Eshab-ı kiramın büyüklerinden. Cennetle müjdelenen on kişiden ve ilk müslüman olan sekiz kişiden biri. İsmi; Abdurrahman bin Avf bin Abd-i Avf bin Haris bin Zuhre bin Kilab bin Mürre bin Kuseydir. Annesinin ismi, Şifa binti Avfdır. Soyu, dedelerinden Kilab bin Murrede, Resûlullah efendimiz ile birleşmektedir. KünyesL Ebu Muhammeddir. İslamiyetten önce ismi, Abd-i Amr, Abd-ul-Kabe veya Abd-ul-Haris olup, müslüman olduğu zaman Peygamber efendimiz tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Fil vakasından on yıl sonra, 580 senesinde doğdu ve 651 (H. 31) senesinde Medîne-i münevverede vefat etti.
Hazret-i Ebu Bekrin teşvikiyle müslüman oldu. Müslüman olmadan önce ticaretle meşgul olurdu. Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden önce, ticaret için Yemene gittiği zaman, Askelan bin Avakir-ül-Himyerîye misafir olurdu. O zat, ona her vansında Mekkeden haber sorar; İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zat zuhur etti mi? derdi. Nihayet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dinini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı senede, Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) Yemene yine gidip aynı zata misafir oldu. Ev sahibi; Ben seni ticaretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi? dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); Evet müjdele deyince, ev sahibi; Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden kendisinden razı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve Ona Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete davet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, batılı da men ve iptal edecektir. O, Haşimoğullarındandır. Siz Onun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır. Gidip Ona yardımcı ol. Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), o zatın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mukerremeye döndü ve hazret-i Ebu Bekr ile buluştu. Ona, Yemenli ihtiyarın söylediklerini haber verdi. Ebu Bekr (ranh); O kimse, Abdullahın oğlu Muhammed aleyhisselamdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip iman et dedi. Abdurrahman bin Avf, Resûlullah efendimizin huzuruna girdi. Resûl-i ekrem onu görünce, gulumsedi ve; Arkanda ne haber var, yâ Eba Muhammed?! diye sordu ve devam ederek; Bana tevdi edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hic Şüphesiz onu bana gönderen, Himyeroğulları müminlerinin üstünlerindendir. buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf, Peygamber efendimizin telkiniyle Kelime-i sehadet getirerek müslüman olma Şerefine kavuştu ve Yemenli ihtiyarın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarım anlattı. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; Zaman zaman öyle müminler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdirbuyurdu.
Abdurrahman bin Avfın, Peygamberimizin yanına, Osman bin Mazun, Ubeyde bin Haris, Ebu Seleme bin Abdülesed ve Ebu Ubeyde bin Cerrah (radıyallahü anhüm) ile birlikte gittiği ve Peygamberimizin onlara İslâma girmelerini teklif ettiği zaman, hepsinin müslüman oldukları bu hadisenin de Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin, Erkam bin Ebil-Erkamın evinde, halkı İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce vuku bulduğu da rivâyet edilir.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) İslâmiyeti kabul ettikten sonra, diğer müslümanlar gibi türlü eziyet ve işkencelere uğradı. Böylece vatanını terk ederek, hicrete mecbur oldu; 615 sehesinde birinci defa hicret eden müslümanlarla birlikte, Habesistana gitti. Daha sonra, Peygamber efendimizin emri üzerine, Medine-i münevvereye hicret etti. Peygamber efendimiz, hicretten sonra, Mekkeden hicret eden müslümanlarla (Muhacirler) Medineli müslümanlar (Ensar) arasında kardeşlik andlaşması îlan ettikleri zaman; Abdurrahman bin Avfı da, Sad bin Rebî el-Ensarî ile kardeş yaptı. Sad bin Rebî, her şeyini Abdurrahman bin Avf ile ikiye bölerek paylasmak istedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bu hususu şöyle anlatır: Resûlullah efendimiz, benimle Sad bin Rebî arasında kardeşlik yaptıktan sonra, Sad, benimle her şeyini paylaşmak istedi. Ona dedim ki: Allahü teâlâ, senin ehline ve malına bereket versin. Sen banacarsının yolunu göster. Kardeşim bana çarşıyi gösterdi, ben değahstim, kazandım. Bir kaç gün sonra, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem beni kokulanmış görerek guldu ve; Ne var Abdurrahman? buyurdu. Ben de; Ya Resûlallah! Ensardan bir kadınla evlendim dedim. Resûlullah efendimiz; Ona ne takdim ettin? buyurdular. Bir mikdar altın verdiğimi söyleyince; Ey Abdurrahman! Bir düğün yemeği tertiple ve bir koyun kes buyurdular.
Hicretin ikinci yihndan îtibaren başlayan gazalara katıldı. 624 (H. 2) senesinde vuku bulan Bedr gazasında bulundu. Bu muharebede, cesaret ve şecaatiyle büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu muharebede şahid olduğu, küfrun temsilcisi ve İslâmın en büyük düşmanı Ebu Cehlin iki genç tarafından öldürülüşünü şöyle anlatır: Bedr günü, safta duruyordum. Bir ara sağıma soluma baktım. Ensardan iki delikanlı gördüm. Henüz pek gençtiler. Bu gençlerden biri, beni gözüyle süzdü ve bana; Amca, Ebu Cehli tanir mısın? diye sordu. Ben de; Evet dedim. Ben; Ey kardeşimin oğlu! Ebu Cehli ne yapacaksın? diye sordum. O da; Bana haber verildiğine göre, Ebu Cehl, Resûlullah efendimize sövermiş. Allahü teâlâya yemin ederim ki, onu bir görürsem, öldürünceye veya kendim ölünceye kadar asla ondan ayrılmayacağım dedi. Bir gencin heyecan halındesöylediği bu söze hayret ettim doğrusu. Ardından, öteki genç bana yaklaşıp, aynı soruyu sordu. Bu sırada Ebu Cehli, adamları arasında ileri geri gidip gelirken gördüm. Hemen gençlere dönüp; Aradığınız adam iste dedim. Onlar da hemen kılıclarına sarılıp, Ebu Cehlin üzerine atıldılar ve onu olduğüne kanaat getirinceye kadar kılıc darbesine tuttular ve yere yiktilar. Sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin huzuruna dönüp, olanları arz ettiler. Resûlullah efendimiz; Ebu Cehli hanginiz öldürdü? diye sual buyurdular. Gençlerin her ikisi de; Ben öldürdüm dediler. Resûl-i ekrem; Kılıçlarınızı sildiniz mi? buyurdu. Onlar da; Hayır silmedik dediler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte battığını anlamak için gençlerin kılıclarını tedkik buyurdu. Tebrik ve iltifat ederek; İkiniz öldürmüşsünüz buyurdular. Bu iki delikanlı, Afra hatunun oğulları Muaz ile Muavviz idiler.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Uhud savaşına da katılarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Yirmi yerinden yara aldı. Bu yaralardan birisi sebebiyle ayağı sakat kaldı. Ayrıca 12 tane dişi kırıldı. Bu muharebede iki tane müşrik öldürdü.
Medineye hicret ettiğinde, hiç bir mail ve serveti bulunmayan Abdurrahman bin Avf, ticaretle meşgul olup, kısa zamanda zengin oldu. Kazandığı malını Allah yoluna sarf etti. Çok kanaatkar olup, hiç bir zaman dünya mahna gönül vermedi. Hatta; Taşa el uzatsam, altın ve gümüş olduğunu görürdüm derdi.
Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabilesini İslâma davet etmek için Dumet-ul-Cendele gönderilen yedi yüz kişilik orduya, kumandan tayin edildi. Dumet-ul-Cendel, Tebuk şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi. Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avfı (radıyallahü anh) yanına çağırıp; Hazırlan! Ben seni bugün veya yarın sabah inşaallah askeri birliğin başında göreceğim buyurdu. Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dumet-ul-Cendere hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete davet etmesini emir buyurdu. Dumet-ul-Cendere gidecek ordu, seher vakti Medine dışındaki Curuf denilen mevkide toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avfın geride kaldığını görünce; Arkadaşlarından niçin geri kaldın? buyurdu. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); Ya Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir dedi.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), basma, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve; Ey İbn-i Avf! İşte sarığını böyle sar buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek; Ey İbn-i Avf! Allah adıyla, Allah yolunda cihad et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahalisi senin davetine icabet ederlerse, o kabilenin reisinin kızıyla evlen buyurdu.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), emrine verilen yedi yüz kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dumet-ul-Cendere ulaştı. Kelb kabilesini, tatlı bir üslubla İslâma davet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabilesinin reisi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı müslüman olup, hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeğe razı oldular. Abdurrahman bin Avf, müslüman olan Esbagın kızı Tümadir ile evlendi. Onunla birlikte Medineye geldi. Tumadir, Abdurrahman bin Avfın oğlu Ebu Selemenin annesidir. Ebû Seleme ise büyük fıkıh alimlerindendir. Dumet-ul-Cendeldeki Kelb kabilesinin hidayete kavuşmalarına vesîle olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Mekkenin fethinden sonra vuku bulan bütün hadiselerde bulundu. Resûlullah efendimizin veda haccına da iştirak etti.
Çok cömert ve hayırsever bir zat olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Peygamber efendimizin zamanında, üç defa, malının yarısını fisebilillah (Allah yolunda, Onun rızası için) fakirlere tasadduk etti. Birinci defasında dört bin, ikinci defasında kırk bin dirhem ve üçüncü defasında kırk bin altın tasaddukta bulundu. Tebük seferi için beşyüz at ve yüklü beş yüz deve yardımda bulundu.
Bir defasında Abdurrahman bin Avf; buğday, un ve çeşitli zahire yüklü yedi yüz deveden meydana gelen ticaret kervanı ile Medine-i münevvereye girdiği zaman, hazret-i Aişenin (radıyallahü anha), Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin; Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliye emekliye (diz üstü) girer buyurduğunu bildirmesi üzerine, Ey Emîr-ül-müminîn! Ben de bu develeri yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağıma söz veriyor ve seni şahid tutuyorum dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) bu müjdeyi aldıktan sonra, sevgili Peygamberimizin huzuruna vardılar. Resûl-i ekrem efendimiz; Allahü teâlâya karz-i hasen(borç) ver. Bu sayede ayakların çözülür buyurdu. Sonra Cebrâil aleyhisselam gelerek, Resûlullah efendimize şöyle dedi: İbn-i Avfa söyle; misafir ağırlasın, fakirleri doyursun, kendisinden birşey isteyen muhtaçları boş çevirmesin. Bunları yaparsa, içinde bulunduğu durumuna (yani zenginliğinin hakkını vermeğe) keffaret olur.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir günde otuz tane köleyi satın alarak azad etti ve her birine yüz altın dağıttı.
Büyük servet sahibi olmasının, ahırette kendisine bir noksanlık getireceğinden korkan ve bu sebeple üzülen Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir gün Ümmü Selemeye (radıyallahü anha); Malın çokluğu helake götürür, bundan çok endişe ediyorum dedi. Bunun üzerine hazret-i Ümmü Seleme; Fakat, Allahü teâlâ yolunda sarf olunan mal böyle değildir diye cevap verdi. Hayatının sonuna kadar bütün servetini Allahü teâlâ yolunda sarf etmeye devam eden Abdurrahman bin Avf, vefatı sırasında binlerce dinarını Allahü teâlâ yolunda sarf edilmek üzere vakf etti. Bunlardan başka çok para vererek satın aldığı başı, Peygamber efendimizin zevcelerine vakf etti. Onlar da bundan istifade ettiler. Hazret-i Aişe, onun bu ihsanından dolayı teşekkür ederek, dua eder, Allahü teâlânın ona Cennet selsebîlinden içirmesini niyaz ederdi. Sevgili Peygamberimizin zevcelerinden Ümmü Seleme (radıyallahü anha) ise, bu hususda kainatın sultanından şöyle rivayet etti ve dedi ki: Resûlullahın zevcelerine şöyle buyurduğunu işittim: Benden sonra sizi gözeten kimse, sâdık ve iyilik sahibidir. Ey Allahım! Abdurrahman bin Avfa Cennet selsebilinden içir.
Hazret-i Ebu Bekrin teşvikiyle müslüman oldu. Müslüman olmadan önce ticaretle meşgul olurdu. Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden önce, ticaret için Yemene gittiği zaman, Askelan bin Avakir-ül-Himyerîye misafir olurdu. O zat, ona her vansında Mekkeden haber sorar; İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zat zuhur etti mi? derdi. Nihayet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dinini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı senede, Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) Yemene yine gidip aynı zata misafir oldu. Ev sahibi; Ben seni ticaretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi? dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); Evet müjdele deyince, ev sahibi; Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden kendisinden razı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve Ona Kitab da indirdi. O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete davet edecek. Hakkı buyuracak ve işleyecek, batılı da men ve iptal edecektir. O, Haşimoğullarındandır. Siz Onun dayılarısınızdır. Dönüşünü çabuklaştır. Gidip Ona yardımcı ol. Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), o zatın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mukerremeye döndü ve hazret-i Ebu Bekr ile buluştu. Ona, Yemenli ihtiyarın söylediklerini haber verdi. Ebu Bekr (ranh); O kimse, Abdullahın oğlu Muhammed aleyhisselamdır. Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Hemen Ona gidip iman et dedi. Abdurrahman bin Avf, Resûlullah efendimizin huzuruna girdi. Resûl-i ekrem onu görünce, gulumsedi ve; Arkanda ne haber var, yâ Eba Muhammed?! diye sordu ve devam ederek; Bana tevdi edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver. Hic Şüphesiz onu bana gönderen, Himyeroğulları müminlerinin üstünlerindendir. buyurdu. Bunun üzerine Abdurrahman bin Avf, Peygamber efendimizin telkiniyle Kelime-i sehadet getirerek müslüman olma Şerefine kavuştu ve Yemenli ihtiyarın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarım anlattı. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; Zaman zaman öyle müminler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdirbuyurdu.
Abdurrahman bin Avfın, Peygamberimizin yanına, Osman bin Mazun, Ubeyde bin Haris, Ebu Seleme bin Abdülesed ve Ebu Ubeyde bin Cerrah (radıyallahü anhüm) ile birlikte gittiği ve Peygamberimizin onlara İslâma girmelerini teklif ettiği zaman, hepsinin müslüman oldukları bu hadisenin de Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin, Erkam bin Ebil-Erkamın evinde, halkı İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce vuku bulduğu da rivâyet edilir.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) İslâmiyeti kabul ettikten sonra, diğer müslümanlar gibi türlü eziyet ve işkencelere uğradı. Böylece vatanını terk ederek, hicrete mecbur oldu; 615 sehesinde birinci defa hicret eden müslümanlarla birlikte, Habesistana gitti. Daha sonra, Peygamber efendimizin emri üzerine, Medine-i münevvereye hicret etti. Peygamber efendimiz, hicretten sonra, Mekkeden hicret eden müslümanlarla (Muhacirler) Medineli müslümanlar (Ensar) arasında kardeşlik andlaşması îlan ettikleri zaman; Abdurrahman bin Avfı da, Sad bin Rebî el-Ensarî ile kardeş yaptı. Sad bin Rebî, her şeyini Abdurrahman bin Avf ile ikiye bölerek paylasmak istedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bu hususu şöyle anlatır: Resûlullah efendimiz, benimle Sad bin Rebî arasında kardeşlik yaptıktan sonra, Sad, benimle her şeyini paylaşmak istedi. Ona dedim ki: Allahü teâlâ, senin ehline ve malına bereket versin. Sen banacarsının yolunu göster. Kardeşim bana çarşıyi gösterdi, ben değahstim, kazandım. Bir kaç gün sonra, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem beni kokulanmış görerek guldu ve; Ne var Abdurrahman? buyurdu. Ben de; Ya Resûlallah! Ensardan bir kadınla evlendim dedim. Resûlullah efendimiz; Ona ne takdim ettin? buyurdular. Bir mikdar altın verdiğimi söyleyince; Ey Abdurrahman! Bir düğün yemeği tertiple ve bir koyun kes buyurdular.
Hicretin ikinci yihndan îtibaren başlayan gazalara katıldı. 624 (H. 2) senesinde vuku bulan Bedr gazasında bulundu. Bu muharebede, cesaret ve şecaatiyle büyük kahramanlıklar gösterdi. Bu muharebede şahid olduğu, küfrun temsilcisi ve İslâmın en büyük düşmanı Ebu Cehlin iki genç tarafından öldürülüşünü şöyle anlatır: Bedr günü, safta duruyordum. Bir ara sağıma soluma baktım. Ensardan iki delikanlı gördüm. Henüz pek gençtiler. Bu gençlerden biri, beni gözüyle süzdü ve bana; Amca, Ebu Cehli tanir mısın? diye sordu. Ben de; Evet dedim. Ben; Ey kardeşimin oğlu! Ebu Cehli ne yapacaksın? diye sordum. O da; Bana haber verildiğine göre, Ebu Cehl, Resûlullah efendimize sövermiş. Allahü teâlâya yemin ederim ki, onu bir görürsem, öldürünceye veya kendim ölünceye kadar asla ondan ayrılmayacağım dedi. Bir gencin heyecan halındesöylediği bu söze hayret ettim doğrusu. Ardından, öteki genç bana yaklaşıp, aynı soruyu sordu. Bu sırada Ebu Cehli, adamları arasında ileri geri gidip gelirken gördüm. Hemen gençlere dönüp; Aradığınız adam iste dedim. Onlar da hemen kılıclarına sarılıp, Ebu Cehlin üzerine atıldılar ve onu olduğüne kanaat getirinceye kadar kılıc darbesine tuttular ve yere yiktilar. Sonra Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin huzuruna dönüp, olanları arz ettiler. Resûlullah efendimiz; Ebu Cehli hanginiz öldürdü? diye sual buyurdular. Gençlerin her ikisi de; Ben öldürdüm dediler. Resûl-i ekrem; Kılıçlarınızı sildiniz mi? buyurdu. Onlar da; Hayır silmedik dediler. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, kılıçlarına ne kadar kan bulaştığını ve ne derece derinlikte battığını anlamak için gençlerin kılıclarını tedkik buyurdu. Tebrik ve iltifat ederek; İkiniz öldürmüşsünüz buyurdular. Bu iki delikanlı, Afra hatunun oğulları Muaz ile Muavviz idiler.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Uhud savaşına da katılarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Yirmi yerinden yara aldı. Bu yaralardan birisi sebebiyle ayağı sakat kaldı. Ayrıca 12 tane dişi kırıldı. Bu muharebede iki tane müşrik öldürdü.
Medineye hicret ettiğinde, hiç bir mail ve serveti bulunmayan Abdurrahman bin Avf, ticaretle meşgul olup, kısa zamanda zengin oldu. Kazandığı malını Allah yoluna sarf etti. Çok kanaatkar olup, hiç bir zaman dünya mahna gönül vermedi. Hatta; Taşa el uzatsam, altın ve gümüş olduğunu görürdüm derdi.
Hicretin 6. senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabilesini İslâma davet etmek için Dumet-ul-Cendele gönderilen yedi yüz kişilik orduya, kumandan tayin edildi. Dumet-ul-Cendel, Tebuk şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi. Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avfı (radıyallahü anh) yanına çağırıp; Hazırlan! Ben seni bugün veya yarın sabah inşaallah askeri birliğin başında göreceğim buyurdu. Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dumet-ul-Cendere hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete davet etmesini emir buyurdu. Dumet-ul-Cendere gidecek ordu, seher vakti Medine dışındaki Curuf denilen mevkide toplandı. Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avfın geride kaldığını görünce; Arkadaşlarından niçin geri kaldın? buyurdu. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh); Ya Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim. Yolculuk elbisem üzerimdedir dedi.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), basma, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı. Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve; Ey İbn-i Avf! İşte sarığını böyle sar buyurdu. Daha sonra eline bir sancak vererek; Ey İbn-i Avf! Allah adıyla, Allah yolunda cihad et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış. Zulüm ve taşkınlık yapma. Allahın emri dâiresinde hareket et. Çocukları öldürme. Eğer o belde ahalisi senin davetine icabet ederlerse, o kabilenin reisinin kızıyla evlen buyurdu.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), emrine verilen yedi yüz kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dumet-ul-Cendere ulaştı. Kelb kabilesini, tatlı bir üslubla İslâma davet etti. Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabilesinin reisi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı müslüman olup, hıristiyanlığı terkettiler. Bir kısmı da hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeğe razı oldular. Abdurrahman bin Avf, müslüman olan Esbagın kızı Tümadir ile evlendi. Onunla birlikte Medineye geldi. Tumadir, Abdurrahman bin Avfın oğlu Ebu Selemenin annesidir. Ebû Seleme ise büyük fıkıh alimlerindendir. Dumet-ul-Cendeldeki Kelb kabilesinin hidayete kavuşmalarına vesîle olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Mekkenin fethinden sonra vuku bulan bütün hadiselerde bulundu. Resûlullah efendimizin veda haccına da iştirak etti.
Çok cömert ve hayırsever bir zat olan Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), Peygamber efendimizin zamanında, üç defa, malının yarısını fisebilillah (Allah yolunda, Onun rızası için) fakirlere tasadduk etti. Birinci defasında dört bin, ikinci defasında kırk bin dirhem ve üçüncü defasında kırk bin altın tasaddukta bulundu. Tebük seferi için beşyüz at ve yüklü beş yüz deve yardımda bulundu.
Bir defasında Abdurrahman bin Avf; buğday, un ve çeşitli zahire yüklü yedi yüz deveden meydana gelen ticaret kervanı ile Medine-i münevvereye girdiği zaman, hazret-i Aişenin (radıyallahü anha), Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin; Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliye emekliye (diz üstü) girer buyurduğunu bildirmesi üzerine, Ey Emîr-ül-müminîn! Ben de bu develeri yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağıma söz veriyor ve seni şahid tutuyorum dedi. Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh) bu müjdeyi aldıktan sonra, sevgili Peygamberimizin huzuruna vardılar. Resûl-i ekrem efendimiz; Allahü teâlâya karz-i hasen(borç) ver. Bu sayede ayakların çözülür buyurdu. Sonra Cebrâil aleyhisselam gelerek, Resûlullah efendimize şöyle dedi: İbn-i Avfa söyle; misafir ağırlasın, fakirleri doyursun, kendisinden birşey isteyen muhtaçları boş çevirmesin. Bunları yaparsa, içinde bulunduğu durumuna (yani zenginliğinin hakkını vermeğe) keffaret olur.
Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir günde otuz tane köleyi satın alarak azad etti ve her birine yüz altın dağıttı.
Büyük servet sahibi olmasının, ahırette kendisine bir noksanlık getireceğinden korkan ve bu sebeple üzülen Abdurrahman bin Avf (radıyallahü anh), bir gün Ümmü Selemeye (radıyallahü anha); Malın çokluğu helake götürür, bundan çok endişe ediyorum dedi. Bunun üzerine hazret-i Ümmü Seleme; Fakat, Allahü teâlâ yolunda sarf olunan mal böyle değildir diye cevap verdi. Hayatının sonuna kadar bütün servetini Allahü teâlâ yolunda sarf etmeye devam eden Abdurrahman bin Avf, vefatı sırasında binlerce dinarını Allahü teâlâ yolunda sarf edilmek üzere vakf etti. Bunlardan başka çok para vererek satın aldığı başı, Peygamber efendimizin zevcelerine vakf etti. Onlar da bundan istifade ettiler. Hazret-i Aişe, onun bu ihsanından dolayı teşekkür ederek, dua eder, Allahü teâlânın ona Cennet selsebîlinden içirmesini niyaz ederdi. Sevgili Peygamberimizin zevcelerinden Ümmü Seleme (radıyallahü anha) ise, bu hususda kainatın sultanından şöyle rivayet etti ve dedi ki: Resûlullahın zevcelerine şöyle buyurduğunu işittim: Benden sonra sizi gözeten kimse, sâdık ve iyilik sahibidir. Ey Allahım! Abdurrahman bin Avfa Cennet selsebilinden içir.