Dualarım Neden Kabul Olmuyor? mu diyorsun?
Sen de böyle diyenlerdensen kardeşim belli ki bir derdin var. Sana göre büyük, çok büyük. Ya da bir isteğin. Olmasını her şeyden çok istiyorsun. Dua ettin. Günlerce, haftalarca, aylarca hatta belki yıllarca. Ama baktın ki, istediğin şey her ne ise bir türlü gerçekleşmiyor. Ya da istediğin bir tek şey değil belki birçok şey istediğin gibi olmuyor. Senin tabirin ile duaların kabul olmuyor. Ve bu noktadan daha ilerisini düşünmeye başlatıyor şeytan sana; (Haşa!) Allah beni duymuyor mu, beni sevmiyor mu? vs.vs. İçine bu şüphe ve itimadsızlık düştükten sonra en küçük bir sorunda isyan alevleri yükselmeye başlıyor içerden; Neden hep ben?, Herşey beni mi bulur? Yeter Artık!, Off, Poff!
Peki acaba gerçekten öyle mi? Elbette değil. Rahman ve Rahim olan Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyurur ki;
Bana dua edin, size cevap vereyim. [Mümin Sûresi, 40:60]
Tamam işte diyorsun ben dua ediyorum ama kabul olmuyor. Halbuki;
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (talep edilen şeyin aynısını) vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir. Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: Ya hekim, bana bak.
Hekim Lebbeyk, der. Ne istersin? Cevap verir.
Çocuk Şu ilâcı ver bana der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. 1
İşte biz de buradaki haylaz çocuk gibi, neyin bize zarar veya yarar olacağını bilmeden birşeyi ısrarla isteriz. Yalnızca isteriz. Zaten onun geleceğimize ve bilhassa ahiretimize vereceği zararı veya yararı anlamaktan da aciziz, tıpkı çocuğun hangi ilacın ona iyi geleceğini anlamaktan aciz olması gibi. Cenab-ı Hak, her yerde hazır ve nazır olduğu için, biz her dua ettiğimizde, Lebbeyk der, bize cevap verir. Ve bizim vahşetimizi, yalnızlığımızı, kimsesizliğimizi, yakınlığı ve huzuruyla ünsiyete çevirir. Ancak, hikmetine binaen, istediğimiz şeyin ya aynısını, ya daha iyisini verir ya da bizim için zararlı olduğunu bildiğinden hiç vermez. Mesela biz bir elma isteriz Allah bize, 1 yıl sonra 1 kilo elma gönderir. Hem şuan o elmayı yesek belki bize karın ağrısı yapacaktı. Ya da bu dünyada hiç vermez, fani ve geçiçi bir lezzet yerine, ahirette bize ebedi bir elma yedirir. Ya da,
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. Duası kabul olunmadı denilmez. Daha evlâ bir surette kabul edildi denilir. Hem bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. Duası reddedildi denilmez. Belki, Daha enfâ bir surette kabul edildi denilir, ve hâkezâ 2
Ayrıca bilmemiz gereken en önemli nokta şu ki sevgili kardeşim, hadis-i şerifte Resulullah salllahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur,
Dua ibadetin ta kendisidir. [Tirmizi]
Yani dua başlı başına bir ibadet. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi,
Dua bir ibadettir. Abd (kul), kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zâhirî (görünen) maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin vakitleridir; hakikî faideleri değil. İbadetin faidesi âhirete bakar. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, O dua kabul olmadı denilmez. Belki Daha duanın vakti bitmedi denilir. 3
Mesala yağmursuzluk yağmur namazının vaktidir, sebebi değil. Yani yağmur gelmediği için insanlar yağmur duasına çıkmıyor, yağmursuzluk yağmur duasının vakti olduğu için dua ediliyor. Asıl gaye, yağmurun gelmesi gibi dünyevi bir yarar değil, tam tersi yağmursuzlukla yağmur duasının vaktinin girmesi. Tıpkı akşam vaktinin girmesiyle akşam namazını, sabah vakti girmesiyle de sabah namazını kılmamız gibi. Bizler akşam veya sabahın kendisi için değil, akşamla birlikte akşam namazının, sabahla birlikte sabah namazının vakti girdiği için namaz kılıyoruz.
Dua etmek başlı başına bir ibadet olduğundan, hiçbir şeye alet edilemez. Allah yağmur duası sonunda yağmur vermezse, yağmur duası kabul olmadı denmez, çünkü, duanın asıl faydası ahirete bakar. Burada yağmur vermese bile, dua bir ibadet olduğundan, o ibadetin karşılığını ahirette mutlaka verir. Aynı şekilde, başımıza bir musibet veya hastalık geldiğinde de bilmeliyiz ki bu vakitler duanın vakti. Sadece hastalığımızın geçmesi ya da musibetin ortadan kalkması için değil, şuan dua vakti girdi ve dua başlı başına ibadet şuuruyla dua ettiğimiz zaman, bu dua kabule daha layık olur. Eğer musibet ortadan kalkmazsa veya o hastalık geçmezse, duamız kabul olmuyor diye düşünmemeli, tam tersi Allah bu dualarımın karşılığını ahirette daha güzel bir surette verecek, hem onları benden kaldırmıyorsa vardır bir hikmeti düşüncesi taşımalıyız. Çünkü insan en samimi duayı başı sıkıştığında yapar. Allah da bizi imtihan eder, sabrımızı ölçer, Ona itimadımızı, tevekkülümüzü ölçer, duamızı duymak ister ve daha birçok hikmet.
Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh (sadece Allah rızası için) olmalı.Yalnız aczini izhar edip (gösterip), dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli. 4
Evet biz kulların görevi, (haşa) Cenab-ı Hakkı sorgulayıp, niye vermedin diyerek, rahmetini küçük görmek ya da işine karışma cüretinde bulunmak değil, tam tersi bize ihsan ettiklerine razı olmak, verdiklerinin de vermediklerinin de arkasında bir hikmetin ve bizim için yararın var olduğunu anlamak, ve her ne olursa olsun tedbiri Ona bırakmak. Ve kesin olarak bilmeliyiz ki dua kulluğun özü. Biz, ellerimizi açtıkça, başımızı secdeye koydukça, en çaresiz anlarımızda Ya rabbi! diye fısıldadıkça, acizliğimizi ve fakirliğimizi anlayacağız ve Rabbimizin dergahına iltica edeceğiz. Zira Rabbimiz ne buyuruyor;
(Ey Resûlüm!) De ki: Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin? [Furkan, 77]
Ve yine Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi;
Duanın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp 6; ( Alemlerin Rabbi olan Allaha hamd olsun.) der 5
Notlar:
1: 23.Söz, Sözler, Risale-i Nur Külliyatı
2: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı
3: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı
4: 23.Söz, Sözler, Risale-i Nur Külliyatı
5: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı
Sen de böyle diyenlerdensen kardeşim belli ki bir derdin var. Sana göre büyük, çok büyük. Ya da bir isteğin. Olmasını her şeyden çok istiyorsun. Dua ettin. Günlerce, haftalarca, aylarca hatta belki yıllarca. Ama baktın ki, istediğin şey her ne ise bir türlü gerçekleşmiyor. Ya da istediğin bir tek şey değil belki birçok şey istediğin gibi olmuyor. Senin tabirin ile duaların kabul olmuyor. Ve bu noktadan daha ilerisini düşünmeye başlatıyor şeytan sana; (Haşa!) Allah beni duymuyor mu, beni sevmiyor mu? vs.vs. İçine bu şüphe ve itimadsızlık düştükten sonra en küçük bir sorunda isyan alevleri yükselmeye başlıyor içerden; Neden hep ben?, Herşey beni mi bulur? Yeter Artık!, Off, Poff!
Peki acaba gerçekten öyle mi? Elbette değil. Rahman ve Rahim olan Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde şöyle buyurur ki;
Bana dua edin, size cevap vereyim. [Mümin Sûresi, 40:60]
Tamam işte diyorsun ben dua ediyorum ama kabul olmuyor. Halbuki;
Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (talep edilen şeyin aynısını) vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir. Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: Ya hekim, bana bak.
Hekim Lebbeyk, der. Ne istersin? Cevap verir.
Çocuk Şu ilâcı ver bana der.
Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez. 1
İşte biz de buradaki haylaz çocuk gibi, neyin bize zarar veya yarar olacağını bilmeden birşeyi ısrarla isteriz. Yalnızca isteriz. Zaten onun geleceğimize ve bilhassa ahiretimize vereceği zararı veya yararı anlamaktan da aciziz, tıpkı çocuğun hangi ilacın ona iyi geleceğini anlamaktan aciz olması gibi. Cenab-ı Hak, her yerde hazır ve nazır olduğu için, biz her dua ettiğimizde, Lebbeyk der, bize cevap verir. Ve bizim vahşetimizi, yalnızlığımızı, kimsesizliğimizi, yakınlığı ve huzuruyla ünsiyete çevirir. Ancak, hikmetine binaen, istediğimiz şeyin ya aynısını, ya daha iyisini verir ya da bizim için zararlı olduğunu bildiğinden hiç vermez. Mesela biz bir elma isteriz Allah bize, 1 yıl sonra 1 kilo elma gönderir. Hem şuan o elmayı yesek belki bize karın ağrısı yapacaktı. Ya da bu dünyada hiç vermez, fani ve geçiçi bir lezzet yerine, ahirette bize ebedi bir elma yedirir. Ya da,
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. Duası kabul olunmadı denilmez. Daha evlâ bir surette kabul edildi denilir. Hem bazan kendi dünyasının saadeti için dua eder. Duası âhiret için kabul olunur. Duası reddedildi denilmez. Belki, Daha enfâ bir surette kabul edildi denilir, ve hâkezâ 2
Ayrıca bilmemiz gereken en önemli nokta şu ki sevgili kardeşim, hadis-i şerifte Resulullah salllahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurur,
Dua ibadetin ta kendisidir. [Tirmizi]
Yani dua başlı başına bir ibadet. Bediüzzaman Hazretlerinin de dediği gibi,
Dua bir ibadettir. Abd (kul), kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zâhirî (görünen) maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duaiyenin vakitleridir; hakikî faideleri değil. İbadetin faidesi âhirete bakar. Dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, O dua kabul olmadı denilmez. Belki Daha duanın vakti bitmedi denilir. 3
Mesala yağmursuzluk yağmur namazının vaktidir, sebebi değil. Yani yağmur gelmediği için insanlar yağmur duasına çıkmıyor, yağmursuzluk yağmur duasının vakti olduğu için dua ediliyor. Asıl gaye, yağmurun gelmesi gibi dünyevi bir yarar değil, tam tersi yağmursuzlukla yağmur duasının vaktinin girmesi. Tıpkı akşam vaktinin girmesiyle akşam namazını, sabah vakti girmesiyle de sabah namazını kılmamız gibi. Bizler akşam veya sabahın kendisi için değil, akşamla birlikte akşam namazının, sabahla birlikte sabah namazının vakti girdiği için namaz kılıyoruz.
Dua etmek başlı başına bir ibadet olduğundan, hiçbir şeye alet edilemez. Allah yağmur duası sonunda yağmur vermezse, yağmur duası kabul olmadı denmez, çünkü, duanın asıl faydası ahirete bakar. Burada yağmur vermese bile, dua bir ibadet olduğundan, o ibadetin karşılığını ahirette mutlaka verir. Aynı şekilde, başımıza bir musibet veya hastalık geldiğinde de bilmeliyiz ki bu vakitler duanın vakti. Sadece hastalığımızın geçmesi ya da musibetin ortadan kalkması için değil, şuan dua vakti girdi ve dua başlı başına ibadet şuuruyla dua ettiğimiz zaman, bu dua kabule daha layık olur. Eğer musibet ortadan kalkmazsa veya o hastalık geçmezse, duamız kabul olmuyor diye düşünmemeli, tam tersi Allah bu dualarımın karşılığını ahirette daha güzel bir surette verecek, hem onları benden kaldırmıyorsa vardır bir hikmeti düşüncesi taşımalıyız. Çünkü insan en samimi duayı başı sıkıştığında yapar. Allah da bizi imtihan eder, sabrımızı ölçer, Ona itimadımızı, tevekkülümüzü ölçer, duamızı duymak ister ve daha birçok hikmet.
Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh (sadece Allah rızası için) olmalı.Yalnız aczini izhar edip (gösterip), dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli. 4
Evet biz kulların görevi, (haşa) Cenab-ı Hakkı sorgulayıp, niye vermedin diyerek, rahmetini küçük görmek ya da işine karışma cüretinde bulunmak değil, tam tersi bize ihsan ettiklerine razı olmak, verdiklerinin de vermediklerinin de arkasında bir hikmetin ve bizim için yararın var olduğunu anlamak, ve her ne olursa olsun tedbiri Ona bırakmak. Ve kesin olarak bilmeliyiz ki dua kulluğun özü. Biz, ellerimizi açtıkça, başımızı secdeye koydukça, en çaresiz anlarımızda Ya rabbi! diye fısıldadıkça, acizliğimizi ve fakirliğimizi anlayacağız ve Rabbimizin dergahına iltica edeceğiz. Zira Rabbimiz ne buyuruyor;
(Ey Resûlüm!) De ki: Eğer duânız olmasa, Rabbim size ne diye ehemmiyet versin? [Furkan, 77]
Ve yine Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi;
Duanın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli herşeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp 6; ( Alemlerin Rabbi olan Allaha hamd olsun.) der 5
Notlar:
1: 23.Söz, Sözler, Risale-i Nur Külliyatı
2: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı
3: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı
4: 23.Söz, Sözler, Risale-i Nur Külliyatı
5: 24. Mektub, Mektubat, Risale-i Nur Külliyatı