Resûlullah efendimizin amcası Ebû Tâlibin oğlu. Hulefâ-i râşidînin ve Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsü. Resûlullahın damadı. Ehl-i beytin, Ehl-i abanın birincisidir. Künyesi, Ebül-Hasen ve Ebû Türâbdır. Hiç puta tapmadan müslüman olduğu için, Kerremallahü veçheh; kahraman ve çok cesur olmasından ve dönüp dönüp düşmana saldırmasından dolayı Kerrâr; Allahü teâlânın aslanı mânâsına, Esedüllahil-Gâlib ve Haydar lakabları verilmiştir. Ayrıca Allahü teâlânın takdîrine rızâ gösterdiği için Mürtedâ dendi. Çeşitli hadîs-i şerîflerde medh edildi. Ehl-i sünnetin gözbebeği, evliyanın reisidir. Hicretten 23 yıl önce (M. 599) senesinde Mekkede doğdu. Annesi, Abdülmuttalibin vefatından sonra ana ve babadan yetim kalan Peygamber efendimizi şefkat ve muhabbetle yanında tutup, öz evlâdı gibi bakmakla şereflenen Fâtıma binti Esed bin Hâşimdir.
Hazret-i Ali, Ebû Tâlibin dördüncü oğluydu. Ebû Tâlibin geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekkede kıtlık hüküm sürdüğünden, Peygamber efendimiz, amcası Abbâsa (radıyallahü anh); Onun geçim yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım teklifinde bulundu. Böyle bir teklif, Ebû Tâlib tarafından kabul edilince, hazret-i Ali beş yaşından îtibâren Resûlullah efendimizin yanında yaşadı. Resûlullahın tâlim ve terbiyesinde yetişerek, o yüce irfan hazînesinin feyzinden kana kana içti.
Çocuklar arasında ilk defa Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini tasdik eden, hazret-i Alidir. On yaşında iken bisetin (Resûlullah efendimize peygamber olduğu bildirilmesinin) ikinci günü îmâna geldi.
Hazret-i Ali, bir gün Resûlullah ile hazret-i Hadîcenin beraber namaz kıldıklarını gördü. Namazdan sonra; Bu nedir? diye sordu. Resûlullah efendimiz de ona şirkin mânâsını, onun ne kadar kötü, ne kadar alçaltıcı birşey olduğunu, daha sonra tevhidin mânâsını anlatarak peygamberliğini açıkladı ve; Bu, Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne davet ederim. Allahü teâlâ birdir. Ortağı yoktur. Lât ve Uzzâ isimli putlardan uzak durmanı emrederim buyurdu. Hazret-i Ali; önce babama danışayım dedi. Resûlullah efendimiz ona; İslâma gelmezsen bunu kimseye söyleme buyurdu. Hazret-i Ali ertesi sabah gelip; Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öğret diyerek, müslüman oldu. Ali (radıyallahü anh), müslüman olanların üçüncüsüdür.
Hazret-i Ali İslâmiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç seneyi Peygamber efendimizle birlikte geçirdi. Resûlullahın yanından hiç bir suretle ayrılmayı p, dâima mübarek huzur ve hizmetlerinde bulundu. Onu can kulağıyla dinledi. Resûlullahın ibâdetlerine iştirak etti. Peygamber efendimizin yüksek nazarlarına ve muhabbetlerine kavuştu. Kendisinde harikulade hâller tecellî edip, Resûlullahın ilmen ve ahlâken vârisi oldu.
Peygamber efendimiz bisetin dördüncü senesinde, yakın akrabalarını, hak dîne davet İçin safa tepesinde topladığında, peygamber olduğunu bildirdi. Fakat alay edip, hakarette bulundular. Ondan sonra ikinci bir toplantının tertibini hazret-i Aliye bıraktı. Hazret-i Ali bir ziyafet hazırlayıp, Hâşimoğullarını davet etti. Davetliler kırkdan fazla idi. Yemekten sonra Peygamber efendimiz onları tekrar güler yüz ve tatlı dille îmâna davet edip, peygamber olduğunu bildirdi ve; İçinizde hanginiz benim kardeşim olmak üzere bîat edecek buyurdu. Gelenlerden hiç ses çıkmadı. Bunun üzerine orada bulunanların en genci hazret-i Ali ayağa kalktı. Fakat Resûlullah efendimiz onu oturttu. Tekrar kalktı yine oturttu. Üçüncüden sonra hazret-i Aliye mübarek elini uzattılar. Davetliler, şaşkınlık içinde dağıldılar.
Peygamber efendimiz Mekkede, on pç sene çeşitli eziyet ve sıkıntılara katlanarak îmânı bildirmekle meşgul oldu. İlk müslümanlar, müşriklerin binbir türlü eziyetlerine uğradılar. Peygamber efendimiz onları bu işkenceden kurtarmak için, Habeşistana ve Medîneye hicret etmelerine izin verdi. Müslümanlar kafile hâlinde gizlice Mekkeden ayrıldılar. Daha sonra müşrikler, Dâr-ün-nedvede toplanarak, Resûlullah efendimizi öldürme kararı aldılar. Onlar bu hazırlık içindeyken, Allahü teâlâ Resûlüne hicret emri verdi.
Peygamber efendimiz Hak teâlâdan hicret emri aldığı zaman, hazret-i Alinin de Resûlullahın yatağında yatacağı, Allahü teâlâ tarafından emredilmişti. Resûlullah efendimiz Aliyi (radıyallahü anh) çağırarak, kendi yatağında yatmasını ve bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyledi. Hazret-i Ali, bu emri tam bir teslîmiyetle kabul etti. Hicret gecesi kâfirler, Resûlullah efendimizin saâdet-hânelerinin etrafını sardılar. Hak teâlâ, şeytan dâhil hepsine bir uyku verdi. Bunlar uykuda iken, Resûlullah aralarından geçerek hazret-i Ebû Bekrin evine geldi ve oradan da Medîneye hicret ettiler. Kâfirler, Peygamber efendimizin evine hücûm ettiklerinde, Resûlullahın yatağında hazret-i Aliyi gördüler. Büyük bir şaşkınlıkla Aliyi (radıyallahü anh) bırakarak Resûlullahın takibine koyuldular.
Hazret-i Ali, ertesi gün o kadar kâfirin arasında, Resûl aleyhisselâmın Kâbe-i şerîfde devamlı oturdukları makama oturdu. Resûlullahda kimin hakkı ver ise, gelsin benden alsın! diye nida ettirdi. Herkes gelip nişanını söyleyerek emânetini aldı. Bütün emânetlerini sahiplerine teslim etti.
Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, hazret-i Alinin kanadı altına sığındılar. Hiç bir kâfir, Alinin (radıyallahü anh) korkusundan Eshâb-ı kiramın hiç birine eziyet edemedi. Resûlullahın hâne-i saadetleri Mekkede olduğu müddetçe, Ali (radıyallahü anh) da orada kaldı. Bir zaman sonra Resûl-i ekrem, evinin Medîne-i münevvereye getirilmesini emir buyurdu.
Allahın aslanı hazret-i Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere gitti. İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin buyurdu. Hepsi başlarını eğip, hiç bir şey söylemediler. Hazret-i Ali oradan ayrılınca, Ebû Cehl kalktı; Ey Kureyşin büyükleri! Muhammed, evi burada olduğu müddetçe bize düşmanlık etmez, buna mâni olmalıyız dedi. Kâfirlerin her biri, şöyle yaparız, böyle yaparız, dediler. Sonra hazret-i Abbâsa yalvardılar. Kardeşinin oğluna söyle, Muhammedin evini kaldırmasın, yoksa aramız açılır dediler. Hazret-i Abbâs, bu sözleri hazret-i Aliye söylediğinde o; Amcacığım, yarın inşâalları Resûl-i ekremin evindekileri götüreceğim. Kararım katîdir. Yoluma çıkan olursa cenk ederim buyurdu. Hazret-i Abbâs, onun sözlerini Kureyş kâfirlerine söyleyince, canları sıkıldı ve onu şehirden dışarı çıkarmayacaklarına karar aldılar. Sabah olunca; Ali (radıyallahü anh), Resûl-i ekremin saâdethânesindeki eşyaları toplayıp, Ehl-i beyt ile birlikte yola koyuldu.
Hazret-i Ali, Resûlullaha, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubada yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzuruna gidemeyecek bir hâlde idi. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etti. Hazret-i Âliyi görünce, hâline acıdı ve sevgili, fedakâr amcazâdesini kucaklayıp, mübarek eliyle, o hak yolunda binlerce meşakkate katlanmış narin, nâzik ayakları okşayarak, kendisine afiyeti için dua buyurdu. Hattâ hazret-i Alinin bu fedâkârlığı üzerine; İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahın rızâsı için nefsini feda eder. (Bekara sûresi: 207) meâlindeki âyet-i celîlenin nazil olduğu rivayet edilir.
Hazret-i Ali, Ebû Tâlibin dördüncü oğluydu. Ebû Tâlibin geliri az, ailesi kalabalıktı. O sıralarda Mekkede kıtlık hüküm sürdüğünden, Peygamber efendimiz, amcası Abbâsa (radıyallahü anh); Onun geçim yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu alalım teklifinde bulundu. Böyle bir teklif, Ebû Tâlib tarafından kabul edilince, hazret-i Ali beş yaşından îtibâren Resûlullah efendimizin yanında yaşadı. Resûlullahın tâlim ve terbiyesinde yetişerek, o yüce irfan hazînesinin feyzinden kana kana içti.
Çocuklar arasında ilk defa Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini tasdik eden, hazret-i Alidir. On yaşında iken bisetin (Resûlullah efendimize peygamber olduğu bildirilmesinin) ikinci günü îmâna geldi.
Hazret-i Ali, bir gün Resûlullah ile hazret-i Hadîcenin beraber namaz kıldıklarını gördü. Namazdan sonra; Bu nedir? diye sordu. Resûlullah efendimiz de ona şirkin mânâsını, onun ne kadar kötü, ne kadar alçaltıcı birşey olduğunu, daha sonra tevhidin mânâsını anlatarak peygamberliğini açıkladı ve; Bu, Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne davet ederim. Allahü teâlâ birdir. Ortağı yoktur. Lât ve Uzzâ isimli putlardan uzak durmanı emrederim buyurdu. Hazret-i Ali; önce babama danışayım dedi. Resûlullah efendimiz ona; İslâma gelmezsen bunu kimseye söyleme buyurdu. Hazret-i Ali ertesi sabah gelip; Yâ Resûlallah! Bana İslâmı öğret diyerek, müslüman oldu. Ali (radıyallahü anh), müslüman olanların üçüncüsüdür.
Hazret-i Ali İslâmiyeti kabul ettikten sonra, bütün Mekke devrini teşkil eden on üç seneyi Peygamber efendimizle birlikte geçirdi. Resûlullahın yanından hiç bir suretle ayrılmayı p, dâima mübarek huzur ve hizmetlerinde bulundu. Onu can kulağıyla dinledi. Resûlullahın ibâdetlerine iştirak etti. Peygamber efendimizin yüksek nazarlarına ve muhabbetlerine kavuştu. Kendisinde harikulade hâller tecellî edip, Resûlullahın ilmen ve ahlâken vârisi oldu.
Peygamber efendimiz bisetin dördüncü senesinde, yakın akrabalarını, hak dîne davet İçin safa tepesinde topladığında, peygamber olduğunu bildirdi. Fakat alay edip, hakarette bulundular. Ondan sonra ikinci bir toplantının tertibini hazret-i Aliye bıraktı. Hazret-i Ali bir ziyafet hazırlayıp, Hâşimoğullarını davet etti. Davetliler kırkdan fazla idi. Yemekten sonra Peygamber efendimiz onları tekrar güler yüz ve tatlı dille îmâna davet edip, peygamber olduğunu bildirdi ve; İçinizde hanginiz benim kardeşim olmak üzere bîat edecek buyurdu. Gelenlerden hiç ses çıkmadı. Bunun üzerine orada bulunanların en genci hazret-i Ali ayağa kalktı. Fakat Resûlullah efendimiz onu oturttu. Tekrar kalktı yine oturttu. Üçüncüden sonra hazret-i Aliye mübarek elini uzattılar. Davetliler, şaşkınlık içinde dağıldılar.
Peygamber efendimiz Mekkede, on pç sene çeşitli eziyet ve sıkıntılara katlanarak îmânı bildirmekle meşgul oldu. İlk müslümanlar, müşriklerin binbir türlü eziyetlerine uğradılar. Peygamber efendimiz onları bu işkenceden kurtarmak için, Habeşistana ve Medîneye hicret etmelerine izin verdi. Müslümanlar kafile hâlinde gizlice Mekkeden ayrıldılar. Daha sonra müşrikler, Dâr-ün-nedvede toplanarak, Resûlullah efendimizi öldürme kararı aldılar. Onlar bu hazırlık içindeyken, Allahü teâlâ Resûlüne hicret emri verdi.
Peygamber efendimiz Hak teâlâdan hicret emri aldığı zaman, hazret-i Alinin de Resûlullahın yatağında yatacağı, Allahü teâlâ tarafından emredilmişti. Resûlullah efendimiz Aliyi (radıyallahü anh) çağırarak, kendi yatağında yatmasını ve bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyledi. Hazret-i Ali, bu emri tam bir teslîmiyetle kabul etti. Hicret gecesi kâfirler, Resûlullah efendimizin saâdet-hânelerinin etrafını sardılar. Hak teâlâ, şeytan dâhil hepsine bir uyku verdi. Bunlar uykuda iken, Resûlullah aralarından geçerek hazret-i Ebû Bekrin evine geldi ve oradan da Medîneye hicret ettiler. Kâfirler, Peygamber efendimizin evine hücûm ettiklerinde, Resûlullahın yatağında hazret-i Aliyi gördüler. Büyük bir şaşkınlıkla Aliyi (radıyallahü anh) bırakarak Resûlullahın takibine koyuldular.
Hazret-i Ali, ertesi gün o kadar kâfirin arasında, Resûl aleyhisselâmın Kâbe-i şerîfde devamlı oturdukları makama oturdu. Resûlullahda kimin hakkı ver ise, gelsin benden alsın! diye nida ettirdi. Herkes gelip nişanını söyleyerek emânetini aldı. Bütün emânetlerini sahiplerine teslim etti.
Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, hazret-i Alinin kanadı altına sığındılar. Hiç bir kâfir, Alinin (radıyallahü anh) korkusundan Eshâb-ı kiramın hiç birine eziyet edemedi. Resûlullahın hâne-i saadetleri Mekkede olduğu müddetçe, Ali (radıyallahü anh) da orada kaldı. Bir zaman sonra Resûl-i ekrem, evinin Medîne-i münevvereye getirilmesini emir buyurdu.
Allahın aslanı hazret-i Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere gitti. İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin buyurdu. Hepsi başlarını eğip, hiç bir şey söylemediler. Hazret-i Ali oradan ayrılınca, Ebû Cehl kalktı; Ey Kureyşin büyükleri! Muhammed, evi burada olduğu müddetçe bize düşmanlık etmez, buna mâni olmalıyız dedi. Kâfirlerin her biri, şöyle yaparız, böyle yaparız, dediler. Sonra hazret-i Abbâsa yalvardılar. Kardeşinin oğluna söyle, Muhammedin evini kaldırmasın, yoksa aramız açılır dediler. Hazret-i Abbâs, bu sözleri hazret-i Aliye söylediğinde o; Amcacığım, yarın inşâalları Resûl-i ekremin evindekileri götüreceğim. Kararım katîdir. Yoluma çıkan olursa cenk ederim buyurdu. Hazret-i Abbâs, onun sözlerini Kureyş kâfirlerine söyleyince, canları sıkıldı ve onu şehirden dışarı çıkarmayacaklarına karar aldılar. Sabah olunca; Ali (radıyallahü anh), Resûl-i ekremin saâdethânesindeki eşyaları toplayıp, Ehl-i beyt ile birlikte yola koyuldu.
Hazret-i Ali, Resûlullaha, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubada yetişti. Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzuruna gidemeyecek bir hâlde idi. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etti. Hazret-i Âliyi görünce, hâline acıdı ve sevgili, fedakâr amcazâdesini kucaklayıp, mübarek eliyle, o hak yolunda binlerce meşakkate katlanmış narin, nâzik ayakları okşayarak, kendisine afiyeti için dua buyurdu. Hattâ hazret-i Alinin bu fedâkârlığı üzerine; İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahın rızâsı için nefsini feda eder. (Bekara sûresi: 207) meâlindeki âyet-i celîlenin nazil olduğu rivayet edilir.