O zamanlar üniversite son sınıftaydım. Okulla zaten adamakıllı bir bağımız yoktu. Bütün vaktimizi mitingler, yardım organizasyonlarıyla geçiriyorduk. İsrail Gazze'ye mi saldırmış, hemen organize olup iki saat içinde Taksim'de ya da konsolosluk önünde bitiyorduk...
.
Gazze'ye yardım götürmek için hazırlıklar hızlandığında biz de Üsküdar'ın göbeğine çadırımızı kurup yardım toplamaya başladık. Hafif kermes malzemeleriyle birlikte meşrubat, pasta vs de satılıyordu. Gündüzleri böyle geçiriyor, geceleri farklı organizasyonlar yapıyorduk
.
Günler böyle ilerlerken Ümraniye'deki Haldun Alagaş spor salonunda büyük bir etkinlik yapılacaktı. Hamas'tan bazı liderler telekonferans yoluyla iştirak edecek, Bülent Yıldırım konuşmaya yapacak, Grup Genç ezgi söyleyecek vs. Organizasyonun bazı kısımlarını bize havale ettiler...
.
Neyse gündüz salona gidip hazırlıkları hızlandıralım dedik. Ne yapacağız diye sorduğumuzda bayrakları asın dediler. Tabi İHH'ya gidip geliyoruz ama o zamanlar da radikal çocuklarız. Bayrak falan asmayız dedik ve çıkıp gittik.
.
Bülent Yıldırım küplere bindi tabi. Gemi için bize de kontenjan vereceklerdi, vazgeçtiler. Akşamında o aralar hocamız olan Ahmed Kalkan ile Bülent Yıldırım ayaküstü bayrak meselesi yüzünden biraz tartıştılar. Velhasıl sonra öfkeler yatıştı ve bize sizden de 3 kişi gelsin dediler
.
Kimler gitsin meselesi konuşulurken bazı abiler çok uğraştın sen git dediler. Tabi ben de dünden razıydım. Okulla alakalı bir planım yoktu zaten. Gidersem bir yolunu bulur Hamas'a katılırım diyordum. Gemiye binmedeki asıl amacım buydu. O yıllar kafa çorba tabi
.
Hazırlıklar tamamlandı, gemi İstanbul'dan hareket etti. Bize siz İstanbul'dan değil Antalya'dan bineceksiniz oraya gidin dendi. Uzun yıllardır arkadaş olduğumuz 4 kafadar otobüse atlayıp Antalya'ya gittik. Antalya'ya gemiden önce vardık. Gemi şov yapa yapa geliyordu...
.
Bize Antalya'da Kepez Kapalı Spor Salonu'na gidin denmişti. Gittik. Bir de ne görelim! Spor salonu ana baba günü gibi, ortalık milletler bahçesine dönmüş. Kendinize bir yer bulun, kurulun dediler. Biz de öyle yaptık. onlarca milletten adam vardı salonda...
Bizden önce gelen kral köşelere kurulmuşlar. Millet çok hızlı kaynaşmış, herkes 40 yıllık ahbap gibi davranıyor. Bir tek Mahmut Efendi'nin cemaatinden sarıklı üç beş kişi vardı onlar tek takılıyor, yanaşmıyorlardı...
Kur'an halkaları kurulmuş, Mısır'dan sonradan Yusuf el Karadavi'nin yakınında bulunduğunu öğrendiğim biri durmadan vaaz veriyor, Kur'an halkasında dinliyor, yanlışları düzeltiyor. Rahmetli Ali Haydar Bengi de onun konuşmalarını tercüme ediyordu...
Tabi arada spor müsabakaları da yapıyoruz. O aralar fitim ve voleybolu hunharca oynuyorum. Maçın birinde Ali Haydar Bengi'nin başka bir maçta da Fahri Yaldız'ın serçe parmağını çıkarmıştım. Ali Haydar abiye üzülmüştüm ama sürekli bana takılan Fahri abiden resmen intikam almıştım
İstanbul'dan birlikte geldiğimiz kısa boylu, hafif kel, cılız bir Sadettin abi vardı. O'nu mitingler de sürekli görüyordum ama çok detaylı tanımıyordum. Babam yaşında adamdı ama birlikte takılmaya başlamıştık.
Bir gün ona Sadettin abi yat yat nereye kadar sabahları spor yapalım dedim. Gözlerinin içi parladı tamam dedi. Koşuyla başlarız deyince abi yanlış anlama sana bir şey olmasın dedim. Güldü ve merak etme bir şey olmaz dedi. Neyse sabah sözleştiğimiz yerde buluştuk
Burada 10 tur atacağız deyince abi gözünü seveyim ne 10 turu. Hadi ben üç tur atarım da sana yazık olur demiştim O kısa boylu, cılız Sadettin abi bir koşmaya başladı resmen gözlerim yuvalarında fırladı. Ben üç turdan sonra bir köşeye yıkıldım, O, on turu bitirdi...
Açma germe hareketleri derken baktım duvara yumruk, tekme atıyor. Durdurmazsam belki duvarı yıkacaktı Bir kaç gün birlikte spor yaptık, sağ olsun bana baya faydası oldu. Sonra topuğunda vurdular Sadettin abiyi, yeri gelince askerleri nasıl patates ettiğini anlatacağım inşallah
...