Musibetler multifaktöriyeldir

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,660
59,510
Musibetler multifaktöriyeldir


Faruk Beşer
Gazete Yazarı



Umumi musibetlerle karşı karşıyayız. Ülkelerin ciğerleri olan ormanlar yanıyor, belki de yakılıyor. Dünya genelinde doğal denen afetler kitleleri vuruyor. Ve olup bitenlere herkes kendi penceresinden bakıyor. Kendi bildikleri ya da bilmedikleri, olmasını istedikleri ya da istemedikleri ile konuşuyor. Herkes kendini haklı görüyor. Ama işin içine inançlar, ideolojiler, nefretler ve ön yargılar da giriyor. Elbette böyle olmayanlar ve işin aslını düşünenler, hatta bilenler de var.

Her şey gibi böyle olguların da maddi ve manevi en az iki boyutu ve oluşmasının birden çok sebebi vardır. Ve dünyada hatta kâinatta hiçbir şey, hiçbir zerre hatta hiçbir düşünce diğerlerinden bağımsız değildir. Her varlığın kendince bir iletişim, etkileşim ağı hatta dili mevcuttur. ‘Hiçbir şey yoktur ki, O’nu tespih ediyor olmasın, ama siz onların tespihini anlamıyorsunuz’. Varlık yalınkat ve tek boyutlu değildir atom altı akıl almaz küçük dünya ile karadeliklerin açıldığı sonsuz büyük dünya bizim dünyamızın şartlarıyla çalışmıyor. Yakında Kuantum fiziği insana ne kadar cahil olduğunu öğretecek.

Düşüncelerin, imanın, küfrün, nefretin, sevginin, günahların ve sevapların frekansları, dalga boyları ve farklı varlık alanları bulunur. Bizim hissettiğimiz dünya sadece bize ‘en yakın dünya’ yani fizik dünyadır. Olaylara duaların, tespihlerin, istiğfarların, günahların, zulümlerin etkilerini göremiyoruz ama bunların her biri bir varlık alanının kuantları ya da fotonları gibidirler.

Böyle umumi bela ve musibetler karşısında bu ‘en yakın dünyayı’ hayalde olsun aşamayanlar şununla yetinirler; havalar ısınır, kıvılcım çıkar, maddenin yanma hızı artar ya da birisi bir kibrit tutuşturur yangın çıkar. Dünyanın çeşitli bölgelerinde milyonlarca yıl süren oluşumların etkisiyle fay hatları oluşur. Gaz gibi etkileyici bir sebeple bu faylar kırılır depremler olur. Atmosferdeki hareketler yüksek ya da alçak basınçlar meydana getirir güçlü yağmurlar, dolu ve sağanaklar yağar, seller, heyelanlar oluşur. Bütün bu ve benzeri olayların bizim yapıp ettiklerimizle hiçbir alakası yoktur. Bunlar tabiatın kurulu kanunlarıdır.

Bir açıdan doğru, olayların yakın sebepleri bu söylenenlerdir. Ama her şey sadece bundan ibaret midir? Sebeplerin sebepleri ilah… yok mudur? O halde bu tam da gelişmemiş Cahiliye müşriklerinin mantığıdır; ‘bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yok. Yaşarız ölürüz, hepsi bundan ibaret. Bizi öldüren de zamanın akışından başkası değildir derler. Oysa onların bu konuda hiçbir bilgileri yok, sadece zanla konuşuyorlar’ (Câsiye 24).

Kısaca bu düşünceler bilimden başka ilah tanımayanların cahilliği ve bağnazlığıdır.

Bir de din adına bağnazlık yapanlar var. Açıldılar saçıldılar, yediler içtiler, Allah da turnayı gözünden vurdu, belalarını verdi. Günlerini gördüler.

Mesele bu kadar basit mi? O takdirde de cevabını veremeyeceğimiz yüzlerce soruyla karşılaşırız. Dünyada zulümden büyük günah yoktur. En büyük zulüm de şirktir. Afrika’yı, Ortadoğu’yu, hatta bütün dünyayı ezen ve sömüren müşrik Batı ve Amerika bu zulümleriyle belaların en büyüğüne maruz kalmalı değil mi? Neden onlar gariban ülkeleri cehenneme çevirirken kendi dünyalarını cennet gibi yaşıyorlar? Neden bu musibetlere daha büyük günahların işlendiği yerler değil de belli bölgeler maruz kalıyor. Bizim bela ve musibet olarak gördüğümüz şeyleri neden Allah’ın masum kulları olan peygamberler de fazlasıyla yaşamışlar? Neden tarihte kaya gibi imana sahip müminlere işkencelerin en büyüğü reva görülmüş, en zorlu acıları yaşamışlar? Demek ki, mesele bu kadar basit değil.

Bir defa bizim anlık bakışlarımızla bela ve musibet olarak gördüğümüz her şey belki de aslında öyle değildir. ‘Kötü sandığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir, sevip istediğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir’. Bu cevabın bütünü içindeki oranı ne kadar az olursa olsun önce bunu bir kenarda tutalım. Bununla beraber şu gerçekleri de hatırlayalım: Allah abesle iştigal etmez, O Hakîm’dir, her yaptığı işte hikmetler vardır, bunu anlayanlar, varlıkta olmuş olandan daha güzeli olamaz demişler. Hiçbir şey rastgele ve sebepsiz değildir. Kâinatta tesadüf yoktur. Allah birisini öldürüp mükâfatlandırabilir, diğerini yaşatıp cezalandırabilir. Kimin kârlı çıkacağı sonunda belli olur. Kimine dünyalık verip başına bela eder, kimini yoksul ve hasta kılıp korur. İyi ve kötü, anlık durumlarla tespit edilemez. Bunun için sabır gerek tefekkür gerek.

Peki, Kur’an-ı Kerim bu olaylar için ne diyor, dindar bilinç bunlara nasıl bakmalı? Bunu da pazar günü yazalım inşallah
 
  • Beğen
Tepkiler: Eylül Başak

sükutu-ezber

Öyle işte,,,
Sp Kullanıcı
11 Şub 2017
16,660
59,510
Cuma günü gazetemde bela ve musibetlerin metafiziğini yazmıştım
Bugünkü yazım onun devamı olacaktı
Bir kazaya uğradı yayımlanamadı
Buradan okuyabilirsiniz.
***
Bela, günah ve istiğfar ilişkisi
Önceki yazımızda musibetlerin metafiziğine değinmiştik. Şimdi de böyle olaylar için Kur'an-ı Kerim’in bize neler öğrettiğine bakalım:
Hiçbir şey sebepsiz değildir. ‘Dünyaya ya da bedeninize isabet eden hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o bir kitapta kaydedilmiş olmasın. Bu Allah için çok kolaydır’ (Hadid 22). Demek ki, meselenin kaderle de alakası vardır ve kaderi yanlış anlayanlar, sanırlar ki, bu belalar biz istemesek de olacaktı, çünkü bunları Allah (cc) takdir etti, olmak zorundaydı ve oldu. Oysa kader kendi özel sebepleriyle olacak olan bir şeyin öyle olacağını Allah’ın ezelde bilmesi ve yazmasıdır. İnsan iradesinin söz konusu olduğu şeylerde sebep insandır ve insan özgürdür, onun için de yaptıklarından sorumludur. O şey Allah yazdığı için öyle olmamıştır, öyle olacağı için Allah onu öyle yazmıştır. Birinci nokta burasıdır.
İkinci nokta: Musibet olarak görülen şeylerin varlık sebebini üç ana kategoriye ayırabiliriz: Bu olaylar ya kulun denenmesi için salt bir imtihandır. Çünkü Allah insanı bazen iyilikle bazen de kötülükle imtihan eder (Enbiya 35). Ya kulun iyi niyetleri ve güzel duygularıyla hak ettiği ama gereğini yapamadığı için ulaşamadığı derecelere yükseltilmesi için bir bedeldir. Bu yönüyle musibetler aynı zamanda menfi/negatif ibadetlerdir, çünkü kula ibadetler gibi sevap kazandırırlar. Ya da günahları ve ihmalleri sebebiyle hak ettiği peşin bir cezalandırmadır. Bunlardan her birini gösteren ayeti kerimeler ve hadisi şerifler vardır. Yoksa Allah kimseye zerre kadar zulüm/haksızlık etmez. Biz bir musibetin bunlardan hangisi için geldiğini ya da her bir sebebin hangi oranda birleşip bu sonu oluşturduğunu bilemeyiz. Biz kendimizi muhasebe eder ona göre tedbirimizi alırız. Dolayısıyla şu insan ya da toplum şöyle davrandı, Allah da onlara bu musibeti verdi demek yanıltıcı olur. Ama kişinin kendisini, acaba bu musibet başıma şu hatalarım sebebiyle mi geldi diye muhasebe etmesinde bir sakınca yoktur, hatta bu gereklidir. Şöyle diyenler de vardır: Bir musibetin ceza mı yoksa kulun derecesini yükseltmek için bir imtihan mı olduğunu, kulun buna verdiği tepkiyle anlayabiliriz. Eğer bir bela karşısında kulun isyan ve feveranı artmışsa bu bir cezadır, istiğfar ve kendini hesaba çekmesi artmışsa derece kazandıran bir imtihandır.
Üçüncü nokta: Allah dünyayı insanlar için yaratmış, göklerdekileri bile onun hizmetine sunmuştur. Dolayısıyla dünyada olup biten hiçbir şey insandan bağımsız ve alakasız değildir. Sevaplar gibi günahların da atmosferde dalga boyları vardır. ‘Karada ve denizde oluşan bütün bozulmalar/fesat insanın kendi işledikleri sebebiyledir. Ta ki, yaptıklarının bir kısmını Allah ona tattırsın, belki dönerler diye’ (Rum 41). ‘Başınıza gelen her ne musibet varsa hep kendi yaptıklarınız sebebiyledir, çoğunu da Allah affeder’ (Şura 30).
Bazen toplumda işlenen günahlar tıpkı havadaki nem oranının taşınabilir en son miktarı gibi nihai doza ulaşınca musibetler iyi kötü ayırmadan herkese birden gelir (bkz. Enfal 25). Bunun esprisi de şudur: Demek ki, iyilerin kötülüklere engel olma gibi bir görevleri de vardır ve bunu yapmadıkları zaman onlar da bu günahlara ortak olmuş olurlar. Allah (cc) Yahudilerin kendi aralarında işledikleri kötülüklere engel olmadıkları için lanete uğradıklarını söyler (Mâide 79). Lanet insanın Allah’ın rahmetinin kapsama alanından çıkarılmasıdır, böyle bir insanın artık belalara maruz kalması her an mümkündür.
Dördüncü nokta: Bela ve musibetlere maruz kalmamak, kalmışsa bundan kurtulmak için kulun kendisini muhasebe etmesi ve günahlarından istiğfar etmesi gerekir. İstiğfar ilahi rahmetin gelmesi, belaların kalkması için önemli bir sebeptir. Bazen uzmanlar fizik hesaplamalara bakarak deprem olacak derler ama olmaz. Çünkü onlar istiğfar etkisini hesaba katmazlar. Ancak istiğfar, sadece kulun oturup ‘estağfirullah’ çekmesi demek değildir. Günah, zulüm ve isyan muhasebesi yapıp, artık onları terk etmesi ve estağfirullah diyerek de Allah’tan özür dilemesidir. Allah (cc) Peygambere şöyle söylemesini tembihlemişti: ‘Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na dönün ki, sizi belirli ecele kadar güzel nimetlerle yaşatsın, iyilik hak eden herkese iyiliğini versin. Eğer aldırmayıp devam ederseniz, sizin için büyük bir günün azabından korkarım’ (Hûd 3). ‘Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra günahları terk edip O’na dönün ki, rahmetini üzerinize bol bol göndersin, gücünüze güç katsın. Böyle günahkâr halde sürüp gitmeyin’ (Hûd 52).
Daha çok şey var ama bu kadarla yetinelim.
 
  • Beğen
Tepkiler: Eylül Başak

Son mesajlar