Niyâzî-i Mısrî kimdir

Turan

Sp Kullanıcı
31 Ocak 2017
2,092
360
DOĞUMUNUN 400. SENESİNDE MEHMET NİYÂZÎ-İ MISRÎ

MUSTAFA TATCI

Niyazi-i Mısri Kimdir?
XVII. asırda yaşayan Niyâzî-i Mısrî, Halvetiyye’nin “Mısriyye” şubesinin kurucu pîridir. Coşkun ve cezbeli bir sûfî olan Mısrî, İslâm irfan tarihinin en renkli ve en önemli simâlarından biridir. Mevlânâ, Yunus Emre ve İbn Arabi neyse, Mısri de onlardan birisidir. Divanı, diğer eserleri 350 seneden beri okunmakta ve kültürümüzü beslemektedir. Şiirleri en çok bestelenen mutasavvıflardandır. 1618'de Malatya'da doğmuş Diyarbakır, Mardin, Kerbelâ, Mısır, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa’da yaşamış, nihayet Limni adasında 1694 senesinde vefât etmiştir. Kendileri Mısır’da öğrenim gördüğü için ‘Mısrî’ diye tanınmıştır.
2018 yılı bu büyük bilgenin doğumunun 450 senesine tekabül etmektedir.
*
Niyâzî-i Mısrî ne yazık ki sürgünde yaşamak zorunda bırakılmış bir âriftir. Dönemin siyâsî ve bazı sığ düşünceli yetkilileri sürgüne gönderdiği bu büyük gönül ve aşk adamının kıymetini bilememiş ve onu incitmişlerdir. Bu coşkun gönüllü ârif bazı dönemin Kadızadeli zihniyetine ve bazı sığ görüşlü siyasilerin adâletsizliklerini eleştirdiği için bir defa Rodos'a ve iki defa da Limni'ye olmak üzere üç kez sürgüne gönderilmiş 1674-1694 yılları arasında hayatının on altı senesini kalebend olarak zindânlarda veya gözaltında yaşayarak geçirmiştir. Bu sürgünlerin sebepleri olmakla beraber mantıklı bir izâhı yoktur. Hazret-i Mısrî’nin sürgüne gönderilmesine sebep olan hâdiselerden biri semâ ve devrân aleyhinde fetvâ vererek tekkelerin kapatılmasına vesile olan şeyhülislâma karşı çıkması, ikincisi de Ehl-i Beytle ilgili olarak risalet konusundaki düşünceleridir. Diğer bir sebep de şudur: II. Ahmed ve Bozoklu (Bıyıklı) Mustafa Paşanın hükûmet ettiği 1693 senesinde Avusturya (Erdel) üzerine sefere karar verilmiş ve pâdişâh Mısrî’yi de gazâya davet etmiştir. O da “Fî-sebîlillâh gazâ ve cihâda memûr olduk." deyip davete icâbet etmiş Edirne'ye gelip Selîmiye’de va‘z u nasîhatte bulunmuştur. Mısrî’nin va‘z esnâsındaki bazı tenkitlerinden rahatsız olan siyâsîler, Mısrî hurûca kalkışacak endişesiyle sun’î bir yaygara koparıp ihtiyâr halinde onu ayağına bukağı vurdurarak âdî bir suçlu gibi adaya sürdürmüşlerdir. Bütün bu hâdiselerden ve kendisine revâ görülen eziyetlerden sonra Mısrî gazaba gelip Gelibolu’da: "Devletin inkırâzı için dördüncü kat semâya bir kazık çaktım; onu benden başkası çıkaramaz!" diyerek diyerek kırgınlığını belli etmiştir. Neticede Niyazi Efendi anavatanından, Bursa’dan kendi isteyerek uzaklaştırılmış bir kişi değildir. Tarihçi Silâhdâr'ın ve diğer menâkıpnâme yazarlarının tespitlerine göre Hazret-i Mısrî'ye eziyet edenlerin hiçbiri de mansıplarında kalmamış, rezil rüsvâ olmuşlar, arkalarında kötü birer isim bırakarak kaybolup gitmişlerdir.
Kanâatimizce Niyâzî ile ilgili bütün bu menfî iddiâlar yeniden yorumlanmalı, gönül ölmediğine göre bu büyük mutasavvıfın rûhâniyetinden özür dilenmeli, siyâsîlerce itibârı iâde edilmelidir. Hazret-i Niyâzî’nin milletimize karşı kırılan gönlünü tâmir etmek de bizlere düşmektedir.
*
İbn Arabî, Hazret-i Mevlânâ ve Yûnus Emre tefekkürünün XVII. asırdaki takipçilerinden olan Mehmed Niyâzî-i Mısrî, âdeta bu üç büyük zâtın düşüncelerinin harmanlandığı mükemmel bir terkiptir. O, şiirlerinde İslam’ın ledünni yönünü, aşka ve irfana ait hakîkatleri damıtıp süzerek devrinin en güzel Türkçesiyle insanımıza takdim etmiştir. Hazret-i Mısrî aynı zamânda edebiyat tarihimizde kendisini takip eden mutasavvıf şair ve ediplerle, adına “Niyâzî-i Mısrî Mektebi" diyebileceğimiz büyük bir edebî okulun kurucusudur. Bugün kütüphânelerimizin raflarında Mısrî takipçilerinin henüz incelenmemiş pek çok eseri vardır. Her biri Mısrî’nin düşüncelerinin tefsîri niteliğinde olan bu eserlerin Mısrî’nin eserleriyle mukâyeseli olarak incelenmesi gerekmektedir.
Hazret-i Mısrî fikirleriyle bütün çağlara hitâp eden ve insanlığın varmak istediği hakîkatin şâhikalarında dolaşan bir gönül adamıdır. O, İslâmın hakîkat ve derinliğini idrâk eden bir ârif-i billah olduğu kadar, Türkçe’nin de inceliklerini bilen bir edîb-i muhteremdir. Eserlerinde vücûd birliğini ilâhî aşkı, hilkat ve fıtrat sırrını, eşyânın ve en mütekâmil varlık olan insanın hakîkatini anlatırken dile yüklediği manâ karşısında şaşırıp hayret etmemek mümkün değildir. Hazret-i Mısrî, Türkçe’yi tevhîd dili hâline getiren bir muvahhiddir. O, hakîkaten İslâm irfânında olduğu kadar Yûnus Emre’den beri işlenip damıtılan aşk ve manâ dilimizin de zirvesidir. Bundandır ki irfâna aşk ile ulaşmak isteyen kişilerin yolu bir şekilde Yûnus’a ve oradan da Hazret-i Mısrî’ye uğramak durumundadır. Mısrî’nin seyr ü sülûk tecrübelerini anlattığı “Dîvân-ı İlâhiyâtı”nı okuyup anlamaya çalışmak bir manâda insanın islâmın irfânî derinliğini ve vücûd birliğini idrâk etmesi anlamına gelmektedir.
Bu gerçekleri biraz daha açarak şöyle de diyebiliriz: Hazret-i Niyâzî, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’da ve Hazret-i Peygamber’in hadîslerinde vaz‘ ettiği hakîkatleri ve manevî hayatımızda İbn Arabî, Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Yahyâ-yı Şirvânî, Şaban-ı Velî, Yiğitbaşı Ahmed Marmaravî, Vâhib Ümmî ve Ümmî Sinân hazretlerinin eserlerinde billûrlaşan tevhid bilincini tarih içinde işleye işleye süzüp incelttiğimiz ve derinlik verdiğimiz bir dil ile anlatmıştır. Mısrî’nin dîvânında ortaya koyduğu irfânî derinlik ve vüs’at, özenle seçerek yan yana getirdiği kelimelere yüklediği ahenk ve manâ; İbn Arabî’den; Şeyh Bedreddîn’den, Şems ve Mevlânâ’dan, Yûnus, Sinan Ümmi ve Fuzûlî’den tevârüs ettiği ehlinden ehline, gönülden gönüle aktarılan bir mirâstır. Bu ilâhî mirâs Mısrî gibi büyük bir kâbiliyette yeniden neşv ü nemâ bulmuş yeniden ete-kemiğe bürünmüş, yeniden üslûba dönüşmüştür. Mehmet Mısri Hazretleri tabiî ki Cenab-ı Hakk’ın sofrasından beslenmiştir fakat bu sofranın kurucu pîrleri de onun adlarını hürmetle andığı kişiler arasındadır.
Hazret-i Pîr’in ilâhiyâtını kendinden önce ve sonra gelenlerden ayıran husûsiyet sadece İbn Arabî’den yahut Mevlânâ’dan tevârüs ettiği mirâs ile seyr ü sülûk ve tevhid sırlarını billûrlaştıran ifadeleri değildir. Nitekim Niyâzî dîvân-ı ilâhiyâtında, sülûk sırasında yaşanılması gereken fark ve cem‘ sırlarını dengeli olarak vermektedir ki onu selefinden ayıran özellik budur. “Şerîatsız hakîkat oldu ilhâd/Hakîkat nûr, ziyâsıdır şerîat” diyen Hazret-i Pîr’in temâs ettiği denge, tasavvuf yolları içinde fevkalâde önemlidir. Sülûku sırasında yaşadığı aşk ve irfân hâllerini yorumlamaya çalışan sâlikin şerîattan hakîkate doğru yol alırken hangi halde hangi reçeteyi kullanacağını bilmesi, nefsinin tehlikeli yollara sapmasını önleyecektir. Niyâzî Hazretlerinin ilâhiyâtı bu sapmaları önleyecek altın kuralları ihtivâ eder.
Esasen Mısrî’den önce aşk ve irfân dilimizin kurucusu olan Yûnus Emre’nin ilâhiyâtı da Müslüman Türk coğrafyasında seyr ü sülûk çıkaran sâliklerin terbiyesinde kullanılmak gayesiyle bu topluluklara bir ilâhî lutuf olarak tecellî etmiştir fakat Yûnus’un dîvânı, zamân içinde bozulan tertibi yani yitirilen manzûmeleri ve şifâhen aktarılırken karıştırılan beyit ve ibareleri sebebiyle tereddütler hâsıl olmuş onun yerine Mısrî hazretlerinin dîvânı okunup yorumlanmaya başlanmıştır. Hazret-i Pîr’in bir yerde “Niyâzî’nin dilinden Yûnus durur söyleyen” demesi bundandır. Kezâ Mısrî’yi yetiştiren silsilenin büyük azîzi Vâhib Ümmî (ö. 1595) de bir mısraında “Biz Yûnus’un sebakın evliyâdan okuduk!” buyurarak Mısrî hazretlerinden önce Yûnus ilâhîlerinin sûfî meclislerindeki değerini göstermektedir. Nihayet onun ilâhiyatı bütün Allah dostlarının benimsediği şerîat, tarîkat, marifet ve hakîkat ilimlerinin sırlarını ihtivâ eden bir ilmihâldir. Bu sebeple tasavvuf ehli indinde Dîvân-ı Niyâzî-i Mısrî, bir “irfan ilmihâli” olarak tanınmıştır.
Şu bir gerçektir ki manevî hayatımızda son bin sene içinde bizi derinden etkileyen üç büyük tasavvufî ve edebî mektepten söz edilebilir. Bu mektepler tabîatıyla on birinci asırda Hoca Ahmed Yesevî, on üçüncü asırda Yûnus Emre ve on yedinci asırda Mısrî Niyâzî hazretlerinin etrafında hâlelenmiştir. Birbirinin devamı niteliğinde olan bu üç tasavvufî mektebin temel eserleri bugün de okunmakta, yorumlanmakta ve yaşanmaktadır.
Bu manevî mektepler içinde Hazret-i Mehmet Niyazi’nin ilâhiyâtının -yukarıda belirttiğimiz- “ilmihâl” olma özelliği hasebiyle husûsî bir yeri vardır. Onun dîvân-ı ilâhiyâtı, yazıldığı tarihten beri en fazla istinsâh edilen, matbaanın Osmanlı kültür hayatına girmesinden sonra da en fazla basılan eser olma özelliğini korumaktadır. Burada kütüphânelerimizde 200’den fazla yazmanın, -tarihsiz tab‘larından başka, ilki Bulak’ta 1254 (1838) senesinde, sonrakileri 1260, 1275, 1285, 1291, 1294, 1300, 1325, 1326, 1928 yıllarında yapılmak kaydıyla- 30’dan fazla da Osmanlı Türkçesiyle tab’ının olduğunu söylersek mesele daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim bugün mistik çevrelerde en fazla okunan dîvân Mısrî hazretlerinin dîvânıdır. Aynı özellik Niyâzî’nin bestelenmiş manzûmeleri için de geçerlidir. Onun yüz elliden fazla ilâhîsi çeşitli makâmlarda defalarca bestelenmiş olmakla Yûnus Emre’den sonra herhalde ilk sıralarda gelmektedir. Bugün elimizde bestelenmiş manzûmelerine ait 500 kadar nota bulunmaktadır. Bu sayı kaybolan ve unutulan notalarla birlikte binden fazladır. Bu noktada yine belirtmek gerekir ki Niyâzî’nin ilâhiyâtı turuk-ı aliyye mensûplarının hemen tamamı tarafından zikir meclislerinde besteli olarak okunmuş ve okunmaktadır.
Zikir ve sohbet meclislerinde okunup yorumlanan eserlerden bir başkası da Mısrî’nin şerhedilen şiirleridir. Bu meyânda edebiyat tarihimizde en çok şiiri şerhedilen ve yaygın bir şekilde okunan kişinin de Mısrî Niyâzî Hazretleri olduğu söylenebilir. Bir melâmî şeyhi olan Muhammed Nûr Hazretleri’nin derslerinde yaptığı şerhlerin toplandığı eser bunun en güzel örneklerinden birisidir. Yazılan diğer Mısrî şerhleri büyük bir kütüphâne oluşturacak kadar vardır.
Hazret-i Mısrî, hayatı ve yazdığı eserleriyle yaşadığı günden beri tartışılan, okunan, yorumlanan, örnek alınan bir kişi olmaya devam etmektedir. Hz. Mısrî'nin Eserlerinden bazıları şunlardır. Hazret-i Pîr sülûk ehlinin merak ettiği bazı konularda onların müşkillerini gidermek için 35 kadar risâle yazmıştır . Burada söz konusu risâlelerin detaylarına girmeden sadece isimlerini vermekle yetineceğim:
Dîvân-ı İlâhiyat, Mevâîdü'l-İrfân Avâidü'l-İhsân , Risâle-i Eşrâtü's-Saat , Şerh-i Esmâü'l-Hüsna , Tefsirü Fâtihi'l-Kitâb, Risâle-i Suâl ve Cevâb/Risâle-i Tasavvuf , Devriyye-i Arşiyye (Arapça), Risâle-i Devriyye (Türkçe), Kasîde-i Bürde'nin Tesbî‘i , Tefsîr-i Sûre-i Yûsuf, Risâle-i Hızrıyye, Çıktım Erik Dalına Şerhi , Risâle-i Vahdet-i Vücûd, Tuhfetü'l-Uşşâk , “Mecmûa” (Süleymaniye Yazma Eser Ktp., Reşid Ef. Bl. Nu: 1218; “Kelimât-ı Kudsiyye”, Bursa Eski Basma ve Yazma Eserler Ktp., Orhan Bl. Nu: 690; ayrıca Mısır’da da bir nüshası bulunmuştur: “Risâle-i Mısrî”, Kâhire Milli Ktp., Mecâmi‘-i Türkî Tal‘at, Yz. Nu: 125; Tâbirnâme , Risâle-i Hasaneyn , Risâle-i Arşiyye , Risâle-i Nokta, Akidetü'l-Mısrî, Mecâlis .

*
Yapılması Gereken
Hazret-i Pîr’in Limni’deki dergâh ve kabir bakiyelerini yerinde görmek için 2011, 2012 ve 2013 senelerinde Türkiye’den bir heyet üç ayrı seyahat gerçekleştirmiştir. Bunlardan 24-27 Ekim 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen son sefer Cumhurbaşkanımız. Muhterem Recep. T. Erdoğan Bey’in (o zaman Başbakan idi) iradeleriyle TİKA Başkanlığının desteğiyle gerçekleştirilmiş ve ekibin tesbitleri bir rapor olarak ilgili yerlere verilmiştir.
Kısaca arzedecek olursak Mısri’nin 450. doğum yılı vesilesiyle hatırlanması, fikirlerinin daha iyi anlaşılması, günümüze gönderdiği mesajların bütün insanlığa ulaştırılması gibi hususların yanında 1914-1956 seneleri arasında Limni adasında Almanlar ve yerli Rumlar tarafından tahrip edilen Niyazi-i Mısri’nin mezarının yeniden ihya etmek, hazîredeki taşları yerli yerine koymak, Tevhidhâneyi, Dergâh-ı Şerîfi, Namâzgâhı ve Hazret-i Mısrî Câmii ile minâresini aslına uygun bir şekilde ihyâ etmek, tahrip edilen Osmanlı Mezarlığındaki taşları görüp okumak vb. için ayrıca adımlar atılmalıdır.



Limni elimizden çıkmadan önce çekilmiş bir fotoğraf (1914). Limni’nin merkezi olan Marina’da görüntülenen bu binalar, Limni emlimizden çıkmadan önce Hz. Mısri’nin dergahı, türbesi ve camiinin bütürn özellikleri görülmektedir. Dergah Abdülmecid döneminden II. Abdülhamid’e gelinceye kadar birkaç defa elden geçirilmiştir. Şu anda bu yapılardan sadece dergahın cümle kapısı yerinde durmaktadır.



Şu anda Mısrî Dergâhından kalan son miras, cümle kapısı. 1914’teki görüntüden hiçbir eser yok. Sağdaki Mısrî câmii yerinde bir “cafe” var. Minâreyi sökmüşler. Hemen karşısında dergâhın giriş kapısı. Onun sol arkası tevhîdhâne, şimdi marketin deposu. Sağda ok ile gösterilen yerde 4 katlı bir ev var. O evin üst yola bakan tam duvar kenarına gelen kısmında türbe-i şerîf bulunuyordu.



Dergâhın sağındaki bina, “cafe” olarak faaliyette. Bir zamanlar Hazret-i Pîr’in ibadet ettiği İskele (Mısri) mescidi.

*
Mısrî anlaşılacağı üzere
Yaşadığı dönemden bugüne kadar irfani düşüncedeki yeriyle, edebiyat, fikir ve estetik tarihimizde bıraktığı ve halan yaşayan tesirleriyle inçcelenmesi ve dünyaya maledilmesi gereken bir kişidir. Edebiyat tarihimizde ençok okunan, yazılan ve yaygın hale gelen ilahilerin ona ait olduğunu belirtirsek bu konu daha iyi anlaşılacaktır. Diğer taraftan Yunus Emre’den sonra bestelenen en fazla ilahi ona aittir. Başta Anadolu olmak üzere, Adalar, Balkanlar ve Arap ülkeleri onun tesir dairesinde kalmıştır. Mısrî’nin Kur’an-ı Kerîm’den neş’et eden varlık birliğini, Cenab-ı Hakk’ın ve Resulunün mahiyetini, ilâhî aşkı ve ahlâkı, yaratılışı, eşyanın ve insanın hakîkatini, varlığın tekâmülünü, kısacası İslâm’ın derinliğini ve inceliğini ortaya koyduğu irfânî düşüncelerini gelecek nesillere tanıtmak ve taşımak sorumlu herkesin görevidir. Mısri gibi bir büyük irfan adamı ve bilge şahsiyetin eserleri bütün dünya dillerine aktarılıp insanlığın istifadesine sunulmalıdır. Diğer taraftan Bursa ve Limni’deki dergahlarının yine Limni’deki tevhidhanesinin ihya edilmesi ve şu anda bir evin duvarı dibinde kalan, gelen geçen kişilerce çiğnenen kabrinin yeniden onarılması veya Anadolu’ya nakliyle başlamalı, büyük mutasavvıfın eserlerinin ve düşüncelerinin değerlendirilmesiyle devam etmelidir.
Bu vesile ile Unesco’nun bünyesinde değerlendirilmesi gereken Niyazi-i Mısri’nin eserleri başta olmak üzere, bestelenmiş şiirleri de gündeme getirilmelidir. Çok renkli geçen hayatı ibretlerle dolu olup pek çok sinema filmine, belgesele, dizi filmlere malzemeler verecek niteliktedir. Nitekim bunu fark eden ünlü yönetmenimiz Semih Kaplanoğlu 5 seneden beri Mısri senaryosu üzerinde çalışmakta olup imkan bulduğu ve desteklendiği takdirde konuyla ilgili dünyaya hitap edecek olan bir film çekmek üzere hazırlıklarını yapmaktadır.
Yine bu vesile ile Mısri konusunda çalışanların ödüllendirilmesi, yeni yarışmalarla Niyazi-i Mısri konusunu ele alan roman, beste ve araştırma nev’inden yarışmalar düzenlenmesi fevkalade yerinde olacaktır. Yine Ressamlar bu konuda faaliyete çağrılıp fırçalarıyla da katkıda bulunabilirler. Nitekim Ünlü Ressamımız Tülay Gürses hanımın bu çerçevede Mısri hakkında 40 resimlik bir koleksiyonunun olduğunu belirtelim. Yine bu çerçevede “Yunus’tan Niyazi-i Mısri’ye Uluslar arası Türk Tasavvuf Musikisi Beste yarışyması (En az 6 dilde) düzenlenmesi Türkçe, İngilizce, Fransızca Arapça ve Farsça TV proğramları yapılması, Yurt dışında ve içinde seminerler , paneller sempozyumlar düzenlenmesi yerinde olacaktır.
r



Hazret-i Pîr bu evin sağ alt yönünde kapı önünde yatıyor



Limni Osmanlı Mezarlığının bugünkü hâli. Sınırı Hazret-i Pîr’in hazîresinde başlayıp bu arsanın sınırına kadar geliyor. Pislik yuvası haline gelen bu arsanın altında muhtemelen mezar taşları bulunmaktadır



Türbe Yalı Caddesi Çile-hane
Avlu

Namaz-gah Câmi’
Kale yolu
Avlu Muvakkit-hâne



Tevhîd-hâne







Bursa Mısri Dergahı yıkılmadan önce. (Ulucami karşısındaki PTT’nin olduğu yer)
 

Son mesajlar