Selçuklu hükümdarlarının en meşhûru, en kahramanı, bugünkü Türkiyemizin ilk bânîsi. Anadolu kapılarını Türklere açan yiğit sultan. İsmi, Muhammed bin Dâvûd Çağrı olup, 1033 (H. 425) de doğdu. 1029 (H. 420) târihinde doğduğunu yazan kaynaklar da vardır. Selçuklu sultanlarının ikincisidir. 1063de amcası Tuğrul Bey vefat edince tahta çıktı. Bizans imparatoru Romanos Diogenesin ordusunu Malazgirtde 1071 yılında mağlûb etti. 1072de şehîd edildi. Yerine oğlu Melikşâh geçti.
Muhammed bin Dâvûd doğunca, kahraman arslan anlamına gelen Alb Arslan lakabını verdiler. Küçük yaşta tahsîle başladı ve zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirildi. Kuvvetli zekâsı ve üstün ahlâkı ile dikkatleri çekti. Ehl-i sünnet itikadına göre yetişerek akranları arasında yiğitliği, tedbirli hâli, doğru ve ileri görüşlülüğü ve kararlılığı ile meşhûr oldu. Merhamet sahibi, ince, hassas ruhlu, müslüman kardeşlerine karşı yumuşak, bozuk fırkalara ve din düşmanlarına karşı sert ve sarsılmaz bir kale gibi idi. Allahü teâlânın, dostları uğruna canını verir, düşmanlarından da nefret ederdi.
Alb Arslanın babası Dâvûd Çağrı Beyin ve amcası Muhammed Tuğrul Beyin gayretleri ile Horasan ve Nişâbur civarında Selçuklu Devletinin temeli atılmıştı. 1040 senesinde Gaznelilerle yapılan Dandanakan savaşında galip gelmişler, Selçuklu Devletinin varlığı ve Tuğrul Beyin sultanlığı, Abbasî halîfesi tarafından tasdîk edilmişti. Sultan Tuğrul, ağabeyi Dâvûd Çağrı Beyi ülkenin doğusunda bulunan Horasana tâyin etmiş, kendisi de batı kısmının idaresi ile meşgul olmaya başlamıştı.
Horasana tâyin olunan Çağrı Bey, oğulları; Süleyman, Kara Arslan Kavurd, Muhammed Alb Arslan, Yakûtî, Osman, Arslan, Arguri, İlyas ve Behram Şah ile vilâyetini yönetmeye, düşmanlar tarafından yapılan saldırılara göğüs germeye başladı. Kahraman bir asker ve iyi bir müslüman olan Çağrı Bey, oğulları arasında Muhammed Alb Arslanı kendine veliaht seçti. Kendi veziri Nizâmülmülkü de oğlu Alb Arslana atabek yaptı. Alb Arslan daha on, bir rivayette on beş yaşlarında iken babasının hastalığı sebebiyle ordusunun başına geçip, üzerlerine gelen Gazne hükümdarı Mevdûd ile karşılaştı ve Belhde müthiş bir meydan savaşı sonunda gâlib geldi.
Onları Belh ve Toharistandan çıkardı. Bu gazada hesapsız at, silâh ve ganimetler ile bine yakın kumandanı esir aldı. Oğlunun bu kahramanlığını ve başarısını işiten Dâvûd Çağrı Bey, sevincinden hasta yatağından kalktı ve sıhhate kavuştu.
İslâm ve Türk devlet idaresi geleneğine göre, küçük yaşta Horasanın idaresine başlayan Alb Arslan, bir taraftan ilminin artması için zamanın en büyük âlimlerinden din ve fen dersleri alıyor, diğer yandan da devlet işleriyle ilgileniyordu. Fırsat buldukça silâh tâlimleri yapıyor, kendini bileği bükülmez bir cengâver olacak şekilde yetiştiriyordu. Bilhassa, aynı zamanda büyük bir âlim olan vezir Nizâmülmülkten çok istifâde ediyordu.
Alb Arslan, daha küçük yaşından îtibâren dîn-i İslâmın ve Ehl-i sünnet itikadının bütün dünyâya yayılmasını ve müslümanların bir bayrak altında toplanmasını arzu ediyor ve bunun tahakkuku için gayret gösteriyordu.
Alb Arslan veliaht olunca, zaman zaman Karahanlılar ve Gazneliler Horasana hücûm ettiler. Her defasında onları geri püskürttü. Ülkesinin hudutlarını Hindikuş dağlarına kadar genişletti. 1059 yılında yapılan bir andlaşma ile, Gazneliler bir daha Selçuklulara saldırmamaya söz verdiler.
Alb Arslanın Horasanda düşmanlara karşı başarılı savaşlar yapıp onları geriye püskürtmesi sayesinde, Sultan Tuğrul Bey, doğudan emin olarak batıdaki seferlere devam ediyordu. 1059 yılında Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, Sultan Tuğrula isyan etmişti. Askerleri ile Tuğrul Beyi Hemedanda kuşatınca, Sultan, ağabeyi Çağrı Beyden yardım istemiş, o da Alb Arslanı diğer oğullarıyla birlikte imdada göndermişti. Süratle amcasının yardımına koşan Alb Arslan, İbrahim Yınalı bozguna uğrattı.
Alb Arslanın doğuda ve batıda gösterdiği kahramanlıklar, az bir kuvvetle güçlü düşmanlara galip gelmesi, Selçuklu askerleri ve kumandanları arasında derin bir saygıya sebeb oluyordu. Kumandanlar ve askerler, böyle bir yiğidin başlarında bulunmasını çok arzu ediyorlardı. O başlarında olduğu müddetçe, pek çok ülkeyi fethederler ve İslâmı her tarafa duyururlardı. Alb Arslanın, Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki gayreti ve titizliği, Ehl-i sünnet itikadının yayılması için uğraşması da Selçuklu ulemâsı arasında pek beğeniliyordu. Alimler, böyle mübarek bir zâtın sultan olmasıyla, İslâmiyetin bütün dünyâya yayılacağına inanıyorlardı. Halka karşı çok mütevâzî ve merhametli olması, onların dertleriyle ilgilenip, fakirlere kendi parasından yardımlarda bulunması, Selçuklular arasında özlenen bir sultan olmasına yeter sebepti.
1060 yılında Çağrı Bey vefat edince, veliaht olan yirmi yedi yaşındaki Alb Arslan, Horasan Selçuklu Devletinin sultanı oldu. Kısa zamanda adaleti, iyiliği, cömertliği ile herkesin gönlünü kazandı. Tebeasına çok iyi muamelede bulunuyor, müslümanların duasını almak için gecesini gündüzüne katıyordu. Onun bu hâlleri, Selçuklu ülkesinin her yerinde dillerde dolaşır olmuştu.
Tuğrul Bey, oğlu olmadığı için ağabeyi Çağrı Beyin oğullarından Süleymanı veliaht göstermişti. 1063 yılında vefat edince, Süleyman devletin başına geçmek istedi. Fakat ileri görüşlü kumandanlardan olan Hâcib Erdem, Alb Arslan dururken Süleymanın sultanlığına karşı çıktı. Devletin ileri gelenleri ve âlimler de Alb Arslanın tahta çıkmasını istiyorlardı. Tuğrul Beyin vezîri Amîdül-mülk Kündürî, Süleymanı tahta geçirince ihtilâflar büyüdü. Selçuklu kumandanlarından Yagısıyan ve Hâcib Erdem, Kazvine gidip, adına hutbe okutarak, Alb Arslanın sultanlığını îlân ettiler.
Süleymanın sultan olmasının arzu edilmediğini gören vezir Amîdülmülk Kündürî, taraftar kazanmak için orduya; yedi yüz bin dinar nakit altın para ile, iki yüz bin dinar değerinde on altı bin elbise ve silâh dağıttı. Alb Arslanın dışında Süleymana karşı çıkan ve îtirâz edenlerle mücâdele edeceğini îlân etti. Ayrıca Alb Arslana bir mektup göndererek; Sultan Tuğrul Beyin Süleymanı veliaht tâyin ettiğini, bu sebeple Süleymanın tahta geçmesi gerektiğini, istediği takdirde kendisine dilediği kadar para verebileceğini ve Süleymandan sonra kendi adına hutbe okutacağını; birliğin muhafazası ve kardeş kanının dökülmemesi için bunun şart olduğunu bildirdi. Hakîkaten de hutbede Süleymandan sonra Alb Arslanın ismini okutmaya başladı.
Alb Arslanın ideal ve kabiliyetlerini çok iyi bilen Nizâmülmülk ve diğer devlet büyükleri, âlimler, Alb Arslanı sultanlığa daha lâyık görüp teşvik ettiler. Alb Arslan, amcası Tuğrul Beyin vefat ettiğini işitince, ülkesinde bir karışıklığa meydan vermemek, çocukluğundan beri müslümanları bir bayrak altında toplayarak İslâmiyeti cihâna yaymak ideali içinde, ordusu ile Reye doğru hareket etti. Alb Arslanın ordusu ile üzerine geldiğini duyan Süleyman, Şirâza gitti.
Halkın, Süleymanı değil de Alb Arslanı başlarında görmek istediklerini, işlerin ters gittiğini, vaziyetin aleyhine döndüğünü gören vezir Kündürî, Rey şehrinde hutbeyi önce Alb Arslanın sonra Süleymanın adına okutmaya başladı. Ayrıca Alb Arslana elçiler göndererek itaatini bildirdi. Bu sırada Selçuklu soyundan Arslan Yabgunun oğlu Kutalmış Bey de, Tuğrul Beyin vefatını haber alınca, sultan olmak için ordusu ile Reyi kuşatmıştı. Alb Arslan da ordusu ile Reye gelince, Kutalmış ile karşılaştı. Ona, sultan olma hevesinden vazgeçmesini bildirdi. Fakat Kutalmış, askerinin çokluğuna aldanarak mağrur bir kumandan edasıyla teklifi reddetti. Alb Arslanın vezîri büyük hadîs ve fıkıh âlimi Hasen bin Ali Nizâmülmülk (rahmetullahi aleyh), Alb Arslanı savaşa teşvik etti ve; Sultânım! Horasanda zât-ı âliniz için öyle bir ordu hazırladım ki, bunların yardımı seni hiç bir zaman yalnız bırakmaz. Uğrunuzda hedeften şaşmayan oklar atarlar. Bu ordunun neferleri ulemâ ve evliyadır. Dünyâya meyletmeyen bu mübarek kimseler, sana ve orduna dua etmek suretiyle en büyük yardımı yapmaktadırlar diyerek dua ordusunun askerleri olan âlimlerin kendisini tuttuğunu bildirdi. Bunun üzerine Alb Arslan, askerlerine hücûm emrini verdi. Kısa süren bir mücâdeleden sonra, Alb
Arslan gâlib geldi. Kutalmış, askerleri arasında ölü bulundu.
Kutalmışa karşı kazandığı bu zaferden sonra Selçuklu payitahtı Rey şehrine (Tahran yakınlarında bir şehir) giren Sultan Alb Arslan, 27 Nisan 1064te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcası Tuğrul Beyin vezirliğini yapan ve Süleymanı tahta çıkaran Amîdülmülk Kündürîyi azletti. Çünkü Kündürî, Ehl-i sünnet mezhebine düşman olanmutezile bozuk fırkasına çok sıkı bağlı idi. Böyle olduğunu hiç belli etmeden Ehl-i sünnet âlimlerine zulmederdi. Öteden beri, özellikle Şafiî mezhebinde olanlara karşı amansız bir mücâdeleye girişmişti. Şafiî fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Ebû Sehl bin Muvaffakı hapsettirme kararı almış, Ebû Kasım Kuşeyrî ve kelâm âlimi Fürakîyi yakalatıp sokaklarda sürükletmiş, pek çok eziyet ve işkencelere tâbi tutmuştu. Bu yüzden bir çok Şafiî âlimi, Kündürînin şerrinden Bağdada göçmüşlerdi. Ehl-i sünnet itikadının sancakdârı olan Sultan Muhammed Alb Arslan, Kündürîyi sapık îtikâdmdan dolayı idam ettirip, Nizâmülmülkü Selçuklu Devletinin baş vezîri îlân eyledi.
Sultan Alb Arslan, en güçlü rakibi amcaoğlu Kutalmışa galip gelince, bâzı kendi başına buyruk peylerle de mücâdele ederek, hepsini Büyük Selçuklu Devletinin bayrağı altında topladı.
Zamanın halîfesi, bütün Arab meliklerine haber gönderip, camilerde Sultan Alb Arslan adına hutbe okunmasını emretti. 11 Mayıs 1064 târihinden îtibâren camilerde, Muhammed Alb Arslan ismiyle hutbeler okunmaya ve dualar edilmeye başlandı. Böylece islâm ülkeleri, Sultan Alb Arslanın hükümdarlığını kabul etmiş oluyorlardı.
Büyük Selçuklu sultânı Alb Arslan, bir müddet devletin iç işlerini düzeltmek için uğraştı. Fakirlerin listesini yaptırarak, onlara tahsisat ayırıp, maaş bağladı. Köklü tedbirler alarak, asayişi engelleyecek, cinayete sebeb olacak, haram işlemeye meydan verecek şeyleri ortadan kaldırdı. Halkın, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmeleri için medreseler yaptırdı. Açtırdığı medreseler, vezîrinin bu işteki gayretleri dolayısıyla onun ismi ile anılarak, Nizamiye Medreseleri adıyla meşhûr oldu. Rahat ve huzur içinde ibâdetlerini yapmaları için camiler inşâ ettirdi. Dîne aykırı şeylerin yapılmasını yasakladı ve yapanları şiddetli cezalara çarptırdı. Kısa zafmanda ülkesini, birbirini seven, dîninin emir ve yasaklarına riâyet eden insanlar topluluğu hâline getirdi, öyle ki, koca Selçuklu ülkesinde bir cinayet veya izinsiz başkasının malını almak diye bir hâdiseye rastlanmaz oldu. Çok sevdiği hizmetçilerinden birinin, bir köylü kadının malını gasp ettiğini duyunca, yakalatıp, başkalarının ibret alması için derhâl mahkemeye sevk etti. Neticede suçlu bulunup cezalandırıldı. Bunu işiten kötü niyetli kimseler, başkasının malına el uzatmaktan ve saldırmaktan şiddetle kaçındılar. Devlet memûrlarının adaletli olması ve islâmın emirlerini iyice öğrenip tatbik etmesi için ders verdirmeye başladı. Kendisi de, meclislerinde hükümdarların hayatlarını, ahlâk ve faziletlerini anlatan kitaplar okur ve okutur, ayrıca İslâm ahkâmı ile ilgili kitaplar da okuyarak, bu husustaki derin bilgisini devamlı ve canlı tutmaya çalışırdı.
Sultan Muhammed Alb Arslan, iç işlerini düzene koyduktan sonra Ehl-i sünnete düşman, bozuk îtikâd sahibi olan Mısırdaki Fâtımîleri vemüslümanları sık sık rahatsız eden Bizanslıları, Ermenileri, hıristiyan Gürcüleri yola getirmek için sefer hazırlıklarına başladı. Rum saldırılarında, her zaman onlara yiğitçe karşı koyan Türkmen beylerinden Tuğ Tekinin ısrarları ile Alp Arslan, ilk seferini 1064te Gürcistan ve Azerbaycan üzerine yaptı. Doğu Anadolu bölgesini iyi tanıyan Tuğ Tekin, orduya kılavuzluk ediyor, Reyden hareket eden orduyu dar geçitlerden, dağlardan geçirerek gaza meydanlarına giden kestirme yollarla hedefe ulaştırıyordu. Allahü teâlânın dînini yaymak, bozuk inanışlı insanları sapıklıktan kurtarmak, Cehenneme düşmelerini önlemek için ilerleyen bu mübarek ordu, nihayet Nahcivâna geldi. Bu arada Araş nehrinden geçebilmek için sallar yaptırdı. Askerini Arasın öbür tarafına geçiren Alb Arsten, ordusunu ikiye ayırdı. Bir kısmına oğlu Melikşâhı kumandan tâyin etti. Vezîri Nizâmülmülkü de yanına yardımcı vererek, Bizans kalelerini fethetmek üzere batıya gönderdi. Kendisi de, Bizanslılarla mücâdele ederken, arkadan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı tedbir aldı. Küfür ve isyanda pek ileri giden, kuzeyde Kafkas dağlarının eteklerindeki Ermeniler ile Gürcülerin üzerine yürüdü.
Muhammed bin Dâvûd doğunca, kahraman arslan anlamına gelen Alb Arslan lakabını verdiler. Küçük yaşta tahsîle başladı ve zamanın âlimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirildi. Kuvvetli zekâsı ve üstün ahlâkı ile dikkatleri çekti. Ehl-i sünnet itikadına göre yetişerek akranları arasında yiğitliği, tedbirli hâli, doğru ve ileri görüşlülüğü ve kararlılığı ile meşhûr oldu. Merhamet sahibi, ince, hassas ruhlu, müslüman kardeşlerine karşı yumuşak, bozuk fırkalara ve din düşmanlarına karşı sert ve sarsılmaz bir kale gibi idi. Allahü teâlânın, dostları uğruna canını verir, düşmanlarından da nefret ederdi.
Alb Arslanın babası Dâvûd Çağrı Beyin ve amcası Muhammed Tuğrul Beyin gayretleri ile Horasan ve Nişâbur civarında Selçuklu Devletinin temeli atılmıştı. 1040 senesinde Gaznelilerle yapılan Dandanakan savaşında galip gelmişler, Selçuklu Devletinin varlığı ve Tuğrul Beyin sultanlığı, Abbasî halîfesi tarafından tasdîk edilmişti. Sultan Tuğrul, ağabeyi Dâvûd Çağrı Beyi ülkenin doğusunda bulunan Horasana tâyin etmiş, kendisi de batı kısmının idaresi ile meşgul olmaya başlamıştı.
Horasana tâyin olunan Çağrı Bey, oğulları; Süleyman, Kara Arslan Kavurd, Muhammed Alb Arslan, Yakûtî, Osman, Arslan, Arguri, İlyas ve Behram Şah ile vilâyetini yönetmeye, düşmanlar tarafından yapılan saldırılara göğüs germeye başladı. Kahraman bir asker ve iyi bir müslüman olan Çağrı Bey, oğulları arasında Muhammed Alb Arslanı kendine veliaht seçti. Kendi veziri Nizâmülmülkü de oğlu Alb Arslana atabek yaptı. Alb Arslan daha on, bir rivayette on beş yaşlarında iken babasının hastalığı sebebiyle ordusunun başına geçip, üzerlerine gelen Gazne hükümdarı Mevdûd ile karşılaştı ve Belhde müthiş bir meydan savaşı sonunda gâlib geldi.
Onları Belh ve Toharistandan çıkardı. Bu gazada hesapsız at, silâh ve ganimetler ile bine yakın kumandanı esir aldı. Oğlunun bu kahramanlığını ve başarısını işiten Dâvûd Çağrı Bey, sevincinden hasta yatağından kalktı ve sıhhate kavuştu.
İslâm ve Türk devlet idaresi geleneğine göre, küçük yaşta Horasanın idaresine başlayan Alb Arslan, bir taraftan ilminin artması için zamanın en büyük âlimlerinden din ve fen dersleri alıyor, diğer yandan da devlet işleriyle ilgileniyordu. Fırsat buldukça silâh tâlimleri yapıyor, kendini bileği bükülmez bir cengâver olacak şekilde yetiştiriyordu. Bilhassa, aynı zamanda büyük bir âlim olan vezir Nizâmülmülkten çok istifâde ediyordu.
Alb Arslan, daha küçük yaşından îtibâren dîn-i İslâmın ve Ehl-i sünnet itikadının bütün dünyâya yayılmasını ve müslümanların bir bayrak altında toplanmasını arzu ediyor ve bunun tahakkuku için gayret gösteriyordu.
Alb Arslan veliaht olunca, zaman zaman Karahanlılar ve Gazneliler Horasana hücûm ettiler. Her defasında onları geri püskürttü. Ülkesinin hudutlarını Hindikuş dağlarına kadar genişletti. 1059 yılında yapılan bir andlaşma ile, Gazneliler bir daha Selçuklulara saldırmamaya söz verdiler.
Alb Arslanın Horasanda düşmanlara karşı başarılı savaşlar yapıp onları geriye püskürtmesi sayesinde, Sultan Tuğrul Bey, doğudan emin olarak batıdaki seferlere devam ediyordu. 1059 yılında Tuğrul Beyin üvey kardeşi İbrahim Yınal, Sultan Tuğrula isyan etmişti. Askerleri ile Tuğrul Beyi Hemedanda kuşatınca, Sultan, ağabeyi Çağrı Beyden yardım istemiş, o da Alb Arslanı diğer oğullarıyla birlikte imdada göndermişti. Süratle amcasının yardımına koşan Alb Arslan, İbrahim Yınalı bozguna uğrattı.
Alb Arslanın doğuda ve batıda gösterdiği kahramanlıklar, az bir kuvvetle güçlü düşmanlara galip gelmesi, Selçuklu askerleri ve kumandanları arasında derin bir saygıya sebeb oluyordu. Kumandanlar ve askerler, böyle bir yiğidin başlarında bulunmasını çok arzu ediyorlardı. O başlarında olduğu müddetçe, pek çok ülkeyi fethederler ve İslâmı her tarafa duyururlardı. Alb Arslanın, Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki gayreti ve titizliği, Ehl-i sünnet itikadının yayılması için uğraşması da Selçuklu ulemâsı arasında pek beğeniliyordu. Alimler, böyle mübarek bir zâtın sultan olmasıyla, İslâmiyetin bütün dünyâya yayılacağına inanıyorlardı. Halka karşı çok mütevâzî ve merhametli olması, onların dertleriyle ilgilenip, fakirlere kendi parasından yardımlarda bulunması, Selçuklular arasında özlenen bir sultan olmasına yeter sebepti.
1060 yılında Çağrı Bey vefat edince, veliaht olan yirmi yedi yaşındaki Alb Arslan, Horasan Selçuklu Devletinin sultanı oldu. Kısa zamanda adaleti, iyiliği, cömertliği ile herkesin gönlünü kazandı. Tebeasına çok iyi muamelede bulunuyor, müslümanların duasını almak için gecesini gündüzüne katıyordu. Onun bu hâlleri, Selçuklu ülkesinin her yerinde dillerde dolaşır olmuştu.
Tuğrul Bey, oğlu olmadığı için ağabeyi Çağrı Beyin oğullarından Süleymanı veliaht göstermişti. 1063 yılında vefat edince, Süleyman devletin başına geçmek istedi. Fakat ileri görüşlü kumandanlardan olan Hâcib Erdem, Alb Arslan dururken Süleymanın sultanlığına karşı çıktı. Devletin ileri gelenleri ve âlimler de Alb Arslanın tahta çıkmasını istiyorlardı. Tuğrul Beyin vezîri Amîdül-mülk Kündürî, Süleymanı tahta geçirince ihtilâflar büyüdü. Selçuklu kumandanlarından Yagısıyan ve Hâcib Erdem, Kazvine gidip, adına hutbe okutarak, Alb Arslanın sultanlığını îlân ettiler.
Süleymanın sultan olmasının arzu edilmediğini gören vezir Amîdülmülk Kündürî, taraftar kazanmak için orduya; yedi yüz bin dinar nakit altın para ile, iki yüz bin dinar değerinde on altı bin elbise ve silâh dağıttı. Alb Arslanın dışında Süleymana karşı çıkan ve îtirâz edenlerle mücâdele edeceğini îlân etti. Ayrıca Alb Arslana bir mektup göndererek; Sultan Tuğrul Beyin Süleymanı veliaht tâyin ettiğini, bu sebeple Süleymanın tahta geçmesi gerektiğini, istediği takdirde kendisine dilediği kadar para verebileceğini ve Süleymandan sonra kendi adına hutbe okutacağını; birliğin muhafazası ve kardeş kanının dökülmemesi için bunun şart olduğunu bildirdi. Hakîkaten de hutbede Süleymandan sonra Alb Arslanın ismini okutmaya başladı.
Alb Arslanın ideal ve kabiliyetlerini çok iyi bilen Nizâmülmülk ve diğer devlet büyükleri, âlimler, Alb Arslanı sultanlığa daha lâyık görüp teşvik ettiler. Alb Arslan, amcası Tuğrul Beyin vefat ettiğini işitince, ülkesinde bir karışıklığa meydan vermemek, çocukluğundan beri müslümanları bir bayrak altında toplayarak İslâmiyeti cihâna yaymak ideali içinde, ordusu ile Reye doğru hareket etti. Alb Arslanın ordusu ile üzerine geldiğini duyan Süleyman, Şirâza gitti.
Halkın, Süleymanı değil de Alb Arslanı başlarında görmek istediklerini, işlerin ters gittiğini, vaziyetin aleyhine döndüğünü gören vezir Kündürî, Rey şehrinde hutbeyi önce Alb Arslanın sonra Süleymanın adına okutmaya başladı. Ayrıca Alb Arslana elçiler göndererek itaatini bildirdi. Bu sırada Selçuklu soyundan Arslan Yabgunun oğlu Kutalmış Bey de, Tuğrul Beyin vefatını haber alınca, sultan olmak için ordusu ile Reyi kuşatmıştı. Alb Arslan da ordusu ile Reye gelince, Kutalmış ile karşılaştı. Ona, sultan olma hevesinden vazgeçmesini bildirdi. Fakat Kutalmış, askerinin çokluğuna aldanarak mağrur bir kumandan edasıyla teklifi reddetti. Alb Arslanın vezîri büyük hadîs ve fıkıh âlimi Hasen bin Ali Nizâmülmülk (rahmetullahi aleyh), Alb Arslanı savaşa teşvik etti ve; Sultânım! Horasanda zât-ı âliniz için öyle bir ordu hazırladım ki, bunların yardımı seni hiç bir zaman yalnız bırakmaz. Uğrunuzda hedeften şaşmayan oklar atarlar. Bu ordunun neferleri ulemâ ve evliyadır. Dünyâya meyletmeyen bu mübarek kimseler, sana ve orduna dua etmek suretiyle en büyük yardımı yapmaktadırlar diyerek dua ordusunun askerleri olan âlimlerin kendisini tuttuğunu bildirdi. Bunun üzerine Alb Arslan, askerlerine hücûm emrini verdi. Kısa süren bir mücâdeleden sonra, Alb
Arslan gâlib geldi. Kutalmış, askerleri arasında ölü bulundu.
Kutalmışa karşı kazandığı bu zaferden sonra Selçuklu payitahtı Rey şehrine (Tahran yakınlarında bir şehir) giren Sultan Alb Arslan, 27 Nisan 1064te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcası Tuğrul Beyin vezirliğini yapan ve Süleymanı tahta çıkaran Amîdülmülk Kündürîyi azletti. Çünkü Kündürî, Ehl-i sünnet mezhebine düşman olanmutezile bozuk fırkasına çok sıkı bağlı idi. Böyle olduğunu hiç belli etmeden Ehl-i sünnet âlimlerine zulmederdi. Öteden beri, özellikle Şafiî mezhebinde olanlara karşı amansız bir mücâdeleye girişmişti. Şafiî fıkıh âlimlerinin büyüklerinden Ebû Sehl bin Muvaffakı hapsettirme kararı almış, Ebû Kasım Kuşeyrî ve kelâm âlimi Fürakîyi yakalatıp sokaklarda sürükletmiş, pek çok eziyet ve işkencelere tâbi tutmuştu. Bu yüzden bir çok Şafiî âlimi, Kündürînin şerrinden Bağdada göçmüşlerdi. Ehl-i sünnet itikadının sancakdârı olan Sultan Muhammed Alb Arslan, Kündürîyi sapık îtikâdmdan dolayı idam ettirip, Nizâmülmülkü Selçuklu Devletinin baş vezîri îlân eyledi.
Sultan Alb Arslan, en güçlü rakibi amcaoğlu Kutalmışa galip gelince, bâzı kendi başına buyruk peylerle de mücâdele ederek, hepsini Büyük Selçuklu Devletinin bayrağı altında topladı.
Zamanın halîfesi, bütün Arab meliklerine haber gönderip, camilerde Sultan Alb Arslan adına hutbe okunmasını emretti. 11 Mayıs 1064 târihinden îtibâren camilerde, Muhammed Alb Arslan ismiyle hutbeler okunmaya ve dualar edilmeye başlandı. Böylece islâm ülkeleri, Sultan Alb Arslanın hükümdarlığını kabul etmiş oluyorlardı.
Büyük Selçuklu sultânı Alb Arslan, bir müddet devletin iç işlerini düzeltmek için uğraştı. Fakirlerin listesini yaptırarak, onlara tahsisat ayırıp, maaş bağladı. Köklü tedbirler alarak, asayişi engelleyecek, cinayete sebeb olacak, haram işlemeye meydan verecek şeyleri ortadan kaldırdı. Halkın, İslâmiyetin emir ve yasaklarını öğrenmeleri için medreseler yaptırdı. Açtırdığı medreseler, vezîrinin bu işteki gayretleri dolayısıyla onun ismi ile anılarak, Nizamiye Medreseleri adıyla meşhûr oldu. Rahat ve huzur içinde ibâdetlerini yapmaları için camiler inşâ ettirdi. Dîne aykırı şeylerin yapılmasını yasakladı ve yapanları şiddetli cezalara çarptırdı. Kısa zafmanda ülkesini, birbirini seven, dîninin emir ve yasaklarına riâyet eden insanlar topluluğu hâline getirdi, öyle ki, koca Selçuklu ülkesinde bir cinayet veya izinsiz başkasının malını almak diye bir hâdiseye rastlanmaz oldu. Çok sevdiği hizmetçilerinden birinin, bir köylü kadının malını gasp ettiğini duyunca, yakalatıp, başkalarının ibret alması için derhâl mahkemeye sevk etti. Neticede suçlu bulunup cezalandırıldı. Bunu işiten kötü niyetli kimseler, başkasının malına el uzatmaktan ve saldırmaktan şiddetle kaçındılar. Devlet memûrlarının adaletli olması ve islâmın emirlerini iyice öğrenip tatbik etmesi için ders verdirmeye başladı. Kendisi de, meclislerinde hükümdarların hayatlarını, ahlâk ve faziletlerini anlatan kitaplar okur ve okutur, ayrıca İslâm ahkâmı ile ilgili kitaplar da okuyarak, bu husustaki derin bilgisini devamlı ve canlı tutmaya çalışırdı.
Sultan Muhammed Alb Arslan, iç işlerini düzene koyduktan sonra Ehl-i sünnete düşman, bozuk îtikâd sahibi olan Mısırdaki Fâtımîleri vemüslümanları sık sık rahatsız eden Bizanslıları, Ermenileri, hıristiyan Gürcüleri yola getirmek için sefer hazırlıklarına başladı. Rum saldırılarında, her zaman onlara yiğitçe karşı koyan Türkmen beylerinden Tuğ Tekinin ısrarları ile Alp Arslan, ilk seferini 1064te Gürcistan ve Azerbaycan üzerine yaptı. Doğu Anadolu bölgesini iyi tanıyan Tuğ Tekin, orduya kılavuzluk ediyor, Reyden hareket eden orduyu dar geçitlerden, dağlardan geçirerek gaza meydanlarına giden kestirme yollarla hedefe ulaştırıyordu. Allahü teâlânın dînini yaymak, bozuk inanışlı insanları sapıklıktan kurtarmak, Cehenneme düşmelerini önlemek için ilerleyen bu mübarek ordu, nihayet Nahcivâna geldi. Bu arada Araş nehrinden geçebilmek için sallar yaptırdı. Askerini Arasın öbür tarafına geçiren Alb Arsten, ordusunu ikiye ayırdı. Bir kısmına oğlu Melikşâhı kumandan tâyin etti. Vezîri Nizâmülmülkü de yanına yardımcı vererek, Bizans kalelerini fethetmek üzere batıya gönderdi. Kendisi de, Bizanslılarla mücâdele ederken, arkadan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı tedbir aldı. Küfür ve isyanda pek ileri giden, kuzeyde Kafkas dağlarının eteklerindeki Ermeniler ile Gürcülerin üzerine yürüdü.