Biraz uzun lakin okunmaya değer bir çalışma. 2011 yılında kaleme alınmış...
______________
Altan Algan, haftalık olarak yayınlanan Özgün Duruş gazetesinde Suriye yönetimine verdiği destek ile bilinen ünlü İslam âlimi Ramazan el-Buti'yi yazdı:
Baas Partisi Çizgisinde Bir Mutî: Ramazan el-Butî
ALTAN ALGAN / Özgün Duruş / Sayı: 100
Ramazan el-Butî, Şam Üniversitesi Hukuk Fakültesine 1961de asistan olmasıyla başlayan akademik hayatı Şam Üniversitesi Dinler ve İnançlar Fakültesi başkanlığı ile taçlandı. Fetvacı
Suriye'nin yani Baas Suriyesinin dini otoritelerinden biri. Birkaç yıl önce Türkiye ile Suriye halklarının yakınlaşmasının Said Nursi'nin bir müjdesi olduğunu söylemişti. Türkiye'de 'gerçek laikliğin' gelişmesinin hem İslam hem de demokrasinin çıkarına olduğunu ifade ederek, 'Demokrasi dışında yeni köprü aramaya gerek yok demişti.
Mezhepsizliği İslam şeriatını tehdit eden en büyük bidat olarak gördü. Bu yüzden olsa gerek Mehmet Şevket Eygi, Ali Nar gibi isimlerin büyük iltifatına mazhar oldu. Bunun yanında 1984te İstanbuldaki İslam düşüncesi konferansında gündeme getirilen, yeni ortaya çıkan meseleler hakkında kurumsal toplu içtihat yapmaları için İslam dünyasının önde gelen âlimlerinden oluşan bağımsız bir konsey kurulması fikrini de destekledi.
Tasavvuf ile ilgili olarak Butî, Sufi tarikatların kurulması, taraftarlarınca şeyhin kutsanması ve ona körü körüne itaat edilmesi, türbelerde ibadet, gizli ve duygusallaştırılmış zikir ve tespihlerin gerçek İslamı bozduğuna ilişkin eleştirilere katılır. Ama modern hanedanlıkların İslamın neresinde durduğu konusunda bir çift laf etmez. Duygusal tasavvufu reddeder fakat kendi bencil menfaatlerini koruyan iktidar düzeneğini reddetmez. Fazlasıyla Yaşar Nuri desek mi bilmem. Önüne gelenekçi sıfatını ekleyince neden olmasın? Bu onun milli devletin gücüne büyük önem yüklemesinden kaynaklanır. Temel ilgisi okuyucu ve dinleyicilerini güçlü bir milli devletin gerçek İslam medeniyetini inşa etmenin en iyi yolunu teminat altına aldığına ikna etmek olduğu düşünüldüğünde Baas rejimi ile olan derin bağı fark edilir.
Fıkhus-Siyre yazarı. Fıkhus-Siyre adlı kitabından dersler verdi Şamda. Fıkıh malum, Siyret de malum. Bu terkip, siretin fıkhı. Yani Hz. Peygamberin hayatından doğrudan çıkarılan fıkıh. Bu fıkıh da fıkıh ilmi, yani bugün bildiğimiz fıkıh ilminin sadece kendisi değil. İslami bilgi ve şuur. Yani İslamın akidesi, fıkhı, ahlakı, içtimai hüküm esasları, hayat tarzları, ailevi hayatı vs. nelere ait hükümler, taktikler, usuller, metotlar varsa, hepsini, Peygamber Efendimizin hayatından çıkarma yapıyor. Ama siyaset bunun dışında. Esad karşıtı gösterilerin caiz olmadığına dair fetva verdiği belirtilmişti. Ramazan el-Butî, Esad ailesinin en yakın din hocalarından biri olarak biliniyor. Branşı olması nedeniyle, İslam hukukunu İslam dininin özü olarak gören; İslamdan bahsettiği her yerde o şeriatın prensiplerini, emirlerini ve pratik imalarını kast eden alimin yaşanan büyük zulümler karşısında zulmedenleri koruyup kollayan dili güçlülerin yanında saf tutan figürlerin güncelliğini anlatır.
Fıkhus-Siyre kitabı sıkıyönetim varken Güneydoğu ve Doğu Anadoluda evlerde yasaklandı. Yasaklayanlar kitabın içinde Türkiye siyasetiyle ilgili suç unsuru bir şey bulamamışlar. Ancak Her evde bulunduğuna ve çok okunduğuna göre yine de bunda bir şey var diye düşünmüşler. Bu düşünceyle yasaklamışlar.
SURİYELİLEŞME SERENCAMI
Ramazan el-Bûti 1929 yılında Ceziretü İbn-i Amr, yani Türkiye'nin güneyinde ve Irak sınırındaki yaygın bir cehalete mübtela olmuş, kültür ve bilgiye muhtaç küçük bir köy olan Cilikada doğdu. O bir Kürt âlim olan Molla Ramazan el-Butînin ikinci çocuğu ve tek erkek çocuğuydu. Ataları çiftçi olan Butînin salih ve muttaki annesi tarafından desteklenen babası Molla Butî de çiftçi olmasına rağmen babasının isteğine karşı çıkarak İslami ilimleri öğrenerek ailesinde bir ilim geleneği oluşturmayı başardı. Bu gelenek Şeyh Butî ve onun oğlu Muhammed Tevfik Ramazan el-Butî tarafından devam ettirildi. Butînin Muhammed Said Ramazan el-Butî dört yaşındayken Cizreden babası Molla Ramazan ile birlikte Şama gitmiştir. 1934 yılında Butînin ifadesiyle İslama saldıran Kemal Atatürkün din dışı inkılâplarından kaçarak zorlu bir yolculukla Halvet, Haseke, Deir ez-Zur, Rakka, Hama ve Humus üzerinden Şama ulaşıp orada Rükneddindeki Kürt mahallesine yerleştiler. Babası Molla Ramazan bir süre sonra, Şam uleması arasında üstün bir mevki ve saygı duyulan bir hüviyete sahip oldu. Eski şehir sınırları içindeki Saruce Sokaktaki bir özel okulda dini bilgiler, Arapça ve Matematik öğrenen Butî ilk ve orta tahsilini Şam'da tamamladı. Babasından ilim tahsil eden el-Butî, lise eğitiminden sonra yükseköğrenim için Mısırdaki Ezher Üniversitesine devam etti. Önce babası oğlunu diploma ve vazife peşinde koşmaktan menetmişti. Yapmış olduğu istişareler neticesinde bunun bir kader olduğunu düşünerek oğlunun bu okula gitmesine müsaade etti. Ayrıca o yıllarda yaygın olan olumsuz ortamdan da çekiniyordu. Butî, Suriye ordusuna çağrılmaktan lise öğrencisi olarak kurtuldu. Çünkü ellili yıllarda ailenin tek erkek çocuğunun askerlikten muaf tutulmasına dair kanun henüz kabul edilmemişti. 1955 tarihinde buradan mezun olunca, Suriye'ye döndü ve Humus ilinde bir müddet öğretmenlik yaptı. Daha sonra, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'ne Asistan olunca, Fakülte onu doktora için Ezher'e gönderdi Ezher Üniversi¬tesi Şeriat Fakültesi'nde doktorasını tamamlayarak, Bi Takdiri Mümtaz dereceyle doktor oldu 1955'te tamamladığı doktorasına ilâveten de, 1966 yılında Eğitim Sertifikasına hak kazandı Şam'a dö¬nünce, Yrd Profesörlük göreviyle Şer'î ilimleri okutmaya başladı. Bir süre sonra, fıkıh kürsüsü başkanı ve dekan ilmi işler yar¬dımcısı oldu Nihayet, Şeriat Fakültesi Dekanı oldu Bu vazifesi 1980'lere kadar devam etti. Babası Türkçe bilmeyişine karşın o iyi derecede Türkçe bilir. Babası Molla Ramazan, alim, fakih, aynı zamanda Nakşi şeyhiydi. el-Butî de babası Molla Ramazanın ismiyle bilinen camide namaz kıldırıyor, hutbe okuyor ve ders okutur.
Eniştesi Ahmet Ramazan. Soyadları da Ramazan ama Ahmet Ramazan, Malatyalı. Ahmet Ramazan bir zamanlar Necip Fazılın çıkardığı Büyük Doğu mecmuasında yazı işleri müdürlüğü yapmış. Necip Fazıl, Milli Şef İsmet İnönüye eleştiren sert bir yazı yazmış. Ahmet Ramazan, Üstadı uyarmış. Bu yazıyı yayınlarsak ceza alırız, Büyük Doğuyu da kapatırlar demiş. Üstad da: Biliyorum, en az 7 yıl hapisten başlar cezamız, ancak yine de bu yazıyı yayınlamalıyız demiş. Dergi basılır basılmaz toplatılmış. Üstad, arkadaşlarına: Herkes başının çaresine baksın demiş, kendisi hapse atılmış, Ahmet Ramazan da tabana kuvvet, önce Bağdata kaçmış, orada bir müddet kaldıktan sonra Şama geçmiş.
ASIL DÖNÜM NOKTASI
Ailesinin Suriye serüveninde Kürt etnik kimlikleri sosyal ve kültürel arka planlarına baskın olmakla beraber, el-Butînin entelektüel gelişimi başladığında ailesi Suriyelileşme sürecini artık tamamlamıştı. Buna karşın el-Butî Kürt kimliğini asla reddetmedi ve Kürt dili ve edebiyatına olan ilgisini her zaman sürdürdü. Mesela, daha yirmili yaşlarında iken Kürt şair Ahmede Xaninin Mem-u Zin eserinin arasında geçen yeryüzünde ekilip, gökyüzünde olgunlaşan trajik bir aşk hikâyesini anlatan eserini Arapçaya çevirip, şiir formundaki hikâyeyi nesir formuna dönüştürmüş olması bunun bir örneğidir.
Yazı üslubu ile ilgili kayda değer şey onun kişisel tonudur. O, bilinen otoritesini elde ettiği bilgiyle tanımlanan ve genellikle kişisel ilişkilerin kesilip objektifleştirilmiş bir eğitim sürecinden geçmiş ideal tip âlimine hiç benzemez. Biraz edipliğinden olsa gerek eserleri hayatının en özel alanlarını dikkat çekici bir kişisel tonla sunar. Onun kitaplarının girişleri de oldukça kişiseldir. Hutbenin veya duanın ortasında çoğunlukla hıçkırarak ağlama ve gözyaşlarıyla biten kendinden geçmeleri bir tarafa, onun duygusal taşkınlıkları herkes tarafından bilinir. Hıristiyanlıkta olduğu gibi dini konuşmalar esnasında ağlamak tarihsel olarak yaygın bir fenomen olup dinleyicileri duygulandırmaya yönelik bir hitabet vasıtası olarak görülebilir. Belki bu yüzden Fethullah Gülen bağlantılı dergilerde ve sempozyumlarda onu sıklıkla görürüz.
Suriye Müslüman Kardeşleri ile karşılaştı. Oldukça fiziksel engellere maruz olan Mustafa Sıbaiye büyük sempati duyuyordu. Ellili yılların başında Suriye Müslüman Kardeşleri ile yakın ilişkisi olan Râbıtatul-Ulemâid-Dîniyye tarafından düzenlenen haftalık hitabet programlarında meraklı bir dinleyici olarak katılırdı. Suriye Müslüman Kardeşlerin lideri olan Mustafa Sıbai 1956da Şam Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığına ve İslam Hukuku profesörlüğüne atandı ve 1960da el-Butî asistan olarak çalışmaya başladığında hâlâ oradaydı. Fakat onun üzerinde esas etkiyi Hasan Habenneke neden olmuştur. 1964, 1967 ve 1973teki protestolar boyunca 1963de iktidara gelen seküler Baas Partisi hükümetine karşı direniş gösteren önemli âlimlerden biriydi. Babası Şafî olan Habennekenin Suriye baş müftüsü olmak için girdiği seçimde onu desteklemek için büyük çaba harcadı. Baba Butînin gayreti Habennekenin hukuki zekâsı nedeniyle, Hanefi âlimin göreve gelmesini gerektiren kuralın kaldırılmasına diğer âlimleri ikna etmekti. Bu yıllarda Ramazan el-Butînin hayatına giren bir başka figür Said Nursi oldu. Onun 1958de yayımlanan otobiyografisini Kürtçeden Arapçaya çevirdikten sonra Said Nursi Türkiyedeki İslami devrimin mucizesi adlı bir makale yayımladı. Ona layık bir mürit olamadı besbelli.
MÜSLÜMAN KARDEŞLERDEN UZAKLAŞIR
Müslüman Kardeşlerin bazı ideallerini paylaşmakla birlikte, bu harekete mensup olan bazı kişilerin Nusayrilere, Baas Partisi ofisleri, polis istasyonları ve askeri birliklere saldırılar düzenlenmesi onun sistemin yanına çekilişini de beraberinde getirdi. Suyu ihmal edilmiş fesleğen gibi kurudu gitti bağları. Bıraktı ve gitti endişe limanında eski dostlarını
Haziran 1979da Halep Topçu Okulunda 83 Nusayri askerin vurulmasından sonra el-Butî, Enformasyon Bakanlığının isteği üzerine televizyonda bu öldürmelerin meşru olmadığını ilan ederek bugünkü açıklamalarının başlangıç yolunu açmıştı. Toplumsal bir figür ve yüksek dereceli bir âlim olarak el-Butî, 1982de bütün Suriyeyi saran ayaklanmaların doruğa çıktığı bir dönemde ondan on beşinci hicri asrın gelişi vesilesiyle bir konuşma yapması ve bu konuşmada Suriye Devlet Başkanı Hafız Esada itaatkâr bir dille hitap etmesi istenmiş o da bunları muti bir şekilde yerine getirmişti. Esad rejimi, İslami yayınlara uygulanan sıkı sansürü, dini televizyon yayınlarının tamamen yasaklanışını ve kamu kuruluşlarında hicap ve nikap gibi kadın örtülerinin giyilmesinin yasaklanmasını ortadan kaldırdığında el-Butî bu başarıların gizli mimarı Başkan Esada televizyondan teşekkür etme davetini de kabul etmişti.
Toplumsal bir figür oldukça Müslüman Kardeşlerden git gide uzaklaşmıştır. Önceleri kenarda kalmanın avantajlarından yararlanan Ramazan el-Butî 1979dan sonra artan bir oranda Hafız Esadın ihsanına mazhar olması ve özellikle de onun Suriye televizyonunda düzenli olarak konuşma yapması için ona yaptığı teklifi kabul etmesiyle güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdi.
Birçok Müslüman tıpkı bugün olduğu gibi ondan yayınlarda İslami eleştirilerin sözcüsü olmasını bekledi, fakat onu oldukça tedbirli ve diplomatik bulunca büyük hayal kırıklığı yaşadı. Bununla beraber onun etrafındaki eleştirel seslere karşı oldukça duyarlı olduğu görülüyor. Babam adlı biyografisini okuyanlara devamlı verilen izlenim, el-Butînin kendisinin devlet yetkililerinin resmi görevlerini yerine getirmek konusunda gönülsüz, olduğudur. el-Butî, bunları yapmasını tavsiye eden, hatta onu zorlayanın hep babası olduğunu göstermeye çalışır. Gerçekte o zaman söylediğim her şey babam tarafından yönlendirilip emredildi, Allahın rahmeti üzerine olsun
Mukayeseli İslam hukukuyla ilgili dersleri, videokasetleri, televizyondaki dini konuşmaları ve İctihâd ve en-Nehcül-İslamî gibi dergilerde çıkmış birçok makalesi bulunan Ramazan el-Butî her geçen gün battıkça batan bir figür görünümündedir.
Takdir edilen açık konuşması, hazır cevaplılığı, hışırtılı sesi, canlı jest ve mimikleri iktidar karşısında eriyip gider. el-Butînin her ne pahasına olursa olsun muhaliflerine üstün olma gayretiyle belirgin olan hitabet üslubu rekabetçi akademisyenlik olarak isimlendirilir ve Baas ideolojisinin hizmetine sunulur.
Biliriz düşmekten kalkmaktan Allah münezzeh. En iyisi babası Molla Ramazanın oğluna yazdığı vasiyetten bir hatırlatma ile bitirmek: Evladım! Sözü fazla uzatmak yararlı sayılmaz, anlamayana bin delil ve bin örnek de fayda etmez. İyice kulak verene düşünüp şaşkınlıktan çıkması için bir tek misal yeterlidir. Sana sözün özünü anlatacağım: Sonuna kadar dinle ve üzerinde düşün ki en yüksek makamlara ulaşasın ve sürekli onunla amel edesin. Bil ki, Allah insanoğlu için iki ayrı hayat yaratmıştır: müminin cennetteki hayatı ve kâfirin cehennemdeki hayatı; olan ebedi hayat, diğeri ise az devam eden ve oyun, eğlence, mal ve çocukları çoğaltmaktan ibaret olan fani hayat.
Her iki hayat konusunda düşün. Hangisinin daha kalıcı ve daha lezzetli olduğuna bak.
Esrarengiz şeyler oluyor dünyada. Sinirler bir açılıyor bir kapanıyor. Açılınca çok fena oluyormuş da. Kapanınca her şey yerli yerine geliyormuş sanki. Günlerin günleri kovaladığı Suriyede kesik bir baş gibi dönüyor dünya hâlâ. Konuyu bir yere bağlamak lazım. Başa başlığa dönmek lazım... Seslice bir şarkı söylüyorum belki de aşırı imalı tanımlarla. Kusura kalma teselli hazretleri.