Bahru´l-Kelam Maturidi Akaidi Tercümesi

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Bahru´l- Kelam Maturidi Akaidi
Tercümesi/Doc. Dr. Ramazan Bicer

Ebu´l-Muin en-Nesefi (508/1114) Ehl-i sünnet mezhebinin Maturidi ekolünün önde gelen bilginlerindendir. Hanefi-Maturidi geleneginin köşe taşlarindan biri kabul edilen Ebu´l-Muin en-Nesefi Maveraunnehir bölgesinin ilim merkezlerinden olan Nesef´te dünyaya gelmiştir. Nesef, Semerkand ile Ceyhun nehri arasinda bir kenttir. Nesefi, kelam, hadis ve fikih gibi farkli İslami ilimler alaninda eserler yazmakla birlikte Kelami boyutuyla tarih sahnesinde ön plana cikmiştir.

Yazar, İslam akaidinin Maturidi yorumunun sistemleşticisi olarak kabul edilmektedir. O, inanc konularinda öncelikle Kur´an ve hadisleri (nakli) esas almakla birlikte, cagin kültürü dogrultusunda akli yorumlara başvurmak suretiyle, İslam itikadinin başarili bir sunumunu yapmiştir.

Önsöz

Ebu´l-Muin en-Nesefi´nin (ö. 508/1114) Bahru´l-Kelam adli calişmasi, İslam akaidini derli toplu ve belli başliklar altinda sunmasi nedeniyle, Müslüman Türk kamuoyuna sunulmasi gerektigi kanaatindeyiz. Calişma, o dönemin kültürel ortami icerisinde ele alinmasi nedeniyle, bazi konular günümüz icin güncel görünmemekle birlikte, cagimizda benzer konularin farkli boyutlarda tartişildigi görülmektedir. Bu nedenle uslub ve ifade acisindan o dönemin kültürünü yansitmakla birlikte, icerik ve tarşilan konular, güncelligini korumaktadir.

Eserdeki başliklar ve dipnotlarda yer alan bilgiler tarafimizdan eklenmiştir. Bu eserin tercümesine bizi teşvik eden Gelenek Yayincilik´a teşekkür ederim. Doc. Dr. Ramazan Bicer İstanbul

Giriş

İslam dinin itikadi yönü ve inac boyutunun orta yolunu temsil eden Ehl-i Sünnet, iki ana ekolden oluşmaktadir. Bunlar İmam Eş´ari´nin öncülügünü cektigi Eş´arilik ile İmam Maturidi´nin önderligini yaptigi, Maturidilik mezhebidir.

Maturidilik mezhebinin baş mimari olan Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Maturidi (ö. 333/944), İslam itikadi ile ilgili iki calişma yapmiştir. Bunlardan birisini oluşturan Kitabu´t-Tevhid, temel bir kelam kitabidir. Arabca olarak kaleme alinan calişma, neşredildigi gibi Türkce´ye de tercüme edilmiştir. Her iki eser de Bekir Topaloglu tarafindan yayinlanmiştir.

İmam Maturidi´nin bir diger önemli eseri, Te´vilatu Ehli´s-sünne´dir. Te´vilatu´l-Kur´an olarak da bilinen tefsir calişmasi, yine Bekir Topaloglu tarafindan neşredilmiştir.

Maturidi ekolunun öncüleri arasinda Nesefi ailesinin önemli bir yeri vardir. Bu aileye mensub önemli bir yazar Ebu Hafs Ömer en-Nesefi´nin (ö. 537/1142) el-Akaid adli kücük risalesi, başta Sadeddin Teftazani (ö. 793/1390) olmak üzere bicok müellif tarafindan şerh edilmiş veya haşiyeler yapilmiştir.

Nesefi ailesinin en önemli şahsiyeti Ebu´l-Muin en-Nesefi´dir. Onun en meşhur eseri, Tebsiratu´l-edille adli hacimli calişmasidir. Müellifin ayrica et-Temhid li-kavaidi´t-Tevhid adiyla ayri bir eseri daha bulunmaktadir.

Ebu´l-Muin en-Nesefi´nin (ö. 508/1114) İslam akaidine dair olan tercümesini yaptigimiz bu eserri, bir anlamda Maturidi mezhebinin temel prensiplerini, özlü bir bicimde icermektedir. Tam adi Bahru´l-kelam fi ehli´l-İslam olan calişma, konuyla ilgili kaynaklarin hemen hemen hepsinde Ebu´l-Muin en-Nesefi´ye nispet edilmektedir.

Eser üzerinde iki tane şerh calişmasi bulunmaktadir. Bunlar, Gayetu´l-meram fi şerhi Bahri´l-kelam şeklinde Hasan b. Ali el-Makdisi tarafindan yapilmiştir. Bir diger şerh türü calişma ise, Şerhu Bahri´l-kelam olup, Ahmed b. Mahmud el-Buhari tarafindan kaleme alinmiştir.(Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf. 7.13. 15-16/Doc. Dr. Ramazan Bicer)
 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Bahru´l-Kelam

Asla ölmeyene tevekkül ederim. Hamd, ululuk ve ikram sahibi Allaha, salat, yaratilmişlarin en hayirlisi olan Hz. Muhammed ve onun ailesi ve sahabilerine olsun.

[Bilginlerin önderi hakkin sözcüsü, nesir ve nazma hakim, hakkin ve dinin kilici Şeyh Ebu´l-Muin en-Nesefi der ki]

Biliniz ki ben Allah bilgisine (marifetullah), varligina, birligine iman ediyorum. Allah birdir, tekdir, kadimdir, ezelidir, kimseye muhtac olmayip, ortagi, benzeri ve dengi yoktur. Varligi hakkinda şüphe de yoktur. O´nun zitti da, dengi de yoktur. O her daim samed´dir. (başkasina muhtac olmayan) Biricik ve tekdir. Yine varligi her daim yani ebedidir. O, zatinda ve sifatlarinda ezeli oldugu gibi, nitelikleriyle mükemmeldir de. Allah, insanoglunun durumunu her halukarda bilir ve ona hakimdir.

O, mekan, zaman ve vakti yaratmadan önce de vardi. Sonra zaman olgusunu ve arşi yaratti. Arşa istiva etti. Mekandan münezzeh ve müstagni olan Allah hakkinda, “Arş onun durdugu ve bulundugu yer degil, bilakis arşi ayakta tutandir.”denilmelidir. Zira O bir mekana sigmayacak kadar yücedir. O her şeyin ötesindedir. Gercekleşen olaylari meydana gelmeden, şimdi olmayani da, meydana geldigi takdirde, nasil ve ne şekilde olacagini bilir. Zira O´nun ilmi, eşyalarin meydana geliş zamani yönünden gecmiştir, yani öncedir. Mülkünde, varlik sahnesine cikan her şey onun ilmi ve bilgisi dahilinde, O´nun istegiyle, ezelde cizdigi plan cercevesinde, onun hükmüyle, gücü ve kudretiyle var olur.

O zihinde oluşacak herhangi bir şekilde kendisini tanimlamadigi ve yine kendisini insan gözünün kavramayacagi bir şekilde tanittigi gibidir. Allah Teala elcisine “De ki, Allah birdir”diye buyurmuştir.(el-İhlas, 112/1.) Ayette gecen O (Huve) lafzi onun varligina işaret edip Muattila(Muattila, Allah´in zatindan ayri sifatlari oldugunu kabul etmeyen düşünce sahipleri. Bazi Ehl-i sünnet bilginleri tarafindan Mutezile düşüncesinin ilk mensublari icin kullanilmakla birlikte, onlar buna şiddetle karşi cikmaktadirlar.(Bekir Topaloglu, Kelam İlmi, İstanbul 1981, s. 170) ve Batiniyye´nin(Nasslarin zahiri manalarini kabul etmeyen, gercek anlamlarini ancak Tanri ile ilişki kurabilen ´masum imam´in bileilecegi temel görüşünü savunan, aşiri Şia ile mülhidlere kadar uzanan firkalarin ortak adi. Ehl-i sünnet ve Mutezile alimlerine göre Batiniyye´nin menşei Mecusilik, Sabiilik, Yahudilik gibi eski din ve kültürlerdir.(Avni İlhan, “Batiniyye”, DİA, V, 190-194)görüşlerinin gecersizligini ortaya koyar. Biricik (Ehad) lafzi vahdetiyeti ispat edip, müşrik ve puta tapanlarin görüşlerini hükümsüz kilar. “Hic kimse O´na denk degildir”ayeti, Mecusilerin görüşlerinin hükmünü ortadan kaldirmiştir. Onlar Yezdan (iyilik tanrisi) ve Ehrimen (kötülük tanrisi) adiyla iki varligi ileri sürmek suretiyle, iki ilah inancina sahip olmuşlardir. Ayetteki “O´nun benzeri yok, O semi ve basirdir”ayeti de onlarin yanlişligini ortaya koymaktadir.

“Marifet, tevhid, iman, İslam ve din nedir?”denilirse, Marifet, O´nu vahdetiyle bilmektir. Tevhid ise, O´nun hakkinda bir ortak, O´na benzeyen, O´nun zitti olan başka bir varligin mevcudiyetini nefyetmek yani imkansiz görmektir. İman ise, Allahin eşsizligini dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir. İslam da sadece Allah´a kulluk etmek anlamindadir. Din, bu dört hasleti ölünceye kadar korumaktir. Allah buyurdu ki, “Her kim İslam´dan başka bir dini secerse, yaptigi ameller kabul edilmeyip Ahiret gününde hüsrana ugramiş olanlardan olacaktir.”(Al-i İmran, 3/85)

Din Adina Konuşmak

Bil ki, bidatcilarin ileri sürdügünün aksine, dini konularda düşünmek ve fikir alişverişinde bulunmanin bir sakincasi yoktur. Ancak bunu dini konularda kuşku dogurmak, makam, şöhret ve dünyalik peşinde koşmak amaciyla yapmak mekruhtur.

İlmin siniri nedir? sorusuna, Ehl-i Sünnet ve´l-cemaat bilginlerine göre ilim, bilineni oldugu hal üzere bilmektir. Bu tanim, yaratilmişlarin ilmi icin gecerlidir. Allah´in ilmi ise, bilineni oldugu durum üzere kuşatmak ve bilmektir. Cünkü AllahTeala hakkinda marifet yani, bilinenin durumunu, varlik sahnesine ciktiktan sonra fark etmek diye bir şey düşünülemez. Cünkü acikladigimiz üzere O´nun ilmi ezelidir. Cenab-i hakk, “muhakkak ki sinirsiz bilgimizle Biz onun zihninden gecenleri kuşatmiş bulunuyorduk”(el-Kehf, 18/93.)buyurmuştur. Mutezile bu konuda, “İlmin tanimi, bir şeyi oldugu durum üzere bilmektir.”demektedir. Bu yargi yanliştir. Cünkü ma´dum (varlik sahnesine cikmayan), bir ´şey´degildir. Bu nedenle ona ´şey´denmez. Cünkü Allah Teala ne zaman “Ol! dese, emri derhal yerine gelir”(el-En´am, 6/73)sözünde oldugu gibi, eşyalari modelsiz olarak yaratti.

Bize göre Allah, eşyayi sözle degil bizzat oluşturma (sun) ile yaratmiştir. Eger ilim, “bir şeyi oldugu durum üzere bilmektir”dersek bu, eşyalari Allah ile beraber ezeli saymaya götürür. Yukarida belirttigimiz iddia, alemin kidemini savunan, Allah´in lanetine ugramiş, yoldan cikmiş Dehriyenin(Dehriyye, ateist, tanri tanimaz, materyalist demektir. “Mutlak zaman” anlamina gelen dehr kelimesine nisbeti sebebiyle bu isimle anilan ve İslam dünyasinda genel olarak ateist ve materyalist düşünce akimlarini temsil eden dehriyye, belirgin şahsiyetlerin oluşturdugu bir felsefi akimi ifade etmesi yaninda, ceşitli felsefe akimlarindaki inkarci tezlerin de ortak adidir.(Hayrani Altintaş, “Dehriyye”, DİA, IX, 107-109).görüşüdür. Allah Teala ilmiyle alimdir. İlim ise onun ezeli sifatlarindandir.

Ehl-i sünnet´in bu görüşü, Mutezile´nin, “Allah Teala zatiyla alimdir”görüşünün aksinedir. Bize göre Allah ezeli sifati olan ilmiyle alimdir. Allah Teala buyuyor ki, “De ki : Göklerde ve yerde olan hic kimsem, yaratilmişlarin duyu ve tasavvur alani dişinda kalan gercekleri bilemez.”(en-Neml, 27/65.)(Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf.17-20/Doc. Dr. Ramazan Bicer)
 
Son düzenleme:

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
İlim -Akil ve İman İlişkisi

İlim akildan daha üstündür. Mutezile´nin “insanlar akil yönünden eşittir” sözünün aksine, Allah dostlarinin akillari peygamberlerin akli gibi degildir. Peygamberlerin akillari da, Hz. Muhammed´in aklina benzemez. Her akilli ve ergenlik cagina ulaşan kimsenin, Hz. İbrahim´in (a.s.) akil yürütmesi gibi, bu alemin bir yaraticisi oldugu hususunda aklini işletmesi gerekir. Nitekim İbrahim (a.s.) gece kararip bir yildiz gördügünde, “işte bu benim Rabbimdir.”demişti.(el-En´am, 6/76)

Ashabi Kehf de “Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir, Biz asla O´ndan başkasina yalvarip yakarmayacagiz”demişti.(el-Kehf, 18/14.) Mütekaşşife ve Eş´ari bilginlerinin kanaatinin aksine,(Eş´ari bilginlerine göre, bir topluluk veya kimseye peygamber gönderilmemişse, yine de o şahis, dini emir ve yasaklardan sorumludur. Onlar, bu konuda “Biz bir topluluga peygamber göndermedikce, onlari cezalandirmayiz”(İsra, 17/15)ayetini dayanak olarak kullanmişlardir. Nesefi´nin mensub oldugu Maturidiler ise, yukarida kaydedilen Hz. İbrahim olayla ile ilgili ayetleri referans olarak kullanarak, “bir kimseye peygamber ve onun tebligi ulaşmazsa, o şahis aklini kullanarak evrenin yaraticisinin varligi kanaatine ulaşmalidir”demişlerdir.)kendisine vahiy ulaşmasa da, insan dini buyruklardan sorumludur. Cünkü bizim mezhebimize göre iman, Allah´in kuluna sunmuş oldugu hidayeti sonucunda, kulun ona sahiplenmesi eylemidir.

Biz burada imanin yaratilip yaratilmadigini söylemiyoruz. Aksine diyoruz ki, iman kul tarafindan dil ile ikrar (mü´min oldugunu söyleme), kalb ile tasdik, Allah tarafindan hidayet ve tevfikiyle gercekleşir. İmam Şafii´ye göre (r.a.) şartlarina uyularak yapilan amel imandandir. Mütekaşşife bu konuda, “İman sadece dil ile ikrardan ibaret olup kalble tasdike ihtiyac yoktur”. Şeklinde bir görüş bildirmektedir.

“İman hakkinda ne dersin?”diye sorulsa, O Allah´in kulu icin yazdigi bir şeymidir yoksa, kulun kendi yapip etmesiyle mi ya da bir kismi kulun cabasi, bir yönü de Allah´in kulu icin imani yazmasindan ibaret midir?

Soruya muhatab kişinin “Allah´in kulu icin ona yazmasindan ibarettir”şeklindeki cevabi, Cebriye mezhebinin en temel görüşüdür. Cünkü onlar diyorlar ki :

“kul, kendisi icin ezelde yazildigi gibi, iman yada inkar etmeye mecburdur”. Yine muhatabin “sadece kendi kazanimindan ibarettir”şeklindeki cevabi ise, Kaderiyye´nin en temel görüşüdür. Cünkü onlar “kul kendi fiillerini gercekleştirmede Allah´in yardimina muhtac olmayip, fiili yapmadan önce bizzat fiili yapma potansiyeline (kesb) sahiptir”demiştir.

Bunlara cevaben deriz ki : “İman Allah´in hidayetinin sonucunda kulun yaptigi bir fiildir. Varligini bildirme Allah´tan, O´nun varligini bilme ve anlama kul tarafindan, hidayet verme Allah´tan hidayeti isteme ve hidayete erme ise kul tarafindandir. Başariya ulaştirma Allah´tan, niyet, azim ve gayret kul tarafindan, ikram ve ihsan Allah´tan, verilen bu nimet ve ikramlari kabul etmek kul tarafindandir.

Yukarida sayilanlar arasinda Allah tarafindan yapilanlar yaratilmamiş, kul tarafindan olanlar ise yaratilmişlardir. Cünkü Allah, zat ve sifatlariyla gayr-i mahluktur. Kul ise bütün sifatlariyla yaratilmiştir. Allah´in sifatlarini kulun sifatlarindan ayirmayan kimseler, bidatci ve sapiktir.

Mafrugiyye mezhebine mensub olanlar, “Allah´in bizatihi Kendisi ile melekler ve hak ve adaleti gözeten ilim sahipleri O´ndan başka tanri olmadigina şahittir”(Al-i İmran, 2/18)sözüne dayanarak dedi ki, İman Allah tarafindan kula verilendir. Kur´an-i Kerim gibi yaratilmamiştir. Yukarida söylediklerimiz bu grup icin de cevap niteligindedir.

“Siz imanin bir kisminin Allah tarafindan bir kisminin da kul tarafindan oluşturuldugunu savunarak, onun kulla Allah arasinda ortak bir iş oldugunu dillendirmiş oluyorsunuz ki bu da caiz degildir”denilen cevaben denir ki :

Eşsizligini bildirme Allah´tan olup kulun kurtuluşuna sebeb olur. Bu bilgilendirme kulun hidayetini sonuc verir. Sebeb ise, sonuctan başka bir şeydir. Nasil ki rizik kulun hayatta kalmasi icin, abdest de namazin sihhati icin sebeb teşkil ediyorsa, iman icin de ayni şey söz konusudur. Buna göre abdestin, namazin bir bölümü oldugunu iddia edemeyiz. Ayni şekilde bilgilendirme Allah tarafindan olup, kul hakkinda kurtuluşun sebebidir. İman, mü´minin kalbinde bir nurdur. Dolayisiyla kul ile Allah arasinda ortaklaşa meydana getirilen bir şey degildir. Kulun kalbindeki marifet, yaratilmiştir cünkü Allah dişindaki her şey yaratilmiştir.

Eylemi yapmak, gercekleşen fiilden, rizik vermek, rizik verilenden, rizik yaratma hali, yaratilan riziktan, bildirme de bilmekten ve de düzenleme, düzenlenenden ayridir.

Mutezile ve Mütekaşşife´ye göre bunlardan her ikisi de yaratilmişlardir. Mafrugiyye ise, tarif ve marifetin her ikisinin de yaratilmamiş oldugunu ileri sürmektedir. Ehl-i Sünnet´e göre bildirme (ta´rif) Allah katindandir ve yaratilmamiştir. Marifet (Allah´i tanima) ve şartlari nelerdir?denilirse, deriz ki : Ehl-i Sünnet´e göre Allah´a, ahiret gününe, meleklerine, kitablarina, elcilerine, öldükten sonra dirilişe, kadere, hayir ve şerrin Allah´tan olduguna inanmandir. Mutezile bu konuda, “iman tüm yönleriyle kulun kendi gayretiyledir. Cünkü Allah şerri takdir etmez, kötülükle hüküm vermez ve şerri de dilemez. Zira kötülügü takdir edip, kullarini bundan dolayi cezalandiracagini düşünürsek bu, Allah tarafindan bir zulüm ve zorbalik anlamina gelirdi. Oysa O, zulüm ve zorbalik yapmaktan uzaktir”demişlerdir. Mutezile bu fikirlerinden dolayi kendilerine adalet ve tevhid ismini vermişlerdir.

Bize göre kul, yapip etmelerinden secme hakkina sahip ve fiili gercekleştirme potansiyeline de sahiptir. İlim gibi, Allah´in takdiri de, insani fiillerinden zorlamaz. Dahasi, hüküm verme hakimin sifati olup, kişinin sahip oldugu sifatlar, sahibini o sifatin gerektirdigi işi yapmaya zorlayamaz. Nitekim terzi ve maragozun dikiş ve agac yontma işini bilmeleri, onlari bu işi yapmaya zorlamaz. Kul, fiil yapmaya zorlanmadigi gibi, secme özgürlügüne sahip olup, fiili yapma potansiyeli de kendisinde mevcuttur. İşte bu yüzden cezayi hak etmiştir. Bir efendinin kölesine eve girersen hürsün, bir kocanin da ayni şekilde karisina eve girersen boşsun demelerinde oldugu gibi, azad etme ve boşama, kölenin ya da kadinin eve girmesiyle gercekleşmesi durumunda oluşur. Burada kölenin eve girişiyle azad etme olayi gercekleşmiştir.

“Efendinin yemini köleyi eve girmeye zorlamiştir”demek dogru degildir. İnsanin fiili de Allah´in hükmüyle olsa bile durum yine yukaridaki örnekte oldugu gibidir. Bu nedenle Allah´in hükmü onu bu fiili yapmaya zorlamiştir denemez.

Probleme verilecek bir başka bir cevap da şudur : Allah´in hükmü O´nun yaratiklarindan gizledigi bir sir olup, emir ve yasaklar ise Allah´in mahlukatina karşi egemenligini gösteren bir hüccettir. Kul gücü yetmesine ragmen kendisine acik olan bu şeyin geregini yapmadigi takdirde cezaya müstahak olacaktir.

“Allah, kulun kötülük yapmasina hükmettigi takdirde kulun, o hükmün dişina cikmasi mümkün degildir”dersek bu sözümüz, “Allah´a kötülügü nispet etme sonucuna bizi götürmez mi?”şeklinde bir itiraz gelirse, deriz ki : “Allah´in hükmü kulun fiilinde ayridir. Nitekim Allah, zina aletini yaratmiştir, fakat kulun yapacagi zina Allah´a nispet edilemez. Bu durum şuna işik tutmaktadir, Allah kulda organlarla birlikte hareket ve kuvveti yaratti. Kul da, fiili yapmaya olan yeterliligi/istiaat ölcüsünde yerine getirir. Allah´in hükmü ve dilemesi, kulun fiiliyle ayni dogrultuda olsa bile, kulun hareketi ve o işi icin gösterdigi caba, Allah´a nispet edilemez.

Nitekim Allah, şer, inkar ve günahlari istememiş olsaydi ve kul da bu tür olumsuz fiilleri yapmak isteyip de bunlari gercekleştirseydi, bu durumda kulun dilemesinin Allah´in iradesinin önüne gecmesi sonucunu dogururdu. Bu da küfür anlamina gelen Allah´a aczin nispet edilmesine yol acardi. Oysaki bütün dilemeler, Allah´in yüce iradesinin altindadir. Zira Allah şöyle buyurmuştur :
“Allah dilemedikce siz dileyemezsiniz”.(el-İnsan, 76/30.)


Bir kimse, “Benim dilemem, Allah´in dilegi ve iradesi dişindadir”derse bu saviyla inkar anlamina gelen rabblik iddiasinda bulunmuş olur. Hz. Ali´nin (r.a.) şu sözü dikkat cekicidir :
“Bütün meşietler/istzemeler O´nun meşietinin altindadir. Allah Firavun ve şeytanin kendisine karşi cikacagini biliyordu. Eger Allah´in, Firavunin tam ziddina, iradesinin yetersiz oldugunu dile getirmiş oluruz. Allah hakkinda bunu düşünmek caiz degildir. Cünkü ilim ortadan kalkarsa, geriye idraksizlik kalir. Allah da böyle olmaktan uzaktir.

Allah kötülükleri emretmez. Cünkü Kur´an´da Allah´in kötülügü emretmeyecegi gecmektedir. O, şöyle buyurmuştur :
“Şüphesiz Allah, kötülük ve azginligi emretmez”(el-A´raf, 7/28.)Ayette gecen ´münker´lafzindan kasit zinadir. Yine Cenab-i Hakk, “Allah bozgunculugu sevmez”(el-Bakara, 2/205.)demiştir. Burada emir-irade mukayesesi yapilmasi tutarli degildir. Cünkü Allah´in bir şeyi emretmesi durumunda, iradesi o emrin dogrultusunda olmayabilir. Nitekim İblis´e secde etmesini emretmesine ragmen, onu irade etmemiştir. Yine Adem´e de agacin meyvasindan yemeyi yasaklamaisna yani emretmesine ragmen yemesini irade etmiştir. Zira her iki durum da gercekleşmiştir. (Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf. 21-25/Doc. Dr. Ramazan Bicer)
 
Son düzenleme:

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Kader Konusu

Bil ki Allah, insanlari Adem´in soyundan yaratti. Ezeldeki antlaşma gününde (bezm-i elest) mü´min ya da kafir degildiler. Cenab-i Hakk, bu haldeyken onlara iman ve küfür yollarini gösterdi. Onlardan imani tercih edip kabul eden mü´min, tercih etmeyen kafir, kalben inamadan diliyle iman davetine icabet ettigini belirtenler de münafiktir. Bu konuda Allah şöyle buyurmuştur :

“Senin Rabbin, her ne zaman Ademogullari´nin sulblerinden onlarin soylarini cikaracak olsa, onlari kendileri hakkinda taniklik etmeye cagirir : “Ben sizin Rabbiniz degil miyim?”Onlar, cevaben : “Elbette!”derler, “Buna taniklik ederiz!”.(el-A´araf, 7/172.)

Burada, Cenab-i Hakkin “Ben sizin Rabbiniz degil miyim”, onlar da “evet sen bizim Rabbimizsin”şeklindeki ifadesi, insanlarin cesetlerini ruhlariyla beraber şu anda bulunduklari hal üzere yaratildiginin delilidir. Zira muhatab alinan ve soruya maruz kalan ruhla birlikte cesettir. Bu antlaşmadan sonra Allah onlari babalarinin sulbüne gönderdi. Ademin cocuklarini Ademin sulbünden, Ademin torunlarini da cocuiklarinin sulbünden cikardi. Zira ayette Allah, ´sulblerinden´şeklinde buyurmuştur.

Cebriyye düşüncesine göre İblis, isyan etmeden önce de kafirdi. Hz. Ebubekir ve Ömer, Müslüman olmadan önce de mü´min idiler. Peygamberler de vahiy almadan önce peygamberdirler. Ayni şekilde Yusuf´un kardeşleri büyük sucu işledileri esnada, o bir peygamber idi. İblis de secde etmek istemedi icin kafir oldu. Yine Cebriyye´ye göre kafirler inkara ve günah işlemeye mecbur olup, azaba cekileceklerdir. Mü´minler de iman etmeye ve Allah´a itaat ile kulluk etmeye mecburdurlar. Biz ise diyoruz ki : “Kul muhayyer birakilmiş olup, zorlama altinda kalmadan kendisinde taat ve masiyet potansiyeli bulunmaktadir. Yani mecbur degillerdir. Başari ve başarisizlik, kulu yardimsiz birakma/hizlan, Allah´tandir. İyi ve kötü durumlarin vuku bulmasi Allah´in cizmiş oldugu kader planinin sinirlari icerisinde olmaktadir. Bu konu kitabin sonunda ayrintilariyla yer alacaktir.

Bu söylediklerimize, “Ey mü´minler! Allah´a ve Ahiret gününe iman edin”(en-Nisa, 4/136.)şeklinde ayet delil olmaktadir. Eger mü´minler, Cebriyye´nin iddia ettigi gibi, yaratiliştan itibaren mü´min olsalardi, Cenab-i Hakk onlara iman etmelerini emretmezdi. Yine Rasulullah´in şu sözü de söylediklerimizin delilidir : “İnsanlarla Allah´tan başka ilah yok deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bu kelime-i Tevhidi söyledikleri takdirde canlarini ve mallarini korumuşlardir. Bunlarin dişinda olanlar da zimmilerdir. Onlarin hesabi Allah´a aittir”.(Buhari, zekat, 28, Müslim, İman, 32.)Eger onlar önceden mü´min kabul edilmiş olursa, bu hadisteki sözler ne konumda olacaktir. Zira mü´minle de savaşilmaz.

İstitaat/kulun fiili işleme potansiyeli, Cenab-i hakk tarafindan kula fiili işlemeden önce veya işledikten sonra kendisinde kalmasi suretiyle degil de, fiili işleme aninda fiille beraber verilmiş olup, hayir-şer, iman-küfür, itaat ve isyanin, Allah´in ezelde cizdigi plana uygun, O´nun hükmü, dilemesi, iradesi, destegi/tevfik ve yardimsiz birakmasiyla/hizlan meydana geldigini söylersek, kul hangi sebebten dolasyi ceza ve mükafati hak edecek? şeklinde bir soru sorulursa deriz ki :

Bil ki, kulluga emir Allah´tan, bu emre uyup iman etmek de kuldan, masiyeti yasaklama Allah´tan, günahlari işlemekten kacinma kuldan, kula fiili işleme gücü ve potansiyeli vermek Allah´tan, o fiili gercekleştirmek amaciyla, gayret, caba ve azim göstermek kuldandir. Kuldan bir gayret ve kasit/iktisab bulununca, Allah´tan kendisine o fiili beraber kuvvet ve istitaat verilir. Böylece kul, ödül ve cezayi kendi fiiliyle hak etmiş olur.

İmanin lütfedilmesi Allah´tan, onu kabul etme kuldan, hidayet ve hakki bildirme Allah´tan, hidayete erme marifete yönelme kuldan, bir şeyi haram kilma Allah´tan kasit, boyun egme ve dua da kuldandir. Günah işleme esnasinda kulu engellemek Allah´tan, tövbe ve istigfarin kuldan olmasi da bu kategoridendir. Kulda niyet ve eyleme yönelme meyli bulunursa, Allah´in yardimiyla, niyeti ve azmiyle yoluna devam eder. Kul gayreti, kasdi/iktisabi ile azaba veya sevaba hak kazanir. Bu da kulun durumu ve sifatidir. Bunun dişinda bir şey söyleyen sapik ve bidatcidir.

Yukaridaki soruya başka bir cevap da, kulun acik olan emir ve nehyi dikkate almadan cezayi hak etmiş olmasidir. Cennetlik olan Cehennemlik, Cehennemlik olan Cennetlik olur mu? Ya da Cennetlik ve Cehennemlik olan hayati boyunca ayni durumda mi kalir? diye sorulursa deriz ki :

Şia´daki ´Beda´(Beda, Şia firkalarina göre Allah´in ilim, irade ve tekvin sifatlarinda degişmeler meydana gelebilmesidir.)nazariyesinin aksine, Allah´in ilmi degişmez. Fakat Allah, onun ömrünün bir kismininda cennetlik, diger kisminda cehennemlik olacagini bilse, Levh-i mahfuz´da adinin şakilerden ya da saidler listesinde yazili olup, sonradan bu yazi degiştirilip şaki veya saidlerden yazilmasi caizdir. Cünkü bir cennetlik birisinin, cehennemlik, cehennemlik birinin cennetlik olmayacaginin ileri sürülmesi, vahyin ve peygamberlerin göz ardi edilmesine götürür. Bu ise itikadi acidamn caiz degildir.
(Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf. 26-28/Doc. Dr. Ramazan Bicer)
 
Son düzenleme:

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Fetret Ehlinin Dini Sorumlulugu

Akilli olup kendisine vahiy ulaşmayan ve böylece yaraticiyi tanimayan kişinin dini sorumluluk acisindan bu durumu mazeret olarak kabul edilir.

Ehl-i sünnet olan bize göre bu kişi mazur görülmez. Cünkü “Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir”deyip akil yürütmesi gerekir. Nitekim Hz. İbrahim´in deistidlali buna delildir. Konuyla ilgili ayet şöyledir : “Böylece biz İbrahim´e, Allah´in gökler ve yer üzerindeki güclü hükümranligi ile ilgili ilk kavrayişi kazandirdik ki kalben mutmain olan kimselerden olsun. Sonra, gecenin karanligi bastirdigi zaman gökte bir yildiz gördü ve haykirdi : İşte bu mu benim Rabbim!” Ama yildiz kaybolunca, “Ben batan şeyleri sevmem!”diye söylendi. Sonra, ayin dogdugunu görünce, “Benim Rabbim bu!”dedi. Ama ay da batinca, “Gercekten, eger Rabbim beni dogru yola iletmezse, ben kesinlikle sapikliga düşmüş kimselerden olurum!”dedi. Sonra, güneşin dogdugunu görünce, “İste benim Rabbim bu! Bu hepsinden en büyügü!”diye haykirdi. Ama o da kaybolunca : “Ey halkim!”diye seslendi, “Bakin, sizin yaptiginiz gibi, Allah´tan başkasina ilahlik yakiştirmak benden uzak olsun!”(el-En´am, 6/75-78.)

Ayette zikredildigi üzere Hz. İbrahim böyle bir istidlalde bulunmuştur. Kulun da buna benzer şekilde, akil yürütmesi gerekir. Mutezile bu konuda “Akliyla delil aramasina gerek yoktur. Zira akilli olmasi onun Allah´i bilmesi gerekli kilar”demektedir. Eş´ariler ve Hanbelilerden bir grup : “Bu kişinin Allah hakkinda bilgi edinmemesi mazur görülebilir ve akil yürütmesine gerek yoktur”şeklinde bir yaklaşim sergilemektedirler. Onlarin bu kaniya varmalarinin sebebi, “Biz, kendilerine bir elci göndermeden yaptigi haksizliklardan ötürü hicbir topluma azab etmeyiz”(el-İsra, 17/15.)mealindeki ayetin zahirine takilip kalmalaridir.(Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf. 29-30/Doc. Dr. Ramazan Bicer)

Bu yukaridaki ayet-i kerime şu konuda bir delil olur şayet bir kavme peygamber gelmemişse ve bu azab olur mu olmaz mi konu hakkinda ihtilaf var şu acidan Eş´arilerine göre bu kavime azab edilmez Maturidilere göre edilir. Burdaki azab dünya ile ilgili ve dünya hakkindaki o azab ve ahiret de durum böyle degildir. Maturidilere göre ahiret de azab olur ve yüce yaratanin varligini bilme veya başka ifade ile bulmasi acisindan kişi sorumludur.
 
Son düzenleme:

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Konu güzel bencede üst üste olmasın böyle paylaşılması daha iyi okuyup anlamak amacıyla daha iyi benim bir kaç defa okumak lazım bunları?
Senin kac defa okuman lazim bilmiyorum ve bu eskiden okudugum kitablardan birisidir.

Suanda bizzat pc den cikartmis oldugum yazida 1 risale kadar 7 sayfadir. Kitab kücük boy ve 150 sayfa kadardir.

Kitabin icindekiler hos oldugu gibi konu olarak ve yazida akici okunup anlanmasi icinde kolaydir.

Bazi kitablar var anlatis ve meseleyi verip islemek insani yorar ve ister istemez kafa ister ve kitab türkcede ve tercümede olsa bunu tercümeden de kaynaklanabiliyor. ibn Abidin veya Telhis-i Kelam fi Akaidi Berahini/Manastirli ismail Hakki yada ilm-i Kelam/Ömer Nasuhi Bilmen.
 
Son düzenleme:

Meryem

Sp Kullanıcı
13 Haz 2020
2,139
9,889
Senin kac defa okuman lazim bilmiyorum ve bu eskiden okudugum kitablardan birisidir.

Suanda bizzat pc den cikartmis oldugum yazida 1 risale kadar 7 sayfadir. Kitab kücük boy ve 150 sayfa kadardir.

Kitabin icindekiler hos oldugu gibi konu olarak ve yazida akici okunup anlanmasi icinde kolaydir.
Anladım o zaman ben bunları burdan okurum sonra kitabı alınca onuda okurum kitaptan olunca daha iyi anlarım
 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,923
10,677
Allah´in Birligi Ve Sifatlari

İmanin şartlarini bilmeyen mü´min olur mu olmaz mi? Mutezile dedi, İmanin bütün şartlarini bilmeyip diliyle ikrar, kalbiyle de bunlari tasdik etmedikce kişi mü´min olamaz. Kelime-i Şehadet getiren, Allah´a, Ahiret gününe, onun meleklertine, kitablarina, Peygamberlerine, İslam´in diger dinlerden üstün olduguna inanandir. Söz kousu kişi Mü´min ve Müslümandir.

Mutezile bu anlattiklarimizin, Ebu Hanife´nin görüşü oldugunu söylemiştir. O Camiu´l-Kebir(Camiu´l-Kebir, Ebu Hanife´nin ögrencisi Muhammed b. Hasan eş-Şeybani´nin (ö. 189/805) “zahiru´r-rivaye”diye bilinen ve Hanefi mezhebinin ana kaynaklarini oluşturan alti eserinden biridir.)de bu görüşünü şu şekilde belirtmiştir : “Bir kimse balig olmamiş bir kizla evlenir, kiz balig olduktan sonra kocasindan imanin şartlarini anlatmasini ister ve o da dogru bir şekilde anlatirsa, onun karisi olarak kalmaya devam eder. Eger sayamaz veya ´imanin şartlarini bilmiyorum´derse, ondan yeni mehir ve nikah gerektiren ve dönülmesi zor olacak bir boşanma (bain) ile ayrilmiş olur. Ancak biz deriz ki : “Ona İmanin şartlari anlatilir da o bunlari bilirse, karisi olarak kalmaya devam eder. Yok, eger bilmez ya da ´bunlarla ilgili bir bilgim yok´derse bu durumda bain talakla kendisinden boşanmiş sayilir”.

Bu kainatin yaraticisinin varliginin delili nedir?diye sorulursa, biz deriz ki, eserin varligi onu yapan bir ustaya delalet eder. Dehriler(Dehriler, alemin ezeli oldugunu ve bir yaraticisinin bulunmadigini savunan materyalist felsefe akimidir.), Zenadika(Zindik kelimesinin cogulu olup, dinden yüz ceviren veya dini konulardan sapik düşüncelere sahip kimsedir.), ve Naturalistler, embriyo kadim oldugu gibi, bitkiyi büyüten ve yeşerten dane de öncesizdir. Alemin oluşumunu dört unsur saglamaktadir. O dört şey, havanin soguklugu, ateşin sicakligi, suyun islakligi ve yerin kurulugudur”şeklinde bir tez ileri sürmektedirler.

Bu görüş sahiplerine, “Biz mera, ot ve agac gibi yazin kuruyup kişin yeşeren şeyler gördük. Bunlardan fasulye, bakla ve benzerleri de kurumamaktadir. Bunlari, söz konusu dört olayin gercekleşmesiyle bizzat tabiatin ürünü olsalardi, ekinlerle otlarin hükmünün farkli olmamasi gerekirdi. Yani hepsinin ayni kural dogrultusunda, ayni zaman, şart ve şekillerde meydana gelmesi gerekirdi. Oysaki degiller, farkli olduklari ortaya cikinca bitkilerin yeşermesinin, kadir olan bir ustanin yaratma olayi sonucu var oldugu anlaşilir. Yine, ayni şekilde ayni yerde yetişip, renkleri, meyveleri ve tatlari farkli olan agaclar gördük. Oysa onlarin yapicisi olarak öne sürülen su, hava, yer ve ateşin sicakligi, o alandaki her karede aynidir. Bu delil şu Ayeti Kerime´den alinmiştir :

“Ve yeryüzünde birbirine komşu ama yine de yapi olarak birbirinden ayri nice kara parcalari, üzüm baglari, hububat ekili tarlalar, bir kökten sürgün verip küme halinde ya da tek başina boy veren hurma agaclari vardir ki hepsi de ayni suyla sulanirlar : hal böyleyken yine de insanlara ve hayvanlara sagladiklari ürünler bakimindan Biz onlarin bazilarini bazilarina üstün kiliyoruz. Dogrusu, bütün bunlarda aklini kullanan insanlar icin mutlaka cikarilacak dersler vardir”.(er-Ra´d, 13/4.)

Allah´in Sifatlari

Allah´in sifatlari, zati ve fiili olmak üzere iki kategoride toplanmaktadir. Zati(subuti) sifatlara gelince, hayat, kudret, sem, basar, ilim, kelam, meşiet ve irade gibi sifatlardir. Fiili sifatlar ise, yaratma, rizik verme, üstün kilma, nimet verme, ihsan, rahmet, bagişlama ve hidayet gibidir.

Cenab-i Hakk bütün sifatlari ve isimleriyle birdir (Vahid). Yine bütün sifat ve isimleriyle kadim ve ezelidir. Bu birlik, on rakamina kadar sayilardan birinin durmundaki gibi olmayip, sifat ve isimleri onun ne ayni ne de gayridir. Eger bu sifatlar Allah´tir dersek, bu sözümüz bizi iki ilahin var oldugu sonucuna götürür. Oysa Allah, ortagi olmayan ve kendisinden başka tanri bulunmayan eşsizdir. “Bu sifatlar zatindan başka bir şeydir”dedigimizde de, onlarin sonradan meydana geldigi sonucuna ulaşiriz ki bu da itikadi acidan caiz degildir.

Allah´in sifatlarinin kadim ve ezeli oldugunun dayanagi nedir?diye sorulsa cevaben deriz ki :

Allah, eger ezelde kadir olmasaydi, kudreti nasil yaratirdi? hayati, işitmeyi, görmeyi yarattigi zaman da bunlara kudret sifati olmadan kadir olabildi. Eger ezelde alim olmasaydi, ilmin ne oldugunu nereden bilebilirdi? Bu iddia Allah´a acz ve cehalet sifatlarinin yakiştirilmasina yol acar. Bu ise O´nun hakkinda kesinlikle düşünülmesi mümkün olmayan bir şeydir. Hidayeti kuluna nasib kilan Allah´tir.

Fiili sifatlar da, zati sifatlar konusunda söyledigimiz gibi, ezeli ve kadimdir. Zati sifatlar konusunda gectigi gibi, bu sifatlar da zatinin ne aynidir ne de gayridir. Eş´ariler Allah´in fiili sifatlari konusunda, “Bütün bu sifatlar sonradan meydana gelmiştir”demektedir. Yine bu firka müntesibleri demişlerdir ki : “O, yaratma fiilini yapmadan yaratma sifati, yaratiklara da rizik vermeden önce de rizik verme sifati yoktu”.

Biz diyoruz ki : “Allah, yaratmadan da ve yarattiklarina rizik vermeden öncede, Halik ve Rezzak diye isimlendirilebilir. Nitekim biz kullardan dikiş konusunda birimiz maharete sahipse, elbise dikmeden de kendisine terzi denilebilir. Ayni şekilde Allah, yaratma ve rizik vermeye kadir oldugu icin Halik ve Rezzak olarak isimlendirilir. Her ne kadar ahiret hayati şu anda yaratilmamiş olsa da, Allah kendisi icin ´Din gününün sahibi´demiştir. Eger onu yaratmaya kadir olmasaydi, kendisini ´Din gününü yaratan´olarak nitelendirmezdi. Buradaki durum da yukaridaki gibidir. Fakat bu cevap saglam degildir. Buna verilecek dogru cevap ise, bu sifatlarin Allah´in zatiyla beraber ezeli olarak kaim olmasidir. Cünkü bu sifatlar, ezelden beri zatiyla beraber kaim olmasaydi, Yüce Allah´in zati, muhdesleri/sonradan ortaya cikanlari, kendisinden barindirmiş olacakti. Bunu, Allah hakkinda düşünmek yasaktir. Dogru yolu gösteren Allah´tir.(Bahru´l-Kelam-Ebu´l-Muin en-Nesefi Tercümesi, Sf. 31-33/Doc. Dr. Ramazan Bicer)
 

Son mesajlar