Bir tebessümle nice gönülleri alırken, bir sözle nicesinin gönlünü kırarız. Kimini gönlümüzden çıkarırken, bazısıyla gönül birliği kurarız. Bir de gönül verdiklerimiz vardır ki ya nimettir bize ya bela. Ondandır belki de Kalbin hacmini kapladığı muhabbetler belirler denmesi. Zira ahlakımızı yükseltmeyen gönül işleri beladan sayılır; kalbimizi bulandırır, dara düşürür. Lakin gönül erleri diye vasfedilenler böyle değildir, her gönle düşüşleri, kalpte yer edişleri terbiye eder, kemale erdirir. Tıpkı bir türküde söze döküldüğü gibi Bütün mürşitlerin tarif ettiği/ Sadıkların menziline yettiği / Enbiyanın, evliyanın gittiği / İzde ben bir insan olmaya geldim dedirtir, yolu gösterir, yolda iz sürdürür.
ALİMİN HAYALİ, DÜŞÜ MAKBULDÜR
Söze geldiği gibi ne kolaydır yolu görmek ne de yolda iz sürmek. Nefis ve şeytanın cirit attığı bir meydanda tek başına olacak iş değildir. Yolu bilen, izinden gidilecek ehliyetli bir rehbere, yol göstericiye, evlad-ı Rasule ihtiyaç vardır. Vardır ki, hem zahiren dini ahkamı öğretsin hem de güzel ahlaka, ihlasa ulaşmada, nefsin çirkin sıfatlardan kurtulmasında feyzinden istifade edilebilsin. İslam itikadı, ahlakı içinde çaresiz değildir bütün bunların üstesinden gelebilmek. Lakin bu daire içinde sonuca en kolay ulaştıranını, en tesirlisini tasavvuf ehli gönül erleri tarif ettiler. Dediler ki; Kuran-ı Kerimi ve sünneti her halinde cem edene gönül bağlayın, onunla bir çeşit tefekkürle alaka kurun, nefsin ve şeytanın şerrine karşı kalbi gözetleyin, o sınırda ribat edin, rabıta edin.
Bir şeyi hatırda tutmaya, düşünmeye son derece yatkın varlıklarız. Aşırı muhabbet duyduğumuz, özlediğimiz, anımsamakla kendimizi iyi hissettiğimiz çok şey vardır. Kimimiz uzakta olan evladımızın halini iyi midir, aç mıdır, tok mudur diye düşünürüz. Kimimiz bir kıza yahut delikanlıya gönül kaptırmışızdır gece gündüz hayaliyle dolaşırız. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama kalp kalbe karşı olsa bile bu düşünmeler, hayale getirmeler kalbimizi ele geçirmek için fırsat kollayan nefsin ve şeytanın tesirini kırmaz. Terbiye etmez ve belki harama meylettirir. Şu halde Aşık Hüdainin Alimin hayali, düşü makbuldür şeklinde özetlediği gibi, kalbi gafletten uyandıracak, nefsimizi tezkiye edecek, Allah Tealanın muhabbetini gönlümüze düşürecek bir alimin gönlüne ihtiyacımız var. Ki bu gönül, Allah Tealanın ahlakıyla ahlaklanmış, Onun (c.c) zikrine dalmış bir gönül olmalıdır. Ancak böyle bir gönülle kurulan münasebetle, rabıta ile zikirsizlikten, vesveseden, gafletten, nefsin şerli hallerinden Rabbimizin izniyle muhafaza olup Sadıklarla beraber olun (Tevbe, 119) ayet-i kerimesinin manasına ulaşırız.
GÜNEŞİM DOĞAR HER AKŞAM NAMAZINDA
Anlatılır ki, Hicran ateşiyle küle dönen aşık, gelir sevgilinin eşiğine çalar kapıyı. İçeriden bir ses gelir: Kim o? Kavuşmak heyecanıyla yüreği titrer aşığın, Ben der, Ben geldim. Orada olmaz sevgili; Demek hala sen varsın öyle mi? Git, biraz daha yan öyle gel. Dağlara vurur kendini, yan emriyle yanar aşık. Ta ki ne yanacak bir şey kalır kendinde, ne kendi kalır o yangından geriye. Bir kez daha koşar gelir sevgilinin eşiğine ama elsiz ayaksız. Bir seher vaktinde yine çalar yarin kapısını. Dilsiz, dudaksız seslenir Kim o? diyen sevgiliye. Bu sefer Sen geldin der aşık.
Bu kısa hikayede aşığın aşıklığı gerçek manasına kavuşmuş; Ben geldim yerine Sen geldin dedirtecek kıvama gelmiştir. Zira seven, sevdiğinin haliyle hallenmiştir. Hasılı sadıklarla beraber olabilmek için lazım olan hale bürünmüştür.
Bize de bu halden nasiplenelim diye edilen bir nasihat vardır. Zayıf kalplerimizi güzelleştirecek, kuvvetlendirecek bir terbiye metodudur. Hatırlayalım ve Herkesin güneşi gece olunca batar/ Benim güneşim doğar her akşam namazında sözlerinin ardından gidip biz de çalalım kapıyı her akşam namazı sonrası, edilen nasihat üzere: Yüzümüz kıbleye dönük, gözlerimiz kapalı vaziyette 25 kez söylenen estağfirullah ile başlasın kalbimizin dünya ağırlığından silkelenmesi. Sonrası, izinden gidilen Rasulullah Efendimizin (s.a.v) evladıyla kurulan bir çeşit tefekkürle, gönülden muhabbetle devam etsin. Gayet azametli ve heybetli bir şekilde yüksek bir makamda oturmuş olarak hayale düşsün. İki kaşın arasından çıkan bembeyaz, şeffaf, süt rengindeki bir nurun ve feyzin kalbimize aktığı, bütün vücudumuzu kapladığı, kalbimizdeki günah ve zulmetin, manevi kirlerin temizlenip tedavi olduğu düşünülsün belli bir vakit. Sonra yine tekrar edilen 25 estağfirullah ile kalp günlük cilasını alıp, mamur olsun. Ve inşaallah böylece sadık kulların meclisine varıp, onlara lütfedilen ilahi muhabbet ve istikrardan, uyanıklıktan bizlere de pay düşsün.
Huriye KARNAP
ALİMİN HAYALİ, DÜŞÜ MAKBULDÜR
Söze geldiği gibi ne kolaydır yolu görmek ne de yolda iz sürmek. Nefis ve şeytanın cirit attığı bir meydanda tek başına olacak iş değildir. Yolu bilen, izinden gidilecek ehliyetli bir rehbere, yol göstericiye, evlad-ı Rasule ihtiyaç vardır. Vardır ki, hem zahiren dini ahkamı öğretsin hem de güzel ahlaka, ihlasa ulaşmada, nefsin çirkin sıfatlardan kurtulmasında feyzinden istifade edilebilsin. İslam itikadı, ahlakı içinde çaresiz değildir bütün bunların üstesinden gelebilmek. Lakin bu daire içinde sonuca en kolay ulaştıranını, en tesirlisini tasavvuf ehli gönül erleri tarif ettiler. Dediler ki; Kuran-ı Kerimi ve sünneti her halinde cem edene gönül bağlayın, onunla bir çeşit tefekkürle alaka kurun, nefsin ve şeytanın şerrine karşı kalbi gözetleyin, o sınırda ribat edin, rabıta edin.
Bir şeyi hatırda tutmaya, düşünmeye son derece yatkın varlıklarız. Aşırı muhabbet duyduğumuz, özlediğimiz, anımsamakla kendimizi iyi hissettiğimiz çok şey vardır. Kimimiz uzakta olan evladımızın halini iyi midir, aç mıdır, tok mudur diye düşünürüz. Kimimiz bir kıza yahut delikanlıya gönül kaptırmışızdır gece gündüz hayaliyle dolaşırız. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama kalp kalbe karşı olsa bile bu düşünmeler, hayale getirmeler kalbimizi ele geçirmek için fırsat kollayan nefsin ve şeytanın tesirini kırmaz. Terbiye etmez ve belki harama meylettirir. Şu halde Aşık Hüdainin Alimin hayali, düşü makbuldür şeklinde özetlediği gibi, kalbi gafletten uyandıracak, nefsimizi tezkiye edecek, Allah Tealanın muhabbetini gönlümüze düşürecek bir alimin gönlüne ihtiyacımız var. Ki bu gönül, Allah Tealanın ahlakıyla ahlaklanmış, Onun (c.c) zikrine dalmış bir gönül olmalıdır. Ancak böyle bir gönülle kurulan münasebetle, rabıta ile zikirsizlikten, vesveseden, gafletten, nefsin şerli hallerinden Rabbimizin izniyle muhafaza olup Sadıklarla beraber olun (Tevbe, 119) ayet-i kerimesinin manasına ulaşırız.
GÜNEŞİM DOĞAR HER AKŞAM NAMAZINDA
Anlatılır ki, Hicran ateşiyle küle dönen aşık, gelir sevgilinin eşiğine çalar kapıyı. İçeriden bir ses gelir: Kim o? Kavuşmak heyecanıyla yüreği titrer aşığın, Ben der, Ben geldim. Orada olmaz sevgili; Demek hala sen varsın öyle mi? Git, biraz daha yan öyle gel. Dağlara vurur kendini, yan emriyle yanar aşık. Ta ki ne yanacak bir şey kalır kendinde, ne kendi kalır o yangından geriye. Bir kez daha koşar gelir sevgilinin eşiğine ama elsiz ayaksız. Bir seher vaktinde yine çalar yarin kapısını. Dilsiz, dudaksız seslenir Kim o? diyen sevgiliye. Bu sefer Sen geldin der aşık.
Bu kısa hikayede aşığın aşıklığı gerçek manasına kavuşmuş; Ben geldim yerine Sen geldin dedirtecek kıvama gelmiştir. Zira seven, sevdiğinin haliyle hallenmiştir. Hasılı sadıklarla beraber olabilmek için lazım olan hale bürünmüştür.
Bize de bu halden nasiplenelim diye edilen bir nasihat vardır. Zayıf kalplerimizi güzelleştirecek, kuvvetlendirecek bir terbiye metodudur. Hatırlayalım ve Herkesin güneşi gece olunca batar/ Benim güneşim doğar her akşam namazında sözlerinin ardından gidip biz de çalalım kapıyı her akşam namazı sonrası, edilen nasihat üzere: Yüzümüz kıbleye dönük, gözlerimiz kapalı vaziyette 25 kez söylenen estağfirullah ile başlasın kalbimizin dünya ağırlığından silkelenmesi. Sonrası, izinden gidilen Rasulullah Efendimizin (s.a.v) evladıyla kurulan bir çeşit tefekkürle, gönülden muhabbetle devam etsin. Gayet azametli ve heybetli bir şekilde yüksek bir makamda oturmuş olarak hayale düşsün. İki kaşın arasından çıkan bembeyaz, şeffaf, süt rengindeki bir nurun ve feyzin kalbimize aktığı, bütün vücudumuzu kapladığı, kalbimizdeki günah ve zulmetin, manevi kirlerin temizlenip tedavi olduğu düşünülsün belli bir vakit. Sonra yine tekrar edilen 25 estağfirullah ile kalp günlük cilasını alıp, mamur olsun. Ve inşaallah böylece sadık kulların meclisine varıp, onlara lütfedilen ilahi muhabbet ve istikrardan, uyanıklıktan bizlere de pay düşsün.
Huriye KARNAP