Mavi Marmara

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,547
59,060
FB_IMG_1590926680001.jpg
O zamanlar üniversite son sınıftaydım. Okulla zaten adamakıllı bir bağımız yoktu. Bütün vaktimizi mitingler, yardım organizasyonlarıyla geçiriyorduk. İsrail Gazze'ye mi saldırmış, hemen organize olup iki saat içinde Taksim'de ya da konsolosluk önünde bitiyorduk...
.
Gazze'ye yardım götürmek için hazırlıklar hızlandığında biz de Üsküdar'ın göbeğine çadırımızı kurup yardım toplamaya başladık. Hafif kermes malzemeleriyle birlikte meşrubat, pasta vs de satılıyordu. Gündüzleri böyle geçiriyor, geceleri farklı organizasyonlar yapıyorduk
.
Günler böyle ilerlerken Ümraniye'deki Haldun Alagaş spor salonunda büyük bir etkinlik yapılacaktı. Hamas'tan bazı liderler telekonferans yoluyla iştirak edecek, Bülent Yıldırım konuşmaya yapacak, Grup Genç ezgi söyleyecek vs. Organizasyonun bazı kısımlarını bize havale ettiler...
.
Neyse gündüz salona gidip hazırlıkları hızlandıralım dedik. Ne yapacağız diye sorduğumuzda bayrakları asın dediler. Tabi İHH'ya gidip geliyoruz ama o zamanlar da radikal çocuklarız. Bayrak falan asmayız dedik ve çıkıp gittik.
.
Bülent Yıldırım küplere bindi tabi. Gemi için bize de kontenjan vereceklerdi, vazgeçtiler. Akşamında o aralar hocamız olan Ahmed Kalkan ile Bülent Yıldırım ayaküstü bayrak meselesi yüzünden biraz tartıştılar. Velhasıl sonra öfkeler yatıştı ve bize sizden de 3 kişi gelsin dediler
.
Kimler gitsin meselesi konuşulurken bazı abiler çok uğraştın sen git dediler. Tabi ben de dünden razıydım. Okulla alakalı bir planım yoktu zaten. Gidersem bir yolunu bulur Hamas'a katılırım diyordum. Gemiye binmedeki asıl amacım buydu. O yıllar kafa çorba tabi
.
Hazırlıklar tamamlandı, gemi İstanbul'dan hareket etti. Bize siz İstanbul'dan değil Antalya'dan bineceksiniz oraya gidin dendi. Uzun yıllardır arkadaş olduğumuz 4 kafadar otobüse atlayıp Antalya'ya gittik. Antalya'ya gemiden önce vardık. Gemi şov yapa yapa geliyordu...
.
Bize Antalya'da Kepez Kapalı Spor Salonu'na gidin denmişti. Gittik. Bir de ne görelim! Spor salonu ana baba günü gibi, ortalık milletler bahçesine dönmüş. Kendinize bir yer bulun, kurulun dediler. Biz de öyle yaptık. onlarca milletten adam vardı salonda...

Bizden önce gelen kral köşelere kurulmuşlar. Millet çok hızlı kaynaşmış, herkes 40 yıllık ahbap gibi davranıyor. Bir tek Mahmut Efendi'nin cemaatinden sarıklı üç beş kişi vardı onlar tek takılıyor, yanaşmıyorlardı...

Kur'an halkaları kurulmuş, Mısır'dan sonradan Yusuf el Karadavi'nin yakınında bulunduğunu öğrendiğim biri durmadan vaaz veriyor, Kur'an halkasında dinliyor, yanlışları düzeltiyor. Rahmetli Ali Haydar Bengi de onun konuşmalarını tercüme ediyordu...

Tabi arada spor müsabakaları da yapıyoruz. O aralar fitim ve voleybolu hunharca oynuyorum. Maçın birinde Ali Haydar Bengi'nin başka bir maçta da Fahri Yaldız'ın serçe parmağını çıkarmıştım. Ali Haydar abiye üzülmüştüm ama sürekli bana takılan Fahri abiden resmen intikam almıştım

İstanbul'dan birlikte geldiğimiz kısa boylu, hafif kel, cılız bir Sadettin abi vardı. O'nu mitingler de sürekli görüyordum ama çok detaylı tanımıyordum. Babam yaşında adamdı ama birlikte takılmaya başlamıştık.

Bir gün ona Sadettin abi yat yat nereye kadar sabahları spor yapalım dedim. Gözlerinin içi parladı tamam dedi. Koşuyla başlarız deyince abi yanlış anlama sana bir şey olmasın dedim. Güldü ve merak etme bir şey olmaz dedi. Neyse sabah sözleştiğimiz yerde buluştuk

Burada 10 tur atacağız deyince abi gözünü seveyim ne 10 turu. Hadi ben üç tur atarım da sana yazık olur demiştim :) O kısa boylu, cılız Sadettin abi bir koşmaya başladı resmen gözlerim yuvalarında fırladı. Ben üç turdan sonra bir köşeye yıkıldım, O, on turu bitirdi...

Açma germe hareketleri derken baktım duvara yumruk, tekme atıyor. Durdurmazsam belki duvarı yıkacaktı :) Bir kaç gün birlikte spor yaptık, sağ olsun bana baya faydası oldu. Sonra topuğunda vurdular Sadettin abiyi, yeri gelince askerleri nasıl patates ettiğini anlatacağım inşallah

...
 

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,547
59,060
Velhasıl Antalya'da hatırladığım kadarıyla bir hafta civarı kaldık. Antalya kötü bir yer olarak bilinse de oradaki Müslümanlarda hayırlı hasletler gördük. Neden bu kadar çok bekledik diye sorduğumuzda İHH'nın bazı yetkilileri Dünya gündeminde daha çok konuşulsun istiyoruz demişti

Sonra Antalyalıların sokakları dolduran büyük konvoyuyla limana gittik. Oradaki ufak bazı işlemlerden sonra gemiye binip Akdeniz'e açıldık. Uzun gemi yolculukları alışkın olmayanlar için kötüdür. Deniz adamı mahveder, bir yerden sonra sonu ne olursa olsun atmak istersin kendini

Bizi bu şekilde uyardılar ve bazı belirtileri söyleyerek bunları görürsen bize bildirin dediler. Gemide hoş bir hava vardı. Bir çok milletten kişi çok hızlı bir şekilde kaynaşmıştı. Sofi canlar dışında neredeyse tek takılan yoktu.

Namazı Mısırlılar kıldırırdı. Sofiler dışında herkes saflara koşardı. Bir gün baktım millet namaza dururken bunlar kuytu bir köşeye çekiliyor, dedim şunları takip edeyim bakayım ne yapıyorlar. Millet namaz kılarken içlerinde yaşlı olanı Vahhabilere giydirip duruyordu

Gemide zannedersem Selefiler yok denecek kadar azdı. Biz bile o zamanlar Selefi de değildik, Selefiliğe de ciddi mesafeliydik. Adamlar bizim bu halimizi bile kabul etmiyor Vahhabi diyorlardı. Zannedersem kafayı sesli söylenen aminlere ve el kaldırmaya takmışlardı...

Gemide meşhurlar da çoktu. Türkiye'den Ramazan Kayan, Hakan Albayrak, Sinan Albayrak, Adem Özköse, Ömer Karaoğlu vs bir sürü meşhur vardı. Araplardan da Raid Sallah, Şeyh Azzam'ın damadı, torunu. Bazı ülkelerin milletvekilleri vs.

Gemi çok yavaş gidiyordu. İki gün gittikten sonra da hepten durdu. Yunanistan'dan aktivistler gelecekmiş, onları beklemeye başladık. Zannedersem iki gün de onları bekledik. Bi geldiler kadın, erkek tamamı mayolu, şortlu. Bunları hemen alelacele giydirdiler,gemi yoluna devam etti

Gemideki Hristiyanlardan biri Müslüman oldu. Tekbirler eşliğinde adını Muhammed Fatih koydular. İman ettiktenkısa bir zaman sonra Elif Ba'yı söktü, İngiliz aksanıyla da olsa ufak ufak okumaya başladı. İngilizce bilenler iki dakika yalnız bırakmıyorlardı onu...

Gemide bir de papaz vardı. Kim bilir belki papaza karşı nöbet tutuyorlardı :) Adam Müslüman olmuş ama yeni olduğu için çok şeyi bilmiyor, ulu orta soyunuyor. O bunları yapınca hemen havluyla etrafını çevirip, Muhammed kardeşim sen Müslümansın yapma böyle şeyler diyorlardı :)

Olaydan birkaç yıl sonra bir fotoğrafını gördüm internette. Sakalları hepten salmış, giyim kuşamına bir heybet gelmişti. Dini bizim gibi tembellerden iyi öğrendiğine kalıbımı basarım :)
Gemi hedefine doğru yaklaştıkça insanların kendi aralarındaki konuşmaları da artıyordu
 

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,547
59,060
Gemi hareket etmeden önce İsrail ciddi şekilde tehdit etmişti. Kara sularımıza girmeyin vururuz demişlerdi. Adamlar hücceti ikame etmişlerdi. Fakat zannedersem hepimizde sivil aktivistler ve dünya gündeminde olduğumuz için böyle bir şeye cesaret edemeyecekleri duygusu hakimdi



Artık sınıra çok yaklaşmıştık. Bülent Yıldırım ara ara mikrofonu eline alıyor ve mevcut durum hakkında bir şeyler söylüyordu. Gemideki misafirleri, olayları izleyen gazeteciler riske atamayız ne yapacaksak biz yapacağız diyordu. Gazı sağlam yemiş, bilenmiştik



Baskın gecesinin gündüzünde gemide tutulacak yerleri bölgelere göre pay ettiler. İstanbul'dan gelmiştik, İstanbullular da çoktu. Bana seni İzmirlilerin grubuna verelim dediler. İzmirli Musa abi ve inşallah şehid olan Cengiz Songür abiyle aynı yerde yatıyor, birbirimizi tanıyorduk

Cengiz abi Allah rahmet etsin horlarken resmen pancar moturu gibi ses çıkarırdı. Benim de uykum çok hafiftir, uyurken biri odaya girse havaya fırlarım. O horlarken ben sağa sola kıvranır dururdum. Bu konuda kendisine epey takılmıştım. Hoş, neşeli, kendisiyle barışık biriydi...

En son benim adım Hıdır elimden gelen budur dercesine yapacak bir şey yok demişti. Gemiyi savunmada aynı bölgeye düşünce belki bu geceden sonra bir daha horlamamdan rahatsız olmazsın demişti, öyle de oldu.

Onların hepsi benden on beş yirmi yaş büyük abilerdi. Yatsıyı kıldıktan sonra bana sen uyu biz seni bir şey olursa kaldırırız demişlerdi. Yorgundum, iki saatliğine bir köşeye kıvrıldım. Sonra gece kaldırdı ve istersen biraz gece namazı kıl, dua et dedi.

Gece on iki gibi İsrail askerleri geminin kaptanını aramış ve geri dönmelerini yoksa gemiye saldıracaklarını söylemişlerdi. Bu haber gemide dalga dalga yayıldı. Hepten alakasız olanları içeri alıp biz dışarıda beklemeye başladık. Tekbirler, tehliller eşliğinde ufuk gözleniyordu

Bir grup sabah namazını kılıyor, biz de dürbünlerle denizi gözlüyorduk. İmam birinci rekattayken zodyak botları gördük. Hızla gemiye yaklaşıyorlardı. Geliyorlar diye avaz avaza bağırdık ama Allah rahmet etsin imam kıraatı uzattıkça uzattı.

Geminin alt kısmındakiler spirallerle askerlerin attıkları kancaları kesiyor, orta kattaki biz tazyikli suyla botları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Fedai grubu denebilecek üst kattakiler ise olası bir indirmeyi engellemek için bulunuyorlardı

Geminin güvertesini tutma işini Güneydoğululara ve dövüş yeteneği olanlara vermişlerdi. Ali Haydar Bengi de Diyarbakırlıydı. O ve arkadaşları en tehlikeli noktayı tutuyorlardı. Ali Haydar ile Fahri Yaldız birlikte askerlik yapmışlar

Ali Haydar ne kadar ciddi ise Fahri Yaldız da o kadar espri yapmayı ve millete takılmayı seven biriydi. Bazen öyle sözler söylerdi ki gülmekten karnımıza ağrı girerdi. Ali Haydar'ın sağlam horladığını bilirdi.

Bir gün Ali Haydar uyurken onun ağzına mikrofon tutmuş ve horlama sesini bütün gemiye dinletmişti. Ezher mezunu, elinden Kur'an düşmeyen, her haliyle ciddi adamı çok komik bir duruma düşürmüştü. Tabi Ali Haydar abi bu duruma çok ama çok kızmıştı...

Fahri abi kendisini affettirmek için kaç gün etrafında dolaştı durdu. En son baskının olacağı gece Ali Haydar abi yanımda durursan seni affederim demişti. İkisi birlikte geminin en tehlikeli yerinde nöbet tutmaya başlamışlardı.
 

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,547
59,060
Neyse askerler gemiye yaklaşmaya başladıklarında herkes kendi bölgesini canla başla savunmaya başladı. Bizim bölgede Cengiz abiyle ikimiz botlara tazyikli su tutuyorduk. Yaklaşan askerler tazyikli suyu yedikleri gibi gerisin geri kaçmaya başlıyorlardı...

Her şey neşeli ve de bizim lehimizeydi. Sonra havada helikopterler belirmeye başladı. Ses bombaları kulakları sağır ediyor, kalplere korku salıyordu. Gemideki abiler yerinizden ayrılmayın korkutmak için yapıyorlar diye bağırıyorlardı...

Helikopterlerin indirme yaptığını gözlerimizle görüyorduk. Yukarıdan durmadan silah sesleri geliyordu. Yukarı yardıma gidelim diyorduk ama bize sakın yerinizi terk etmeyin diyorlardı. Cengiz abi daha fazla dayanamadı. Hortumu elime tutuşturup yukarı çıktı...

Elimde hortum botlara su tutarken, botlardan da ateş etmeye başladılar. Yukarıdan bir çığlık hemen buraya gelin diye bağırıyordu. Ben de hortumu bırakıp yukarı doğru koşmaya başladım. Merdivenlerde henüz bir kaç adım atmıştım ki bacaklarımı hissetmemeye başladım...

İki bacağımdan da vurulmuştum. Sağıma soluma durmadan ateş ediyorlardı. Kendimi merdivenlerden aşağı attım. Aşağıdakiler beni alıp revire götürmek istiyorlardı ama revire giden yolu da ateş altına almışlardı. En sağlam yolun kaptan köşküne gitmek olduğunu söyledi arkadaşlar...

Kaptan köşküne gittiğimizde bizi içeri almak istemiyorlardı. Feci şekilde korkmuş, elleri ayakları birbirine dolanmıştı. Neyse zor bela attık kendimizi içeri. Oradan da revire indirdiler beni. Ortalık kan gölü, her yerden iniltiler yükseliyor...

Yarama bakmaya gelen gönüllü doktor daha önce atıştığım biriydi. Ben de seni bekliyor ne zaman geleceksin diye merak ediyordum diyordu. Doktor önce ilahiyata başlamış, şu kanallara çıkan soytarı Mustafa Karataş'la aynı sınıfta bir sene okumuş...

Keşke ilahiyatı bırakmasaydım, bak Mustafa hocaya insanlara ne kadar da faydalı demişti. Ben de bırak doktor ya o adam soytarının teki senin bu halin onun o halinden bin kat iyidir demiştim :) Velhasıl adam yaramı iyice sardı, yarım saat yanar sonra acısı diner dedi. Öyle de oldu

Benden sonra da yaralılar peşi sıra gelmeye başladı. Ortamı ağır bir korku almıştı. O ara iki tane İsrail askeri getirdiler. Yüzleri, gözleri kan içindeydi. Sağlam dayak yedikleri belliydi. Elimdeki su kupasını fırlatayım derken araya hemşireler girip aldılar elimden...

Tutulacak bütün yerler düşüp, güverte tamamen kana bulandıktan sonra anonslarla geminin düştüğünü, askerlerin içeri gireceğini söylediler. Geminin düştüğü anonsu çok hüzünlüydü. Vurulmaya değil ama o anonsa baya ağlamıştık

Gemi düşmüş, askerler boşalttığımız yerleri doldurmuştu. Revir olarak kullandığımız alanı kitlemiştik. Kapıyı açmazsanız ateş ederiz diyorlardı ama onları oyalayarak zaman kazanmak istiyorduk. Bazı arkadaşlar askerleri müzakereyle oyalarken dolar dolu çantalar ortaya serildi


Para İHH'nın mı yoksa şahısların parası mıydı bilmiyorum ama içi dolar dolu çantayı ortaya serip aramızda pay edip, Türkiye'ye dönersek iade edersiniz dediler. Bana beş bin dolar vermek istediler ama ben el konur korkusuyla iki binden fazlasını almadım, iyi ki de almamışım

Para işini halledip, hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra kapıyı açtık, karga tulumba güverteye çıkardılar bizi. Yüzleri maskeyle kapalı askerler, direk yüzümüze doğrultulan uzun namlulu silahlar, ipini koparıp saldırmak isteyen köpekler...

Güverteye çıkartılırken yaralıları durdurup, tartaklıyorlardı. Yaralı bacaklarıma bir kaç tekme attılar, köpeklerini bir arkadaşımın üzerine saldılar, karnını ısırdı. Sonunda yaralıların önden, sağlam olanların ise arkadan kelepçeleyerek ellerini yan yana dizdiler

Gözlerini bir saniye olsun bizden ayırmıyorlardı. Yolcu sayısı kadar asker doldurmuştu gemiyi. Helikopterler geminin hemen üstünde uçuyor, pervanelerin oluşturduğu rüzgar gemideki pankartları vs üzerimize deviriyor; kap kacak, çöp ve boyuna su yağıyordu üstümüze...

Sabah namazından takribi 1 saat sonra ele geçirmişlerdi gemiyi. Öğle saatlerinde Araplar namaz kılacağız, abdest almamız lazım dediler. Askerler izin vermeyince de biri ayağa kalkıp ezan okumaya başladı. Ona saldırıp susturdular başkası kalktı. Film gibi yani...


Baktılar isyan çıkacak, abdest alacakları sırayla tuvalete götürdüler. Biz yerimizden kalkamadığımız için olduğumuz yerde hafif abdest alarak kıldık namazımızı. Birbirimizle konuşmamıza izin vermiyorlardı ama ezan olayından sonra şartlar hafifledi

Birbirimizle kısık sesle de olsa konuşuyorduk. Kimileri çok ürkmüş hepimizi infaz edecekler derken, kimileri de Allah'ın aslanı Erdoğan bizi onlara bırakmayacak diyordu. Bu şekilde 8 saat süren yolculuğun ardından gemiyi Aşdod Limanı'na çektiler


Gemi limana yanaşınca bizi bir daha içeri aldılar. Limandan gelen askerler daha nazik davranarak haklarımızın güvence altında olduğunu vs söylediler. O ara tabi kaç kişinin öldüğü sorusu dalga dalga yayılıyordu. Kimileri elli kimileri yüz diyordu.


Bakıp da göremediğimiz herkesin öldürüldüğünü düşünüyorduk. Gemi limana yanaştıktan sonra içeri giren yetkililer hastaneye götürmek için yaralıları alacaklarını söylediler. Biz, Türkiye'den yetkililer gelmedikçe yerimizden ayrılmayacağımızı söylesek de...

Türkiye'den kimsenin gelmediğini söylediler ve yaralılara yöneldiler. Kapının hemen önünde ben vardım. İlk alacakları kişi olarak beni gözlerine kestirdiler ve iki kişi arkadaşınızı ambulansa taşısın dediler...

Hakan Albayrak'ın artist bir kardeşi var Sinan Albayrak. Evleneli bir kaç hafta olmuş, abisinin gemiyle gideceğini duyunca abimi yalnız bırakamam deyip, bir yolunu bulup gemiye binmiş. Askerler gemiye girmeye başladığında tuvalete koşup sakallarını kesmişti :)


Dışarı çıkıp hava almam lazım dedi ve beni sırtlandı. Ulan dedim Sinan Albayrak'ın sırtına bindim desem kim inanır :) Neyse Sinan'ın sırtından çıktım gemiden. Dışarıda mahşeri kalabalık, Yahudiler miting yapıyor, bizi parçalamak için polis kordonunu zorluyorlar

Sinan'ın nutku tutuldu, beni bıraktığı gibi tüydü gemiye :) Benden sonra İstanbul'dan birlikte geldiğim başka bir abiyi daha getirdiler ambulansa. Arkamızdan İstanbul Yahudisi olduğu belli olan, tahmini atmışlı yaşlarda bir kokona hemen sızdı ambulansa...

Pürüzsüz Türkçesiyle " Siz Gazze'nin İsrail'in kontrolünde olduğunu bilmiyor musunuz, niçin geldiniz İsrail'e dedi?" Ben de sonraları Polat Alemdar'la meşhur olan "Biz İsrail'e değil Filistin'e geldik." klişesini patlattım :)

İkimizi alan Ambulans zannedersem iki saatlik bir yolculuktan sonra Tel Aviv'deki bir hastaneye girdi. Beni bir odaya aldılar, içerisi kipalı asker, polis, doktorlarla dolu. Bir yandan feci tırsıyor, diğer yandan da Allah'a olan tevekkülümü diri tutmaya çalışıyorum...

Çok uzun sürmeyen bir operasyondan sonra kurşunun girip, çıktığı yerleri temizleyip bir odaya aldılar beni. Abdest alıp akşamla yatsıyı cem ettikten sonra tahmini 10 saat deliksiz uyudum. Uyandığımda odaya iki kişiyi daha getirdiklerini gördüm...


Çok bitkin gelmiştik ama uyku bizi bir daha kendimize getirmişti. Hastanede durmadan bağırıp çağıran bir hemşireyi saymazsak genelde iyi davranıyorlardı. Bir ara dalmışım, uyandığımda İbrahim Tatlıses'in "Mavi mavi Masmavi" şarkısı çok yüksek sesle çalıyordu...
 

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,547
59,060
Arada kontrole gelen doktorlar İstanbul'un çok güzel olduğunu, kebabı çok sevdiklerini, İbrahim Tatlıses'i çok dinlediklerini söyleyip duruyorlardı. Hastanede 2 gün kaldıktan sonra Mossad'tan ajanlar gelip bizi sorguladılar.

Boyuna sordukları sorular hep aynıydı: İsrail'e niye geldiniz, Gazze'ye ambargo olduğunu bilmiyor musunuz, İHH ile olan bağlantınız ne vs... Bizim de ezber cevaplarımız vardı. Biz de boyuna aynı cevapları veriyor duruyorduk...

Bizi hastaneden aldılar ve sorgulamak için mekan mekan gezdirdiler. Bu arada bedavadan Tel Aviv turu yapmış olduk. Gittiğimiz yerlerde saatlerce bekletiyor, salak gibi aynı soruları sorup, başka yere sevk ediyorlardı. Bu şekilde gece 10'a kadar gezdirdiler...

Gece 10'da bir hapishaneye getirdiler, beni ve Diyarbakırlı bir abiyi iki yataklık, en fazla 15 metre kare bir hücreye kitleyip gittiler. Bitkindik, namazları cem edip sabaha kadar deliksiz uyuduk. Sabah namazı için kalktığımızda yorgunluğun çoğunu atmıştık üzerimizden...

Sabah 8 gibi gardiyanın biri kapıyı açıp temiz çamaşır, eşofman takımı, küçük bir şampuan verdikten sonra eliyle uçak işareti yaptı. Döneceğimizi anladık, sevindik. Ufak bir duştan sonra hazırlanıp kapının yeniden açılmasını bekledik...

Saat 10 gibi aynı gardiyan kapıyı açtı ve kapıda bekleyen arabaya binip havaalanına gittik. Havaalanının da önü bizi parçalamak isteyen Yahudilerle doluydu. Sadece onlar değil, bazı askerler de saldırmak istiyor, durmadan bir şeyler fırlatıyorlardı...

Bizi bir odaya aldılar. Benim durumumda olan yaralıların tamamı oradaydı. Gemide olanları birbirimize anlatıp, zihinlerimizde kalan boşlukları tamamladık. Askerler güverteye indirme yapınca güvertedekiler aşağı uzatılan ipi sallamışlar, bunlar armut gibi düşmüş aşağı...

Aşağıda bizim o ufak tefek Sadettin abiyle, tekvandocu Çetin Topçuoğlu'nun önderlik yaptığı Güneydoğulular bunların anasını ağlatmışlar. Özellikle Çetin abi bir tanesini çok feci dövmüş. Sadettin abi de başkasını kıstırıp bir güzel benzetmiş...

Başka askerler Çetin abiyi vurarak indirmişler, Sadettin abiyi de zannedersem boğuştuğu asker bacağında vurmuştu. Sadettin abi bir hamleyle kendisini kurtarıp içeri atmayı başarmıştı. O görüntülerdeki üst kattan atılan askerleri orada bulunan kardeşler atmışlardı...

Öldürülenlerin tamamına yakını güvertede öldürülmüştü. Zannedersem bir tek Furkan'ı bilinçli şekilde infaz etmişlerdi. Sonraları bazı hocalar onunla olan tanışıklığı üzerinden kendilerini rezil eden kitaplar yazdılar ama hakikatte gemide dikkat çekmeyen bir çocuktu

Gemide tanıştığı takribi aynı yaşlarda olduğu biriyle yakın dostluk kurmuş, Türkiye'den getirdiği bir kuşu kafeste Gazze'ye götürmek istiyordu. Hemen arkamızdaki koltukta yatıyordu. Neşeli, hoş bir çocuktu. Kafesin parçalandığını görmüştüm, zannedersem kuş da ölmüştü...

Havaalanında bizi aldıkları odada işkence edercesine gece 3'e kadar beklettiler. Aynı salakça sorular durmadan devam ediyordu. İstanbullu olduğunu düşündüğümüz Yahudilerin tercümanlığıyla aynı soruları sorup duruyorlardı...

Havaalanındaki sorgulamada Adem Özköse'nin hemen arkasındaydım. Ne sormuşlardı bilmiyorum ama Adem Özköse onlara uzun uzun Osmanlı'nın kendilerine yaptığı iyiliği, Endülüs'te Müslümanlarla birlikte onların da atalarını kurtardığını anlatıyordu :)

Gemiden çıkarken montumu almama izin vermemişlerdi. Bana verilen iki bin dolarla birlikte cüzdanım; cüzdanda bulunan kimliğim vs hepsi gemide kaldı. Olaydan takribi iki sene sonra kimliğim geldi. Her şey yerli yerinde duruyordu ama o 2 bin dolar yoktu. Çalmıştı namussuzlar :)

Sonra Türkiye'den milletvekilleri geldi, uçakla Türkiye'ye döndük. Gelen Milletvekilleri tarihi değiştirdiğimizi, şu an bütün dünyada büyük protesto gösterilerinin olduğunu, Türkiye'nin adeta inlediğini söylüyorlardı...

Sabaha doğru Kudüs'ü fetheden Selahaddin edasıyla indik İstanbul'a. Havaalanından adli tıp'a kadar geçtiğimiz bütün yollar insan seliydi. Adli Tıp'taki işlemlerden sonra Bağcılar Devlet Hastanesi'ne yatırdılar bizi. Zannedersem o aralar yeni yapılmış, lüks bir hastaneydi.

Her gün abartısız yüzlerce ziyaretçi geliyor, tanımadığımız insanlar bize sarılıp ağlıyorlardı. Getirilen meyveler, meyve sularıyla rahat bir dükkan açılırdı :) Hiç unutmuyorum yetmişli yaşlardaki bir amca odaya girdi. Beni iyice süzdü, sonra gözyaşlarını silerek dönüp gitti..

Birkaç saat sonra birkaç takım temiz iç çamaşırı ve yıllarca kullandığım iyi bir eşofman takımıyla geri döndü :) Gözyaşlarını sildikten sonra kayboldu ortalıktan. Hastane hatıra fotoğrafı çektirmek isteyenlerle, bakanlar, milletvekilleriyle dolup taşıyordu

Üç gün sonra naklimi Ümraniye Devlet Hastanesi'ne aldırdım. Orada da kısa bir müddet yattıktan sonra arkadaşlar gelip öğrenci evine götürdüler beni. Öğrenci evi de dolup taşıyor, arkadaşların midesi bayram ediyordu :)

Biraz toparlanınca bari finalleri kaçırmayayım deyip okula gittim. Okulda da tabi kahraman gibi karşıladılar. Arkadaşlar doğaçlama yazdığım için atladığım çok yer olabilir. Benden bu kadar. Sabırla okuduğunuz için Allah razı olsun. The End

(Salih seriyye)
 

Son mesajlar

Cevaplar
2K
Görüntüleme
59K