Fıkıh Usulunun Tarihçesi

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,945
10,807
1,626
Fıkıh Usulünün Tarihçesi

Fıkıh usulünün tarihçesine geçmeden önce, Kur'an'ı anlama ve yorumlama yönünde oluşan disiplinlere, tarihsel olarak, bir göz atmakta yarar vardır.

Kur'an'ı anlama ve yorumlama işi, başlangıçta 'fıkıh' olarak ortaya çıkmış*tır. Fıkıh sözcüğünün, gerek Kur'an'dakİ, gerekse Sünnetteki bazı kullanımları, bu tesbiti doğrular mahiyettedir. Tevbe suresi 122. ayette "Müminlerin hepsinin birden savaşa koşuşması gerekli değildir; içlerinden birkısmı geride kalıp, dinde fıkıh sahibi olmaya çalışsınlar ve savaşa gidip döndüklerinde, diğerlerini inzar etsinler"denilmektedir. Hz. Peygamber de, "Allah kime hayır murad ederse dinde fıkıh sahibi yapar" ve Ibn Abbas için yaptığı bir duada "Allahım bunu dinde fikıh sahibi yap demiştir. Buna göre, sözlük anlamı itibariyle, anlamak ve kavra*mak olan fıkıh sözcüğü'yukarıdaki ayet ve hadislerdeki kullanımlarının bir so*nucu olarak, bütün olarak dini, daha doğru bir deyimle Kur'an'ı anlamak anla*mında olup, daha sonra fıkıh adıyla ortaya çıkacak özel disiplinin adı değildir. Yine bu tesbiti desteklemek üzere, Ebu Hanife'nin, fıkhı; -inanç, ahlak, ibadet, hukuk konularını da içine alacak bir içerikle- 'Kişinin lehine ve aleyhine olanı bilmesidir' diye tanımladığını ve daha ziyade inanç konularına dair yazdığı eserine *el-Fıkh'l-Ekber' adını verdiği hatırlanabilir. Başlangıçtaki durum bu olmak*la birlikte, sonraları gitgide, Kuran "m içerdiği farklı konular etrafında çeşitli ilmî disiplinler oluşmaya başlamıştır.

Benzetmek yerindeyse, tıpkı felsefenin başta küllî bir ilim iken, gitgide fel*sefe içerisinden, ilimlerin bağımsızlık kazandığı gibi, dini anlamak ve kavramak anlamındaki 'fıkıh' deyimi de, ilk zamanlarda, daha sonra ayrılacak akaid, tefsir, ahlak (tasavvuf) vb. gibi ilmi branşları içine alacak şekilde küllî bir içerik taşı*makladır. Bu noktadan hareketle, tüm İslam bilimlerinin, bu küllî anlamdaki fı-kıh'tan ayrılıp, belli oranda bağımsız birer disiplin haline geldikleri söylenebilir. Başlangıçta, akaid ve ahlak (tasavvuf) da fıkıh kapsamında düşünüldüğü halde, bunlar zamanla bağımsız birer disiplin haline gelmişlerdir. Genel çerçeve içeri*sindeki birlik ve bütünlük bozulmadığı sürece bu ayrılmalar, Kur'an'ın içeriğinin netleşmesi ve daha derinlemesine kavranması bakımından yararlı sayılabilir. Özetle söylemek gerekirse, fıkıh, başlangıçta, *dinin kavranması' içeriğini taşı*makta olup, dinin temel kaynağı da Allah'ın Kitabı olunca, fıkıh, Kur'an'ın anla*şılması ve yorumlanması çabası olarak değerlendirilebilir. Zaman bakımından, daha sonra oluşan kelam, tefsir ve hadis gibi disiplinler, görünüşte müstakil gibi görünseler de, gerçekte, küllî anlamdaki fıkhın, yardımcı alt dallarıdır. Akaid il*mine, küllî ilim vasfı yüklenip, diğer yan dallar bağımsız birer disiplin olarak ge*lişmeye başlayınca 'fıkıh ilmi' de, özel bir. disiplin halini almıştır.

Bu sürecin yaklaşık olarak müetehid imamlar döneminden itibaren tamam*lanmaya başladığı söylenebilir. Bu dönemde müetehidler, kendilerine mahsus yorum yöntemleri oluşturmaya başladılar. Bu dönemden Öncesinde^ugün bizim anladığımız manada bir fıkıh usulünden bahsedilmez. Fakat bu, öncekilerin (sa*habe ve tabiun fakihleri) bir delil anlayışlarının ve yorum yöntemlerinin olmadığı anlamına gelmez. Nitekim Muaz b. Cebel'in 'Öncelikle Kitâb (Kur'an) ile, bura*da yoksa Sünnet ile hüküm veririm. Bu ikisinde de bulamazsam ictİhad ederim (meseleyi çözümsüz bırakmam)' şeklindeki Hz. Peygamberin tasvibini kazanan sözleri, daha Hz. Peygamber zamanında bir deliller hiyerarşisinin ve -her ne ka*dar esasları ve terminolojisi açıklanmış değilse de- yorum yöntemi anlayışının varlığını göstermektedir. Biz, Muaz'ın 'ietihad ederim' sözünü, sonraki dönemler*de oluşturulan tüm yorum yöntemlerini içine alabilecek bir genişlikte anlıyoruz. Bu itibarla müetehid imamların istihsân, ıstıslâh, sedd-İ zerîa, Medine halkının amelî vb. gibi adlarla kullandıkları yorum yöntemlerinin, hatta Sünnetin sübut ve kabul şartlarına ilişkin anlayışlarının çekirdek olarak sahabe ve tabiun uygulama*larında -daha da geriye götürülebilir- bulunduğunu söylüyoruz. Müetehid imam*ların, belli tabiun ve sahabe guruplarına nisbet edilmesi de bu yüzden olsa gerek*tir.Muctehid imamlar dönemine gelindiğinde, istinbat ve istidlalin objektif esaslarının tesbiti bir ihtiyaç olarak kendini göstermeye başlamıştır.

Bunun sosyo-psikolojik sebepleri üzerinde durmayacağız. Şu kadarını belirtelim ki, ob*jektif metodoloji (deliller anlayışı ve yorum sistemi), yapılan çıkarımların ve or*taya konulan kanaatlerin kabulünün bir önşartı olduğu gibi aynı zamanda sapma*ların ve spekülasyonların, bir ölçüde, freni olmuş ve bu sayede keyfi hüküm ver*menin önüne geçilmiş, ya da hiç değilse, keyfi hükümlerin değerlendirileceği bir ölçü, kriter görevini üstlenmiştir.

Fıkıh usulünün, birbirinden farklı birkaç tanımı bulunmaktadır. Fıkıh usu*lünün, lafzî tanımı, 'fıkhın delilleri" şeklindedir. Tabiatıyla bu tanım, -en azından metodolojiye değinmediği için- fıkıh usulünün muhtevasına uygun düşmemekte*dir Bâcî'nin 'şer'î hükümleri bilmenin, kendisi üzerine bina edildiği temeller' şeklindeki fıkıh usulü tanımı da bu tanımla hemen hemen aynıdır.

Yaygın tanıma göre fıkıh usulü; şer'î fer'î hükümleri, tafsîlî (ayrıntılı) delillerinden istinbata yarayan kuralları bilmektir.Bu tanım da yeterli değildir. Çün*kü bu tanım, -fıkh'ın; şer'î ferî hükümleri, 'istidlal yoluyla' tafsili delilerinden ha*reketle bilmek şeklinde tarif edildiği hatırlanacak olursa- usulcü ve fakihin faali*yet alanını ayırmaktan uzak görünmekledir. Çünkü netice itibariyle fakîh de is-tinbat yapabilmek için söz konusu kuralları bilmek durumundadır. Sonuç itiba*riyle fakih ve usulcünün faaliyet alanı birbirine karışmaktadır. Öyle sanıyorum ki bu tanımda delillerin (icmalî deliller) zikredilmemesinin nedeni, delillerin zaten bilindiği ve kabul edildiği varsayımı ya da belki de delilleri belirleme ve isbat işi*nin kelam ilmine ait olduğu düşüncesidir.Diğer bir tanıma göre fıkıh usulü; hükümlerin delillerini (=Kitâh, Sünnet ve icmâ') -bunların sabit olma yollarını, sıhhat şartlarını- ve hükümlere delalet yönlerini bilmekten ibarettir. Bizce bu tanım yukarıda verilen iki tanımdaki ek*siklikleri nisbeten gidermektedir. Ancak tanımda geçen 'bilmek' sözcüğü usulcü*nün misyonu ve fıkıh usulünün fonksiyonu açısından kanaatimizce biraz hafif kalmaktadır. Bu itibarla tanımdaki 'bilmek' sözcüğü yerine 'belirlemek' sözcüğü*nün getirilmesi ve tanıma delillerin de dahil edilmesi uygun gözükmektedir.
 

Ali

Sp Kullanıcı
15 Eyl 2017
5,945
10,807
1,626
Buna göre, usulcünün görevi, öncelikle, amelin (davranış, uygulama) te*mellerini (delillerini) belirlemek, daha sonra bu delillerden hüküm çıkarmaya ya*rayacak bir metodoloji (yorum sistemi) oluşturmaktır. Bu itibarla usulcü belirlediği bu delillere ve oluşturduğu yorum sistemine ilişkin tutarlı bir alt yapı ve kabul zemini hazırlamak durumundadır. Mesela; geleneksel usul kitaplarında ge*nel olarak Sünnet'e uyma yani Sünnetin bir delil olarak kabulü anlayışı, aslu'l-usûl olan Kur'an'da Hz. Peygamber'e uymayı emreden ayetlere dayandırılmıştır. Sünnetin hüküm çıkarımında bir delil olarak kabul edilmesi ve kullanılması, kul*lanılacak hadisin Hz. Peygamber'e aidiyetinde kuşku bulunmaması şartına bağlı*dır. Bu bakımdan, habcr-i vahidlerin Hz. Peygambere aidiyetinde bir ölçüde kuş*ku bulunduğu bulunduğu için, haber-i vahidin delil olarak kullanılması (habcr-i vahidle amel işi). Hz. Peygambere uymayı emreden ayetler kapsamına dahil edi*lememiş, bunun yerine haber-i vahidle amel işi, sahabenin bu yöndeki icma'ına dayandırılmıştır. Meşruiyet temeli açısından kıyas da haber-i vahid gibi değer*lendirilmiştir. İcma'ın bir delil olarak belirlenmesi de, aynı şekilde, Kur'an'dan ve Sünnet'len temellendirilmiştir. Demek oluyor ki usulcünün öncelikli görevi, hü*küm istinbatında kullanılacak delilleri belirlemek ve meşruiyet temellerini gös*termektir. Amele ilişkin lek tek ayetlerden ve tek tek hadislerden hüküm çıkarma işi ise usulcünün değil fakihin faaliyet alanına girmektedir. Usulcü, ikinci olarak, bu delillerin hüküm çıkarımında kullanılması için bir metodoloji (yorum sistemi) oluşturur. Tabiatiyle bu metodolojinin, her şeyden önce belirlenen delillerden ha*reketle yapılması, hiç değilse onlara aykırı olmaması gerekir. Usulcünün, delil belirlemesi yaparken, inanç temelleri (usûlu'l-i'tikad) ile bağlantılı ve ilişkili ol*ması gerektiği gibi, metodoloji oluştururken de şer'î hükümlerden ve fıkıhtan (daha doğrusu özellikle Hz. Peygamberden müetehid imamlara kadar olan dö*nemdeki fıkhî çözümlerden) ve arap dili, kelam gibi ilgili bilim dallarından isti*fade edecektir.

Fıkıh usulü alanında yazılan ve bize ulaşan ilk fıkıh usulü kitabı Şafiî'nin er-Risâle'sidir. Burada fıkıh usulü konusunda ilk kitap yazanın kimliğine ilişkin tartışmaları zikretmeyi gereksiz görüyoruz. Yukarıdaki ifadelerimizden de anla*şılacağı üzere, fıkıh usulünün oluşumu uzun bir sürecin sonucunda gerçekleştiği için, bu alanda ilk kitap yazanı mucit saymak taassuptan öte gitmez.

Sonraları fıkıh usulü alanında pek çok kitap yazılmıştır. Bunların pekçoğu günümüze ulaşmadığı ve ulaşanlar da neşredilemediği için, fıkıh usulünün oluşum ve gelişim süreci henüz yeterince açık ve belli değildir.Öyle sanıyoruz ki hicri IV. aşıra gelinceye değin fıkıh usulünün birçok konusu hararetle tartışılmış ve bu dönemde orijinal görüşler ortaya çıkmıştır. Bu meyanda olmak üzere ha*ber-i vahid, icma. Medine halkının ameli gibi konular tartışılmış, kaynaklarda be*lirtildiğine göre lehle ve aleyhte birçok risale ve kitap yazılmıştır. Dağınık bir gö*rünüm arzeden fıkıh usulünün bütün konuları, yaklaşık bir tahminle hicrî IV. asırda bir kitap içerisinde toplanmaya başlamıştır. Bu alanda ilk kapsamlı kitap olarak, Kadı Ebu Bekr Bakıllanî'nin et-Takrîb ve'1-lrşâd'ını görmekteyiz. Bu ki*tap günümüze ulaşmamakla birlikte, n+uhtevası sonraki usul kitaplarında büyük oranda korunmuştur. Gazâlî bu kitaptan, ya doğrudan ya da hocası Cüveynfnİn bu kitaba yaptığı telhis kanalıyla, çok istifade etmiştir. Hanefilerde, İbn Semâa (ö. 233/847) ve Matüridî'ye (ö. 333/944) fıkıh usulü alanında kitap nisbet edil*mekte ise de. bize ulaşan ilk eser Kerhî'inin 'el-UsûT adlı risalesidir. Bu eser tek*nik anlamda bir usul kitabı olmaktan ziyade, Hanefi ekolünde fıkıh usulü anlayı*şının oluşumuna ışık tutacak biçimde, genel kuralları içermektedir. Tabiaüyla bu genel kurallar, ö/cllikle îmanı Muhammed'in kitapları olmak üzere, önceki kitap*larda çözümlenmiş ve dağınık bir görünüm arzeden meselelerden hareketle ve bir yönüyle onların ilkeler ve kurallar etrafında toplanması amacıyla ortaya konul*muştur. Bu eser, Hanefilerin meselelerden kurala ulaşma üslubunun bir gösterge*si sayılabilir. Hanefilerde usul konularını toplayan ilk kitap bildiğimiz kadarıyla Ebu Bekr Razi el-Cessas'ın 'el-Fusûl fi'1-UsûT adlı eseridir. Bu eserin ilk üç cildi tahkikli olarak neşredilmiştir.

Yazılım amacına göre değerlendirilecek olursa, Şafiî'den Gazâlîye kadar yazılan usul kitaplarının, genelde, mensup oldukları mezhep imamlarının yorum sistemlerini ortaya koymak, desteklemek ve geliştirmek amacını taşıdığı söylene-bilirse de, bunun yanında, aynı yorum prensiplerinin yeni istinbatlarda kulanıl-masının da hedeflenmiş olduğu açıktır. Gazali"den sonra, başka bir deyişle, ieti-had kapısının kapandığı kanaatinin yaygınlaştığı, yaklaşık hicrî V. asırdan itiba*ren yazılan usul kitaplarında, birkaç istisna dışında, bu hedefin bir kenara itile*rek, işin kendi mezhebini üstün çıkarma, diğerlerini eksik ve yanlış gösterme ve bir anlamda tarihi bilgi verme amacının ön plana çıktığı söylenebilir.

Fıkıh usulü kitaplarının yazılımında 'Fukahâ metodu' ve 'Mütekellimûn' metodu olmak Üzere belli başlı iki metod takıp edildiği söylenmektedir. Fukaha metodu özellikle Hanefilerin takip ettiği bir metod olup, temel özelliği fıkhî Ör*neklerden kurallara gidilmesidir. Mütekellimûn metodu ise, genelde Hanefıler dı*şındakilerin yazım metodu olup, temel özelliği kuralların öncelikle tesbit edilip, meselelere uygulanmasıdır. Bu yüzden fukaha metoduyla yazılan eserlerde fıkhi örnekler çok sayıda bulunur. Buna mukabil mütekellimûn metodunda fıkhî mese*leler, -sadece örnekleme kabilinden olmak üzere- az sayıdadır. Burada hangi me*todun diğerine nazaran tistün olduğu tartışmasına girmek istemiyorum. Bu husus bakış açılarına göre değişebilir. Önemli olan hangi metodun daha işlek ve daha gerçekçi olduğudur.

Bu iki metoda göre yazılan ve daha sonrakilere kaynaklık eden temel fıkıh usulü kitapları şunlardır:Mütekelfimun metodu:* Kadı Abdulcebbar (ö. 415), el-Umed fi Usuli'1-Fıkh ve en-Nihaye fi Usu-li'I-Fıkh,* Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Ali el-Basrî el-Mu'tezilî (ö. 436/1044), el-Mu'temed fîUsûli'1-Fıkh* İmamu'l-Haramcyn Abdulmelik b. Abdülah el-Cüveynî eş-Şafiî (ö. 478/1085), cl-Burhân lî Usûli'1-Fıkh,* Ehû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Ga/âlî eş-Şâfiî (Ö. 505/1111), cl-Mustcsfâ min İlmi'1-UsûlFukahâ metodu:* Ebu Bekr b. Ahmed b. Ali er-Râzi el-Cessâs (ö. 370/980), el-Fusûl fi'l-Usûl,*Ebu Zeyd Ubeydullah b. Ömer ed-Debûsî (ö. 432/1040), Takvîmu'1-Edil-le,* Fahru'l-İslam Ali b. Muhammed el-Pezdevî (ö. 483/1090), Kenzu'l-Vusul ile'1-Usul,* Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed es-Serahsî (ö. 490/1097), el-UsulBu metodlara göre daha bir çok kitaplar yazılmış ise de bir noktadan itiba*ren, -birkaç istisna dışında- orijinallik kaybolmuş ve tekrara girilmiştir. Yazılan eserlere belli bir orijinallik kazandırmak üzere çeşitli telif metodlaPı denenmiştir. Bunlardan biri de bu iki metodu birleştiren metoddur.(El-Mustasfa/imam Gazali)

aslu'l-usûl olan Kur'an'da Hz. Peygamber'e uymayı emreden ayetlere dayandırılmıştır.
Burdaki sözden ne anliyorum ve dikkatimi cekti burasi burda iste o Beyan denilen mesele gündeme gelir.Bunu anlayip kavramam icinde ne ilim talebesi veyahut hoca olmamada gerek yoktur.


 

Son mesajlar