Ebedi genç kalınır mı?
Efendimiz (sallAllahu aleyhi ve sellem), Dünya, ahiretin tarlasıdır buyurur. Dünya tarlası, ahiret hasadını kazanabilmek için ömür boyu sürülür, ekilir, biçilir.
Ancak sonuçta, Cenneti kazandıracak olan bu ahiret çiftçiliğinin en verimli zamanı, gençlik yıllarıdır. Çünkü her ibadet, ancak gençken tam ve mükemmel yapılabilir.
Gençler, bu önemli fırsatı, değerlendirmekte zorlanıyorlar. Gençliğini bütünüyle kulluğa dönüştürüp, ahiret yatırımı haline getiremeyenlerin önünde hangi engeller var? Bu soru ciddi olarak irdelendiğinde, karşımıza ilk olarak, hayata ve ölüme bakışımızdaki yanılgılar çıkıyor.
Bu husustaki en önemli yanılgı, gençliği ebedi sanmaktır. Her ne kadar, yaşanılan her gün, yaşlılığa atılan bir adım olarak görünse de hissiyatlar, gençliği hiç bitmeyecekmiş zannettirir. Bu zan yüzünden, gençliğin altın yılları, sırf oyun ve eğlenceye sarf edilir. Ne yazık ki, bunun adı da Hayatını yaşamak sanılır.
Delikanlılığın, o güzelim yılları delice harcamak demek olmadığı, çok geçmeden bilinir ama gençlik geri gelmeyecektir!
Gençlik, tekrarı olmayan bir film gibidir. Fırsatlarla, imkânlarla dolu müthiş bir süreçtir. Bu yüzden de yanlış kullanıldığında, keşkeler, ahlar, vahlar faydasız ve neticesizdir. Tekrarı yoktur amma her saniyesiyle sorulacak bir hesabı vardır.
Bir Arap Şairii, ihtiyarlığın eline düştüğü acizlik günlerinde şöyle dertlenir:
Eğer gençliğim, dönüp tekrar bana gelseydi,
İhtiyarlığın elinden neler çektiğimi, ona şikâyet edecektim.
Tabii ki, bu duyguyu çok insan yaşadı. Fakat böyle bir şikâyeti hiç kimse yapamadı. Çünkü kimseye gençliği tekrar geri gelmedi.
Rahmetli babam, vefat edinceye kadar kendisini hep genç saydı. Ben kıdemli gencim derdi ve eklerdi: İmanlı insan, dünyada kaybolan gençliğine fazla yanmaz. Çünkü bu fani geçlik ebedi ve baki bir gençliğin tohumudur.
Sonlu ve sınırlı olanı verip, sonsuz ve sınırsız olanı almak, elbette çok karlı bir ticarettir. Böylesine kazancı bol bir ticaret imkânını, ancak Rabbimiz sunar bize.
İmanlı gençler, gençliklerini bir ebedi saadet yatırımına dönüştürürler. Peki, ya imansız olanlar?
İmansızlığın içindeki Cehennem ateşi, her mutluluğu yakıp yok ettiği gibi gençliği de perişan eder. Çünkü iman fıtrattır; insana ait bütün güzellikleri içinde barındırır. İmansızlık da hayata hep ters düşen ve insanı yaratılış doğrultusundan saptıran bir bela
Özgürlük mü öküzlük mü?
İMAN, insan hayatına dengeli bir düzen getirir. Bu düzen, elbette ki insanı yaratana aittir. Dolayısıyla eşsizdir, alternatifsizdir, muhteşemdir.
Gençlik de bu düzenin kuralları içinde mecrasını bulur, maddede ve manada faydalı kılınır. İmandan uzak yaşanan gençlik, ilahi değil insani, daha doğrusu nefsanî ölçülerin kıskacında, kendi kendisini mahveder.
Kendi iç dünyasını karartmış olan gençler, dünyayı da yaşanamaz hale getirir, Cehenneme çevirir. En basit ve uğursuz bir zevk uğruna, elinden gelse bütün dünyayı yakmak ister. Gençlerin gücünü sınırlayan ve olumlu şekle kanalize eden imandır. Gençlik, galeyana gelen gücünü, arzusunu, maddi ve manevi duygularını, ancak imanla yararlı hale getirir ve meşrulaştırır.
Aksi halde, haram-helal dinlemeyen, imandan uzak gönüllerle, hiç bir askeri ve sivil güç, güven ortamı meydana getiremez. Zorla güzellik olmaz ve tahribat önlenemez. İnançsız bir genç, hiçbir tahribe güç yetiremezse, kendini tahrip eder.
İçi çölleşmiş gençlerin, başvurdukları inanç dışı yollar ise sadece uyuşturucu tacirlerine, sigara üreticilerine, silah satıcılarına ve benzerlerine yarar.
Batı medeniyetinin oluşturduğu manevi bataklık bu türlü gençleri üretti, çoğalttı ve başedilelemez boyutlara getirdi. Çünkü Batı, sadece his ve hevesat tatmini sunan maddeci bir görüşü temsil eder. O anlayışta, beden rahatına ait her şey, bütün maddi ve hayvani zevkler mubahtır. İnsan eğer zor kullanmıyorsa, her türlü hevesatını, istediği biçimde giderebilir.
O bakış açısında, nefsanî olanla, ruhî olan aynıdır. Ulvi duyguların tatmini ne kadar gerekliyse, nefsanî hissiyatın doyurulması da o derece normaldir. Yeter ki, karşılıklı rıza olsun, kişiler birbirini zorlamasın
Bu görüşün haramı, helali, günahı, sevabı yoktur. İnsan, canının, yani nefsinin her istediğini özgürce, ya da öküzce yerine getirebilir. Öküzce demeyi rastgele seçmedim.
Hatta özellikle altını çizmek istedim. Çünkü nefsinin kulu olmuşlarda, hep hayvanlara bir imrenme sezmişimdir. Zaman zaman bu imrenişlerini söylemekten de kendilerini alamadıkları olur. Mesela, basınımızda, zinanın serbest olup olmaması tartışılırken, ünlü bir gazeteci, Ne yani ben hayvanlar kadar bile özgür olamayacak mıyım bu ülkede? diye yazmıştı.
Aslında, hayvanların da kendilerine göre bir takım kuralları vardır. Aklına ve vicdanına rağmen, sınırsız bir özgürlüğü nefsine yaşatmak isteyenler, hayvanlardan daha aşağı düşmektedirler. Yani burada öküzlere de bir özür borcumuz vardır aslında
Ne Batının gençliği ne de ihtiyarlığı!
Böylesine bir hayat, sürekli yaşanabilir mi?
Biraz yaş baş geçip güç kuvvet azalınca, bu tür kişiler, yapayalnız kalır. En yakınlarından bile sevgi ve merhamet göremezler. Üstelik bir de günah fırtınalarıyla geçirilmiş bir gençliğin pişmanlıkları vicdan azabına dönüşünce, hayat yaşanılamaz bir hale döner.
Üç kuruş için üç dakikalık bir beden zevki için makam mevki hırsı için yani dünyevi her hedef için gençlikte yapılan hatalar, bir duvar gibi dikilir insanın karşısına Hele, bu günahlar içinde kul hakkı da varsa, manevi yangın büsbütün alevlenir.
Böylece, daha Cehenneme gitmeden, dünyası cehennemleşir.
Ne var ki, Batı medeniyeti, bunlarla ilgili değildir; yönünü sadece, gençlere dönmüştür Gençlerin ruhu ve kalbi hariç, bütün beden ihtiyaçlarına çözüm üretmişlerdir. Spor, müzik, eğlence, alkol, cinsellik, kumar, gezi, yeme içme, hayale gelmez binlerce çeşidiyle gençlerin önüne seriliyor. Bu sergiyle dönen başlar, sarhoş olan ruhlar, daha fazlası, daha fazlası derken, sonuçta kendi elleriyle kendilerini zehirlerler.
Efendimiz (sallAllahu aleyhi ve sellem), Dünya, ahiretin tarlasıdır buyurur. Dünya tarlası, ahiret hasadını kazanabilmek için ömür boyu sürülür, ekilir, biçilir.
Ancak sonuçta, Cenneti kazandıracak olan bu ahiret çiftçiliğinin en verimli zamanı, gençlik yıllarıdır. Çünkü her ibadet, ancak gençken tam ve mükemmel yapılabilir.
Gençler, bu önemli fırsatı, değerlendirmekte zorlanıyorlar. Gençliğini bütünüyle kulluğa dönüştürüp, ahiret yatırımı haline getiremeyenlerin önünde hangi engeller var? Bu soru ciddi olarak irdelendiğinde, karşımıza ilk olarak, hayata ve ölüme bakışımızdaki yanılgılar çıkıyor.
Bu husustaki en önemli yanılgı, gençliği ebedi sanmaktır. Her ne kadar, yaşanılan her gün, yaşlılığa atılan bir adım olarak görünse de hissiyatlar, gençliği hiç bitmeyecekmiş zannettirir. Bu zan yüzünden, gençliğin altın yılları, sırf oyun ve eğlenceye sarf edilir. Ne yazık ki, bunun adı da Hayatını yaşamak sanılır.
Delikanlılığın, o güzelim yılları delice harcamak demek olmadığı, çok geçmeden bilinir ama gençlik geri gelmeyecektir!
Gençlik, tekrarı olmayan bir film gibidir. Fırsatlarla, imkânlarla dolu müthiş bir süreçtir. Bu yüzden de yanlış kullanıldığında, keşkeler, ahlar, vahlar faydasız ve neticesizdir. Tekrarı yoktur amma her saniyesiyle sorulacak bir hesabı vardır.
Bir Arap Şairii, ihtiyarlığın eline düştüğü acizlik günlerinde şöyle dertlenir:
Eğer gençliğim, dönüp tekrar bana gelseydi,
İhtiyarlığın elinden neler çektiğimi, ona şikâyet edecektim.
Tabii ki, bu duyguyu çok insan yaşadı. Fakat böyle bir şikâyeti hiç kimse yapamadı. Çünkü kimseye gençliği tekrar geri gelmedi.
Rahmetli babam, vefat edinceye kadar kendisini hep genç saydı. Ben kıdemli gencim derdi ve eklerdi: İmanlı insan, dünyada kaybolan gençliğine fazla yanmaz. Çünkü bu fani geçlik ebedi ve baki bir gençliğin tohumudur.
Sonlu ve sınırlı olanı verip, sonsuz ve sınırsız olanı almak, elbette çok karlı bir ticarettir. Böylesine kazancı bol bir ticaret imkânını, ancak Rabbimiz sunar bize.
İmanlı gençler, gençliklerini bir ebedi saadet yatırımına dönüştürürler. Peki, ya imansız olanlar?
İmansızlığın içindeki Cehennem ateşi, her mutluluğu yakıp yok ettiği gibi gençliği de perişan eder. Çünkü iman fıtrattır; insana ait bütün güzellikleri içinde barındırır. İmansızlık da hayata hep ters düşen ve insanı yaratılış doğrultusundan saptıran bir bela
Özgürlük mü öküzlük mü?
İMAN, insan hayatına dengeli bir düzen getirir. Bu düzen, elbette ki insanı yaratana aittir. Dolayısıyla eşsizdir, alternatifsizdir, muhteşemdir.
Gençlik de bu düzenin kuralları içinde mecrasını bulur, maddede ve manada faydalı kılınır. İmandan uzak yaşanan gençlik, ilahi değil insani, daha doğrusu nefsanî ölçülerin kıskacında, kendi kendisini mahveder.
Kendi iç dünyasını karartmış olan gençler, dünyayı da yaşanamaz hale getirir, Cehenneme çevirir. En basit ve uğursuz bir zevk uğruna, elinden gelse bütün dünyayı yakmak ister. Gençlerin gücünü sınırlayan ve olumlu şekle kanalize eden imandır. Gençlik, galeyana gelen gücünü, arzusunu, maddi ve manevi duygularını, ancak imanla yararlı hale getirir ve meşrulaştırır.
Aksi halde, haram-helal dinlemeyen, imandan uzak gönüllerle, hiç bir askeri ve sivil güç, güven ortamı meydana getiremez. Zorla güzellik olmaz ve tahribat önlenemez. İnançsız bir genç, hiçbir tahribe güç yetiremezse, kendini tahrip eder.
İçi çölleşmiş gençlerin, başvurdukları inanç dışı yollar ise sadece uyuşturucu tacirlerine, sigara üreticilerine, silah satıcılarına ve benzerlerine yarar.
Batı medeniyetinin oluşturduğu manevi bataklık bu türlü gençleri üretti, çoğalttı ve başedilelemez boyutlara getirdi. Çünkü Batı, sadece his ve hevesat tatmini sunan maddeci bir görüşü temsil eder. O anlayışta, beden rahatına ait her şey, bütün maddi ve hayvani zevkler mubahtır. İnsan eğer zor kullanmıyorsa, her türlü hevesatını, istediği biçimde giderebilir.
O bakış açısında, nefsanî olanla, ruhî olan aynıdır. Ulvi duyguların tatmini ne kadar gerekliyse, nefsanî hissiyatın doyurulması da o derece normaldir. Yeter ki, karşılıklı rıza olsun, kişiler birbirini zorlamasın
Bu görüşün haramı, helali, günahı, sevabı yoktur. İnsan, canının, yani nefsinin her istediğini özgürce, ya da öküzce yerine getirebilir. Öküzce demeyi rastgele seçmedim.
Hatta özellikle altını çizmek istedim. Çünkü nefsinin kulu olmuşlarda, hep hayvanlara bir imrenme sezmişimdir. Zaman zaman bu imrenişlerini söylemekten de kendilerini alamadıkları olur. Mesela, basınımızda, zinanın serbest olup olmaması tartışılırken, ünlü bir gazeteci, Ne yani ben hayvanlar kadar bile özgür olamayacak mıyım bu ülkede? diye yazmıştı.
Aslında, hayvanların da kendilerine göre bir takım kuralları vardır. Aklına ve vicdanına rağmen, sınırsız bir özgürlüğü nefsine yaşatmak isteyenler, hayvanlardan daha aşağı düşmektedirler. Yani burada öküzlere de bir özür borcumuz vardır aslında
Ne Batının gençliği ne de ihtiyarlığı!
Böylesine bir hayat, sürekli yaşanabilir mi?
Biraz yaş baş geçip güç kuvvet azalınca, bu tür kişiler, yapayalnız kalır. En yakınlarından bile sevgi ve merhamet göremezler. Üstelik bir de günah fırtınalarıyla geçirilmiş bir gençliğin pişmanlıkları vicdan azabına dönüşünce, hayat yaşanılamaz bir hale döner.
Üç kuruş için üç dakikalık bir beden zevki için makam mevki hırsı için yani dünyevi her hedef için gençlikte yapılan hatalar, bir duvar gibi dikilir insanın karşısına Hele, bu günahlar içinde kul hakkı da varsa, manevi yangın büsbütün alevlenir.
Böylece, daha Cehenneme gitmeden, dünyası cehennemleşir.
Ne var ki, Batı medeniyeti, bunlarla ilgili değildir; yönünü sadece, gençlere dönmüştür Gençlerin ruhu ve kalbi hariç, bütün beden ihtiyaçlarına çözüm üretmişlerdir. Spor, müzik, eğlence, alkol, cinsellik, kumar, gezi, yeme içme, hayale gelmez binlerce çeşidiyle gençlerin önüne seriliyor. Bu sergiyle dönen başlar, sarhoş olan ruhlar, daha fazlası, daha fazlası derken, sonuçta kendi elleriyle kendilerini zehirlerler.