Ne okumalı? Ne Okumamalı?
Ne okumalı? Hem kendimize hem de dostlarımıza/büyüklerimize sıklıkla sorduğumuz, bundan da önemlisi cevabını birbirinden oldukça farklı şekillerde aldığımız sorulardan biridir bu. Bu soruyu bir kere sordunuz mu, sorduğunuza pişman olacak kadar çeşitli cevaplar alırsınız. Çünkü sorunun muhatabı, çok büyük ihtimalle, kendi okumalarına dayalı bir cevap verecektir size. Sözgelimi, kişisel gelişim kitaplarını taparcasına okuyanlar ve geleceğin big bossu (büyük patronu) olmanın ilkelerini söz konusu kitaplarda arayanların cevabı herhalde fantastik roman veya edebiyat eleştirisi kitapları olmayacaktır! Veya popüler romanların yayımlandığı gün, onları ilk elde eden olmak için yayınevlerinin kapısında ekmek kuyruğu gibi yığılanların cevabında Yahya Kemalli, Tanpınarlı bir ifade bulunmayacaktır!
Şimdi bu açıklamalardan sonra, akla şu soru gelebilir hâliyle: Ne okumalı? sorusunun genel-geçer olmayan, kişiden kişiye değişen cevaplara gebe bir soru olduğu, yani en doğru cevabının bir türlü bulunmadığını mı anlamalıyız? Belki de öyle. Ama ne okumalı? sorusuna bir de tersten yaklaşırsak, yani söz konusu soruyu ne okumamalı? şekline sokarak cevap ararsak belki daha doğru bir yol izlemiş oluruz.
Evet, soruyu değiştirdik artık: Ne okumamalı? Her şeyden evvel, çok satanlar listesindeki eserlere temkinli yaklaşalım. Bu tür listelerdeki eserlerin en fazla yüzde biri, hadi yüzde ikisi belki sanatsal/kültürel açıdan belli bir seviyededir; kalanı ise çukurda (zaten bu yüzden çok satar). Şunu belirtmeye gerek yok ki bir eserin çok satması, o eserin fazla değerli olduğuna işaret etmez. Bu konuya ışık tutmak adına, Hüseyin Rahmi Gürpınarın 1930ların başında kaleme aldığı bir köşe yazısında söz ettiği Şipnikin macerasını kısaca anlatmak gerek.
Şipnik, ünlü bir İngiliz yazarının evinde beslediği maymundur. Yazar, ne zaman kitap kaleme almak üzere masasına otursa Şipnik onu izler; hatta yayınevlerine sahibinin dosyalarını da bizzat kendisi götürür. Fakat Şipnik, sahibinden ilhamla, bir gün gizlice masa başına oturur; rastgele kalem oynatır ve yazdığı notları tutup yayınevine götürür. Yayınevi yetkilileri maymuna parasını verir vemesine ama notlardan bir şey anlamaz. Yazara telefon ederler: "Notlarınızdan bir şey anlamadık." Yazar ise şaşırır: "Ben size not göndermedim ki?" Sonra mesele anlaşılır: Notlar maymuna aittir. Fakat yayınevi, bir ilginçlik olsun diye, maymunun notlarını aynen yayımlar. Sonrasını Hüseyin Rahmi Bey şöyle anlatır: "Böyle manasız eserler, anlaşılmadıkları, manasız oldukları için çok satılır ve halk da böyle eserleri okumak için değil, işte bu çok satılma modasına katılmak için alırlar." Sonuç mu? Şipnik'in yazdığı kitap milyonlara ulaşır ve sahibinden daha fazla meşhur olur.
İşte böyle. Çok satmak bir keramet olsa idi, herhalde Şipnik şu anda Nobel Edebiyat Ödülünü almaya hak kazanan ilk maymun olacaktı. Şükür ki olmadı!
Peki, çok satanlar listesinin pek çoğunu eledik. Başka neleri eleyebiliriz? Başta kısaca değindiğimiz kişisel gelişim kitaplarını elbette. Hem de gözü kapalı bir şekilde bu elemeyi yapabiliriz; yapmalıyız da! Bu kitaplar, ileride büyük işler başarmak isteyen ve hayatı paranın yeşiline endekslenmiş olan beyaz yakalıların afyonundan başka da bir şey olamaz. Bu kitapları okuma şanssızlığına erişmiş birisi olarak rahatlıkla ifade edebilirim ki, içlerinde size ve çevrenize katkı sağlayacak tek bir fikir kırıntısına rastlayamazsınız. Fakat tersi doğrudur: Sizi ve çevrenizi birbirinize düşürecek provokatif pek çok yargı bu kitaplarda fazlasıyla mevcuttur. Çünkü bu tür kitapların ana teması, çoğunlukla, İngiliz filozof Thomas Hobbesun meşhur sözüyle somutlaşır: Homo homini lupus. (İnsan insanın kurdudur.) Ve, hepimizin de bildiği gibi, kurtlukta düşeni yemek kanundur.
Çok satanlar listesindeki kitaplar ile kişisel gelişim kitaplarını aradan kaldırdık mı sonuca da artık ulaşmışız demektir. Şimdi tekrar soralım: Ne okumalı? Söz konusu iki tür (çok satan ve kişisel gelişim) dışında kalanları elbette! Bu iki tür dışında kalanlardan hangi kitabı arzu ederseniz gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Burası size kalmış. Fakat yine de bir öncelikler listesi çıkarmaya ihtiyacınız varsa, onun da kolayı var: Öncelikle yerli ve yabancı klasik edebiyat eserleri. Büyük hikâyecimiz Sait Faikin kahvehaneye uğramamış üniversitelinin tahsilini yarım sayarım cümlesinden ilhamla, hem kendi ülkesinin hem de başka ülkelerin klasikleşmiş edebiyatlarına bigâne kalan kişinin hayat deneyimini yarım sayarım, demek istiyorum. Çünkü bu eserler aşk, ölüm veya mücadele teması etrafında gelişen uydurma meseleleri içermez; aksine, yazıldığı topraklar üzerindeki binlerce yıllık insanlık deneyiminin estetik bir şekilde yazıya dökülmüş halini buluruz söz konusu eserlerde.
Haydi, şimdi okuma vakti!
Güngör Bilgin | Çalakalem Dergisi
Ne okumalı? Hem kendimize hem de dostlarımıza/büyüklerimize sıklıkla sorduğumuz, bundan da önemlisi cevabını birbirinden oldukça farklı şekillerde aldığımız sorulardan biridir bu. Bu soruyu bir kere sordunuz mu, sorduğunuza pişman olacak kadar çeşitli cevaplar alırsınız. Çünkü sorunun muhatabı, çok büyük ihtimalle, kendi okumalarına dayalı bir cevap verecektir size. Sözgelimi, kişisel gelişim kitaplarını taparcasına okuyanlar ve geleceğin big bossu (büyük patronu) olmanın ilkelerini söz konusu kitaplarda arayanların cevabı herhalde fantastik roman veya edebiyat eleştirisi kitapları olmayacaktır! Veya popüler romanların yayımlandığı gün, onları ilk elde eden olmak için yayınevlerinin kapısında ekmek kuyruğu gibi yığılanların cevabında Yahya Kemalli, Tanpınarlı bir ifade bulunmayacaktır!
Şimdi bu açıklamalardan sonra, akla şu soru gelebilir hâliyle: Ne okumalı? sorusunun genel-geçer olmayan, kişiden kişiye değişen cevaplara gebe bir soru olduğu, yani en doğru cevabının bir türlü bulunmadığını mı anlamalıyız? Belki de öyle. Ama ne okumalı? sorusuna bir de tersten yaklaşırsak, yani söz konusu soruyu ne okumamalı? şekline sokarak cevap ararsak belki daha doğru bir yol izlemiş oluruz.
Evet, soruyu değiştirdik artık: Ne okumamalı? Her şeyden evvel, çok satanlar listesindeki eserlere temkinli yaklaşalım. Bu tür listelerdeki eserlerin en fazla yüzde biri, hadi yüzde ikisi belki sanatsal/kültürel açıdan belli bir seviyededir; kalanı ise çukurda (zaten bu yüzden çok satar). Şunu belirtmeye gerek yok ki bir eserin çok satması, o eserin fazla değerli olduğuna işaret etmez. Bu konuya ışık tutmak adına, Hüseyin Rahmi Gürpınarın 1930ların başında kaleme aldığı bir köşe yazısında söz ettiği Şipnikin macerasını kısaca anlatmak gerek.
Şipnik, ünlü bir İngiliz yazarının evinde beslediği maymundur. Yazar, ne zaman kitap kaleme almak üzere masasına otursa Şipnik onu izler; hatta yayınevlerine sahibinin dosyalarını da bizzat kendisi götürür. Fakat Şipnik, sahibinden ilhamla, bir gün gizlice masa başına oturur; rastgele kalem oynatır ve yazdığı notları tutup yayınevine götürür. Yayınevi yetkilileri maymuna parasını verir vemesine ama notlardan bir şey anlamaz. Yazara telefon ederler: "Notlarınızdan bir şey anlamadık." Yazar ise şaşırır: "Ben size not göndermedim ki?" Sonra mesele anlaşılır: Notlar maymuna aittir. Fakat yayınevi, bir ilginçlik olsun diye, maymunun notlarını aynen yayımlar. Sonrasını Hüseyin Rahmi Bey şöyle anlatır: "Böyle manasız eserler, anlaşılmadıkları, manasız oldukları için çok satılır ve halk da böyle eserleri okumak için değil, işte bu çok satılma modasına katılmak için alırlar." Sonuç mu? Şipnik'in yazdığı kitap milyonlara ulaşır ve sahibinden daha fazla meşhur olur.
İşte böyle. Çok satmak bir keramet olsa idi, herhalde Şipnik şu anda Nobel Edebiyat Ödülünü almaya hak kazanan ilk maymun olacaktı. Şükür ki olmadı!
Peki, çok satanlar listesinin pek çoğunu eledik. Başka neleri eleyebiliriz? Başta kısaca değindiğimiz kişisel gelişim kitaplarını elbette. Hem de gözü kapalı bir şekilde bu elemeyi yapabiliriz; yapmalıyız da! Bu kitaplar, ileride büyük işler başarmak isteyen ve hayatı paranın yeşiline endekslenmiş olan beyaz yakalıların afyonundan başka da bir şey olamaz. Bu kitapları okuma şanssızlığına erişmiş birisi olarak rahatlıkla ifade edebilirim ki, içlerinde size ve çevrenize katkı sağlayacak tek bir fikir kırıntısına rastlayamazsınız. Fakat tersi doğrudur: Sizi ve çevrenizi birbirinize düşürecek provokatif pek çok yargı bu kitaplarda fazlasıyla mevcuttur. Çünkü bu tür kitapların ana teması, çoğunlukla, İngiliz filozof Thomas Hobbesun meşhur sözüyle somutlaşır: Homo homini lupus. (İnsan insanın kurdudur.) Ve, hepimizin de bildiği gibi, kurtlukta düşeni yemek kanundur.
Çok satanlar listesindeki kitaplar ile kişisel gelişim kitaplarını aradan kaldırdık mı sonuca da artık ulaşmışız demektir. Şimdi tekrar soralım: Ne okumalı? Söz konusu iki tür (çok satan ve kişisel gelişim) dışında kalanları elbette! Bu iki tür dışında kalanlardan hangi kitabı arzu ederseniz gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Burası size kalmış. Fakat yine de bir öncelikler listesi çıkarmaya ihtiyacınız varsa, onun da kolayı var: Öncelikle yerli ve yabancı klasik edebiyat eserleri. Büyük hikâyecimiz Sait Faikin kahvehaneye uğramamış üniversitelinin tahsilini yarım sayarım cümlesinden ilhamla, hem kendi ülkesinin hem de başka ülkelerin klasikleşmiş edebiyatlarına bigâne kalan kişinin hayat deneyimini yarım sayarım, demek istiyorum. Çünkü bu eserler aşk, ölüm veya mücadele teması etrafında gelişen uydurma meseleleri içermez; aksine, yazıldığı topraklar üzerindeki binlerce yıllık insanlık deneyiminin estetik bir şekilde yazıya dökülmüş halini buluruz söz konusu eserlerde.
Haydi, şimdi okuma vakti!
Güngör Bilgin | Çalakalem Dergisi