Hakikat-i Muhammediyye

Qasem

Sp Kullanıcı
18 Şub 2017
3,530
527
Hakikat-i Muhammediyye


Murat Kayacan

Hakikat-i Muhammediyye’nin, bütün peygamberlerin ve velilerin ledünni ve bâtıni bilgilerini aldıkları kaynak olduğu ifade edilmektedir.1 Bu düşünce, Helenistik felsefedeki2 “varlıkların ilk varlıktan feyz yoluyla sudur3 ettiği” şeklindeki sudur nazariyesine oldukça benzemektedir. Felsefenin İslam dünyasında etkisini artırmaya başlamasıyla filozofların akl-ı evvel, akl-ı külli diye ifade ettikleri kavramlar, mutasavvıflar tarafından Nur-u Muhammedi, Hakikat-i Muhammediyye gibi ifadelerle dile getirilmiştir. Hüseyin b. Mansur el-Hallâc’ın (858–922) sistematik bir biçimde ortaya attığı bu teori, gnostik fikirlerin tasavvufa girişinin ilk örneklerinden sayılmaktadır (3./9. yüzyıl sonları). Bu teori, daha sonra 7./13. Yüzyılda, İbn Arabi tarafından vahdet-i vücut4 düşüncesi içinde temel görüşlerden biri haline getirilmiştir. Buna göre Hakikat-i Muhammediyye teorisinin esas kaynağının, Yeni Eflatunculuk’taki logos veya İskenderiyeli Aziz Clemens’in (ö. 205) peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ve önce Şii muhitine oradan da tasavvufa geçtiği ifade edilebilir.5

Bu yazıda Hakikat-i Muhammediyye kavramının köklerine, nasıl tanımlandığına ve bu kavramı benimseyenlerin yaklaşımlarına ve son olarak da bu kavrama yönelik eleştirilere dikkat çekilecektir.

Peygamber’in manevi şahsiyetini ifade etmek için bir tasavvuf terimi olarak kullanılan Hakikat-i Muhammediyye diğer adıyla Nur-u Muhammedi kavramına sözlerinde ilk yer veren sufi, Zü’n-Nun-ı Mısri (H. 155-245/772-859) olmuştur. Çünkü “Yaratılanların aslı Muhammed’in nurudur.” sözü ona aittir. Her ne kadar Zü’n-Nun bu kavramı kullanmış olsa da sözü geçen teorinin o dönemlerde henüz netleşmediği, sadece bir anlayış olarak var olduğu görülmektedir. Aynı şekilde Zü’n-Nun’un öğrencisi Sehl b. Abdullah et-Tüsteri (200-283/815-896) de Allah’ın ilk defa Muhammed’i kendi nurundan yarattığını ileri sürmüş fakat Hakikat-i Muhammediyye kavramından açıkça bahsetmemiştir. O, bunun sadece bir yaratma nedeni olduğundan söz etmiştir. Zaman içinde bu düşüncenin giderek bir teoriye dönüştüğü görülmektedir. Et-Tüsteri’nin öğrencisi İbn Salim’in kurduğu Salimiye ekolünün temel ilkelerinden birinin Nur-u Muhammedi olması da bunu desteklemektedir.6 Daha sonra Hallac-ı Mansur (858–922)7 Kitabü't-Tavasin'in "Tasinü'ssirac" bölümünde bu kavram üzerinde durmuştur. Aynülkudat el-Hemedani8 Temhidât'ta, Ruzbihan-ı Baklî (1128–1209)9 Şerh-i Şathiyyât'ta10 tasvir ettikleri kavramı, Muhammed Kemal İbrahim, İbrahim b. Edhem'e (M. 718-782/H. 100-165) ve Süfyan es-Sevrî'ye (715- 778) kadar götürmüştür. Hakikat-i Muhammediyye görüşü belki de en dikkat çekici biçimde Muhyiddin İbnü'l-Arabi (1165-1240) ve Abdülkerim el-Cîlî (h. 767-826/832) tarafından açıklanmış, Fususu’l-Hikem'e şerh yazanlar da bu konu üzerinde önemle durmuşlardır.11

Allah’tan başka hiçbir varlık yokken ilk defa yaratıldığı kabul edilen varlığa Hakikat-i Muhammediyye denilmiştir. Diğer bütün yaratıklar ise bu hakikatten ve bu hakikat için yaratılmıştır. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Hakikat-i Muhammediyye veya Nur-u Muhammedi, Allah’ın ilk defa ve ilk varlık olarak Muhammed’i kendi ruhundan yaratması demektir. Bu tasavvufi felsefeye göre ilk yaratılan varlık Âdem değil, Muhammed’dir. Hatta dünya bile onun yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Hakikat-i Muhammediyye düşüncesi “levlake”12 vb. hadislere dayandırılmaktadır. Bu anlamı çağrıştıran hadisler, daha çok Hâkim en-Nisaburi’nin (ö. 405/1014) el-Müstedrek’i13 ve Acluni’nin (1676-1749) Keşfu’l-Hafa14 gibi hadis kaynaklarında yer almaktadır.15

Sufilere göre Allah, kendisiyle birlikte hiçbir şey yok iken kendisini, kendi zatının dışındaki varlıklarda görmeyi istedi ve âlemi yarattı. Ancak bu düşünceyi savunan mutasavvıflar, ilk yaratılan varlık hakkında kendi aralarında bir birlik içinde değildirler. Kimisi ilk yaratılanın Peygamber’in nuru, kimisi aklı, kimisi de onun ruhu olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki yaratılan ilk varlığın ne olduğuna ilişkin, Kur’an’da hiçbir açıklama mevcut değildir. Sözü geçen yaklaşımın izahı yerine Kur’an’da, Muhammed’in de insanlara doğru yolu gösteren diğer peygamberler gibi bir beşer peygamber olduğu belirtilmektedir.16 Ayrıca Muhammed’in ne zaman, nerede ve hangi anne ve babadan dünyaya geldiği tarihen bilinmektedir.

Muhyiddin İbn Arabi’ye göre Hakikat-i Muhammediyye, nur olması bakımından âlemin aslıdır ve varlık şeklinde zahir olan ilahi tecellinin de ilk mertebesidir. O, Hakikat-i Muhammediyye’yi vücud-u mutlak’ın yaratılış sahasındaki ilk ve en mükemmel mazharı olarak görür. İbn Arabi’ye göre O’nun her isminin bir mazharı vardır. En kapsamlı ilim olan ve bundan dolayı ism-i a’zam17 denilen Allah isminin mazharı, Hakikat-i Muhammediyye’dir. Ona aynı zamanda insan-ı kâmil de denir.18 Çünkü insan-ı kâmil, varlığın bütün hakikatlerini kendinde toplar.19

Gerçekten de İbn Arabi tarafından ortaya konulduğu ve onun hararetli izleyicisi Abdulkerim el-Cîlî tarafından insan-ı kâmil adında kitapta yazılıp açıklandığı şekliyle, kâmil insan teorisi, Şia’nın imam prensibine20 oldukça benzemektedir. Esasen bu teoriler de kaynak bakımından, Şiilik ve tasavvufta var olan şekliyle Hakikat-i Muhammediyye düşüncesine dayanmaktadır. Nitekim biraz farklı da olsa Nur-u Muhammedi ve Velayet Silsilesi teorileri her iki sistemde de bulunmaktadır. Şia, bir ilk nurun varlığına inanır. Onlara göre ilahi bilgiyi elde etmek isteyen insanın, Peygamber’den sonra imam vasıtasıyla bu nura bağlanması lazımdır. Tasavvufta ise insanın, Peygamber’e kadar ulaşan velayet silsilesi ile bir kâmil insana/şeyhe akan berekete bağlı olması gerekmektedir.21

İbn Arabi, âlemin yaratılışının, dış hakikatlerde tecelli etmek için Allah’ın zatına olan sevgisi nedeniyle gerçekleştiğini söylemiş ve bunu temellendirmek adına “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim. Bilinmek için mahlûkatı yarattım.” şeklinde söylenen ve mutasavvıflar arasında yaygın olan sözü refere etmiştir. Peygamber’e aidiyetine dair keşfen sahih dediği bu hadise göre yaratılışın sırrı, Allah’ın zatına olan bilinme ve tezahür etme aşkına bağlanmaktadır. Ancak hadis usulü açısından, keşif yoluyla hadis doğrulamak mümkün değildir.22

Nur-u Muhammedi mefhumunu ileri derecede sahiplenip savunan Aziz Mahmud Hüdayi (1541-1628), Muhammedi ruh ile nurun, bütün insanlardan, peygamber ve meleklerden önce var olduğunu beyan etmekte, ruhani ve cismani âlemin mertebelerinin, Resulullah’ın şerefli vücudunun ortaya çıkışına kadar devam ettiğini söylemektedir. Ona göre Allah, Resulullah’ın zuhuruyla âlemleri tamamlamış ve böylece âlemlerin yaratılmasındaki gaye de ortaya çıkmıştır. İşte tam da bu nedenden ötürü vücudu, diğer peygamberlerin sonuna bırakılmıştır.23

Sonuç

Hadis âlimleri ve Hanbeliler, Hakikat-i Muhammediyye düşüncesi doğrultusundaki bir Peygamber anlayışının, onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki böylesi aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini ifade etmişlerdir.24

Ne yazık ki Müslümanlar Hristiyanlarla bir yarış içine girercesine bir beşer olan peygamberi neredeyse her şeyin aslı durumuna getirmişlerdir. İncil’de bulunan Hz. İsa’ya dair şu ifadeler belki de bu yarışın en açık göstergesidir: “Görünmez Tanrı'nın görüntüsü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur/Hz. İsa’dır. Nitekim gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar, her şey onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır. Her şeyden önce var olan odur ve her şey varlığını onda sürdürmektedir. Bedenin, yani inanlılar topluluğunun başı odur. Her şeyde ilk yeri alsın diye başlangıç olan ve ölüler arasından ilk doğan odur. Çünkü Tanrı, tüm doluluğunun onda bulunmasını uygun gördü.” (İncil, Koloseliler, I: 15-19). Her ne kadar Kur’an müminlerin peygamberler arasında ayrım gözetmemelerini istese de (Bakara, 2/136) Hristiyanların düştüğü yanlışa Müslümanların bir kısmı da düşmüştür.

Peygamberimizin aşırı yüceltilmesi konusunda, İbn Teymiye’nin (1263-1328) eleştirileri gayet yerindedir: “Bazıları yerlerin, göklerin, ayın ve güneşin kısaca her şeyin Peygamberimiz için yaratıldığını iddia etmektedir. Hâlbuki böyle bir şey ne sahih ne de zayıf, hiçbir şekilde Hz. Peygamber’den rivayet edilmemiştir. Bütün ilim ehli bunu böyle kabul etmiştir. Sahabeden de böyle bir söz nakledilmemiştir.”25 Aksine Allah, göklerde ve yerde olanları “insanlara hizmet etsin diye” yaratmıştır: “Allah'ın göklerde ve yerde olanları sizin hizmetinize verdiğini nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca verdiğini görmediniz mi?” (Lokman, 31/20)



Dipnotlar:

1- Akman, Mustafa, “Hakikat-i Muhammediye Düşüncesi ve Bu Düşüncenin Referanslarını Aktaran İki Kaynak ve Müellifleri”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, S: 2, s. 110, 2011.

2- Antik çağ Yunan felsefesinde Aristoteles'ten (M.Ö. 384–322) itibaren Yeni Platonculuk'un ortaya çıkmasına kadar geçen dönem.

3- Varlığın mutlak birden çıkıp bir sıra düzeni içinde evreni oluşturması anlamında felsefe terimi. Bkz. Kaya, Mahmut, “Sudur”, DİA, İst., XXXVII, 467, 2009.

4- Vahdet-i vücut akidesine yönelik tenkitler için bkz. Kayacan, Murat, İbn Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz Dergisi, S: 178, İst., 2006.

5- Akman, 111-112.

6- Akman, 112-113.

7- Hallac-ı Mansur’un din algısı konusunda bkz. Kayacan, Murat, “Hallâc-ı Mansûr ve Hulûl Felsefesi”, Haksöz Dergisi, S: 175, İst., 2005.

8- Hemedani (1098–1131), Fars kökenli bir mutasavvıf, filozof ve şairdir. 33 yaşındayken idam edilmiştir. Temhidât adlı eseri, tasavvuf literatüründe önemli ve felsefi yönü de olan bir eserdir.

9- İranlı şair ve sufi.

10- Bu eser, Sufilerin İslam açısından “kabul edilemez” sözlerini savunma amaçlı kaleme alınmıştır.

11- Demirci, Mehmet, “Hakikat-i Muhammediyye”, DİA, XV, 179. (179-180)

12- Arapça aslı***1604;***1608; ***1604;***1575;***1603; ***1605;***1575; ***1582;***1604;***1602;***1578; ***1575;***1604;***1571;***1601;***1604;***1575;***1603; şeklinde olan hadis uydurmadır.

13- Bu eserde Sahîhayn’da (Buhari ve Müslim) yer almamakla birlikte ikisinin ya da ikisinden birinin şartlarına uyan hadisler yer almaktadır.

14- Acluni, bu eserinde halk arasında yaygınlık kazanmış bazı rivayetleri inceleyerek içinde yaşadığı döneme kadar gelmiş olan bazı uydurma hadisleri, vecizeleri, atasözlerini ve hikmetli sözleri inceleyerek asıllarını ortaya koyar.

15- Akman, 108.

16- Akman, 109.

17- Allah’ın en büyük ismi anlamında bir ifade.

18- Abdulkerim Cili’nin şöyle dediği aktarılır: “Kitaplarımda nerede insan-ı kâmil sözü geçerse ondan kastettiğim Muhammed’dir.” Bkz. Sarmış, İbrahim, Tasavvuf ve İslâm, 4. bs., s. 237, Ekin Yay., İst., 2005.

19- Akman, 110.

20- Ali b. Ebî Talib’in Hz. Muhammed’den hemen sonra nass ve tayinle halife olduğu, imametin insanlığın sonuna kadar Hz. Ali’nin soyundan devam edeceği ve bu imamların masum oldukları şeklindeki inanç.

21- Akman, 112.

22- Akman, 115.

23- Akman, 114.

24- Akman, 111-112.

25- İbnu Teymiyye, Takıyuddin Ebu’l-Abbas (ö. h. 728), Mecmû’l-Fetâvâ, 35 c., Mecmau’l-Melik Fahd li Tabaâti’l-Mushafi’ş-Şerif, Medine, 1995, XI, 96.



Kaynakça

Akman, Mustafa, “Hakikat-i Muhammediyye Düşüncesi ve Bu Düşüncenin Referanslarını Aktaran İki Kaynak ve Müellifleri”, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, S: 2, 2011 (Nisan-Eylül). (107-131)

Demirci, Mehmet, “Hakikat-i Muhammediyye”, DİA, İst., XV, 179. (179-180)

İbnu Teymiyye, Takıyuddin Ebu’l-Abbas (ö. h. 728), Mecmû’l-Fetâvâ, 35 c., Mecmau’l-Melik Fahd li Tabaâti’l-Mushafi’ş-Şerif, Medine, 1995.

Kaya, Mahmut, “Sudur”, DİA, İst., c. XXXVII, 2009.

Kayacan, Murat, “Hallâc-ı Mansûr ve Hulûl Felsefesi”, Haksöz Dergisi, S: 175, İst., 2005.

-------, İbn Teymiye’nin Vahdet-i Vücut Eleştirisi”, Haksöz Dergisi, S: 178, İst., 2006.

Sarmış, İbrahim, Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm, 4. bs., Ekin Yay., İst., 2005.


_________________________
[MENTION=60]NoktA[/MENTION] yeni çalışman...
Biraz çetrefilli bir konu ama faydalı olacaktır...

Sevgi Platformu
 

NoktA

Sp Kullanıcı
21 Mar 2017
4,419
513
Çetrefilli değil aslında. Konuyu okudum zihnimde havada kalan bir bölüm olmadı ama bunları nasıl izah edeceğimi bilemedim. Sanırım daha önce hiç dillendirmediğim için böyle oldu.

Bismillah deyip başlayalım Rabbim en doğru şekilde yazdırsın :)

Hakikat-i Muhammediyye’nin, bütün peygamberlerin ve velilerin ledünni ve bâtıni bilgilerini aldıkları kaynak olduğu ifade edilmektedir.
Bildiğim kadarıyla bu kısma delil olarak Nisa 113 ayeti öne sürüyorlar. "Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir." kısmını.

Bu düşünce, Helenistik felsefedeki2 “varlıkların ilk varlıktan feyz yoluyla sudur3 ettiği” şeklindeki sudur nazariyesine oldukça benzemektedir. Felsefenin İslam dünyasında etkisini artırmaya başlamasıyla filozofların akl-ı evvel, akl-ı külli diye ifade ettikleri kavramlar, mutasavvıflar tarafından Nur-u Muhammedi, Hakikat-i Muhammediyye gibi ifadelerle dile getirilmiştir. Hüseyin b. Mansur el-Hallâc’ın (858–922) sistematik bir biçimde ortaya attığı bu teori, gnostik fikirlerin tasavvufa girişinin ilk örneklerinden sayılmaktadır (3./9. yüzyıl sonları).
Sadece tasavvufi kaynaklar okumanın eksikliğini bu cümleyle daha çok hissettim.

Gnostisizm Antik Mısır ezoterizmini, Antik Yunan ezoterizmini, İbrani geleneklerini, Zerdüştlüğü, bazı Doğu geleneklerini ve dinlerini, Hristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen bir çok tarikatın benimsediği mistik felsefeye verilen genel ifadedir.

Bu yazıda Hakikat-i Muhammediyye kavramının köklerine, nasıl tanımlandığına ve bu kavramı benimseyenlerin yaklaşımlarına ve son olarak da bu kavrama yönelik eleştirilere dikkat çekilecektir.
...
 

Qasem

Sp Kullanıcı
18 Şub 2017
3,530
527
Çetrefilli değil aslında. Konuyu okudum zihnimde havada kalan bir bölüm olmadı ama bunları nasıl izah edeceğimi bilemedim. Sanırım daha önce hiç dillendirmediğim için böyle oldu.

Bismillah deyip başlayalım Rabbim en doğru şekilde yazdırsın :)



Bildiğim kadarıyla bu kısma delil olarak Nisa 113 ayeti öne sürüyorlar. "Allah sana kitabı ve hikmeti indirmiş, bilmediğini sana öğretmiştir." kısmını.



Sadece tasavvufi kaynaklar okumanın eksikliğini bu cümleyle daha çok hissettim.

Gnostisizm Antik Mısır ezoterizmini, Antik Yunan ezoterizmini, İbrani geleneklerini, Zerdüştlüğü, bazı Doğu geleneklerini ve dinlerini, Hristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen bir çok tarikatın benimsediği mistik felsefeye verilen genel ifadedir.



...
Süper...
Aslında kendimizi bulmamız ve gerçeklikle yüzleşmeye ne çok ihtiyacımız var. Tarihi hurafelerden arındırmadıkça geleceğede sağlıklı bakamayız.

Allah razı olsun Nokta

Severek Takipteyim :)

Sevgi Platformu
 

NoktA

Sp Kullanıcı
21 Mar 2017
4,419
513
Hakikat-i Muhammediyye düşüncesi “levlake”12vb. hadislere dayandırılmaktadır. Bu anlamı çağrıştıran hadisler, daha çok Hâkim en-Nisaburi’nin (ö. 405/1014) el-Müstedrek’i13 ve Acluni’nin (1676-1749) Keşfu’l-Hafa14 gibi hadis kaynaklarında yer almaktadır.15
Keşful Hafa kitabı uydurma hadislerin toplandığı hadis kitabı değilmiydi. Nisaburi tasavvufi tefsir yazmış. Belki onda olabilir ama keşful hafa kitabıyla aynı cümlede delil olarak gösterilmesi garip.

Sufilere göre Allah, kendisiyle birlikte hiçbir şey yok iken kendisini, kendi zatının dışındaki varlıklarda görmeyi istedi ve âlemi yarattı. Ancak bu düşünceyi savunan mutasavvıflar, ilk yaratılan varlık hakkında kendi aralarında bir birlik içinde değildirler. Kimisi ilk yaratılanın Peygamber’in nuru, kimisi aklı, kimisi de onun ruhu olduğunu ifade etmiştir. Ne var ki yaratılan ilk varlığın ne olduğuna ilişkin, Kur’an’da hiçbir açıklama mevcut değildir.
İlk yaratılanın Peygamber efendimizin nuru olduğunu bende duymuştum. Ama aklı ruhu tartışmalarını ilk defa burada okuyorum.

Şia, bir ilk nurun varlığına inanır. Onlara göre ilahi bilgiyi elde etmek isteyen insanın, Peygamber’den sonra imam vasıtasıyla bu nura bağlanması lazımdır. Tasavvufta ise insanın, Peygamber’e kadar ulaşan velayet silsilesi ile bir kâmil insana/şeyhe akan berekete bağlı olması gerekmektedir.
. . .
 

NoktA

Sp Kullanıcı
21 Mar 2017
4,419
513
İbn Arabi, âlemin yaratılışının, dış hakikatlerde tecelli etmek için Allah’ın zatına olan sevgisi nedeniyle gerçekleştiğini söylemiş ve bunu temellendirmek adına “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim. Bilinmek için mahlûkatı yarattım.” şeklinde söylenen ve mutasavvıflar arasında yaygın olan sözü refere etmiştir. Peygamber’e aidiyetine dair keşfen sahih dediği bu hadise göre yaratılışın sırrı, Allah’ın zatına olan bilinme ve tezahür etme aşkına bağlanmaktadır. Ancak hadis usulü açısından, keşif yoluyla hadis doğrulamak mümkün değildir.22
Hadisin kaynağının keşfen olduğunu bilmiyordum.

Hadis âlimleri ve Hanbeliler, Hakikat-i Muhammediyye düşüncesi doğrultusundaki bir Peygamber anlayışının, onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki böylesi aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini ifade etmişlerdir.24
Hanefi kaynaklarında nasıl geçiyor acaba :)

Hanbeli ifadesini görünce aklımda arap yarımadası ve arabistan vehhabileri geldi. Doğruyu açıklayabilirmisin Sayın Editör Qasem :) Yani Hanbeli olan Vehhabilerin kutsallara bakışını, Mezarların yıkılması Hz Peygamberin yaşadığı evin yıkılması gibi olayları soruyorum.


Ne yazık ki Müslümanlar Hristiyanlarla bir yarış içine girercesine bir beşer olan peygamberi neredeyse her şeyin aslı durumuna getirmişlerdir. İncil’de bulunan Hz. İsa’ya dair şu ifadeler belki de bu yarışın en açık göstergesidir: “Görünmez Tanrı'nın görüntüsü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur/Hz. İsa’dır. Nitekim gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar, her şey onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır. Her şeyden önce var olan odur ve her şey varlığını onda sürdürmektedir. Bedenin, yani inanlılar topluluğunun başı odur. Her şeyde ilk yeri alsın diye başlangıç olan ve ölüler arasından ilk doğan odur. Çünkü Tanrı, tüm doluluğunun onda bulunmasını uygun gördü.” (İncil, Koloseliler, I: 15-19). Her ne kadar Kur’an müminlerin peygamberler arasında ayrım gözetmemelerini istese de (Bakara, 2/136) Hristiyanların düştüğü yanlışa Müslümanların bir kısmı da düşmüştür.
Bence konu sadece bu paragraf olsada yeterli olurmuş.


Sayın Editör Qasem ekleyeceğin birşey yoksa ben yeni konumu alabilir miyim :)
 

Qasem

Sp Kullanıcı
18 Şub 2017
3,530
527
Hadisin kaynağının keşfen olduğunu bilmiyordum.



Hanefi kaynaklarında nasıl geçiyor acaba :)

Hanbeli ifadesini görünce aklımda arap yarımadası ve arabistan vehhabileri geldi. Doğruyu açıklayabilirmisin Sayın Editör Qasem :) Yani Hanbeli olan Vehhabilerin kutsallara bakışını, Mezarların yıkılması Hz Peygamberin yaşadığı evin yıkılması gibi olayları soruyorum.




Bence konu sadece bu paragraf olsada yeterli olurmuş.


Sayın Editör Qasem ekleyeceğin birşey yoksa ben yeni konumu alabilir miyim :)
Arabistan vahabileri Muhammed bin abdulvahab ve mücadelesine kurban olsunlar...
Selefiler amelde hanbelidir. Hadis merkezli ve diğer mezheplere göre çok daha katıdırlar. Hikaye, mücşze türü şeylere pek itimad etmez herşeyin pratikte olanına yönelirler. Akıllarını kullanmaz daha çok salt nakilcidirler...

İnşallah Müsait olayım konunu atacağım :)

Yüreğine sağlık güzel bşr konuydu...
Zevkle okudum

Sevgi Platformu
 

Muallem.

Sp Kullanıcı
18 Ara 2020
1,435
5,302
Konu uzun,
Vakit geç,
Zihin yorgun olunca okuyamadım hepsini.
Lakin başlık çok şirin olunca iz bırakmadan geçmek istemedim.

Hakikat-ı Muhammediye, (asv)
Şahsiyet-i maneviye’i Muhammediye, (asv)
Risalet-i Ahmed’iye ( asv )
Gibi terimleri Risale-i Nurlarda sıkça görmek mümkündür.
Efendimiz (asv) ‘ın Şahsiyeti maneviyesini ancak bu şümullü terimlerle anlamak mümkün. Bundan dolayı Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bu terimleri sıkça kullanmış.

Lewlake lewlak hitabına mazhar olan Peygamberimizi manevi şahsiyetini idrak edemeyenler onun hakkında cılız efkara sahip olabiliyorlar.

Rabbim bizleri Hakikat-ı Muhammediye’yi anlayanlardan ve tanıyanlardan eylesin.

Amin...
 

Karaton

GÜCÜ DOĞURAN DÜŞÜNCEDİR
Kurucu
27 Ocak 2017
4,321
18,203
Bolu
www.sevgiplatformu.info
Ne yazık ki Müslümanlar Hristiyanlarla bir yarış içine girercesine bir beşer olan peygamberi neredeyse her şeyin aslı durumuna getirmişlerdir.

İncilde bulunan Hz. İsaya dair şu ifadeler belki de bu yarışın en açık göstergesidir: Görünmez Tanrı'nın görüntüsü, bütün yaratılışın ilk doğanı odur/Hz. İsadır. Nitekim gökte ve yeryüzünde, görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar, her şey onda yaratıldı. Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır. Her şeyden önce var olan odur ve her şey varlığını onda sürdürmektedir. Bedenin, yani inanlılar topluluğunun başı odur. Her şeyde ilk yeri alsın diye başlangıç olan ve ölüler arasından ilk doğan odur. Çünkü Tanrı, tüm doluluğunun onda bulunmasını uygun gördü.(İncil, Koloseliler, I: 15-19).

Bu pavlus un koloselilere yazdiği mektuptur arkadaşlar....levlake sözünün kaynağida budur.
Bu söz zaten hicbir kaynakta geçmez..uydurma hadislerin toplandigi kitaplarda mevzu hadis olarak yer alir..

Yine peygamber yariştirma gayretinin hazin sonudur.

Oysa peygamberimizin şekilde hadisi vardir

Hristiyanların Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni batıl ve aşırı surette methettikleri şekilde övmeyin! Ben ancak Allah’ın kuluyum. Bana ‘Allah’ın kulu ve Rasûlü.’ deyin!” (Buhari, Enbiya, 48; Müsned, 1/23; 4/25)

Şimdi onu sevdiğini soyleyenler peygamberimizin soyledigi seyin tam ziddini yapmaktadir.
Bu sevmek değil tapinmaktır..peygamberimiz ise tapinilacak yari ilah değil,ahlaki olarak allahin ovgusune mazhar olmus ve ummete ornek gosterilmis bir beşerdir..

Dip not: tasavvuftan uzak durun:)
 

Son mesajlar

Cevaplar
2K
Görüntüleme
61K