İmam Gazzali/El-Mustasfa

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,679
Mustasfa Çevirisi Üzerine

İslam´in ana kaynaklarindan, Allah Teala´nin kullarina ögretmeyi murad ettigi hüküm ve bilgileri bize taşiyan delillerden hareketle, bunlarin irşad ve işiginda akil yorarak dini hüküm ve bilgilere ulaşmanin metodolojisi (usul ve yöntem bilimi) demek olan Fikih Usulu, klasik İslam İlimlerinin önemlileri icinde yer almaktadir. Elde bulunan, bize kadar ulaşan ilk Usul kitabi “Şafii´nin Risalesi”nden günümüze kadar bu dalda sayisiz denecek coklukta kitab yazilmiştir. Bunlar kullandiklari metodacisindan “Fikihcilar Usulu, Kelamcilar Usulu ve Karma Usul”şeklinde üc gruba ayrilmiştir. Gazzali´nin Mustasfasi genellikle tümden gelim usuluu kullanarak yazilmiş bulunan kitablarin Seckin örneklerinden biridir. Gazzali, Eş´ari ve Şafii mezheblerinde yetişmiş bir alim olmakla beraber sirf mukallid olmayip zaman zaman ittiba ve ictihad derecelerine ulaşmiş bir muhakkiktir. Onun yanlizca Fikuh ve Kelam ile yetinmeyip Tasavvuf ve Felsefe dallari ile de -eser verecek ve mütehassislarini tenkid edecek ölcüde - meşgul olmasi eserlerine aciklik ve zenginlik getirmiştir. Ancak bu aciklik (vuzuh) ifadesinin basitliginden degil, mevzulara hakimiyetinden kaynaklanmaktadir. Genc, zeki ve gayretli akademisyen Doc. Dr. H. Yunus Apaydin, Gazzali´ye ögrencilik etmişcesine kitabi dogru anlamiş ve icimizde, cagimizda yaşayan bir yazar olarak da – anlaşilir bir dil ile – onu Türkce´ye cevirmiştir.


Dr. Mehmet Erdogan´in Şatibi´den yaptigi el-Muvafakat tercümesi, Şah Veliyyullah´tan Huccetullah cevrisi, İbn Aşur´dan (V. Akyüz´le) cevirdigi İslam Hukuk Felsefesi ve Apaydin´in Mustasfa tercümersi,Türkce okuyanlar icin, İslam Hukuk Metodolojisi ve Felsefesi alaninda mevcut boşlugu önemli ölcüde doldurmuştur. Şafii´ninRisale´si, İbnu´l-Kayyim´in İ´lam´i Şevkani´nin İrşad´ive Kücük Sadruşşeria´nin Tavdih´i de tercüme edilirse klasikleşmiş Usul kitablarinin en güzel örnekleri Türkceye aktarilmiş olacaktir. Bunlara cagdaş, özgün, ilk muctehidlerin kendi caglarinda yapip başardiklarini günümüzde yapan ve karşilayan calişmalar eklenince İslam Hukukunun Felsefesi, Metodolojisi ve dinamikleri daha iyi anlaşilacak, ondan istifadenin yollari acilmiş olacaktir. Apaydin nice gün ve gecelerini bir ilim cihadi olan bu calişmaya vererek ummete hizmet etmiştir. Hizmet ve başarilarinin devamini diliyor, “Sa´yi meşkur olsun!”diyorum. 10.12.1993 İstanbul Prof. Dr. Hayrettin Karaman

 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,679
Mütercimin Önsözü

Temel klasiklerin tercümesinin, Türkiye´de yeterince ciddiye alindigi söylenemez. Üstelik, bu tür ceviri faaliyetlerinin gerekli olup olmadigi konusunda bir görüş birligi dahi yoktur.Tercüme işine karşi cikanlar, cevrisi yapilacak kitablarin ihtiva ettigi bilgilerin anlaşilamayacagi, her önüne gelenin ahkam kesecegi ve yanlişlara düşülecegi endişesini taşirlar. Dolayisiyla bunlara göre, temel eserlerdeki bilgiler, anlayanlarin yeni erbabinin süzgecinden gecirilerek halka ulaştirilmalidir. Bu endişeye belli oranda bir haklilik payi taninabilir. Fakat öte yandan temel eselerin, vaktinde tercüme edilmeyişinin sIKIntilari şu anda fiilen yaşanmakla ve gözlemlenmektedir. Bir kere süzgecten gecirme işi başarilamamiş ve yapilan bir cok calişma eskisinin yetersiz bir tekrari olmaktan öte gidememiştir. Esasen Türkiye´de, kisaca İslam Bilimleri olarak adlandirilan alandaki calişmalarin sistemli, düzenli ve amacli oldugu da tartişma götürür.

Temel klasiklerin tercümesinin birbirine bagli acik iki yarari olacagini düşünüyoruz. Birincisi; İslam bilimsel kültürün belli bir düzeyde toplum nezdinde yayginlik kazanmasidir. Bugün dogru ve yeterli bilgilenme eksikliginin dogurdugu sIKIntilar ayan beyan ortadadir. Bu sIKIntilarin başinda bilim adami ve toplum arasindaki bilgilendirme-bilgilenme baginin kopyasi gelmektedir. Bilim adamlari, sadece kendileri icin ve kendileriyle sinirli bilim yapmakla meşgul oladursun, bu boşluk temelsiz ve asilsiz bilgilendirme kaynaklarinca doldurulmaktadir.

İkincisi ise, temel klasiklerin yayginlaşmasi sonucunda, bilim adamlari bir ölcüde, ister istemez, tekrardan kurtulacak; mevcudu aşma, geliştirme hic degilse dogru uyarlama yönünde adimlar atma geregini hissedeceklerdir. Bütün bunlarin sonrasinda, ilgili bilim adamlarinca yapilacak yeni calişmalari ve üretilen düşünceleri, kabul eden de reddeden de gelişi güzel degil, ne yaptiginin farkinda olarak (ala basiretin min emrihi) tercih yapacaktir.

Kelimenin tam anlamiyla bir fikih usulu klasigi olan Mustasfa´yi Türkceye cevirme girişimimiz, İslam Bilimleri alaninda her branşin temel kaynaklarinin, egrisiyle dogrusuyla, Türkceye aktarilmasinin bir gereklilik oldugu yönündeki kanaatimizin bir geregi olmakla birlikte, özellikle ve öncelikle Mustasfa´nin tercih edilmesi Rey Yayinlarinin sahibi dostumuz Yusuf Yerli´nin ve Aydin Bey´in israrli ricalarinin sonucunda olmuştur.

Bu tercümenin, Türkiye´de, mevcut tercümelere ragmen bu alan da hissedilen boşlugu önemli ölcüde dolduracagini ümit etmekle birlikte, yeterli oldugu kanaatinde degiliz. Buna ve mevcutlara ilaveten, özellikle Hanefi ve Hambeli ekollerine, hatta Mutezile ve Zahiri ekollerine ait bir kac temek fikih usulu eserinin bu kervana katilmasinin yararli olacagini düşünüyoruz.

Tercümenin hatasiz olmasina özen gösterdigimizi söyleyebiliriz. Tercümenin hatasiz olup olmadigi ise, ancak erbabinin tenkitleriyle anlaşilabilecektir. Bu itibarla, rastladiklari hatayi tarafimiza iletme işini, erbab okuyucularin boyunlarina - ´bilimsel ayni vacib´olarak- borc saydigimizi da belirtmek isteriz.

Bu arada, Mantik Mukaddimesinin müsveddelerini okumak zahmetine katlanan Prof. Dr. Hasan Şahin´e, Yrd. Doc Dr. Turan Koc´a ve Ögr. Görevlisi Seyfullag Sevim´e; yine hadislerin tahrici konusunda yardimci olan İslam Hukuku Anabilim Dali Araştirma Görevlisi Menderes Gürkan´a, Doktora ögrencisi Selma Uzatma´ya ve Yüksek Lisans ögrencileri Davut İltaş ile Ömer Akmanşen´e teşekkür borclu oldugumu belirtmeliyim. Kayseri 6 Kasim 1993
 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,679
TERCÜMEDE İZLENEN METOD

Tercümede Mustasfa´nin, Bulak 1322-1324 tarihlerinde el-matbaatu´l-emriyye de,Fevatihu´r-Rahamut ile birlikte iki ayri cilt olarak basilan nushasi esas alinmiştir.

Tercümede, imkan ölcüsünde akici ve anlaşilir bir uslup yakalamaya calişmakla birlikte, yetersiz bir karşilikla kisirlaştirmak endişesiyle Şer´, Sem´, Şari vb. bazi terim ve deyimleri korumak geregini hissettik; kolay anlaşilir eksik tercüme yerine nisbeten zor anlaşilir dogru tercümeyi hedefledigimizi söyleyebiliriz. Esas itibariyle, teknik özellikteki kitablarin belli ölcüde agir bir uslup taşimasini yadirgamamak gerekir.

İlke olarak, terim ve tabirlerin türkceleştirilmesinin gerekliligi inanmakla birlikte, henüz bilim cevresinde bu yönde bir anlayiş ve caba birligi saglanamamiş oldugundan, İslam bilimleri terminolojisine vakif olanlarin okuma zevkini ve kavrama kolayligini zedelememek ve anlam kaymalarina ve yanlis anlamalara yol acmamak icin, genelde, bir cok terim ve tabir ya – parantez icinde yakin görülen bir türkce karşilik verilerek- orijinal bicimiyle korunmuş ya da yakin türkce karşilikla ifade edilerek orijinalleri parantez icinde verilmeyen calişilmiştir. Bunun yaninda teabbud, şüphe ve meslek gibi bazi arabca kelimelere net türkce karşilik bulmakta zorlandigimi belirtmeliyim. Gazali, hocasi İmamu´l-Harameyn el-Cuveyni´nin kullanim uslubu dogrultusunda, şüphe kelimesini, yeterli ve tutarli olmayan delil, gerekce anlaminda kullanmiştir. Biz bunu bazen muhaliflerin delilleri -veya gerekceleri- şeklinde, bazen de ´muhaliflerine şüpheleri´ şeklinde tercüme ettik. Meslek kelimesinin kullanimi da buna yakindir. Teabbud kelimesi de sözlükte, ibadet etmek, taat ve ibadete devam etmek gibi anlamlara gelmektedir. Fakat bir bu kelimeyi bazen -yerine göre- mükellef tutmak, amel etmeyi istemek, emretmek gibi karşiliklarla cevirdik bazen de oldugu gibi kullandik.

Mustasfa´nin görebildigimiz iki baskisinda da, eserin iki cilde ayrildigi yer, ücüncü kutbun emir bahsinin ortalaridir. Bu bölme işinin Gazali tarafindan yapilmiş olamayacagi kanaatini taşidigimiz icin, tercümede birinci ve ikinci kutublar birinci ciltte, ücüncü ve dördüncü kutublar ise ikinci ciltte verilmiştir. Tercümenin kenarinda eserin arabca baskisinin cilt ve sahife numaralari verildigi icin, karşilaştirma kolayligi her zaman mevcuttur.

Tercümeden istifadeyi daha da kolaylaştirmak amaciyla;
İcindekiler bölümü kapsamli tutulmuş, orijinal metinde, ele alinacak konununne oldugu belirtilmeksizin ´mesele´ başligi konulan yerlerde, ele alinacak meselenin ne oldugu parantez icinde bir cümleyle belirtilmiştir.

Metinde gecen ayetlerin hangi surenin kacinci ayeti oldugu belirtilmiş; fakat ayetlerin orijinal metinleri verilememiştir. Metni görme geregi hissedenler verilen numaralar sayesinde istedikleri ayeti Kur´an-i Kerim´den kolayca bulabilirler.

Metinde gecen hadislerin hemen tamaminin hadis kitablarindaki yerleri tesbit edilerek gösterilmiş: ayrica bunlarin orijinal metinleri deverilmeye calişilmiştir. Biraz zaman darligi biraz da tembellik nedeniyle sahabe söz ve uygulamalari ilgili kaynaklardan tesbit edilememiştir. Eger mümkün olursa bu eksiklik, ikinci cildin sonunda sahabe asari icin verilecek indeksle giderilmeye calişilacaktir.

Usul terimleri zaten kitab icerisinde aciklandigi icin ikinci bir aciklamaya gerek kalmaksizin oldugu gibi kullanilmiştir. Gerekli görülen yerlerde, bazi fikhi terimler aciklanmiştir. İkinci cildin sonunda terimler icin indeks hazirlanacaktir. Ayrica anlaşilmasi güc sözcükler icin bir lügatce hazirlanmasi da düşünülmektedir.

Metinde görüşlerine yer verilen şahislar ve firkalar hakkinda tanitici kisa bilgi verilmiştir. Sahabe ve tabiun ile mezheb imamlari, bizim verecegimiz tanitici asgari bilgi ölcüsünde hemen herkes tarafindan zaten tanindigi tanitimdan haric tutulmuştur. Eserde adi gecen tüm şahislar ve firkalar icin indeks hazirlanacaktir.

Ayrica ayetler -ve eger uygun bir yolu bulunursa hadisler- icin indeks hazirlanarak ikinci cildin sonunda verilecektir.

Gazali´nin, sahabe, mezheb imamlari ve önceki alimleri icin bazen kullanip bazen terkettigi ´Radiyallah anh´ ve ´Rahimehullah´gibi dua cümleleri cogunlukla terkedilmiş; Resulullah veya Nebi Sallallahu aleyhi vesellem ifadesi, kisaca Hz. Peygamber olarak cevirilmiştir.
 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,679
FIKIH USULUNUNTARİHCESİ VE MUSTASFA HAKKINDA BİRKAC SÖZ

Gazali´nin hayati ve eserleri hakkinda bilgi vermekten, ´malumu ilam´ olacagi endisesiyle, sarf-i nazar ederek, fikih usulunun tarihcesi ve Mustasfa hakkinda bilgi vermeyi uygun gördük. Bunun ardindan geleneksel fikih usulunde tikanma sebebi saydigimiz bazi hususlara işaret ederek ´yeni bir fikih usulu´ne ihtiyac var mi?´tartişmasini gündeme getirmeyi deneyecegiz.

FIKIH USULUNUN TARİHCESİ

Fikih usulunun tarihcesine gecmeden önce, Kur´an´i anlama ve yorumlama yönünde oluşan disiplinlere, tarihsel olarak, bir göz atmakta yarar vardir.

Kur´an´i anlama ve yorumlama işi, başlangicta ´fikih´olarak ortaya cikmiştir. Fikih sözcügünün, gerek Kur´an´daki, gerekse Sunnetteki bazi kullanimlari, bu tesbiti dogrular mahiyettedir. Tevbe suresi 122. ayette “Muminlerin hepsinin birden savaşa koşuşmasi gerekli degildir; iclerinden bir kismi geride kalip, dinde fikih sahibi olmaya calişsinlar ve savaşa gidip döndüklerinde, digerlerini inzar etsinler” denilmektedir. Hz. Peygamber de, “Allah kime hayir murad ederse dinde fikih sahibi yapar”ve İbn Abbas icin yaptigi bir duada “Allahim bunu dinde fikih sahibi yap”demiştir. Buna göre, sözlük anlami itibariyle, anlamak ve kavramak olan fikih sözcügü, yukaridaki ayet ve hadislerdeki kullanimlarinin bir sonucu olarak, bütün olarak dini, daha dogru bir deyimle Kur´an´ianlamak anlaminda olup, daha sonra fikih adiyla ortaya cikarak özeldisiplinin adi degildir. Yine bu tesbiti desteklemek üzere, Ebu Hanife´nin, fikih; -inanc, ahlak, ibadet, hukuk konularini da icine alacak bir icerikle- ´Kişinin lehine ve aleyhine olani bilmesidir´diye tanimladigini ve daha ziyade inanc konularina dair yazdigi eserine ´el-Fikh´l-Ekber´adini verdigi hatirlanabilir. Başlangictaki durum bu olmakla birlikte, sonralari gitgide, Kur´an´in icerdigi farkli konular etrafinda ceşitli ilmi disiplinler oluşmaya başlamiştir.

Benzetmek yerindeyse, tipki felsefenin başta külli bir ilim iken, gitgide felsefe icerisinden, ilimlerin bagimsizlik kazandigi gibi, dini anlamak ve kavramak anlamindaki ´fikih´deyimi de, ilk zamanlarda, daha sonra ayrilacak akaid, tefsir, ahlak (tasavvuf) vb. gibi ilmi branşlari icine alacak şekilde külli bir icerik taşimaktadir. Bu noktadan hareketle, tüm İslam bilimlerinin, bu külli anlamdaki fikih´tan ayrilip, belli oranda bagimsiz birer disiplin haline geldikleri söylenebilir. Başlangicta, akaid ve ahlak (tasavvuf) da fikih kapsaminda düşünüldügü halde, bunlar zamanla bagimsiz birer disiplin haline gelmişlerdir. Genel cerceve icerisinde birlik ve bütünlük bozulmadigi sürece bu ayrilmalar, Kur´an´in iceriginin netleşmesi ve daha derinlemesine kavranmasi bakimindan yararli sayilabilir.

Özetle söylemek gerekirse, fikih, başlangicta,´dinin kavranmasi´ icerigini taşimakta olup, dinin temel kaynagida Allah´in Kitabi olunca, fikih, Kur´an´in anlaşilmasi ve yorumlanmasi cabasi olarak degerlendirilebilir. Zaman bakimindan,daha sonra oluşan kelam, tefsir ve hadis gibi disiplinler, görünüşte müstakil gibi görünseler de, gercekte, külli anlamdaki fikhin, yardimci alt dallaridir. Akaid ilmine, külli ilim vasfi yüklenip,diger yan dallar bagimsiz birer disiplin olarak gelişmeye başlayinca´fikih ilmi´de, özet bir disiplin halini almiştir.

Bu sürecin yaklaşik olarak muctehid imamlar döneminden itibaren tamamlanmaya başladigi söylenebilir. Bu dönemde muctehidler, kendilerine mahsus yorum yöntemleri oluşturmaya başladilar. Bu dönemden öncesinde bugün bizim anladigimiz manada bir fikih usulunden bahsedilmez. Fakat bu, öncekilerin (sahabe ve tabiun fakihleri) bir delil anlayişlarinin ve yorum yöntemlerinin olmadigi anlamina gelmez. Nitekim Muaz b. Cebel´in ´Öncelikle Kitab (Kur´an) ile, burada yoksa Sunnet ile hüküm veririm. Bu ikisinde de bulamazsam ictihad ederim (meseleyi cözümsüz birakmam)´şeklindeki Hz. Peygamberin tasvibini kazanan sözleri, daha Hz. Peygamber zamaninda bir deliller hiyerarşisinin ve -her ne kadar esaslari ve terminolojisi aciklanmiş degilse de- yorum yöntemi anlayişinin varligini göstermektedir. Biz, Muaz´in ictihad ederim´sözünü, sonraki dönemlerde oluşturulan tüm yorum yöntemlerini icine alabilecek bir genişlikte anliyoruz. Bu itibarla muctehid imamlarin istihsan, istihlah, sedd-i zeria, Medine halkinin ameli vb. gibi adlarla kullandiklari yorum yöntemlerinin, hatta Sunnetin subut ve kabul şartlarina ilişkin anlayişlarinin cekirdek olarak sahabe ve tabiun uygulamalarinda -daha da geriye götürülebilir- bulundugunu söylüyoruz. Muctehid imamlarin, belli tabiun ve sahabe guruplarina nispet edilmesi de bu yüzden olsa gerektir.

Muctehid imamlar dönemine gelindiginde, istinbat ve istidlalin objektif esaslarinin tesbiti bir ihtiyac olarak kendini göstermeye başlamiştir. Bunun sosyo-psikolojik sebebleri üzerinde durmayacagiz. Şu kadarini belirtelim ki, objektif metodoloji (deliler anlayişi ve yorum sistemi), yapilan cikarimlarin ve ortaya konulan kanaatlerin kabulünün bir önşarti oldugu gibi ayni zamanda sapmalarin ve spekülasyonlarin, bir ölcüde, freni olmuş ve bu sayede keyfi hüküm vermenin önüne gecilmiş, ya da hic degilse, keyfi hükümlerin degerlendirilecegi bir ölcü, kriter görevini üstlenmiştir.

Fikih usulunun, birbirinden farkli bir kac tanimi bulunmaktadir. Fikih usulunun, lafzi tanimi, ´fikhin delilleri´ şeklindedir. Tabiatiyla bu tanim, -en azindan metodolojiye deginmedigi icin- fikih usulunun muhtevasina uygun düşmemektedir Baci´nin ´şer´i hükümleri bilmenin, kendisi üzerine bina edildigi temeller şekildeki fikih usulu tanimi da tanimla hemen hemen aynidir.

Yaygin tanima göre fikih usulu; şer´i fer´i hükümleri, tafsili (ayrintili) delillerinden istinbata yarayan kurallari bilmektir. Bu tanim da yeterli degildir. Cünkü bu tanim, -fikh´in; şer´i feri hükümleri, ´istidlal yoluyla´ tafsili delilerinden hareketle bilmek şeklinde tarif edildigi hatirlanacak olursa- usulcu ve fakihin faaliyet alanini ayirmaktan uzak görünmektedir. Cünkü netice itibariyle fakih de istinbat yapabilmek icin söz konusu kurallari bilmek durumundadir. Sonuc itibariyle fakih ve usulcunun faaliyet alani birbirine karişmaktadir. Öyle saniyorum ki bu tanimda delillerin (icmali deliller) zikredilmemesinin nedeni, delillerin zaten bilindigi ve kabul edildigi varsayimi ya da belki de delilleri belirleme ve isbat işinin kelam ilmini ait oldugu düşüncesidir.

Diger bir tanima göre fikih usulu; hükümlerin delillerini (=Kitab, Sunnet ve icma) -bunlarin sabit olma yollarini, sihhat şartlarini- ve hükümlere delalet yönlerini bilmekten ibarettir. Bizce bu tanim yukarida verilen iki tanimdaki eksikleri nisbeten gidermektedir. Ancak tanimda gecen ´bilmek´sözcügü usulcunun misyonu ve fikih uslunun fonksiyonu acisindan kanaatimizce biraz hafif kalmaktadir. Bu itibarla tanimdaki ´bilmek´sözcügü yerine ´belirlemek´sözcügünün getirilmesi ve tanima delillerin de dahil edilmesi Uygun gözükmektedir.

Bana göre, usulcunun görevi, öncelikle, amelin (davraniş, uygulama) temellerini (delillerini) belirlemek, daha sonra bu delillerden hüküm cikarmaya yarayacak bir metodoloji (yorum sistemi) oluşturmaktir. Bu itibarla usulcu belirledigi bu delillere ve oluşturdugu yorum sistemine ilişkin tutarli bir alt yapi ve kabul zemini hazirlamakdurumundadir. Mesela; geleneksel usul kitablarinda genel olarak Sunnet´e uyma yani Sunnetin bir delil olarak kabulu anlayişi, aslu´l-usul olan Kur´an´da Hz. Peygamber´e uymayi emreden ayetlere dayandirilmiştir. Sunnetin hüküm cikariminda bir delil olarak kabul edilmesi ve kullanilmasi, kullanilacak hadisin Hz. Peygamber´e aidiyetinde bir ölcüde kuşku bulundugu icin, haber-i vahidin delil olarak kullanmasi (haber-i vahidle amel işi), Hz. Perygamber uymayi emreden ayetler kapsamina dahil edilememiş, bunun yerine haber-i vahidle amel işi, sahabenin bu yöndeki icma´ina dayandirilmiştir. Meşruiyet temeli acisindan kiyas da haber-i vahid gibi degerlendirilmiştir. İcma´in bir delil olarak belirlenmeside, ayni şekilde, Kur´an´dan ve Sunnet´ten temellendirilmiştir. Demek oluyor ki usulcunun öncelikli görevi, hüküm istinbatinda kullanilacak delilleri belirlemek ve meşruiyet temellerini göstermektir. Amele ilişkin tek tek ayetlerden ve tek tek hadislerden hüküm cikarma işi ise usulcunun degil fakihin faaliyet alanina girmektedir. Usulcu, ikinci olarak, bu delillerin hüküm cikariminda kullanilmasi icin bir metodoloji (yorum sistemi)oluşturur. Tabiatiyle bu metodolojinin, her şeyden önce belirlenen delillerden hareketle yapilmasi, hic degilse onlara aykiri olmamasi gerekir. Usulcunun, delil belirlemesi yaparken, inanc temelleri (usulu´l-i´tikad) ile baglantili ve ilişkili olmasi gerektigigibi, metodoloji oluştururken de şer´i hükümlerden ve fikihtan (daha dogrusu özellikle Hz. Peygamberden muctehid imamlara kadar olan dönemdeki fikhi cözümlerden) ve arab dili, kelam gibi ilgili bilim dallarindan istifade edecektir.




 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,679
2 saat kadar önce el-mustasfa konusunda o kitabin kapini ariyordum ve birde baktim el-mustasfa kitab oldugu gibi yazilmis coktan.Ve senin de anlayacagin bizim kitabtan konular cikaramamiz sona ermis oldu.
 

Son mesajlar