadın için böyle şeyler söylerler dedi. Şaşırdım. Böyle sözler acaba Resûlullahın mübarek kulağına da gitmiş midir? Babam da duymuş mudur diye üzüldüm. Çok ağladım. Babam, başka odada Kurân-ı kerîm okuyordu. Sesimi duyup annemden sormuş. Annem de, dillerde dolaşan sözleri şimdi işitti deyince ağlamıştı. Sonra yanıma gelip; Yavrum sabret! Allahü teâlâdan ne âyet geleceğini bekliyelim dedi. O gece, sabaha kadar uyumadım. Gözlerimin yaşı dinmedi.
O gün hiç durmadan ağladım. Ensârdan gelen bir hanım da ağlıyordu. Annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Ansızın Resûlullah gelip selâm verdi ve yanıma oturdu. O zamandan beri yanıma hiç gelmemiş ve aradan bir ay geçmişti. Hiç vahiy de inmemişti. Resûlullah oturunca, Allahü teâlâya hamdü sena eyledi. Şehâdet kelimesini okudu. Bana dönüp; Ey Âişe! Senin için bana şöyle söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ yakında senin doğru olduğunu bildirir buyurdu.
Fakat, Allahü teâlânın benim için âyet-i kerîme göndereceğini sanmıyordum. Kıyamete kadar her yerde, benim için âyet-i kerîme okunacağını aklıma sığdıramıyordum. Allahü teâlânın büyüklüğünü ve kendi aşağılığımı bildiğimden, benim için âyet-i kerîme göndereceği aklımdan geçmiyordu. Yalnız; günahsız olduğumu, kalbimin temizliğini Peygamberine rüyada bildirir veya kalb-i şerîfine ilham eder diyordum. Allah hakkı için doğru söylüyorum ki, Resûlullah, oturduğu yerden daha kalkmamıştı ve kimse odadan dışarı çıkmamışdı. Mübarek yüzünde vahy alâmetleri göründü. Oturanların hepsi, vahy geldiğini anladı. Babam bu hâli görünce, deriden bir yastığı Resûlullahın mübarek başının altına koydu. Bir yemeni çarşaf ile üzerini örttü. Vahy gelmesi bitince, mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Gül yüzünde, inci gibi parlayan terleri, mübarek elleri ile sildi. Gülümseyerek; Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahü teâlâ, seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şâhid oldu buyurdu. Babam hemen; Kalk yâ kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et! dedi. Ben de; Vallahi kalkmam, Allahü teâlâdah başkasına şükretmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i kerîme indirdi dedim. Sonra Resûlullah efendimiz, Nur sûresinin on birinci âyetinden başlayarak, on yedi âyet-i kerîme okudu. Babam kalkıp başımı öpdü.
Resûlullah efendimiz hemen Eshâbını mescide topladı. Gelen âyet-i kerîmeleri okudu. Ayet-i kerîmenin bereketi ile müminlerin kalblerindeki şüpheler kalktı.
Âişe validemiz için gelen on yedi âyet-i kerîmeden birincisinin tefsîrini Mevâkib tefsiri şöyle bildiriyor; Aişeye (radıyallahü anhâ) iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. (Bu iftira sebebi ile çok sevâb kazandınız. Onların yalanı meydana çıktığından, sizin sânınız, şerefiniz arttı. Ayet-i kerîme, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.) O iftira edenlerden her biri için, kazandıkları günah kadar cezalar vardır. Büyük iftira yaparak çok çirkin şeyi söyleyenlere, dünyâda ve âhırette büyük azâb vardır. On ikinci âyet-i kerîmede; Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydanda bir yalan ve iftiradır demelidirler, on dokuzuncu âyet-i kerîmede; Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyâda ve âhırette acı azâblar vardır ve yirmi altıncı âyet-i kerîmede; Habis söz söylemek, habis adamlara lâyıktır.. Habis adamlara, habis kelâm yakışır buyruldu. Hazret-i Âişeye iftira edenlere had vuruldu. Abdullah bin Übey bin Selûl hakîr ve zelîl oldu.
İslâm dîninin ahkâmının dörtte birini hazret-i Âişe bildirmiştir. İslâm târihine dâir bir çok hâdise; Bedr, Hendek, Kureyzâ ve başka gazalara ait tafsîlât, Mekkenin fethinde kadınların Resûlullaha bîatı, veda haccı, vahyin başlangıcı, hicretin tafsîlâtı, Kurân-ı kerîmin nüzul ve tertibi, namazın edası, Resûlullahın son hastalığı, irtihâli, teçhiz ve tekfini, Resûlullahın gece ibâdetleri, güzel ahlâkı ve daha bir çok bilgiler, hazret-i Aişenin haber vermesiyle ortaya çıkmıştır.
Hazret-i Âişe validemizin bizzat veya vasıtalı olarak İslâmiyete hizmetleri çoktur. Bir seferde, Resûlullah efendimize refakati sırasında, teyemmüme ait âyet-i kerîmenin nüzulüne sebeb oldu. Resûlullah efendimiz, gelen âyet-i kerîme ile abdestteki kolaylığı Eshâb-ı kirâmına haber verdi. Eshâb-ı kiramdan (radıyallahü anhüm) Üseyd bin Hudayr (radıyallahü anh), hazret-i Âişe validemize gelerek; Ey müminlerin annesi, bu senin İslâmiyete yaptığın ilk hizmet değildir diyerek şükranlarını dile getirmiştir.
Peygamber efendimiz, hicretin on birinci senesinin Safer ayı sonlarında hastalandıklarında, son günlerini hazret-i Aişenin odasında geçirdiler.
Rebîul-evvel ayının on ikisinde Pazartesi günü Aişe validemizin (radıyallahü anhâ) göğsüne mübarek başını dayayıp pak ruhlarını teslim ettiler. Bundan sonra hazret-i Aişe, kırk sekiz senelik hayâtında Hulefâ-i râşidînin dördünün hilâfetlerini gördü. Hicretin on üçüncü senesinde (M. 634) babası hazret-i Ebû Bekr vefat etti. Hazret-i Ömer zamanında çok hürmet gördü. Bu sebeple hazret-i Ömeri medh ü sena ederek; Hattâboğlu Ömer, Resûlullah efendimizin vefatından sonra bana çok iyilik etti buyurdu. Hazret-i Ömer yaralanıp şehîd olacağı zaman oğlu Abdullahı hazret-i Aişeye gönderdi ve Resûlullahın yanına defn edilmek için izin istedi. Bunun üzerine hazret-i Aişe; Oradaki yeri kendim için ayırmıştım, fakat orasını seve seve Ömere veririm buyurdu. 4
Hazret-i Osman zamanında da dîn-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Osmanın (radıyallahü anh) şehîd edilmesinden sonra, içtihadı, hazret-i Aliye uymadığı için, Deve vakasında hazret-i Ali ile harp eden Eshâb-ı kiram ile birlikte idi. Hazret-i Ali şehîd edilince, çok üzüldü. Eshâb-ı kiram düşmanları kendisine iftira ediyor; Hazret-i Aliyi sevmezdi diyorlar. Halbuki; Aliyi sevmek îmândandır hadîs-i şerîfini, hazret-i Aişe haber verdi. Böylece onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi.
Aişe (radıyallahü anhâ) müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dâir fıkhî hükümler, kendisinden sorulurdu. Çünkü o, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî ve müctehid idi. Alime, edîbe, çok akıllı ve üstâd idi. Çok fasîh ve beliğ konuşurdu.
Âişe-i Sıddîka validemizin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshâb-ı kirama fetva verirdi. Alimlerin çoğuna göre, fıkh bilgilerinin dörtte birini o haber vermiştir. Hadîs-i şerîfde; Dîninizin üçte birini Humeyrâdan öğreniniz! buyruldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Aişe validemizi çok sevdiğinden, ona Humeyrâ derdi. Eshâb-ı kiramdan ve Tabiînden çok kimse, hazret-i Aişeden işittikleri hadîs-i şerîfleri haber vermişlerdir. Urvetübnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki: Kurân-ı kerîmin mânâlarını; helâl ve haramları; Arab şiirlerini ve neseb ilmini hazret-i Aişeden daha çok bilen kimse görmedim.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden 2210 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Kendisinden de Eshâb ve Tabiînden bir çokları hadîs-i şerîf nakletmişlerdir. Hazret-i Aişenin ilmini en ziyâde bildiren, hemşiresi Esmânın oğlu Urvetübnü Zübeyr ve birâderzâdesi Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekrdir. Ahmed ibni Hanbelin Müsnedinde, Aişe validemizin naklettiği hadîsler iki yüz elli üç sahifeyi bulmaktadır. Sahih hadîs kitapları onun fetvaları ile doludur. Dînî meselelerin hâllinde, önce Kurân-ı kerîme, sonra hadîs-i şerîflere başvurur, daha sonra da bunlara (Kurân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflere) kıyas ederek ictihâd ederdi.
O, devrin belli başlı âlimlerinden ve fukahâ-i sebadan biridir. Fukahâ-i Seba, yedi fıkıh âlimi demektir ki, bunlar; hazret-i Ömer, hazret-i Ali, İbn-i Mesûd, Zeyd bin Sabit, hazret-i Âişe, Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Ömerdir (radıyallahü anhüm).
Tabiînden Mesrûka; Hazret-i Aişenin ferâiz (mîras hukuku) ilmindeki derecesi sorulunca, cevâbında; Allaha yemîn ederim ki, Eshâb-ı kiramın ileri gelenlerinden bir çoğu gelir, hazret-i Aişeden ferâize ait şeyler sorar ve öğrenirlerdi buyururdu.
İmâm-ı Zührî; Eğer zamanının bütün âlimleri ve Peygamberimizin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Âişenin (radıyallahü anhâ) ilmi yine çok olurdu buyurdu.
Ebû Mûsel Eşarî (radıyallahü anh) buyurdu ki: Bizler yânî Eshâb-ı kiram müşkül bir mesele ile karşılaşınca, gider hazret-i Âişeye sorardık. Âişenin (radıyallahü anhâ) ilmi pek çoktur.
Urvetübnü Zübeyr (radıyallahü anh); Ne fıkıhda, ne tıbda, ne şiirde hazret-i Aişeden daha çok ilmi bulunan kimse yoktu buyurmuştur.
Abdurrahmân bin Avf hazretlerinin oğlu Ebû Seleme; Sünnet-i Resûlullanı hazret-i Aişeden daha iyi bilen, dinde tebahhur etmiş (derya gibi geniş ilme sâhib olmuş), âyet-i kerîmelere vâkıf ve sebeb-i nüzullerini bilen, ferâiz ilminde mahir bir kimseyi görmedim buyurmuştur.
Ata bin Ebî Rebâh; Hazret-i Aişe, Eshâb içinde en çok fıkıh bilen, isâbet-i rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi buyurmuştur.
Tirmizî de, Mûsâ bin Talha diyor ki: Hazretti Aişeden daha fasîh, düzgün konuşanı görmedim. Resûlullahı medh eden şu iki beyt, hazret-i Âişenindir:
Ve lev semiû ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levîmâ Zelîhâ lev raeyne cebînehû
Le âserne bilkatil kulûbi alel evdi.
Tercümesi:
(Mısırda güzelliği eğer duyulsa idi. Yûsufu almak için kimse para vermezdi. Zelîhâya gülenler Onun yüzünü görse, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi.)
Aişe validemizin sân ve şereflerinden birisi de, Resûlullahın en çok sevdiği zevcesi olmasıdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu çok severdi. Resûlullaha, en çok kimi seviyorsun denildikte; Âişeyi buyurdu. Erkeklerden kimi? dediler. Âişenin babasını buyurdu. Yâni en çok hazret-i Ebû Bekri sevdiğini bildirdi. Hazret-i Âişeye sordular ki: Resûlullah en çok kimi severdi? Fâtımayı severdi dedi. Erkekterden en çok kimi severdi? dediler. Fâttfnanın zevcini buyurdu. Bundan, da Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevceleri arasında hazret-i Âişeyi; çocukları içinde hazret-i Fâtımayı; Ehl-i beytden hazret-i Aliyi; Eshâb içinde de, hazret-i Ebû Bekri çok sevdiği anlaşılmaktadır.
Âişe validemiz buyuruyor ki: Birgün Resûlullah efendimiz, mübarek nâlinlerinin kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyor, damlalar her tarafa nur saçıyor ve gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana bakarak; Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun? buyurdu. Yâ Resûlallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin sağdıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim dedim. Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öpdü ve; Yâ Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi seni sevindiremedimbuyurdu. Yâni, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur dedi. Hazret-i Âişenin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullahı severek onun cemâlini anlıyarak gördüğü için aferin ve takdir mânâsında olmaktadır.
Ne iyi o gözler ki, güzele bakmaktadır.
Ne talihli o kalb ki, onun için yanmaktadır.
Aişe validemizin bunca fazîfet ve menkıbeleriyle birlikte dünyâya rağbeti yok, hayır ve sadakası pek çoktu. Oruçlu olduğu bir gün, eline geçen yüz bin dirhemi, içinden bir dirhemini iftar için ayırmaksızın, tamamen sadaka olarak dağıtmıştır.
Aişe validemiz, vefatına yakın vasiyetini yaptı ve; Beni, diğer Ezvâc-ı mutahharâtın defn edildikleri Cennet-ül-Bakîye defn ediniz buyurdu. Hâl ve hatırını soranlara; İyiyim. Elhamdülillah iyiyim diyordu. Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakîye defnedildi.
Hikmetli sözleri sayılamıyacak kadar çoktur. Meselâ, bir kimse kendisine; İyi olduğumu ne zaman bilirim diye sorunca; Kendini kötü bildiğin zaman buyurdu. Peki kötü olduğumu ne zaman bilirim diye sordukta; Kendine iyi dediğin zaman cevâbını verdi.
Hazret-i Aişe hakkında pek çok hadîs-i şerîf vardır. Bunlardan biri, İmâm-ı Münâvînin Ebî Şeybeden bildirdiği; Âişe Cennette de benim zevcemdir hadîs-i şerîfidir. Râmûz-ül-ehâdîsde kendisine hitaben buyrulduğu bildirilen hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Ey Âişe hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan şerrinden kaçarak insanların terk ettiği kimsedir.
Ey Âişe! Allah, kullarına lütf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.
Ey Âişe! Bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.
Ey Âişe! Sana birisi, istemeden bir şey verirse, kabul et; çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.
Hazret-i Aişe (radıyallahü anhâ) bir gün Resûlullah efendimize; Şehîdlerin derecesine yükselen olur mu? diye sorunca; Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehîdlerin derecesini bulur buyurmuşlardır. Bir defasında da; Ey Âişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma! Kurân-ı kerîmi hatim etmeden; benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan; müminleri kendinden hoşnûd etmeden; hac etmeden! buyurdu.
Bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde kendilerine dedim ki: Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem-babam, canım sana feda olsun! Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?
Tebessüm ederek buyurdular ki: Yâ Âişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerîfi ve bir Fatiha sûresini okursan, Kurân-ı kerîmi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevât getirirsen, şefâatımıza kavuşmuş; önce müzminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnûd etmiş; Sübhânallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vahdehû la şerîke leh. Lehül mülkü velehül-hamdü ve hüve âlâ külli şeyin kadir tesbihini okursan, hac etmiş sayılırsın!
Tabiînden gençler, hazret-i Aişeye geldiler ve Resûlullah efendimizin ahlâkını sordular. Buyurdu ki: Onun ahlâkı Kurândı... Kurân-ı kerîmin hoş gördüğünü kabul edip razı olurdu, hoş görmediğini kendisi de hoş görmez ve kaçınırdı.
Hazret-i Aişe validemiz buyurdular ki: Resûlullah efendimizin yatağı, içi hurma lifi dolu deri idi.
Peygamber efendimizin karnı (hiç bir zaman) yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç, Onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa, bu durumu Onu, gündüz orucu tutmaktan alıkoymazdı. Dileseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazînelerini, meyvelerini ve refah hayâtını isterdi. And olsun ki, Onun hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve; Canım sana feda olsun! Sana güç verecek şu dünyâdan bâzı menfaatler (yiyecek ve içecekler) temin etsem olmaz mı? derdim.
Ey Âişe, dünyâ benim neyime! Ülül-azmden olan peygamber kardeşlerime bundan daha çetin olanına harsı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular, bu sebeple Rableri onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevâblarını arttırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan haya ediyorum. Çünkü böyle bir hayat beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır buyurdu.
Aişe (radıyallahü anhâ); Bu sözlerinden bir ay sonra fazla kalmadı vefat etti. demiştir.
Allahü teâlânın, insanların en üstünü olan Muhammed alayhisselâma, peygamberlikle birlikte şehîdlik derecesini de vermiş olduğu, hazret-i Âişe-i Sıddîkanın haber vermiş olduğu şu hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır. Hayberde yediğim zehirli etin açışım duymaktayım. O zehirin tesiri ile ebher (aort) damarım şimdi çalışmayacak hâle geldi.
Hazret-i Ömerin haber verdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah efendimiz Aişe validemize; -Dinde fırkaları ayrıldılar- âyet-i kerîmesi, bu ümmette meydana gelecek olan bidat sahiplerini ve nefslerine uyanları haber veriyor buyurdu.
Resûlullah efendimiz, tembellikten Allahü teâlâya sığınıp; Ya Rabbî! Beni, keselden(tenbellikden) koru! diye dua ettiğini, Aişe (radıyallahü anhâ) ve Enes bin Mâlikden Buhârî ve Müslim bildirmişlerdir. Eşiat-ül-lemeâtda, Beyân ve Şir babında diyor ki, Aişenin (radıyallahü anhâ) bildirdiği hadîs-i şerîfde; Şir, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür buyruldu. Yâni, vezn ve kâfiye, bir sözü çirkinleştirmez. Şiri çirkin yapan, mânâsıdır.
Resûlullah efendimize biri geldi. Onu uzaktan görünce; Kabilesinin en kötüsüdür buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp iltifat eyledi. Gidince, hazret-i Aişe sebebini sordu, İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir buyurdu. O, müslümanların başında bulunan bir münafık idi. Resûlullah efendimiz, müslümanları onun şerrinden korumak için müdârâ buyurdu.
1) Hilyet-ül-evliya; cild-2, sh. 43
2) Tabakatı İbn-i Sad; cild- , sh. 58
3) El-Âlâm; cild-3, sh. 240
4) Eshâb-ı Kiram: sh. 9, 10,22, 27, 47, 72, 76, 78, 310
5) El-İsâbe; cild-4, sh. 359
6) El-İstiâb; cild-4, sh. 356
7) Medâric-ün-Nübüvve; cild-2, sh. 97
8) Tezkiret-ül-Huffâz; cild-1, sh. 27
9) Şezerât-üz-zeheb; cild-1, sh. 8
10) Tabakât-ül-Huffâz; cild-1, sh. 8
11) Üsüd-ül-gâbe; cild-5, sh. 501
12) Fâideli Bilgiler, sh. 68, 70, 76, 153, 184, 202
13) Müsned-i Ahmed bin Hanbel; cild-6, sh. 29
14) Sahîh-i Buhârî Kitâb-un-nikâh; Bâb, 38, 39, 59
15) Miftâhu kunûz-is-sünne. Hazret-i Aişe maddesi
16) Sahîh-i Müslim; Nikâh, 69, 72
17) Ebû Dâvûd; Nikâh, Bâb-32
18) Tirmizî; Nikâh, Bâb 19
19) Nesâî; Nikâh, Bâb-29
20) İbn-i Mâce; Nikâh Bâb-13
21) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 983
22) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 153
Hazret-i Aişe, hicretten sekiz sene önce Mekke-i mükerremede doğdu. Doğum târihi hakkında başka rivayetler de vardır. Hicretin elli yedinci yılında Ramazan ayının on yedisinde Salı günü Medinede 65 yaşında vefat etti. Namazını Medîne valisi Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) kıldırdı. Vasiyeti üzerine Bakî kabristanına defn edildi.
Hadîce-i Kübrânın vefatından bir yıl sonra, hicretten iki yıl önce nikâh edildi. Nikâhı, Allahü teâlânın emri ile yapıldı. Nikâhından üç sene sonra, Medinede, hücre-i seâdete girmekle şereflendi. Hiç çocuğu olmadı. Peygamber efendimizin vefatında on sekiz yaşında idi. Aklı, zekâsı, iffeti ve takvası şaşılacak kadar çok idi. Öğrendiği bir şeyi katiyyen unutmazdı. Resûlullah tarafından çok sevilir ve öğülürdü. Ayet-i kerîme ile medh edilmiştir. Hafızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kiram, bir çok şeyleri ondan sorup öğrenirdi.
Aişe validemiz, Medineye gelişlerini şöyle anlatmaktadır: Resûlullah Medineye hicret ettiği zaman bizi ve kızlarını geride Mekkede bırakmıştı. Medineyi şereflendirince, âzâdlı kölesi Zeyd bin Harise ile Ebû Râffi iki deve ve ihtiyaçları olabilecek şeyleri satın almak üzere 500 dirhem harçlıkla bize gönderdi. Babam da Abdullah bin Ureykıtı iki-üç deve ile onların yanına katıp, annem Ümmü Rûmân ile beni ve kız kardeşim Esmâyı develere bindirerek göndermesini, kardeşim Abdullaha mektup yazarak emretti. Aişe (r. anhâ), annesi Ümmü Rûmân ve Resûlullahın kerîmelerinden Zeyneb (radıyallahü anhâ) ile beraber aynı kafilede yola çıktı. Kudeyd mevkîine geldiklerinde hazret-i Zeyd, 500 dirhemle üç deve daha satın aldı. Kafileye, Talha bin Ubeydullah (radıyallahü anh) da katıldı. Minâ mevkiinden Beyd denilen yere ulaştıkları zaman hazret-i Aişenin devesi kaçtı. Bu hususu Aişe (radıyallahü anhâ) şöyle anlatır: Devem kaçtı. Ben Mahmilin içindeydim. Annem de yanımdaydı. Annem Eyvah kızcağızım! diyerek çırpınıyordu. Allahü teâlâ devemize sükûnet verdi ve bizi kurtardı. Nihayet Medineye geldik. Ben, annem ve kızkardeşimden ayrılmayıp onlarla birlikte indim.
Aişe (radıyallahü anhâ) hicretin birinci senesi Şevval ayında düğünleri yapılıp, hâne-i seâdete gelince, burada mesûd bir evlilik hayâtı, Resûlullahın yanında dokuz sene devam eden bir tahsil hayâtı yaşadı. Böylece İslâm târihinin, Resûlullahın sünnet-i seniyyesinin ve İslâm hukukunun açıklayıcısı oldu.
Aişe validemiz aynı zamanda Resûlullahın bir çok gazalarına katıldı. Bu gazalarda eline kılıç alıp çarpışmayı çok istedi fakat, Peygamber efendimiz izin vermediler. Yalnız o da diğer Eshâb-ı kiramın hanımları gibi yaralıların tedavisi ve bakımı ile meşgul oldu. Uhud harbinde Medineden harp sahasına kadar sırtında su taşıdı. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) diyor ki: Uhud gazasında, hazret-i Aişe ve annem Ümm-i Süleymi arkalarında kırbalarla koşa koşa sır taşırlarken ve yaralılara su verirlerken gördüm. Kırbaları boşaldıkça, tekrar gidip geliyorlardı.
Hazret-i Aişe validemiz, Benî Mustalık (Müreysî) gazasına da katıldı. Resûlullah bu gazaya bin kişi ile çıkmıştı. Ganimete kavuşmak için çok sayıda münafık da gelmişti. Münafıklar yolda Muhacirler ile Ensârın aralarını açmak için ellerinden geleni yaptılar. Zaferle neticelenen bu gaza dönüşünde, münafıklar, Aişe validemize (radıyallahü anhâ) iftirada bulundular. Bu hususu hazret-i Aişe validemiz şöyle anlatmaktadır: Kadınların örtünmesi için âyet gelmişti. Bana bir çadır yaptılar. Çadırla deveye bindirirlerdi. Gazadan dönüşde, Medineye yakın konmuştuk. Seher vakti göç sesleri işitildi. Abdest için, askerden uzaklaşmıştım. Hemen geldim. Bu arada gerdanlığıma baktım yökdu. Geri gittim. Aradım buldum. Yerime gelince askeri göremedim. Beni çadırın içinde sanıp deveye yükletmişler ve gitmişlerdi. On dört yaşında idim ve zayıftım. Şaşırdım kaldım. Beni bulamayınca ararlar diyerek, oturup bekledim.
Resûlullah efendimiz, Safvânın (radıyallahü anh) arkadan gelmesini emreylemişti. Gelip beni görünce, bağırdı. Çnu görünce yüzümü örttüm. Devesini ıhtırdı (çöktürdü). Uzaklaşarak; Deveye bin! dedi. Bindim. Safvân yuları tuttu. Sıcak basınca askere yetiştik, önce münafıklara rastladık. Çirkin şeyler söylediler. Onları İbni Ebî Selûl kışkırtıyordu. Bu hâin, münafıkların elebaşısı idi. Yaptıkları iftira, bâzı müslümanlara da tesir etti. Söylentiler her tarafa yayıldı. Bu durumu Aişe (radıyallahü anhâ) şöyle anlatır: Hastalığım hemen arttı. Ateşim yükseldi. Tepemden duman çıktı zannettim. Aklım gitti. Düştüm. Aklım başıma gelince, evime geldim. Babamın evine gitmek için Resûlullahdan izin istedim. İzin verdi. Ne olduğunu öğrenmek istiyordum. Anneme sordum. Yavrum hiç üzülme! Senin işin kolaydır. Güzel olan ve zevci tarafından çok sevilen her kadın için böyle şeyler söylerler dedi. Şaşırdım. Böyle sözler acaba Resûlullahın mübarek kulağına da gitmiş midir? Babam da duymuş mudur diye üzüldüm. Çok ağladım. Babam, başka odada Kurân-ı kerîm okuyordu. Sesimi duyup annemden sormuş. Annem de, dillerde dolaşan sözleri şimdi işitti deyince ağlamıştı. Sonra yanıma gelip; Yavrum sabret! Allahü teâlâdan ne âyet geleceğini bekliyelim dedi. O gece, sabaha kadar uyumadım. Gözlerimin yaşı dinmedi.
O gün hiç durmadan ağladım. Ensârdan gelen bir hanım da ağlıyordu. Annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Ansızın Resûlullah gelip selâm verdi ve yanıma oturdu. O zamandan beri yanıma hiç gelmemiş ve aradan bir ay geçmişti. Hiç vahiy de inmemişti. Resûlullah oturunca, Allahü teâlâya hamdü sena eyledi. Şehâdet kelimesini okudu. Bana dönüp; Ey Âişe! Senin için bana şöyle söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ yakında senin doğru olduğunu bildirir buyurdu.
Fakat, Allahü teâlânın benim için âyet-i kerîme göndereceğini sanmıyordum. Kıyamete kadar her yerde, benim için âyet-i kerîme okunacağını aklıma sığdıramıyordum. Allahü teâlânın büyüklüğünü ve kendi aşağılığımı bildiğimden, benim için âyet-i kerîme göndereceği aklımdan geçmiyordu. Yalnız; günahsız olduğumu, kalbimin temizliğini Peygamberine rüyada bildirir veya kalb-i şerîfine ilham eder diyordum. Allah hakkı için doğru söylüyorum ki, Resûlullah, oturduğu yerden daha kalkmamıştı ve kimse odadan dışarı çıkmamışdı. Mübarek yüzünde vahy alâmetleri göründü. Oturanların hepsi, vahy geldiğini anladı. Babam bu hâli görünce, deriden bir yastığı Resûlullahın mübarek başının altına koydu. Bir yemeni çarşaf ile üzerini örttü. Vahy gelmesi bitince, mübarek yüzünden örtüyü kaldırdı. Gül yüzünde, inci gibi parlayan terleri, mübarek elleri ile sildi. Gülümseyerek; Müjdeler olsun sana ey Âişe! Allahü teâlâ, seni temize çıkardı. Senin pak olduğuna şâhid oldu buyurdu. Babam hemen; Kalk yâ kızım! Resûlullaha çabuk teşekkür et! dedi. Ben de; Vallahi kalkmam, Allahü teâlâdah başkasına şükretmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i kerîme indirdi dedim. Sonra Resûlullah efendimiz, Nur sûresinin on birinci âyetinden başlayarak, on yedi âyet-i kerîme okudu. Babam kalkıp başımı öpdü.
Resûlullah efendimiz hemen Eshâbını mescide topladı. Gelen âyet-i kerîmeleri okudu. Ayet-i kerîmenin bereketi ile müminlerin kalblerindeki şüpheler kalktı.
Âişe validemiz için gelen on yedi âyet-i kerîmeden birincisinin tefsîrini Mevâkib tefsiri şöyle bildiriyor; Aişeye (radıyallahü anhâ) iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. (Bu iftira sebebi ile çok sevâb kazandınız. Onların yalanı meydana çıktığından, sizin sânınız, şerefiniz arttı. Ayet-i kerîme, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.) O iftira edenlerden her biri için, kazandıkları günah kadar cezalar vardır. Büyük iftira yaparak çok çirkin şeyi söyleyenlere, dünyâda ve âhırette büyük azâb vardır. On ikinci âyet-i kerîmede; Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydanda bir yalan ve iftiradır demelidirler, on dokuzuncu âyet-i kerîmede; Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyâda ve âhırette acı azâblar vardır ve yirmi altıncı âyet-i kerîmede; Habis söz söylemek, habis adamlara lâyıktır.. Habis adamlara, habis kelâm yakışır buyruldu. Hazret-i Âişeye iftira edenlere had vuruldu. Abdullah bin Übey bin Selûl hakîr ve zelîl oldu.
İslâm dîninin ahkâmının dörtte birini hazret-i Âişe bildirmiştir. İslâm târihine dâir bir çok hâdise; Bedr, Hendek, Kureyzâ ve başka gazalara ait tafsîlât, Mekkenin fethinde kadınların Resûlullaha bîatı, veda haccı, vahyin başlangıcı, hicretin tafsîlâtı, Kurân-ı kerîmin nüzul ve tertibi, namazın edası, Resûlullahın son hastalığı, irtihâli, teçhiz ve tekfini, Resûlullahın gece ibâdetleri, güzel ahlâkı ve daha bir çok bilgiler, hazret-i Aişenin haber vermesiyle ortaya çıkmıştır.
Hazret-i Âişe validemizin bizzat veya vasıtalı olarak İslâmiyete hizmetleri çoktur. Bir seferde, Resûlullah efendimize refakati sırasında, teyemmüme ait âyet-i kerîmenin nüzulüne sebeb oldu. Resûlullah efendimiz, gelen âyet-i kerîme ile abdestteki kolaylığı Eshâb-ı kirâmına haber verdi. Eshâb-ı kiramdan (radıyallahü anhüm) Üseyd bin Hudayr (radıyallahü anh), hazret-i Âişe validemize gelerek; Ey müminlerin annesi, bu senin İslâmiyete yaptığın ilk hizmet değildir diyerek şükranlarını dile getirmiştir.
Peygamber efendimiz, hicretin on birinci senesinin Safer ayı sonlarında hastalandıklarında, son günlerini hazret-i Aişenin odasında geçirdiler.
Rebîul-evvel ayının on ikisinde Pazartesi günü Aişe validemizin (radıyallahü anhâ) göğsüne mübarek başını dayayıp pak ruhlarını teslim ettiler. Bundan sonra hazret-i Aişe, kırk sekiz senelik hayâtında Hulefâ-i râşidînin dördünün hilâfetlerini gördü. Hicretin on üçüncü senesinde (M. 634) babası hazret-i Ebû Bekr vefat etti. Hazret-i Ömer zamanında çok hürmet gördü. Bu sebeple hazret-i Ömeri medh ü sena ederek; Hattâboğlu Ömer, Resûlullah efendimizin vefatından sonra bana çok iyilik etti buyurdu. Hazret-i Ömer yaralanıp şehîd olacağı zaman oğlu Abdullahı hazret-i Aişeye gönderdi ve Resûlullahın yanına defn edilmek için izin istedi. Bunun üzerine hazret-i Aişe; Oradaki yeri kendim için ayırmıştım, fakat orasını seve seve Ömere veririm buyurdu. 4
Hazret-i Osman zamanında da dîn-i İslâmı öğretmekle meşgul oldu. Osmanın (radıyallahü anh) şehîd edilmesinden sonra, içtihadı, hazret-i Aliye uymadığı için, Deve vakasında hazret-i Ali ile harp eden Eshâb-ı kiram ile birlikte idi. Hazret-i Ali şehîd edilince, çok üzüldü. Eshâb-ı kiram düşmanları kendisine iftira ediyor; Hazret-i Aliyi sevmezdi diyorlar. Halbuki; Aliyi sevmek îmândandır hadîs-i şerîfini, hazret-i Aişe haber verdi. Böylece onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi.
Aişe (radıyallahü anhâ) müctehid idi. Bütün İslâm ilimlerinde çok büyük derecesi vardı. Bilhassa kadınlara mahsus hâllere dâir fıkhî hükümler, kendisinden sorulurdu. Çünkü o, hem müminlerin annesi, hem de dinlerini öğrenecekleri bir müftî ve müctehid idi. Alime, edîbe, çok akıllı ve üstâd idi. Çok fasîh ve beliğ konuşurdu.
Âişe-i Sıddîka validemizin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshâb-ı kirama fetva verirdi. Alimlerin çoğuna göre, fıkh bilgilerinin dörtte birini o haber vermiştir. Hadîs-i şerîfde; Dîninizin üçte birini Humeyrâdan öğreniniz! buyruldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Aişe validemizi çok sevdiğinden, ona Humeyrâ derdi. Eshâb-ı kiramdan ve Tabiînden çok kimse, hazret-i Aişeden işittikleri hadîs-i şerîfleri haber vermişlerdir. Urvetübnü Zübeyr hazretleri buyuruyor ki: Kurân-ı kerîmin mânâlarını; helâl ve haramları; Arab şiirlerini ve neseb ilmini hazret-i Aişeden daha çok bilen kimse görmedim.
Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimizden 2210 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Kendisinden de Eshâb ve Tabiînden bir çokları hadîs-i şerîf nakletmişlerdir. Hazret-i Aişenin ilmini en ziyâde bildiren, hemşiresi Esmânın oğlu Urvetübnü Zübeyr ve birâderzâdesi Kasım bin Muhammed bin Ebû Bekrdir. Ahmed ibni Hanbelin Müsnedinde, Aişe validemizin naklettiği hadîsler iki yüz elli üç sahifeyi bulmaktadır. Sahih hadîs kitapları onun fetvaları ile doludur. Dînî meselelerin hâllinde, önce Kurân-ı kerîme, sonra hadîs-i şerîflere başvurur, daha sonra da bunlara (Kurân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflere) kıyas ederek ictihâd ederdi.
O, devrin belli başlı âlimlerinden ve fukahâ-i sebadan biridir. Fukahâ-i Seba, yedi fıkıh âlimi demektir ki, bunlar; hazret-i Ömer, hazret-i Ali, İbn-i Mesûd, Zeyd bin Sabit, hazret-i Âişe, Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Ömerdir (radıyallahü anhüm).
Tabiînden Mesrûka; Hazret-i Aişenin ferâiz (mîras hukuku) ilmindeki derecesi sorulunca, cevâbında; Allaha yemîn ederim ki, Eshâb-ı kiramın ileri gelenlerinden bir çoğu gelir, hazret-i Aişeden ferâize ait şeyler sorar ve öğrenirlerdi buyururdu.
İmâm-ı Zührî; Eğer zamanının bütün âlimleri ve Peygamberimizin diğer zevcelerinin ilmi bir araya toplansa, Âişenin (radıyallahü anhâ) ilmi yine çok olurdu buyurdu.
Ebû Mûsel Eşarî (radıyallahü anh) buyurdu ki: Bizler yânî Eshâb-ı kiram müşkül bir mesele ile karşılaşınca, gider hazret-i Âişeye sorardık. Âişenin (radıyallahü anhâ) ilmi pek çoktur.
Urvetübnü Zübeyr (radıyallahü anh); Ne fıkıhda, ne tıbda, ne şiirde hazret-i Aişeden daha çok ilmi bulunan kimse yoktu buyurmuştur.
Abdurrahmân bin Avf hazretlerinin oğlu Ebû Seleme; Sünnet-i Resûlullanı hazret-i Aişeden daha iyi bilen, dinde tebahhur etmiş (derya gibi geniş ilme sâhib olmuş), âyet-i kerîmelere vâkıf ve sebeb-i nüzullerini bilen, ferâiz ilminde mahir bir kimseyi görmedim buyurmuştur.
Ata bin Ebî Rebâh; Hazret-i Aişe, Eshâb içinde en çok fıkıh bilen, isâbet-i rey bakımından en ileri gelen bir kimse idi buyurmuştur.
Tirmizî de, Mûsâ bin Talha diyor ki: Hazretti Aişeden daha fasîh, düzgün konuşanı görmedim. Resûlullahı medh eden şu iki beyt, hazret-i Âişenindir:
Ve lev semiû ehl-ü Mısre evsâfe haddihî,
Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüfe min nakdin.
Levîmâ Zelîhâ lev raeyne cebînehû
Le âserne bilkatil kulûbi alel evdi.
Tercümesi:
(Mısırda güzelliği eğer duyulsa idi. Yûsufu almak için kimse para vermezdi. Zelîhâya gülenler Onun yüzünü görse, ellerinin yerine kalplerini keserlerdi.)
Aişe validemizin sân ve şereflerinden birisi de, Resûlullahın en çok sevdiği zevcesi olmasıdır. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, onu çok severdi. Resûlullaha, en çok kimi seviyorsun denildikte; Âişeyi buyurdu. Erkeklerden kimi? dediler. Âişenin babasını buyurdu. Yâni en çok hazret-i Ebû Bekri sevdiğini bildirdi. Hazret-i Âişeye sordular ki: Resûlullah en çok kimi severdi? Fâtımayı severdi dedi. Erkekterden en çok kimi severdi? dediler. Fâttfnanın zevcini buyurdu. Bundan, da Resûlullahın sallallahü aleyhi ve sellem zevceleri arasında hazret-i Âişeyi; çocukları içinde hazret-i Fâtımayı; Ehl-i beytden hazret-i Aliyi; Eshâb içinde de, hazret-i Ebû Bekri çok sevdiği anlaşılmaktadır.
Âişe validemiz buyuruyor ki: Birgün Resûlullah efendimiz, mübarek nâlinlerinin kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyor, damlalar her tarafa nur saçıyor ve gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana bakarak; Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun? buyurdu. Yâ Resûlallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin sağdıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim dedim. Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öpdü ve; Yâ Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin gibi seni sevindiremedimbuyurdu. Yâni, senin beni sevindirmen, benim seni sevindirmemden çoktur dedi. Hazret-i Âişenin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullahı severek onun cemâlini anlıyarak gördüğü için aferin ve takdir mânâsında olmaktadır.
Ne iyi o gözler ki, güzele bakmaktadır.
Ne talihli o kalb ki, onun için yanmaktadır.
Aişe validemizin bunca fazîfet ve menkıbeleriyle birlikte dünyâya rağbeti yok, hayır ve sadakası pek çoktu. Oruçlu olduğu bir gün, eline geçen yüz bin dirhemi, içinden bir dirhemini iftar için ayırmaksızın, tamamen sadaka olarak dağıtmıştır.
Aişe validemiz, vefatına yakın vasiyetini yaptı ve; Beni, diğer Ezvâc-ı mutahharâtın defn edildikleri Cennet-ül-Bakîye defn ediniz buyurdu. Hâl ve hatırını soranlara; İyiyim. Elhamdülillah iyiyim diyordu. Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakîye defnedildi.
Hikmetli sözleri sayılamıyacak kadar çoktur. Meselâ, bir kimse kendisine; İyi olduğumu ne zaman bilirim diye sorunca; Kendini kötü bildiğin zaman buyurdu. Peki kötü olduğumu ne zaman bilirim diye sordukta; Kendine iyi dediğin zaman cevâbını verdi.
Hazret-i Aişe hakkında pek çok hadîs-i şerîf vardır. Bunlardan biri, İmâm-ı Münâvînin Ebî Şeybeden bildirdiği; Âişe Cennette de benim zevcemdir hadîs-i şerîfidir. Râmûz-ül-ehâdîsde kendisine hitaben buyrulduğu bildirilen hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
Ey Âişe hiç hayâsız söz söylediğimi gördün mü? Kıyamet gününde Allah katında en kötü insan şerrinden kaçarak insanların terk ettiği kimsedir.
Ey Âişe! Allah, kullarına lütf ile muamele edicidir. Her işte yumuşak davranılmasını sever.
Ey Âişe! Bilmez misin; kul secde ettiği zaman, Allah onun secde yerini yedi kat yerin sonuna kadar tertemiz kılar.
Ey Âişe! Sana birisi, istemeden bir şey verirse, kabul et; çünkü o, Allahü teâlânın sana gönderdiği bir rızıktır.
Hazret-i Aişe (radıyallahü anhâ) bir gün Resûlullah efendimize; Şehîdlerin derecesine yükselen olur mu? diye sorunca; Her gün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehîdlerin derecesini bulur buyurmuşlardır. Bir defasında da; Ey Âişe! Geceleri şu dört şeyi yapmadan uyuma! Kurân-ı kerîmi hatim etmeden; benim ve diğer peygamberlerin şefaatlerine kavuşmadan; müminleri kendinden hoşnûd etmeden; hac etmeden! buyurdu.
Bunları söyledikten sonra namaza durdu. Namazını bitirip de yanıma geldiğinde kendilerine dedim ki: Ey iki cihanın güneşi olan Efendim! Annem-babam, canım sana feda olsun! Bana dört şeyi yapmamı emrediyorsun. Ben bunları bu kısa müddet içinde nasıl yapabilirim?
Tebessüm ederek buyurdular ki: Yâ Âişe! Ondan kolay ne var? Üç İhlâs-ı şerîfi ve bir Fatiha sûresini okursan, Kurân-ı kerîmi hatmetmiş; bana ve diğer peygamberlere salevât getirirsen, şefâatımıza kavuşmuş; önce müzminlerin ve sonra da kendi affını dilersen, müminleri kendinden hoşnûd etmiş; Sübhânallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vahdehû la şerîke leh. Lehül mülkü velehül-hamdü ve hüve âlâ külli şeyin kadir tesbihini okursan, hac etmiş sayılırsın!
Tabiînden gençler, hazret-i Aişeye geldiler ve Resûlullah efendimizin ahlâkını sordular. Buyurdu ki: Onun ahlâkı Kurândı... Kurân-ı kerîmin hoş gördüğünü kabul edip razı olurdu, hoş görmediğini kendisi de hoş görmez ve kaçınırdı.
Hazret-i Aişe validemiz buyurdular ki: Resûlullah efendimizin yatağı, içi hurma lifi dolu deri idi.
Peygamber efendimizin karnı (hiç bir zaman) yemek ile doymamıştır. Bu hususta hiç kimseye yakınmamıştır. İhtiyaç, Onun için zenginlikten daha iyi idi. Bütün gece açlıktan kıvransa, bu durumu Onu, gündüz orucu tutmaktan alıkoymazdı. Dileseydi, Rabbinden yeryüzünün bütün hazînelerini, meyvelerini ve refah hayâtını isterdi. And olsun ki, Onun hâlini gördüğüm zaman acırdım ve ağlardım. Elimle karnını sıvazlardım ve; Canım sana feda olsun! Sana güç verecek şu dünyâdan bâzı menfaatler (yiyecek ve içecekler) temin etsem olmaz mı? derdim.
Ey Âişe, dünyâ benim neyime! Ülül-azmden olan peygamber kardeşlerime bundan daha çetin olanına harsı tahammül gösterdiler. Fakat o hâlleri ile yaşayışlarına devam ettiler, Rablerine kavuştular, bu sebeple Rableri onların kendisine dönüşlerini çok güzel bir şekilde yaptı, sevâblarını arttırdı. Ben refah bir hayat yaşamaktan haya ediyorum. Çünkü böyle bir hayat beni onlardan geri bırakır. Benim için en güzel ve sevimli şey, kardeşlerime, dostlarıma kavuşmak ve onlara katılmaktır buyurdu.
Aişe (radıyallahü anhâ); Bu sözlerinden bir ay sonra fazla kalmadı vefat etti. demiştir.
Allahü teâlânın, insanların en üstünü olan Muhammed alayhisselâma, peygamberlikle birlikte şehîdlik derecesini de vermiş olduğu, hazret-i Âişe-i Sıddîkanın haber vermiş olduğu şu hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır. Hayberde yediğim zehirli etin açışım duymaktayım. O zehirin tesiri ile ebher (aort) damarım şimdi çalışmayacak hâle geldi.
Hazret-i Ömerin haber verdiği hadîs-i şerîfde, Resûlullah efendimiz Aişe validemize; -Dinde fırkaları ayrıldılar- âyet-i kerîmesi, bu ümmette meydana gelecek olan bidat sahiplerini ve nefslerine uyanları haber veriyor buyurdu.
Resûlullah efendimiz, tembellikten Allahü teâlâya sığınıp; Ya Rabbî! Beni, keselden(tenbellikden) koru! diye dua ettiğini, Aişe (radıyallahü anhâ) ve Enes bin Mâlikden Buhârî ve Müslim bildirmişlerdir. Eşiat-ül-lemeâtda, Beyân ve Şir babında diyor ki, Aişenin (radıyallahü anhâ) bildirdiği hadîs-i şerîfde; Şir, iyisi iyi olan, çirkini çirkin olan sözdür buyruldu. Yâni, vezn ve kâfiye, bir sözü çirkinleştirmez. Şiri çirkin yapan, mânâsıdır.
Resûlullah efendimize biri geldi. Onu uzaktan görünce; Kabilesinin en kötüsüdür buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp iltifat eyledi. Gidince, hazret-i Aişe sebebini sordu, İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kimsedir buyurdu. O, müslümanların başında bulunan bir münafık idi. Resûlullah efendimiz, müslümanları onun şerrinden korumak için müdârâ buyurdu.
1) Hilyet-ül-evliya; cild-2, sh. 43
2) Tabakatı İbn-i Sad; cild- , sh. 58
3) El-Âlâm; cild-3, sh. 240
4) Eshâb-ı Kiram: sh. 9, 10,22, 27, 47, 72, 76, 78, 310
5) El-İsâbe; cild-4, sh. 359
6) El-İstiâb; cild-4, sh. 356
7) Medâric-ün-Nübüvve; cild-2, sh. 97
8) Tezkiret-ül-Huffâz; cild-1, sh. 27
9) Şezerât-üz-zeheb; cild-1, sh. 8
10) Tabakât-ül-Huffâz; cild-1, sh. 8
11) Üsüd-ül-gâbe; cild-5, sh. 501
12) Fâideli Bilgiler, sh. 68, 70, 76, 153, 184, 202
13) Müsned-i Ahmed bin Hanbel; cild-6, sh. 29
14) Sahîh-i Buhârî Kitâb-un-nikâh; Bâb, 38, 39, 59
15) Miftâhu kunûz-is-sünne. Hazret-i Aişe maddesi
16) Sahîh-i Müslim; Nikâh, 69, 72
17) Ebû Dâvûd; Nikâh, Bâb-32
18) Tirmizî; Nikâh, Bâb 19
19) Nesâî; Nikâh, Bâb-29
20) İbn-i Mâce; Nikâh Bâb-13
21) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 983
22) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 153