Anadolu Selçuklu Devletinin en büyük sultanlarından. İsmi Keykubâd, lakabı Alâüddîn, ünvanı ise Sultân-ül-âlem, Sultân-ül-azam idi. Sultan Gıyâsüddîn Keyhüsrevin oğlu olup, doğum târihi bilinmemektedir. Babasının meliklik devrinde 1186-1192 (H. 582-588) Uluborlu yahut birinci hükümdarlık devrinde 1192-1196 (H. 588-593) Konyada doğması ihtimâl dahilindedir. İyi bir şekilde büyütülüp, yetiştirilmesinde ve güzel bir terbiye verilmesinde titizlik gösterildi. Türk-islâm ananesine göre Emîr Seyfeddîn Ay-Aba ve Emîr Bedreddîn Gevhertaş atabek tâyin edildi. İşinin ehli olan Atabeği, onun; âlimlerden aklî ve naklî ilimler ile kitabet ve edebiyat öğrenmesine, büyük ihtimam gösterdi. Ana dili olan Türkçenin yanında Farsça, Rumca ve Arabça öğrendi. Farsçaya şiir yazabilecek nisbette vâkıf oldu. Ayrıca, yüksek İslâmî ilimleri ve astronomiyi öğrendi. Devlet idaresinde yetiştirilip, İslâm ahlâkı verildi.
Babası Gıyâsüddîn Keyhüsrevin 1196 (H. 593) senesinde tahttan ayrılması ve Konyadan Çukurovaya gelip, Sis (Kozan) da kalması üzerine maceralı bir hayat sürmeye başladı. Daha sonra babasıyla Elbistan, Malatya, Haleb, Amid ve Ahlata gitti. Gittiği şehirlerin hâkimlerinden çok iyi muamele gördü. Hâkimler, Anadolu Selçuklu sultânı İkinci Rükneddîn Süleyman Şâha tâbi olduklarından, sabık hükümdar ve ailesinin yanlarında fazla kalmasından çek iniyor lard ı. Babasıyla beraber Karadeniz yoluyla İstanbula gitti. Haçlıların, 1204 (H. 601)de İstanbulu işgali üzerine aynı sene Anadoluya geçti. Babası uç beğlerinin davetiyle 1205 (H. 602)de Anadolu Selçuklu sultânı olunca, Konyaya geldi. Alâüddîn Keykubâd, Tokat merkez olmak üzere Dânişmend arazisine melik tâyin edildi. Adına hutbe okutup, para kestirdi; yedi yıl meliktik yaptı. Babasının vefatıyla saltanata kardeşi İzzedîn Keykâvus geçti. Saltanatı ele geçirmek için harekete geçen Alâüddîn Keykubâd, Erzurum meliki amcası Mugîseddîn Tuğrul Şah, Uç beği Dânişmendli Zahireddîn ve Ermeni Leondan aldığı kuvvetlerle 1211 (H. 608)de Kayseriyi muhasara etti. Ermeniler, Sultan ile anlaşıp, desteği çekince tertibe mâruz kalmamak için Ankaraya çekildi. Alâüddîn Keykubâd, Ankaranın kale ve surlarını tahkim edip, 1212 (H. 671) senesine kadar burada kaldı. Anadolu Selçuklu sultânı ağabeyi İzzeddîn Keykâvusun şehri muhasarasına mukavemet ettiyse de, Sultanın ihsanlarına kavuşanlar tarafından yakalanıp, teslim edildi. Sultanın hocası Şeyh Mecdüddîn İshâk Efendinin tavassutuyla katl edilmeyip, Malatyaya gönderildi. Malatya yakınlarındaki Minşar (Masara) ve daha sonrada Kezir-pert kalesine haps edilip, 1220 senesine kadar burada kaldı. Sultan İzzedîn Keykâvus, yüksek vasıf ve hususiyetlerini takdîr ettiği kardeşi Alâüddîn Keykubâdın tahta geçirilmesini vasiyet etti. Anadolu Selçuklu devlet adamları, kumandanlar ve âlimlerinin kararıyla tahta çıkması uygun görüldü. Beylerbeyi ve maiyeti, Alâüddîn Keykubâdı tahta davet müjdesini götürmek için yola çıktı. Bu sırada, Kezirpert kalesine mahbus olan Alâüddîn Keykubâd bir rüya gördü. Rüyasında; nûrânî yüzlü bir ihtiyarın gelip, ayaklarının bağını çözdüğünü, koltuğundan tutarak iri bir ata bindirdiğini gördü ve; Bundan sonra Şihâbüddîn Ömer bin Muhammed Sühreverdînin (k. sirruh) himmeti ve muhabbeti seninle beraberdir dediğini duydu. Neşeli bir şekilde uyanan şehzadeyi, sebebini bilmediği bir sevinç kaplamıştı. Bu durum ikindi namazına kadar devam etti. İkindi namazını kıldıktan sonra, kendisine sultanlık haberini getiren Beylerbeyi Seyfeddîn Ay-Aba ve süvarileri görünce, kötü bir durumda karşılanacağı endişesiyle Farsça iki beyt söyledi. Mânâsı:
Çok ağlayan pek hâzin bulmuştur âlem beni,
Her gülenin elbisesi soyulur üryan olur.
Her kederin akşamı beni gamlı buldu,
Her müjdenin sabahı güldüğümü görmedi.
Ömrünün sonunu düşünüp, ölümü bekleyen Alâüddîn Keykubâd, gelenlerden ağabeyinin vefat haberini duyup, saltanat daveti alınca, Allahü teâlâya şükr etti. Zaman kaybetmeden harekete geçti. Sivasta ağabeyinin tabutu ile karşılaştı. Anadolu Selçuklu tahtına oturdu ve sultanlığını îlân etti. Âlimler, beyler ve devlet ricali, önünde toplanarak bîat (tâbilik, bağlılık) yemîni yaptılar. Merasimden sonra emirlere hilatler dağıtıldı. İktâ ve mülkiyet menşurları verildi. Payitahta giderken Kayseri, Aksaray ve sonra Konyada beyler bağlılıklarını arzettiler. Abbasî halîfesi Nasır bin Müstedî de, büyük âlim Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerini hilat, mensur ve diğer hâkimiyet alâmetleriyle Konyaya gönderdi. Halîfenin elçisi Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdî (rahmetullahi aleyh); ilmiyle âmil, İslâm âlemini fütüvvet teşkilâtıyla birleştiren, zahir ve bâtın ilimlerinde mahir bir âlimdi. Selçuklu tahtının genç sultânı Alâüddîn Keykubâd, böyle mübarek bir zâtın payitahtını şereflendireceğini haber alınca, üst seviyedeki beylerini karşılama ve refakat vazifesiyle Aksaraya gönderdi. Kadı, âlim, şeyh, mutasavvıf, ahî ve devlet ricali onu karşılamak için yola çıktılar. Sultan, kendisi de hassa askerleri ile istikbâle çıktı. Sultan Alâüddîn Keykubâd, gönül sultânı, kalblerin kutbu Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerini görünce; Kezirpert kalesinde iken kendisine rüyasında sultanlık müjdesini veren nur yüzlü zât olduğunu anladı. Karşılayıp, hürmetle elini öptü. Şeyh, İslâm dînine hizmet etmesi ve memleketinde adaleti yükseltmesi için Sultâna dua etti. Sultanla birlikte Konyaya girdi. Güzel bir şekilde ağırlandı. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri, Selçuklu Sarayında tertip edilen merasimde. Sultâna, Halîfenin hilatını giydirdi, başına imame yâni sarık koydu. Saltanat tevcih ananesine göre, halîfenin gönderdiği asa ile Sultanın arakasına vurup, adalet ve şerîatden ayrılmaması yolundaki tavsiyelerini tekrar ettikten sonra, tahta oturmasına müsâade etti. Sultan, halîfenin gönderdiği eğeri süslü bir ata bindirildi ve Bağdaddan gelen tabaklardaki paralar üzerine saçıldı. Alâüddîn Keykubâd, saltanat alâmeti olarak çetr, sancak ve mehter takımı ile Sühreverdî hazretlerinin refakatinde ata bindi. Birlikte dolaşıp, saraya döndüler ve yemek yediler. Sohbette hapishanedeki rüyasını anlattı. Hükümdarlığın akabinde bir rüya daha gördü. Hayret içinde uyandı. Behâeddîn Velede ve Şeyh Sühreverdî hazretlerine anlattığı rüyasında; başının altından, göğsünün ham gümüşten, göbeğinden aşağısının tamamen tunçtan, her iki kalçasının kurşundan ve iki ayağının da kalaydan olduğunu görmüştü. Bütün tâbirciler, bu rüyanın yüceliğinden hayrette kaldılar. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri bu rüyanın tâbirini Behâeddîn Veled hazretlerine havale etti ve kendisi hiç bir şey söylemedi. Behâeddîn Veled bu rüyayı şöyle tâbir etti: Sen dünyâda oldukça, insanlar; rahat, temiz yaşayacaklar ve altın gibi kıymetli olacaklar. Senin ölümünden sonra, oğlunun sultanlık zamanı, senin zamanına nisbetle, gümüş derecesinde olacak; torunun zamanında tunç mertebesine düşecekler, haris insanlar başa geçecek. Saltanat üçüncü batna ulaşınca, her taraf karışacak. Halk arasında dürüstlük, vefa ve şefkat kalmayacak. Dördüncü ve beşinci batna gelince, Rum ülkesi yâni Anadolu tamamen harabe olacak. Bütün memleketleri fesâd ehli kaplayacak. Selçuk ailesi zevale uğrayacak, dünyânın nizâmı bozulacak! Küçükler hiç yoktan büyüklerin yerine geçecek, önemli işler değersiz kimselerin elinde kalacak. Peygamber efendimizin; Emirler, işleri ehli olmayan kimselere verirlerse, işte o zaman kıyametin kopmasını bekleyiniz buyurduğu gibi, her taraftan haricîler (fitneciler) çıkacak. Moğol istilâsı bütün dünyâyı harabeye çevirecek. İslâm âlimlerinin, vekâr ve temkin sahibi evliyanın eserleri silinecek. Yeryüzünden bereket kalkacak. Çaresiz kalan insanlar kıyametin kopmasını dört gözle bekleyecekler. Sultan Alâüddîn Keykubâd ve mecliste bulunanlar, bu tâbiri dinledikten sonra ağladılar. O gün Sultan, Behâeddîn Veled ve Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerine kıymetli hediyeler verdi. Diğer âlimlere de hediyeler verip hepsinden dua istedi. Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdîye (k. sirruh) devlet ricali, beğler, ahî ve halk da çok hürmet edip, Konyada kaldığı müddetçe hep ziyaretinde bulundular. O da feyz bereketlerini saçarak, tâliblerin ruhlarını cilalayıp, vâz ve nasihatlerde bulundu. Dönüşünde sultânın refakatinde uğurlanıp, yol boyunca refâkatçılar verildi. Alâüddîn Keykubâd, Halîfe Nâsıra; hıristiyan, Ermeni ve Rûm memleketleri haracından yüz bin dirhem gümüş, elli bin altın dinar, kıymetli atlar, Rûm köleler ve nadide elbiseler gönderdi. Halîfe, Sultanın kuvvet ve elçisi Şihâbüddîn-i Sühreverdîye (k. sirruh) gösterdiği tazimden ziyadesiyle memenûn oldu. Şihâbüddîn-i Sühreverdînin (rahmetullahi aleyh) Alâüddîn Keykubâd ve ülkesi hakkında sitayişle bahşetmesi, âlim ve velîlerin Konya tarafına akın etmelerine sebeb oldu. Sultanın tahta çıkmasını, Eyyûbî hükümdarı Melik Eşref de tebrik etti.
Alâüddîn Keykubâd, maceralı gurbet ve hapishane hayâtından sonra muhteşem bir merasimle tahta geçince; iktidarını kuvvetlendirip, aldığı idarî, ictimâî, iktisadî, siyâsî ve askerî tedbirler ile icrââta başladı. Orta Asyadan Orta Doğuya doğru yayılan Moğol zulmünden kaçan; Türkistan, Horasan, İran, Azerbaycan, Kafkasya ve Kıpçak ilindeki müslüman Türklerin her kezimine mensûb; âlim, mutasavvıf, sanatkâr, tacir ve ahâli, karadan ve denizden Selçuklu ülkesine sığındı. Bunlar, şefkatle karşılanıp, Anadolunun muhtelif şehir ve bölgelerinde iskân edildiler. Sultan Alâüddîn Keykubâd, istikbâlde muhtemel, Moğol tecâvüzüne karşı hudûd bölgelerini ve Anadolunun bâzı şehirlerini tahkîm ettirip, kaleler yaptırdı. Hudutlardaki tahkîmâta ilâveten; Konya, Sivas ve Kayseri gibi mühim şehirlerin sûr ve kalelerini yeniden yaptırdı. Konya sûrlarını inşâ ettirmeden önce, mâiyetiyle dolaşıp, şehrin büyüklüğü, zenginliği, ahâlinin refahı, çevresinin bağ, bahçe ve köşklerle dolu olmasından sırasıyla bahsettikten sonra şöyle dedi: Cihan bizim kudretimizi biliyor. Lâkin dünyâ bir karar üzere kalmaz ve hâdiselerin ne getireceği önceden kestirilemez. Konya gibi büyük, güzel ve zengin bir şehri sûrdan mahrum bırakmak akıl kârı değildir. Tahkîm için sur, burç ve kapıların yerleri tesbit edildikten sonra bunlardan dört büyük kapı, bir kaç burç ve sur bedelini bizzat kendi parasından yâni hazîne-i hâssadan verdi. Kalanını da devlet ricalinden beylere taksim ede rek, masraflarının karşılanmasını ve bir an önce yapılmasını emr etti. Sivasta da aynı şekilde hareket edilmesini emr etti. Konyadaki inşâat kısa zamanda bitirildi. Her emirin kendi yaptırdığı eserler üzerine adları ve kitabeleri kondu. Sultanın kendisi de gümüş gibi beyaz mermerlerin üzerine âyet-i kerîme, hadîs-i şerîfler ve hikmetli sözler hakkederek, adını nakş ettirdi. Surların inşâsı tamamlanınca gezip gördü. Çok beğendi. Emirleri, sanatkârları mükâfatlandırdı. Konya, Sivas ve Kayseriye ilâveten; Amasya, Erzurum, Malatya ve diğer Anadolu şehirlerini de kale ve surlarla tahkîm ettirdi. Alâüddîn Keykubâdın firâsetle muhtemel tehlikeye karşı tedbir alması, İslâm alemince takdirle karşılandı.
İslâm medeniyet merkezlerini yakıp yıkan, yerine getirilemiyecek darbeler indiren, milyonlarca müslümanı öldürüp, kadınlarını esir diye askerlerine dağıtarak çok çirkin işler yapan ve Sarı Haçlılar da denilen Moğollara karşı Abbasî halîfesi Nasır, Sultan Alâüddîn Keykubâddan askerî yardım istedi. Halîfenin Muhyiddîn bin el-Cevzî başkanlığındaki elçilik heyetini Sivasta karşılattırıp, Konyada kabul etti. Halîfelik makâmına tazim, elçisine hürmet edip, halîfenin gönderdiği hilat ve imameyi giydi. Elçi, Moğolların doğudaki kuvvetli İslâm devleti Harezmşahlar ile muharebe ettikten sonra, Orta Doğuya doğru ilerlediklerinden bahsederek, tehlikeyi haber verdi. Halîfenin diğer Müslüman hükümdarlardan olduğu gibi Sultandan da sâdece, iki bin asker ile mülk ve millet, din ve devletin bekası için yardım taleb ettiğini bildirdi. Alâüddîn Keykubâd, Halîfenin talebini ziyadesiyle karşılayıp; Malatya subasışı Bahâüddîn Kutluğca kumandasında beş bin kadîm sipâhîden müteşekkil seçkin bir kıtayla birlikte silâh ve techîzât ve bunların bir senelik erzakını gönderdi. Bu askerî birlik, uğradığı her yerde merasim ile karşılanıp, dualarla uğurlandı. Halîfe, Moğolların Harezmşahlar ülkesinden geri çekilmesiyle, Musula kadar gelen Bahâüddîn Kutluğca ve kıtasının geri dönmesini taleb etti.
Babası Gıyâsüddîn Keyhüsrevin 1196 (H. 593) senesinde tahttan ayrılması ve Konyadan Çukurovaya gelip, Sis (Kozan) da kalması üzerine maceralı bir hayat sürmeye başladı. Daha sonra babasıyla Elbistan, Malatya, Haleb, Amid ve Ahlata gitti. Gittiği şehirlerin hâkimlerinden çok iyi muamele gördü. Hâkimler, Anadolu Selçuklu sultânı İkinci Rükneddîn Süleyman Şâha tâbi olduklarından, sabık hükümdar ve ailesinin yanlarında fazla kalmasından çek iniyor lard ı. Babasıyla beraber Karadeniz yoluyla İstanbula gitti. Haçlıların, 1204 (H. 601)de İstanbulu işgali üzerine aynı sene Anadoluya geçti. Babası uç beğlerinin davetiyle 1205 (H. 602)de Anadolu Selçuklu sultânı olunca, Konyaya geldi. Alâüddîn Keykubâd, Tokat merkez olmak üzere Dânişmend arazisine melik tâyin edildi. Adına hutbe okutup, para kestirdi; yedi yıl meliktik yaptı. Babasının vefatıyla saltanata kardeşi İzzedîn Keykâvus geçti. Saltanatı ele geçirmek için harekete geçen Alâüddîn Keykubâd, Erzurum meliki amcası Mugîseddîn Tuğrul Şah, Uç beği Dânişmendli Zahireddîn ve Ermeni Leondan aldığı kuvvetlerle 1211 (H. 608)de Kayseriyi muhasara etti. Ermeniler, Sultan ile anlaşıp, desteği çekince tertibe mâruz kalmamak için Ankaraya çekildi. Alâüddîn Keykubâd, Ankaranın kale ve surlarını tahkim edip, 1212 (H. 671) senesine kadar burada kaldı. Anadolu Selçuklu sultânı ağabeyi İzzeddîn Keykâvusun şehri muhasarasına mukavemet ettiyse de, Sultanın ihsanlarına kavuşanlar tarafından yakalanıp, teslim edildi. Sultanın hocası Şeyh Mecdüddîn İshâk Efendinin tavassutuyla katl edilmeyip, Malatyaya gönderildi. Malatya yakınlarındaki Minşar (Masara) ve daha sonrada Kezir-pert kalesine haps edilip, 1220 senesine kadar burada kaldı. Sultan İzzedîn Keykâvus, yüksek vasıf ve hususiyetlerini takdîr ettiği kardeşi Alâüddîn Keykubâdın tahta geçirilmesini vasiyet etti. Anadolu Selçuklu devlet adamları, kumandanlar ve âlimlerinin kararıyla tahta çıkması uygun görüldü. Beylerbeyi ve maiyeti, Alâüddîn Keykubâdı tahta davet müjdesini götürmek için yola çıktı. Bu sırada, Kezirpert kalesine mahbus olan Alâüddîn Keykubâd bir rüya gördü. Rüyasında; nûrânî yüzlü bir ihtiyarın gelip, ayaklarının bağını çözdüğünü, koltuğundan tutarak iri bir ata bindirdiğini gördü ve; Bundan sonra Şihâbüddîn Ömer bin Muhammed Sühreverdînin (k. sirruh) himmeti ve muhabbeti seninle beraberdir dediğini duydu. Neşeli bir şekilde uyanan şehzadeyi, sebebini bilmediği bir sevinç kaplamıştı. Bu durum ikindi namazına kadar devam etti. İkindi namazını kıldıktan sonra, kendisine sultanlık haberini getiren Beylerbeyi Seyfeddîn Ay-Aba ve süvarileri görünce, kötü bir durumda karşılanacağı endişesiyle Farsça iki beyt söyledi. Mânâsı:
Çok ağlayan pek hâzin bulmuştur âlem beni,
Her gülenin elbisesi soyulur üryan olur.
Her kederin akşamı beni gamlı buldu,
Her müjdenin sabahı güldüğümü görmedi.
Ömrünün sonunu düşünüp, ölümü bekleyen Alâüddîn Keykubâd, gelenlerden ağabeyinin vefat haberini duyup, saltanat daveti alınca, Allahü teâlâya şükr etti. Zaman kaybetmeden harekete geçti. Sivasta ağabeyinin tabutu ile karşılaştı. Anadolu Selçuklu tahtına oturdu ve sultanlığını îlân etti. Âlimler, beyler ve devlet ricali, önünde toplanarak bîat (tâbilik, bağlılık) yemîni yaptılar. Merasimden sonra emirlere hilatler dağıtıldı. İktâ ve mülkiyet menşurları verildi. Payitahta giderken Kayseri, Aksaray ve sonra Konyada beyler bağlılıklarını arzettiler. Abbasî halîfesi Nasır bin Müstedî de, büyük âlim Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerini hilat, mensur ve diğer hâkimiyet alâmetleriyle Konyaya gönderdi. Halîfenin elçisi Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdî (rahmetullahi aleyh); ilmiyle âmil, İslâm âlemini fütüvvet teşkilâtıyla birleştiren, zahir ve bâtın ilimlerinde mahir bir âlimdi. Selçuklu tahtının genç sultânı Alâüddîn Keykubâd, böyle mübarek bir zâtın payitahtını şereflendireceğini haber alınca, üst seviyedeki beylerini karşılama ve refakat vazifesiyle Aksaraya gönderdi. Kadı, âlim, şeyh, mutasavvıf, ahî ve devlet ricali onu karşılamak için yola çıktılar. Sultan, kendisi de hassa askerleri ile istikbâle çıktı. Sultan Alâüddîn Keykubâd, gönül sultânı, kalblerin kutbu Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerini görünce; Kezirpert kalesinde iken kendisine rüyasında sultanlık müjdesini veren nur yüzlü zât olduğunu anladı. Karşılayıp, hürmetle elini öptü. Şeyh, İslâm dînine hizmet etmesi ve memleketinde adaleti yükseltmesi için Sultâna dua etti. Sultanla birlikte Konyaya girdi. Güzel bir şekilde ağırlandı. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri, Selçuklu Sarayında tertip edilen merasimde. Sultâna, Halîfenin hilatını giydirdi, başına imame yâni sarık koydu. Saltanat tevcih ananesine göre, halîfenin gönderdiği asa ile Sultanın arakasına vurup, adalet ve şerîatden ayrılmaması yolundaki tavsiyelerini tekrar ettikten sonra, tahta oturmasına müsâade etti. Sultan, halîfenin gönderdiği eğeri süslü bir ata bindirildi ve Bağdaddan gelen tabaklardaki paralar üzerine saçıldı. Alâüddîn Keykubâd, saltanat alâmeti olarak çetr, sancak ve mehter takımı ile Sühreverdî hazretlerinin refakatinde ata bindi. Birlikte dolaşıp, saraya döndüler ve yemek yediler. Sohbette hapishanedeki rüyasını anlattı. Hükümdarlığın akabinde bir rüya daha gördü. Hayret içinde uyandı. Behâeddîn Velede ve Şeyh Sühreverdî hazretlerine anlattığı rüyasında; başının altından, göğsünün ham gümüşten, göbeğinden aşağısının tamamen tunçtan, her iki kalçasının kurşundan ve iki ayağının da kalaydan olduğunu görmüştü. Bütün tâbirciler, bu rüyanın yüceliğinden hayrette kaldılar. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretleri bu rüyanın tâbirini Behâeddîn Veled hazretlerine havale etti ve kendisi hiç bir şey söylemedi. Behâeddîn Veled bu rüyayı şöyle tâbir etti: Sen dünyâda oldukça, insanlar; rahat, temiz yaşayacaklar ve altın gibi kıymetli olacaklar. Senin ölümünden sonra, oğlunun sultanlık zamanı, senin zamanına nisbetle, gümüş derecesinde olacak; torunun zamanında tunç mertebesine düşecekler, haris insanlar başa geçecek. Saltanat üçüncü batna ulaşınca, her taraf karışacak. Halk arasında dürüstlük, vefa ve şefkat kalmayacak. Dördüncü ve beşinci batna gelince, Rum ülkesi yâni Anadolu tamamen harabe olacak. Bütün memleketleri fesâd ehli kaplayacak. Selçuk ailesi zevale uğrayacak, dünyânın nizâmı bozulacak! Küçükler hiç yoktan büyüklerin yerine geçecek, önemli işler değersiz kimselerin elinde kalacak. Peygamber efendimizin; Emirler, işleri ehli olmayan kimselere verirlerse, işte o zaman kıyametin kopmasını bekleyiniz buyurduğu gibi, her taraftan haricîler (fitneciler) çıkacak. Moğol istilâsı bütün dünyâyı harabeye çevirecek. İslâm âlimlerinin, vekâr ve temkin sahibi evliyanın eserleri silinecek. Yeryüzünden bereket kalkacak. Çaresiz kalan insanlar kıyametin kopmasını dört gözle bekleyecekler. Sultan Alâüddîn Keykubâd ve mecliste bulunanlar, bu tâbiri dinledikten sonra ağladılar. O gün Sultan, Behâeddîn Veled ve Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerine kıymetli hediyeler verdi. Diğer âlimlere de hediyeler verip hepsinden dua istedi. Şeyh Şihâbüddîn-i Sühreverdîye (k. sirruh) devlet ricali, beğler, ahî ve halk da çok hürmet edip, Konyada kaldığı müddetçe hep ziyaretinde bulundular. O da feyz bereketlerini saçarak, tâliblerin ruhlarını cilalayıp, vâz ve nasihatlerde bulundu. Dönüşünde sultânın refakatinde uğurlanıp, yol boyunca refâkatçılar verildi. Alâüddîn Keykubâd, Halîfe Nâsıra; hıristiyan, Ermeni ve Rûm memleketleri haracından yüz bin dirhem gümüş, elli bin altın dinar, kıymetli atlar, Rûm köleler ve nadide elbiseler gönderdi. Halîfe, Sultanın kuvvet ve elçisi Şihâbüddîn-i Sühreverdîye (k. sirruh) gösterdiği tazimden ziyadesiyle memenûn oldu. Şihâbüddîn-i Sühreverdînin (rahmetullahi aleyh) Alâüddîn Keykubâd ve ülkesi hakkında sitayişle bahşetmesi, âlim ve velîlerin Konya tarafına akın etmelerine sebeb oldu. Sultanın tahta çıkmasını, Eyyûbî hükümdarı Melik Eşref de tebrik etti.
Alâüddîn Keykubâd, maceralı gurbet ve hapishane hayâtından sonra muhteşem bir merasimle tahta geçince; iktidarını kuvvetlendirip, aldığı idarî, ictimâî, iktisadî, siyâsî ve askerî tedbirler ile icrââta başladı. Orta Asyadan Orta Doğuya doğru yayılan Moğol zulmünden kaçan; Türkistan, Horasan, İran, Azerbaycan, Kafkasya ve Kıpçak ilindeki müslüman Türklerin her kezimine mensûb; âlim, mutasavvıf, sanatkâr, tacir ve ahâli, karadan ve denizden Selçuklu ülkesine sığındı. Bunlar, şefkatle karşılanıp, Anadolunun muhtelif şehir ve bölgelerinde iskân edildiler. Sultan Alâüddîn Keykubâd, istikbâlde muhtemel, Moğol tecâvüzüne karşı hudûd bölgelerini ve Anadolunun bâzı şehirlerini tahkîm ettirip, kaleler yaptırdı. Hudutlardaki tahkîmâta ilâveten; Konya, Sivas ve Kayseri gibi mühim şehirlerin sûr ve kalelerini yeniden yaptırdı. Konya sûrlarını inşâ ettirmeden önce, mâiyetiyle dolaşıp, şehrin büyüklüğü, zenginliği, ahâlinin refahı, çevresinin bağ, bahçe ve köşklerle dolu olmasından sırasıyla bahsettikten sonra şöyle dedi: Cihan bizim kudretimizi biliyor. Lâkin dünyâ bir karar üzere kalmaz ve hâdiselerin ne getireceği önceden kestirilemez. Konya gibi büyük, güzel ve zengin bir şehri sûrdan mahrum bırakmak akıl kârı değildir. Tahkîm için sur, burç ve kapıların yerleri tesbit edildikten sonra bunlardan dört büyük kapı, bir kaç burç ve sur bedelini bizzat kendi parasından yâni hazîne-i hâssadan verdi. Kalanını da devlet ricalinden beylere taksim ede rek, masraflarının karşılanmasını ve bir an önce yapılmasını emr etti. Sivasta da aynı şekilde hareket edilmesini emr etti. Konyadaki inşâat kısa zamanda bitirildi. Her emirin kendi yaptırdığı eserler üzerine adları ve kitabeleri kondu. Sultanın kendisi de gümüş gibi beyaz mermerlerin üzerine âyet-i kerîme, hadîs-i şerîfler ve hikmetli sözler hakkederek, adını nakş ettirdi. Surların inşâsı tamamlanınca gezip gördü. Çok beğendi. Emirleri, sanatkârları mükâfatlandırdı. Konya, Sivas ve Kayseriye ilâveten; Amasya, Erzurum, Malatya ve diğer Anadolu şehirlerini de kale ve surlarla tahkîm ettirdi. Alâüddîn Keykubâdın firâsetle muhtemel tehlikeye karşı tedbir alması, İslâm alemince takdirle karşılandı.
İslâm medeniyet merkezlerini yakıp yıkan, yerine getirilemiyecek darbeler indiren, milyonlarca müslümanı öldürüp, kadınlarını esir diye askerlerine dağıtarak çok çirkin işler yapan ve Sarı Haçlılar da denilen Moğollara karşı Abbasî halîfesi Nasır, Sultan Alâüddîn Keykubâddan askerî yardım istedi. Halîfenin Muhyiddîn bin el-Cevzî başkanlığındaki elçilik heyetini Sivasta karşılattırıp, Konyada kabul etti. Halîfelik makâmına tazim, elçisine hürmet edip, halîfenin gönderdiği hilat ve imameyi giydi. Elçi, Moğolların doğudaki kuvvetli İslâm devleti Harezmşahlar ile muharebe ettikten sonra, Orta Doğuya doğru ilerlediklerinden bahsederek, tehlikeyi haber verdi. Halîfenin diğer Müslüman hükümdarlardan olduğu gibi Sultandan da sâdece, iki bin asker ile mülk ve millet, din ve devletin bekası için yardım taleb ettiğini bildirdi. Alâüddîn Keykubâd, Halîfenin talebini ziyadesiyle karşılayıp; Malatya subasışı Bahâüddîn Kutluğca kumandasında beş bin kadîm sipâhîden müteşekkil seçkin bir kıtayla birlikte silâh ve techîzât ve bunların bir senelik erzakını gönderdi. Bu askerî birlik, uğradığı her yerde merasim ile karşılanıp, dualarla uğurlandı. Halîfe, Moğolların Harezmşahlar ülkesinden geri çekilmesiyle, Musula kadar gelen Bahâüddîn Kutluğca ve kıtasının geri dönmesini taleb etti.